Bölüm 6.8: Qin Yu ve Li’er

avatar
3000 1

Stellar Transformations - Bölüm 6.8: Qin Yu ve Li’er


 

 

Çeviri: Renfro

Düzenleme: Sajapyu

 

 

 

 

Fu Hao içten içe şaşırmıştı.

 

“Azure Ejderha Sarayı gerçekten inanılmaz. Dokuz Şeytan Salonuna bir sürü casus yerleştirmiş olmalılar. Lord Teng de korkunç birisi. 3 majestenin bana mesaj yolladığını anında anladı.” Şimşek gibi bunları düşündükten sonra bir anda yüzüne şaşkına dönmüş bir ifade kondurarak: “Lord Teng, nasıl, nasıl bundan haberiniz oldu?”

 

Lord Teng huysuz bir ifade ile: “Nasıl öğrendiğimi sormana gerek yok. Şimdi hemen benim soruma cevap ver.”

 

“Evet, lütfen istediğiniz şeyi sormaktan çekinmeyin, Lord Teng.” Fu Hao saygılı bir şekilde konuştu.

 

Lord Teng soğukça: “Dokuz Şeytan Salonu’ndan görevlendirilen majesteler hangileri?”

 

“İkinci altıncı ve üçüncü majesteler görevlendirilmiş .” Fu Hao hiç tereddüt etmeden tüm bildiklerini söyledi.

 

Lord Teng tekrar konuştu: “3 majestenin gitmekte oldukları mağara hangisi?”

 

“Kan Kırmızısı Mağara!”

 

Fu Hao çabucak cevap verse de içinden küfürler ediyordu: “Bu boynuzlu ejderha kesinlikle 3 majestenin nereye ve ne zaman gideceğini biliyor. Sadece sorular sorarak yalan söyleyip söylemediğimi test ediyor.”

 

“O zaman neden Kan Kırmızısı Mağara’ya gittiklerini biliyor musun?” Lord Teng bu sefer Fu Hao’nun gözlerine bakarak sorusunu sordu.

 

Fu Hao’nun çocuksu ifadesi bir gram değişmedi. Hemen güçsüz bir şekilde: “Lord Teng, bundan haberim yok. Benim Büyük Kabuk Mağaram sadece küçük bir güç. Eğer ikinci majeste bana birkaç kez mesaj yollamamış olsaydı o zaman durumdan bile haberim olmayacaktı.”

 

Lord Teng başını sallayarak onayladı.

 

Sekizinci majestenin ölümü bir sırdı ve Dokuz Şeytan Salonu bunu gizlemek için elinden geleni yapıyordu. Kendisinin bile sekizinci majestenin ölümünü teyit ettirmek için başka kaynaklardan haber alması gerekmişti yani Fu Hao’nun hiçbir şeyden haberi olmaması çok normaldi.

 

Lord Teng Fu Hao’nun cevabına aldırış etmese bile yüzü hala karanlıktı.

 

Bunu gören Fu Hao korkmaya başlamıştı.

 

“Öyleyse sana şunu sormak istiyorum. Sen ve üç majeste ne hakkında mesajlaştınız?” Lord Teng hemen sordu.

 

Fu Hao paniklemiş bir şekilde hemen cevapladı: “Birkaç mevzudan ötürü ikinci majeste ve ben birkaç defa mesajlaştık. Sana hangisini anlatmamı istiyorsun?”

 

Lord Teng’in yüzünün rengi değişti ve bağırdı: “Seninle mesajlaştığı mevzu neydi? Detaylarıyla hepsini anlat. Hiçbir şeyi göz ardı etme.”

 

“E-evet.” Fu Hao hemen aceleyle konuştu: “İkinci majeste bana Kan Kırmızısı Mağara’daki değişiklikleri sordu. Bende ona mağara ustası Cha Hong’un öldürüldüğünü ve muhafız Liu Xing olarak bilinen birinin onu pozisyonunu aldığını söyledim.”

 

Lord Teng yüzünde bir ifade olmadan onayladı.

 

Fu Hao onun ifadesini gördükten sonra hemen devam etti: “Daha sonra ikinci majeste bana yaşlı tosbağa Qingxan’a onu Kan Kırmızısı Mağara ustası olarak atadıklarını iletmemi istedi.”

 

Lord Teng Fu Hao’yu dinlemeye devam etti.

 

“Yaşlı tosbağa Qingxuan mağara ustası pozisyonunu ele geçirmek için harekete geçse de Liu Xing denilen herif tarafından tek hamlede öldürüldü. Liu Xing denilen eleman gerçekten korkunç. Onun orta aşama Dongxu seviyesine geçtiğini düşünüyorum. Ha bu arada, ben hala yaşlı tosbağa Qingxuan’ın onun gibi daha önceden bir muhafız olan bir kişi tarafından öldürüldüğü gerçeğini yadırgıyorum. Bu gerçekten tuhaf.” Fu Hao’nun çenesi düşmeye başlamıştı.

 

“Gereksiz konuşmayı kes. Diğer şeyler umurumda değil. Sadece Di Qing ve senin hangi konuda mesajlaştığınızı merak ediyorum.” Lord Teng soğukça bağırdı.

 

“Evet, evet.” Fu Hao hemen itaat etti. “3 majeste bunu öğrenince mağara ustası Liu Xing’le daha çok ilgilenmeye başladılar. Hatta astlarımı onlar için araştırma yapmak için Kan Kırmızısı Mağara’ya göndermemi emrettiler.”

 

Fu Hao aniden konuşmayı kesti.

 

“Huh?”

 

Lord Teng’in gözleri soğuk bir şekilde parladı.

 

“Tüm olanlar bu efendim.” Fu Hao paniklemiş bir şekilde konuştu.

 

Lord Teng’in gözleri vahşi bir şekilde parlamaya bir müddet daha devam etti. Daha sonra: “Oh, bu kadar mı?”

 

“Ayrıca birkaç defa mesaj gönderip Kan Kırmızısı Mağara hakkında bilgi istediler. Ancak bende çok bir şey bilmediğimden onlara az buçuk bir şey anlatabildim. Bu mesajlarda dikkate değer bir şey yoktu.” Fu Hao hemen daha açık bir şekilde anlattı.

 

Lord Teng onayladıktan sonra bir süre düşündü.

 

“Fu Hao,” aniden gülümsedi. “Bunu her daim hatırla. Eğer bize hizmet edersen sana haksızlık etmeyeceğiz. Bu 3 majestenin yakın zamanda kesinlikle Büyük Kabuk Mağarasına geleceğine inanıyorum. O zaman sana bir sürü şey soracaklar. Sana sordukları her şeyi bana vericin ile bildirmek zorundasın.”

 

“Anlaşıldı, Lord Teng.” Fu Hao gülümserken saygılı bir şekilde onayladı.

 

Aniden Fu Hao’nun gözleri Lord Teng’in avucunun içinde süzülen bir kristali görünce parlamaya başladı.

 

“Zirve seviye kristal?” Nefes alış verişi hemen hızlanmıştı.

 

Dokuz Şeytan Salonu’nun sekizinci majestesinin boyutsal yüzüğünde bile beş zirve seviye kristal bulunması onların nadirliğini açıklar nitelikteydi. Genellikle Dokuz Şeytan Salonu’nun altındaki 8 mağara ustası gibi kişilerin zirve seviye kristaller elde etmeleri çok zordu.

 

“Evet, son iki yıldır yaptığın çalışmalardan ötürü senden çok memnun kaldık ve sana bu zirve seviye kristali vermeye karar verdik.” Lord Teng elini salladı ve kristal Fu Hao’nun önünde uçmaya başladı.

 

Zirve seviye kristali aldıktan sonra Fu Hao hemen: “Endişelenmeyin, Lord Teng. Eğer öğrendiğim bir şey olursa kesinlikle sizi haberdar edeceğim. Bir süre sonra 3 majeste gelecek ve ben onların bırak ne sordukları yedikleri meyveye kadar hepsini sana bildireceğim.”

 

Fu Hao’nun son dediklerini duyan Lord Teng’in yüzünde nadir görünen bir gülümseme belirdi.

 

“Pekala, sen zeki birisin. Dokuz Şeytan Salonu yerine bizimle çalışırsan geleceğin çok daha güzel olur. Ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum?”

 

Lord Teng bunları söyledikten sonra kırmızı kaftanı havalandı ve hızla ayrıldı. Büyük Kabuk Mağarasına geldiği gibi hiçbir engelle karşılaşmaksızın ayrıldı. Ona göre Fu Hao’nun muhafızları ve kısıtlayıcı büyüleri şakadan başka bir şey değildi.

 

……

 

Bir ay sonra,

 

Fu Hao yatakta güzel bir kadınla oynaşırken aniden durdu.

 

“Tatlım şimdi ayrılabilirsin.”

 

İsteksiz bir şekilde giyindirilmesi için emir verdi. Odada hiç kimse kalmadığında odada şişman bir adam belirdi ve Fu Hao da yeşim sandalyesine doğru yürüdü. Bu adam ondan daha kısa ve daha şişmandı.

 

Kısa şişman adam iki hançer gibi görünen ilginç bir bıyığa sahipti.

 

“Lord Lou, sadece yarım yıl oldu ve yine hazinelerimi yemek için mi geldin?” Lord Teng’i görünce neredeyse altına edecek olan Fu Hao Lord Lou’yu görünce daha rahat hareket ediyordu. Ama yüzündeki ifade birazda olsun değişmişti.

 

Şişman adam bıyığını okşarken gülerek: “Evet, senin Kan Kırmızısı Ateşli Balının cazibesine dayanamıyorum. Neden bana bir şişe daha vermiyorsun?”

 

“Bir şişe?!”

 

Fu Hao aniden bıçakla doğranmış gibi bir çığlık attı.

 

“Birde utanmadan bir şişe mi diyorsun? Toplamda sadece 3 küçük şişeye sahibim. Hepsini toplasan bile bir tam şişe etmez!” Öfkeli olsa da yüzü soluklaşmıştı.

 

Lord Lou şeytani bir kahkaha attı: “Ha-ha, aman tanrım, geçen sefer tek bir şişem kaldı demene rağmen demek üç şişen vardı. Humph, humph, bana iki şişe vermezsen neler olacağını sana anlatmıyorum bile. Söyle ne istiyorsun? Saygılı bir şekilde 3 şişeyi bana verecek misin yoksa ben onları kapıp kaçayım mı?”

 

Fu Hao ve Lord Lou tatlıları çok seviyorlardı. Kan Kırmızısı Ateşli Bal sadece yiyenlere yedikten sonra hoş bir yanma hissiyatı hissettirmekle kalmaz aynı zamanda inanılmaz derecede tatlı olduğundan dolayı bu iki şişman adam bu bala bağımlıydılar.

 

“2 şişe, aman tanrım, sadece canımı al.”

 

Fu Hao itaat etmek yerine ölmeyi seçerdi.

 

Bir süre pazarlık ettikten sonra Lord Lou’ya istemeden de olsa bir buçuk şişe Kan Kırmızısı Ateşli Balı teslim etti. Lord Lou’nun tatmin olmuş ifadesini görünce yüreğinde bir sancı başlamıştı.

 

Lord Lou bir şişeyi açtıktan sonra balın yumuşak ve hoş kokusunu içine çekerken bunu yapmaktan büyük keyif alıyordu. Aynı zamanda konuşmaya başladı: “Pekala şimdi ana konumuza gelelim. Çok şey söylememe gerek yok değil mi? Bildiğin her şeyi anlat bana.”

 

Fu Hao içten içe sinirlenmişti: “Kahretsin. İki yılda Azure Ejderha Sarayı ve Mavi Su Malikânesinin beni bu kadar çok bulmaya gelmesine neden olacak ne yaptım? Popüler biri olmuş olabilir miyim? Ama bende bundan epey faydalandım.”

 

Aslında Lord Lou ve Lord Teng sadece iki yıldır Fu Hao’ya geliyorlardı. İkisi de Fu Hao’ya onlar için çalışmasını söylemişti. Onlar çok güçlü uzmanlar olduklarından dolayı Fu Hao’ya itaat etmekten başka bir çıkar yol kalmamıştı.

 

Lord Teng ve Lord Lou çok gizli bir şekilde geldiklerinden kimsenin onları fark etmesine izin vermiyorlardı.

 

Bir süre konuştuktan sonra Lord Lou tüm istediklerini öğrendikten sonra Lord Teng’den çok daha cimri davranarak bir yüksek seviye kutsal silah vermiş ki bu da Fu Hao’nun onun arkasından sövmesine neden olmuştu.

 

Fu Hao ancak Lord Lou’nun gittiğini görünce rahat bir nefes verebilmişti.

 

“Fena değil, Allahtan elimde 9 şişe varken hemen üç tane var diyebildim.” Kalbinde yaptıklarından oldukça memnundu.

 

Şu anda Fu Hao 3 süper gücün arasında günlerini korku dolu bir şekilde geçirse de kazançları yavaşça artıyordu.

 

Azure Ejder Sarayı, Mavi Su Konağı ve de Dokuz Şeytan Salonu gibi yerlerin 8 Mağara gibi yerleri önemsemediklerini ve oraya ajan yerleştirmek için uğraşmadıklarını bilmiyordu. Örneğin, Azure Ejder Sarayı, sadece Mavi Su Konağı ve de Dokuz Şeytan Salonu’nda ajan bulunduruyordu.

 

Dokuz Şeytan Salonu bile altındaki 8 Mağara’yı önemsemiyordu.

 

2 yıl önce, Azure Ejder Sarayı ve de Mavi Su Konağı, Dokuz Şeytan Salonu’nun 8. Majestesinin Salondan ayrıldığını keşfetmişlerdi. Her ne kadar Dokuz Şeytan Salonu onun kapalı kapı eğitimine girdiğini iddaa etselerde, Azure Ejder Sarayı ve Mavi Su Konağı, ajanlarını çoktan Dokuz Şeytan Salonu’na yerleştirmişti.

 

Buna rağmen, Di Tong’un nerede olduğu oldukça sıkı saklanan bir sırdı bu yüzden Azure Ejder Sarayı ve Mavi Su Konağı onun ne yapmak istediğini anlayamamışlardı.

 

Ama Dokuz Şeytan Salonu’ndaki bir Majeste tek başına o kadar da sorun çıkartamazdı bu yüzden aralarından birinin gizlice işler çevirmesi o kadar da mühim değildi. Bunun takiben, Dokuz Şeytan Salonu’ndaki ajanlarından bir haber gelmişti -- “8 Majeste ruh yeşimtaşlarının olduğu yerde oldukça öfkeli bir şekilde toplanmışlardı.”

 

Bu olaya ve bu olayın ardından da 3 Majestenin Dokuz Şeytan Salonu’nu bir anda terk etmesine dayanarak, 8. Majestenin öldüğünü öne sürdüler.

 

Ancak o zaman Azure Ejder Sarayı ve de Mavi Su Konağı Sekizinci Majestenin gizli ayrılışının o kadar da basit olmadığını fark edebilmişlerdi. Aniden olaya ilgi göstermeye başladılar. Hatta 2 süper uzman olan Lord Teng ve Lord Lou’yu da soruşturma yapması için gönderdiler.

 

3 süper kuvvet aralarında açık ya da gizli olarak rekabet ediyordu, tabi ki de onlar gibi Doku Şeytan Salonu’nun altında bulunan 8 Mağara’da rekabet içindeydi. 100 yıl önce, Büyük Kabuk Mağarası, Kan Kırmızısı Mağara’ya en yakın olan kuruluştu ve içine birkaç tane ajan yerleştirilmişti bu sebeple Kan Kırmızısı Mağara’nın davranışlar hakkında Büyük Kabuk Mağarası’nın ustasından daha bilgili kimse yoktu.

 

Bu nedenle, Fu Hao bir anda 3 süper kuvvetin odak noktası olmuştu. Di Qing sıklıkla vericisi yardımıyla onunla iletişime geçiyordu.

 

Lord Teng ve Lord Lou normalde onunla verici aracılığıyla iletişime geçiyorlardı Ama bu seferlik 3 Majeste buraya uğrayabileceğinden ve de Kan Kırmızısı Mağara’ya çok da uzak olmadığından, Fu Hao’yu kişisel olarak bulup ödüllendirmişlerdi.

 

Fu Hao’ya göre Azure Ejder Sarayı 3 süper kuvvet içinde 1. sıradaydı ve efendisi de denizler arası Xiuzhen dünyasındaki 1 numaralı uzman olmayı hak ediyordu.

 

……

 

“Qin Yu, dürüst olmak gerekirse, görünüşe göre Go oyunundan anlamıyorsun. Satranç gibi, her ne kadar bana öğreten kişi sen olsan da, görüyorsun, şah.”

 

Li’er atını oynattı.

 

Qin Yu anında şaştı kaldı. Şahı hala hareket ettirebiliyordu, ama Li’er’in diğer atı iyi bir pozisyona yerleştirilmişti ve hamlesinden sonra direkt olarak şah-mat olacaktı. Kesinlikle hiçbir kaçış yolu yoktu.

 

“Li’er, yine kazandın.”

 

Pes etmekten başka şansı yoktu.

 

Aslında Go oyunundan anlıyordu. Hatta Büyükbaba Lian’a göre, Qian Long kıtasında oldukça yüksek seviyeli olduğu da söylenebilirdi. Buna rağmen, ne zaman Li’er’le oynasa, 100 hamleden önce yenilgisini kabul etmek zorunda kalıyordu.

 

Qin Yu’nun ümitleri tükenmişti: “Suçlanabilir miyim? Bei daima 100 hareketten sonra mağlup ediyor. Aramızdaki uçurum çok büyük. Belki de utanmayayım diye beni yenmek için 100 hamle boyunca bekliyordur.”

 

Li’er’le Go oynadığı zaman, bazı zamanlarda bazı taşların ancak 100. Hamleden sonra değerli hale geldiklerini görmüştü. Qin Yu bunu görünce gizlice şok olmuştu. Li’er’in hesaplama yeteneği oldukça gelişmişti. Nasıl bu kadar çok hamleyi bir anda hesaplayabiliyordu?

 

Böylelikle, Qin Yu tekrar ve tekrar yenilgisini kabl etmek zorunda kalmıştı.

 

Bu nedenle, Qin klanının bie evladı olarak, bundan hiç hoşlanmamıştı, bu yüzden satranç oynamayı önermişti. Li’er kesinlikle satranç hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve Qin Yu da kuralları ona belli belirsiz açıklayacak kadar kabaydı. Ancak o hamlesini yaptıktan sonra kuralları tam olarak ona söylüyordu.

 

Bunun sayesinde … ilk eli kazanmıştı.

 

Ancak bu oyundan sonra Li’er kuralları kabaca anlayabilmişti.

 

İkinci elde, Qin Yu açık bir şekilde onun satranç yeteneğinin geliştiğini hissetmişti.Bunca yıllık satranç deneyimi ve de Sisli Villa’da okuduğu taktik kitapları sağolsun, ikinci eli de biraz çabalayarak yendi.

 

Buna rağmen ... 3. Oyundan itibaren oynadıkları her oyunu kaybetmişti.

 

Erkeklik haysiyeti tamamen gitmişti. Bunca zaman boyunca oldukça zeki olduğunu ve hatta babası Qin De’nin bile ona karşı kazanırken zorlanacağını düşünüyordu ama Li’er her defasında onu kolaylıkla alt ediyordu. Her oynayışlarında, ancak oyun neredeyse sona eriyorken Qin Yu, Li’er’in hareketlerinin ne kadar kesin olduğunu görebiliyordu.

 

“Qin Yu, bu kadar bezgin durma. Ayrıca satranç yeteneğin …”

 

Qin Yu hızlıca Li’er’e baktı.

 

“… sadece biraz zayıf.”

 

Üzgün hissetmeden edemedi.Aslında Li’er başta satranç yeteneğinin çok düşük olduğunu söylemek istemişti ama sonrasında merhamet gösterip biraz zayıf olduğunu söylemişti. Qin Yu’nun ifadesini görünce Li’er, bir öğretmen gibi: “Yeteneğin düşük olduğundan dolayı, dikkatli bir şekilde öğrenmelisin. Lan Amca’yla biraz satranç oynayacağım sen de bu sırada bizi dikkatle izlemelisin.”

 

Nerdeyse yarım yıl olmuştu. Qin Yu bu zaman boyunca sıklıkla Li’er’le satranç oynamıştı ve çoğunu ad kaybetmişti.

 

“Tamam.” Dedi gülümseyerek.Aslında, satrançta yenmeyi ya da yenilmeyi çok da umursamıyordu. Ama Li’er’in satranç oynarken gösterdiği bilge davranışları seviyordu ki bu da ona huzur veriyordu. Aniden ciddileşti: “Li’er, sana söylemem gereken bir şey var.”

 

“Ne oldu?” dedi Li’er gülümseyerek.

 

“Yarın ayrılacağım. Kan Kırmızısı Mağara’ya geri dönme vaktim geldi.” Aslında, burayı uzun zaman önce terk etmeliydi, ama yolculuğunu ertelemişti. Ama artık Dokuz Şeytan Salonu’ndan görevliler 1 ay ya da 2 ay için de gelebilirlerdi bu yüzden de dönüş vakti gelmişti.

 

Li’er korktu. Neredeyse yarım yıldır her gün Qin Yu’yla satranç oynuyordu, kalbinde, ondan ayrılmakta oldukça zorlanıyordu.

 

Ama hızlıca gülümseyerek: “Bütün sorunlarını hallettikten sonra, beni hızlıca ziyaret etmelisin. Ve döndüğünde, satranç yeteneklerini parlatmalısın, tamam mı?”

 

Qin Yu kafasıyla onayladı.

 

“Kesinlikle!” Dedi coşkulu bir şekilde.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44336 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr