Cilt 5 - Bölüm 24: Kadim Ağaç (2/2)

avatar
184 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 24: Kadim Ağaç (2/2)


“Madem gideceğiz o zaman neden sadece senin mağaraya girebileceğini söyle,” dedi Meryu. Sivina da aynısını sormak üzereydi.


“Önceki şeytan mağaranın içinde meşaleleri söndürmüştü ve ben Lütuflar sayesinde karanlıkta onu görebilmiştim. Yine aynısı olursa göremeyecek ve tehlikeye düşeceksiniz.”


“Yolumuzu ateşle aydınlatmak zorunda değiliz.” Meryu bir büyü taşını parmaklarının arasına aldı. “Bak, mana ile büyü taşını desteklediğin zaman parlıyor.”


Sivina kızın elindeki taşa doğru eğildi ve yakından baktı. Taşa dokunduğunda sıcak olduğunu gördü. İçerisinde dolaşan ısı taşın duvarlarından mavi ışık olarak çıkıyordu.


“Büyü taşlarının böyle bir özelliği olduğunu bilmiyordum. Kesinlikle duymam gereken bir şeydi.”


“Hepsinin yok,” diye açıkladı Meryu. “Herict’in işlediği büyü taşları. Manayla biraz desteklemen on dakika kadar parlaması için yetiyor ama daha fazla desteklersen elinde patlayabilirler. Meşaleden daha az ışık verse de palaklığı dış etkenlerle söndürülemiyor. Tek sıkıntısı taşın içindeki mana senden gelen manayla etkileşime girdikten sonra on dakika içinde yavaşça sönüyor ve taş gücünü kaybederek sıradan bir kristale dönüşüyor.”


“İşe yarar bir aletmiş.” Yu bu taşları kendi başına kullanamazdı. “Öyleyse at arabasından ihtiyacımız olan diğer şeyleri alıp goblinler bizi nereye götürecek bakalım.”


“Neden at arabasıyla gitmiyoruz ki?”


“Etrafa bak.” Sivina parmağını düz bir çizgide gezdirdi. “Atların buradan sonra daha fazla kaçmaması ağaçların yolu kapamasından kaynaklıydı. At arabası ormanın içinde daha fazla ilerleyemez. İşimiz bittiğinde onu çevirip geldiğimiz yola çıkarmamız gerekecek. Ancak böyle hareket edebiliriz.”


Salderough’tan ayrılmadan önce Meryu onlara bir sürü silah vermişti ve hepsi de malikânenin demircisinin elinden çıkan kaliteli ürünlerdi. Gireceklerini düşündükleri yer bir mağara olduğu için uzun kılıçları yerine yanlarına malikâneden getirdikleri balta ve bozdoğanları alacaklardı. Gerekirse kılıçlardan daha dayanıklı olan bir bozdoğanla mağaranın duvarlarını da tahrip edebilirlerdi ve eğer şeytanın bir zırhı varsa kendini savunamazdı.


Meryu ise yolculukta savaşçıdan çok yaver görevini üstlenecek ve birkaç silah ile eşya taşıyacaktı. Ekip içindeki rolünden memnun kalmasa da yanlarına katılmadan önce verdiği söz sebebiyle Sivina’nın ona uygun gördüğü konumu reddedemiyordu.


Olması gereken de onun bir yaver olarak öğrenmeye başlamasıydı. Yu konumu nedeniyle sadece eğitim alarak işe başlamış olsa da geleneksel olarak bir şövalyeden dövüşmeyi öğrenen kişi önce yaverlik yapardı. Meryu büyücü olsa da konumu geleneği görmezden gelmeye yeterli değildi.


Yaver olmak kötü bir şey de değildi. Yaverlik önemli bir görevdi ve yaşlanmasına rağmen şövalye olmak yerine yaver olarak kalmayı tercih eden insanlar mevcuttu.


Meryu “Atları yanımıza alalım en azından,” diye önerdi yola çıkmadan önce. “Ağaçlar atların geçemeyeceği kadar dar değil. Onları arkamızda bıraktığımızda canavarların saldırmasını da istemem.”


Mantıklı bir teklife hayır demek için sebepleri yoktu. Atları vagondan ayırıp bindiler ve onları inlerine veya bir tuzağa götürmeleri için goblinleri takip ettiler. Yu bacaklarına vurduğu için yavaş ilerliyorlardı ama bu kaçamayacakları anlamına geldiğinden dolayı iyiydi.


“Goblinler hikâyelerde daha korkutucu,” dedi Meryu. “Çirkinler ama güçsüzler.”


Sivina atının üstünden uzanıp Meryu’nun kulağını çekti. “Hiçbir rakibin hakkında güçsüz olduğunu düşünme. Goblinler gücünü sayılarından ve zekâlarından alır. İnsanlara kıyasla aptal olsalar da nasıl avlanmaları gerektiğini iyi bilirler ve avlarına tuzak kurarlar. Onları zayıf görme hatasına düşersen tuzaklarına düşer ve duyduğun hikâyelerin gerçekliğini deneyimlersin.”


Kibir mağlubiyete götüren korkunç bir hataydı ve savaşçılar bir köpeğe karşı bile kibirli olmamalıydı. Bu dünyada herkes herkesi öldürebilirdi ve birilerini öldürmek için var olan yollar adil ve onurlu bir dövüşten ibaret değildi.


“Anlıyorum, özür dilerim Sivina abla.”


Goblinler yapabildikleri kadar hızlı koştular, düşe kalka ilerlediler ve onları ormanın kuzeyine çektiler. Sivina daha iyi duyabilmek için manasını kulaklarına çekmişti ve gözleri ağaç gövdelerinin arkasında, dallarının üstünde ve çalıların arasındaydı.


“İlginç,” dedi Yu.


“Ne ilginç?” diye sordu Meryu.


“Eskiden goblinlerin ruhunu göremezdim, şimdi de gördüğüm şeyin ruh olduğunu söyleyemem ama artık etraflarında bir aura olduğunu fark edebiliyorum.”


Sivina, Yu’nun görüş yeteneğinin avantajlarından çok ona nasıl dezavantajlar sunup zarar vereceğiyle ilgileniyordu. Lütufları taşıyan insanlardan adı bilinenler kardinal olarak anılıp saygı görseler de tarihte pek çoğunun cadı olarak anılmasının sebepleri olmalıydı.


Ve şeytanların da Yu’nun dediği gibi Lütufların peşine düşeceği gerçeği vardı. Kocası sadece kadınlar tarafından değil aynı zamanda kötücül varlıklar tarafından da arzulanan bir adamdı. Sivina yalnızca kadınlara karşı değil şeytanlara karşı da kocasını kaptırmamak için savaşmak zorundaydı. Güzel biriyle evlenmenin bedeli bu olmalıydı.


“Goblinler bizi tuzağa çekiyorsa ne yapacağız?” diye sordu Meryu.


“Gerekeni,” diye cevap verdi Yu. “Sanırım geliyoruz ama bir mağara göremiyorum. Yine de ağaçların tepelerinde goblinler var.”


Sivina kocasının söylediği yerlere baktı ve gözleri yeşil yaprakların arasında gizlenmeye çalışan goblinleri seçti. Meryu da onlara bakıyordu ve çoktan büyü isimlerini mırıldanmaya başlamıştı.


“Şeytan göremiyorum ama önümüzdeki ağacın güzel bir ruhu var.”


Bahsettiği ağacın önünde atını durdurdu. Ağacın gövdesine insan yüzüne benzeyen kıvrımlar vardı ve ağza benzeyen uzun çizgi rahatsızlıkla aşağı kıvrılmıştı. Üzerinde balta izleri de vardı. Goblinler ağacı kesmeyi denemişti.


Sivina ağaçtan yayılan manayı hissederken Yu “Sanırım burada dövüşeceğiz,” dedi. Goblinler onlara saldırmak yerine hâlâ bekliyordu. Atlarını goblinlerle dövüşmeye başladıklarında kaçmamaları için ağaçlara bağladılar. Arkalarını döndüklerinde bile goblinler onlara saldırmamıştı. Tehlikeli insanlarla karşı karşıya olduklarını anlayıp onların gitmesini umuyor olabilirlerdi.


Ama onlar saldırmasa bile Yu onları öldürmek için buradaydı. Bir büyü taşını goblinlere fırlattı ve onları yere düşürerek dövüşe başladı.


Dövüş de denmezdi gerçi. Antrenman bile sayılmazdı. Genel olarak sıkıcı bir kovalamaca oyunuydu. Meryu taşlar fırlatarak çoğunun başını yarmıştı ve kalanlar da saklanamayacaklarını anladıklarında kaçmayı denemişlerdi. Kısa mesafeleri insanlardan daha hızlı koşabilseler de çabuk yoruldukları için yakalanmaları uzun sürmemiş ve hepsi ölmüştü.


“Hiç eğlenceli değildi.” Meryu goblin cesetlerini ayağıyla dürttü. “Ne kadar da sıkıcıymış. Loncaların goblin öldürmek için neden para verdiklerini anladım, eğlencesine yapılmayacak bir iş.”



“Aradığımız şey eğlence değildi.” Yu kılıcına bulanan kanı temizliyordu. “Bizi inlerine götürmemeleri yazık oldu. Ormanda bir şeytan olduğunu bildiğim sürece rahat etmeyeceğim. Şimdilik vücudumda konaklayan Lütufların peşine düşmeye niyetlenmesini umacağım.”


“Aman aman… Ağzını hayır aç diyeceğim…” Sabrının sınandığını hissediyordu. “Ama neyin hayırlı olduğu konusunda ciddi fikir ayrılıklarına sahibiz.”


Bir şeytanla dövüşmeden hayatlarını sürdürme fikrinin hâlâ arkasındaydı. Yu onu yenebileceğini söylese ve kocasına güvenmek istese de hiç karşılaşmayarak yaşamaya devam etmenin zararını göremiyordu.


“Şeytanı bulmak istiyorsan neden hepsini öldürdün ki? Yine birilerinin bizi inlerine götürmesini umabilirdik.” Meryu parmağını havaya kaldırdı. “Yapmamız gereken şey tam olarak buydu? Onu bulup öldürmeli ve Mora’nın insanlarını şeytanın zulmünden kurtarmalıyız. Yu abi! Hadi bunu yapmak için bir plan-”


Başına hafifçe vurmak kızı susturmaya yetti. “Yangına körükle gitme!” diye azarladı Sivina. “Onu gaza getiriyorsun. Gerçekten aramaya başlayacak.”


Ama onu gaza getirecek biri olmasa da Yu’nun niyeti belliydi. “Daha iyi olur,” diyerek Meryu’yu onayladı.


Sivina ikiye karşı tek olduğunu görebiliyordu ama aklı başında düşünme yetisine sahip tek insan olarak ailenin reisi olma görevi ona aitti. Yu için bir defa şeytanla yüzleşmeyi göze alarak buraya gelmişti ve şeytanı bulamamışlardı. Yu’ya verdiği tek şans burada bitiyordu.


Atına bindi ve geldiği yola çevirdi. İlerlemeye başladığında ikisinin de onu takip edeceklerini bildiği için ortaya net tavrını koymakta sakınca görmüyordu. Kocası sonrasında kendini ne kadar suçlarsa suçlasın onun hayatını bugün yeterince tehlikeye atmıştı. Şanslarını zorlamaya gerek yoktu.


Ama bir iki ağaç Sivina’nın atının önüne doğru kıvrıldığında hayvan aniden durdu. Sivina hemen kılıcını çekmiş ve Yu’ya dönmüştü.


“Sanırım…” Yu’nun yüzü ise ağaca dönüktü. “Size yardımcı olacak birini tanıyorum…”


Yaşlı bir erkeğin sesiydi. Sadece sesini duymak bile adamın yüzündeki sayısız kırışıklığı ve kel başını tamamen kaplayan lekeleri görmesi için yeterliydi. Sesin sahibi en az yüz yaşında bir insan olmalıydı.


Lakin konuşan kişi ne yüz denecek kadar ufaktı ne de bir insandı. Konuşan kişi goblinlerin kesmeye çalıştığı ağaçtı. Ağacın gövdesindeki yüze benzeyen çizgiler genişlemiş ve karanlık çukurlardan ibaret delikler oluşturmuştu. Bu delikler ağacın görmesini sağlayan gözleri ve konuşmasını sağlayan ağzıydı.


“Bana yardımcı olduğunuz için,” dedi yavaşça konuşan ağaç. “Size yardımcı olabilecek bir dostumun yerini söyleyebilirim. O size karşılık beklemeden yardım edecek iyi yürekli biridir.”


Sivina attan atlayıp Yu’nun yanına döndü. Hiçbir şey demeden ağaca bakıyorlardı. Yu ağacın ruhunu görebildiği için onun için daha az şaşırtıcı olmalıydı fakat Sivina dünyanın harikalarından birine tanık olduğunun farkındaydı.


Ağacın toprağın üstüne taşmış kökleri ayaklarının altına uzanıyordu, dalları diğer ağaçları saracak kadar uzundu ve en tepe noktası göğe erişecek gibiydi. Yaprakları manadan oluşmuşçasına Sivina’nın manasını tetikliyor ve titreştiriyordu. Goblinlerin onu neden kesmek istediği, onların iyi olan her şeye düşman canavarlar olduklarını düşündüğünde belliydi.


“Oh… Hahaha…” Ağaç babacan şekilde güldü. “Sanıyorum sizi şaşırttım, kusuruma bakmayın. Size yardımcı olabilecek bir dostumun yerini söyleyebilirim. O size karşılık beklemeden yardım edecek iyi yürekli biridir.”


Aynı şeyi ikinci kez söylerken gövdesindeki balta izleri kayboluyordu. Sivina kılıcını kınına geri soktu ve Yu’nun kulağına eğilip fısıldadı. “Ne bu?”


“Özür dilerim, maalesef ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyorum,” dedi ondan fazlasını bilmeyen Yu. “Ama hikâyelerde konuşan ağaçlar hakkında bir şeyler görmüştüm. Ruhuna da baktığımda onun kötü biri olmadığını görebiliyorum.”


Sihirli ağaçlar hakkında Sivina da daha önce birkaç şey duymuştu fakat konuşan bir ağaç ile o da ilk kez karşılaşıyordu.


Yu saygıdan biraz bile ödün vermeyerek ağaç ile konuştu. “Amacım goblinlerin yaratıcısı olan şeytanı öldürmek ve hem ormanın hem de yolcularının huzurunu sağlamak. Arkadaşının yerini söylersen insanlara bela olan şeytanın yaydığı kötülüğe son verebilir ve gelecekte oluşacak trajedilerin önüne geçebiliriz.”


“Evet… Elbette…” Ağacın uzun dalları kıvrıldı, ağaçla birlikte ormandaki ağaçlar da aynı yönü işret etti. “Arkadaşımın adı Yuzarsef. O, insanların maceracı olarak çağırdıklarından biridir. Güçlü bir büyücüdür. Ormanın doğusundaki ufak bir evde yaşıyor, size yardımcı olacak iyi yürekli biridir.”


Ağaç konuşmayı unutmuş gibi konuşuyordu. Kelimelerin arasında çok fazla boşluk vardı ve bazılarını anlamak için cümlenin kalanına bakıp düşünmek gerekiyordu.


“Tam olarak kim bu Yuzarsef?” diye sordu Meryu. “Sahiden iyi birisi midir? Bize zarar vermek istemeyeceğini nereden bileceğiz?”


“Yuzarsef iyi yürekli biridir, insanlara karşılık beklemeden yardım eder. Bana da yardımcı olmuştu.” Ağaç, gövdesinde bir yarık oluşurken konuşmayı sürdürdü. “Orman size yol gösterecektir. Onunla tanıştığınızda tekrar muhabbet etmek istediğimi söyleyin. Uzun zamandır evinden dışarı çıkmıyor.”


Ağacın gövdesindeki yarıktan mükemmel kesilmiş bir odun çıktı. Uzun bir gövdeye sahipti ve üstünde tıpkı yaşlı ağacın sahip olduğu gibi bir yüz vardı. Aralarındaki fark odunun yüzünün daha genç ve hayat dolu olmasıydı.


Gülen yüzlü odun ağaçtan ayrıldıktan sonra ağacın gözleri ve ağzı kapandı. Yine de odun yaşamaya devam ediyordu.


“Vay be…” Meryu ağacın yüzünde parmaklarını gezdirirken istediği macerayı bulmuştu. “Sanıyorum ki hayatımın ilk gerçek macerasına adım atmak üzereyim ve az önce oldukça büyüleyici bir şeye tanıklık ettim. Bunu hayatım boyunca unutmayacağım.”


Sivina hem Meryu’nun hem de kocasının dibi düştüğünde ortamdaki şüpheci ve huysuz insan olma görevinin kendisine düştüğünü anladı fakat kocasının ruhları görme gücü sayesinde ağaçtan şüphe etmeye gerek olmadığı ortadaydı.


İstemeye istemeye kabul etmesi gerektiğini biliyordu. Her ne kadar şüpheye gerek olmadan şüphe etse de Yu’ya karşı gelmek için sebep sunamayacaktı.


Yol göstermek için dallarıyla Yuzarsef’in evini işaret eden ağaçları izlediler.

-------------------------

04.05.2023 - 14:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr