Cilt 5 - Bölüm 17: Salderough 17 (1/2)

avatar
150 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 17: Salderough 17 (1/2)


Gecenin soğuğuyla titrerken gözlerini kader gününe açtı. Güneş hâlâ doğmamıştı ve doğsa bile kara bulutlar onları lanetlercesine kasabasının üstünden geçerken onu göremezdi. Karamsar hava tüm umutlarını bitirmek istercesine günlerdir kasabanın üstünden kalkmıyor, kötü düşüncelere sevk etmek için elinden geleni ardına koymuyordu.

 

Kocası bu sabah da yanında değildi. Yatağın yarısı hiç girilmemiş gibi soğuktu. Ya gece hiç gelmemişti ya da malikânedeki herkesten erken kalkarak karanlığın içinde dolaşmaya başlamıştı. Geceyi başka bir kadınla geçirme ihtimalini yüksek buluyordu. Aldatılmak bir insan için acı verici olabilirdi ama Çelise için aldatıldığı seferler kocasının taciz ve zulmünden kısa süreliğine kurtulduğu anlamına geldiği için kocasının aklını çelen her kadına müteşekkir hissediyordu. Onlar sayesinde sabahları tek başına uyanabiliyordu.

 

Ama o kadınların arasına Sivina’nın girebilecek olmasını kaldıramıyordu. Sivina’nın örümcek tarafından kirletilmesini istemiyordu.

 

Dün ona gönderdiği muhafız, istediği mektubu getirmek için geri dönmemişti bu yüzden eşyaların Sivina’ya ulaşıp ulaşmadığını bile bilmiyordu. Elinden gelen umut etmekti ama elinden gelenden de fazlasını yapmak istiyordu. Belki kocasıyla daha iyi anlaşabilseydi onu zehirlemeyi deneyebilirdi, belki dövüşe çıkmadan önce onu yaralamaya çalışırdı ama bunun sonucu kesinlikle çok acı verici biterdi. Herict sinirlendiğinde başına gelecek şeyleri düşünmek istemiyordu.

 

Ne yapabilirim? Zaman azalıyor.”

 

Parası vardı fakat o parayla satın alabileceği adamlar yoktu. Dövüş vakti onlara vermek için birkaç büyülü eşya daha çalmayı deneyebilirdi. Çaldıklarının fark edilmesinin ardından Herict’in kızmasından korkuyordu fakat gün doğduğunda ve dövüş başladığında zaten fark edecekti. Sivina kaybederse onun da sonu gelirdi ama Sivina kazanırsa ne kadar eşya çalıp onlara verdiğinin önemi kalmazdı.

 

“Ama daha fazla ne verebilirim ki? Daha fazla asa versem bile hepsini kullanamazlar, iksirleri çok fazla tüketirlerse bu onlara da zarar verebilir. Eşyaların çoğunun ne işe yaradığını bile bilmiyorum. Ne yapabilirim?”

 

Komodinin üstündeki çanı alıp sallarken yatağından çıktı. Metalik ses sadece odanın içinde yankılanmakla kalmayıp duvarlardan geçmiş ve dışarıda bekleyenlere efendilerinin çağrısını ulaştırmıştı.

 

Ufak bir gecikmeyle kapı tok bir sesle iki defa çaldı ve kapının arkasında ismini hiçbir zaman merak etmediği bir hizmetçi belirdi.

 

“Meni mi arzu ettiniz hanımım?”

 

“Evet, kahvaltıyı kasabaya bakan balkona hazırla.”

 

Dövüşün yaşanacağı pazar meydanını görmek istiyordu. Bugün orası hayatının değiştiği ya da son bulduğu yer olabilirdi. Tüm geleceği Sivina ve Yu’nun sağlam bir şekilde savuracağı iki kılıç darbesine bağlıydı. Kazanmayı başarırlarsa Çelise de hiç sahip olmadığı hayatını kontrol etme hakkını kazanırdı.

 

“Yağmur her an yeniden gerebirir hanımım. Rüzgâr da var.”

 

“Sözümü ikiletme,” dedi ve çok sık kullanmadığı bir kelimeyi arkasından ekledi. “Lütfen.”

 

Hizmetçi kapının önünden ayrılmadan önce kısa bir süre ikisi de konuşmadı. Çelise onun gittiğini farz edip kıyafetlerini çıkarmaya başlamışken kadının aniden konuşmasıyla sıçradı ve ufak bir çığlık attı.

 

“Giyinmenizde yardımcı ormamızı ister misiniz hanımım? Hanımım?”

 

“H-hayır,” dedi kendini toparlayarak. “Ben kendi başıma giyinirim, siz kahvaltıyı hazırlayın.”

 

“Emredersiniz.”

 

Dolabından gün içinde giymek için bir şeyler aradı ama içine sinen herhangi bir elbise bulamıyordu. Tüm elbiseleri aynıydı. Renkleri ve desenleri farklıydı ama hepsi aynı kabarık etek, aynı dar bel ve aynı kumaştan yapılmıştı. Soğuk havalarda sıcak tutacak yünlü giysileri de vardı ama onlar da buradaki hayatının parçalarıydı. İçinde hapsolmayacağı, özgür ruhlu bir tasarım arıyordu.

 

Bu nedenle çıplak dolaşmamak için çıkardığı geceliğini tekrar giydi ve odasından çıkıp, kimsenin uyanmamış oluşunu fırsat bilerek merdivenlerden koşarak indi. Kocasını da etrafta göremiyor ve hissedemiyordu. Şu anda yakınlarda değildi ve her neredeyse bir daha geri gelmemesini isterdi.

 

Hizmetçilerin çoğu henüz uyanmamıştı ve muhafızlar henüz yeni yerlerini alıyordu. Babasının kalesinde günün her vakti uyanık olan birileri olsa da Salderough’un üzerindeki lanet yüzünden insanlar geceleri uyumak zorunda kalıyordu. Davetsiz misafirler de geceleri uyumak zorunda kaldığından muhafızlarının uykuları hakkında endişelenmeleri gerekmiyordu.

 

Yeni uyanan muhafızların henüz uykulu olmasından faydalanıp hesap vermeden malikâneden çıktı ve avluya geçti. Hava son günlerde olduğu gibi kapalıydı ve hizmetçinin dediği gibi bulutlar yağmurun geleceğini söylüyordu. Bir de keskin bir rüzgâr vardı ki yüzüne çarptıkça canını yakıyordu. Kim bilir su damlaları gökten düşmeye başladığı vakit rüzgârın etkisiyle ne kadar sert vuracaktı?

 

Rüzgârın onu savurmasına izin vermemek için yavaş ve sağlam adımlar atarak ilerlerken kollarını yüzüne siper etti ki canı daha fazla yanmasın. Avludaki müştemilatlara gidiyordu. Kocasının geldiği gün burada kalan çocuklardan birinin kıyafetlerini alarak Sivina ve Yu’nun yanına gitmişti. Eğer onlar gibi basit giyinirse onaylanacağını düşünmüş, onların yaşadığı hayatı yaşıyormuş gibi hissetmeye çalışmıştı.

 

Bugün de erkek kıyafetleri giymek ve süslü kadın kıyafetlerini geride bırakmak istiyordu. Her şey bugüne bağlıydı ve kaderi bir kılıcın kenarı gibi keskin bir çizginin üzerindeydi. Sivina ve Yu başarıp Herict’i yenerse bir daha bu hayatı yaşamak zorunda kalmazdı. Sonunda olmak zorunda bırakıldığı değil, olmak istediği kişi olabilirdi.

 

Salderough’ta uyuyan insanları uyandırmak hoş karşılanan bir davranış olmasa da hanımlarının onları uyandırmasına kızacaklarını zannetmiyordu. Sonuçta henüz kargalar uyanmadan kapılarına kadar gelmişti ve bu hareketi yüzünden mutlu olmaları gerektiğini düşünüyordu.

 

Kapıyı çaldı ve içeriden ses gelmediğinde kuvvetli bir şekilde tekrarladı. Kapı kimin çaldığı sorulmadan açıldığında Çelise otuzuna basmak üzere olan bir adam tarafından karşılanmıştı. Adamın siyah gözleri her an kapanacak ve onu tekrar uykuya gönderecek gibi duruyordu.

 

“Hanımım,” dedi gelenin kim olduğunu görünce. “Mir şey mi ordu? Mir sorun mu var?”

 

“Benim boylarımda bir oğlun mu vardı senin?” diye sordu Çelise.

 

“Evet, hanımım.”

 

“Bana onun kıyafetlerini ver.

 

Tabii ki de adam sabah bile olmadan çıkıp evlerine gelen hanımının böyle saçma bir istekte bulunması karşısında şaşkına düşmüş ve cevap verememişti. Hâlâ uykunun etkisinden çıkamamış olacak ki sanki kapıyı yeni açmış gibi tekrar sordu.

 

“Hanımım, mir sorun mu var?”

 

“Oğlunun kıyafetlerini vermeni emrediyorum,” diye tekrarladı Çelise. “Yağmur yağacak, üşümemem için bir palto da ver. Sabah olunca parasını gönderirim.”

 

Buraya gelirken yanında para getirmek aklına gelmemişti ama bir yere kaçacağı da yoktu, yaşadığı yer belliydi. Hem kasabadaki herkes ve her şey kocasına, dolaylı olarak da ona ait olduğu için para vermek zorunda bile değildi. Sadece kibarlık yapıyordu.

 

“Ama neden?”

 

Kibar davranmak istemişti ama kendisine hesap sorulmasından da hoşlanmıyordu. Parmaklarının üstünde yükseldi ve adama parmağını doğrulttu.

 

“Ne zamandan beri sana hesap vermem gerekiyor?”

 

“Özür direrim…”

 

Devam eden uyku sersemliğiyle kapıyı Çelise’nin suratına kapatan adam onu şaşkınlığıyla baş başa bırakmıştı. Hayatında ilk defa birisi kapıyı yüzüne kapamaya cüret ediyordu ki bunun egosunu nasıl etkilediğini söylemeye gerek yoktu.

 

Kapıyı adama hakaretler yağdırarak dövmeye başladı ama açan olmadı. Tekmelemeye başladığında ilk birkaç tekmesiyle kapıyı kıracak gibi oldu ama son tekmesini atmadan önce kapının açılmasıyla ayağı boşluğa ilerledi ve dengesini kaybedip yere düştü.

 

“Salak!” diye bağırdı adama.

 

“Özür direrim,” dedi adam hâlâ ne yaptığının farkında olmadan. “İstediğiniz her şeyi getirdim. Hepsi temizdir, endişe etmenize gerek yok.”

 

Adam şimdi bile düşüp uyumaya devam edecekmiş gibi görünüyordu. Çelise onu bıraktığında ve adam tekrar yattığında yaşananları hemen unutacak ve sabah olduğunda oğlunun eşyalarının yerinde olmadığını fark edene dek bunun bir rüya olduğunu düşünecekti. Belki ne kadar kaba davrandığını hatırlayacak ve özür dilemek için Çelise’yi arayacaktı.

 

“Dön, uyu,” dedi Çelise kıyafetleri alırken. Adam hiçbir şey demeden kapıyı tekrar kapattı.

 

Sabahları günün en sevmediği saatiydi. Herkes uyandıktan sonra bile insanların üzerindeki uyku sersemliği devam ediyor ve koyunların etkisinden çıkmaları zaman alıyordu. Bu da sabah saatlerini kasabanın en savunmasız olduğu zaman dilimi kılıyordu ve gelen herhangi bir işgalci güç daha uygun bir zamanda saldıramazdı.

 

Ama kocası her ne kadar iyi biri olmasa da güçlü biriydi ve en azından sabahları kasabadaki çoğu insanın aksine tamamen kendinde oluyordu. Ufak boyutlu işgalci güçlere karşı kasabayı savunabilirdi. Bu kuvvetin çok yakında Sivina’ya karşı kullanılacak olması ise Çelise’yi korkutuyordu. Kocası sandığı kadar güçlü olmasın diye dua ediyordu.

 

Geldiği yolu geri yürüdü ve malikâneye girdiğinde daha fazla insanın uyandığını gördü. Güneş hâlâ doğmamış olsa da ki doğsa bile bu hava göremezlerdi, insanlar yeni güne hazırlanmaya başlamıştı.

 

“Günaydın,” dedi Çelise onu selamlayan hizmetçi ve muhafızlara. İlk kez onların selamını alarak yüzlerinde şaşkın ifadeler yaratmıştı.

 

İnsanları şaşırtmanın hoşuna gittiğini fark ediyordu ama fark ettiği bir diğer şey bugün herkesin daha hareketli oluşuydu. Muhafızlar kahvaltılarını yapmak için hazırlanıyor ve kahvaltılarını yapanlar derhâl malikânenin yer altında kalan mahzenlerine koşuyordu. Kocası da orada olmalıydı.

 

“Keşke girdiği yerden hiç çıkmasa,” diye geçirdi içinden. “Keşke bugün ölse ve bir daha kimse adını anmasa…”

 

Kocası ölürse başka akrabası olmadığı için tüm mirası Çelise’ye kalacaktı ve Herict adının kasaba sınırları içerisinde anılmasını yasaklayabilirdi. İşlediği suçların bedelini ödemiş sayılmazdı ama hatırasını yok etmek kulağa eğlenceli geliyordu.

 

Kıyafetlerini aldığı çocuk ondan küçük olsa da giydikleri ona biraz büyük geliyordu ve kumaşı onun pahalı elbiselerinin kumaşının aksine tenine sürttükçe rahatsız ediyordu. Kalite farkına rağmen süslü elbiseleri ile bu elbiseler arasında bir seçim yapmak zorunda olsa kendi elbiselerinin yüzüne bakmaz, hiç düşünmeden bunları seçerdi. Erkek kıyafetlerinin içinde bacaklarını istediği kadar açabiliyor, hızlı yürümek veya zıplamak istediğinde bir engelle karşılaşmıyordu. Üstelik belini sıkan korse de yoktu.

 

Paltoyu giydiğindeyse yünün sıcaklığı karşısında ağzı açık kaldı. Yazın ortasındaymış gibi sıcak tutuyordu ve bunun içinde terlemenin bile mümkün olduğuna inanıyordu. Güzel yönlerine rağmen kabarık elbiseleri kadar ağır olmasından hoşlanmamıştı. Uzunluğuyla da özgürlüğünü kısıtlıyordu.

 

“Bugün insanlar ne derse desin kıyafetlerimi değiştirmeyeceğim.” Ellerini birleştirdi ve pencereden bulutlara baktı. “Tanrım Azer, lütfen bugün rüzgârlar Sivina ve Yu’nun yanında olsun. Seni terk ederek Yu Zao’nun yabancı tanrılarına tapınan kocamı gelen iki yabancıyla cezalandır. Âmin.”

 

Kahvaltısını yapmak için çıkmak üzereydi ki kapısı çaldı. İlk saniyede kocasının geldiğini zannedip gereksiz yere korkmuştu ama daha sonra hizmetçinin sesini duyarak rahatladı.

 

“Hanımım, kahvartınız hazır,” diye seslendi hizmetçi.

 

“Geliyorum.”

 

Karşılaşacağı tepkiyi merak ederek kapıyı açtı ve hizmetçinin yüzüne baktı. Yaşlı ve şişman kadın kaçınılmaz şekilde şaşkına dönmüştü. Kendi başını tuttu ve hanımının uyku sersemliğini erkek kıyafetleri giyerek üstünden atmasına izin vererek kahverengi gözlerini tamamen açtı.

 

“Hanımım siz yine neden erkek giysisi giydiniz? Kocanız size kızmasın?”

 

“Bir şey olmaz,” diyerek omuzlarını silkti. “Bugün bunları giymek istiyorum. Bir günlüğüne istediğimi giymeme izin verecektir.”

 

İzin vermese bile ona karşı direnmek istiyordu. Onu kızdırsa ve dayak yese bile bugün onun ona vurabileceği son sefer olduğuna inanmak istiyordu.

 

“En azından saçınızı öreyim, çok dağınık.”

 

“Bir şey olmaz…”

 

Kocasından korkmadığını ve ona kızsa da umursamayacağını söylemeye niyetlenmişti fakat bu kadar iddialı konuşmaya gerek olmadığını erkenden idrak ederek çenesini kapadı.

 

Duasını ettikten sonra yağmur hafifçe atıştırmaya başlamıştı ve rüzgârlar pencerelerin ardında uğulduyordu. Ağaçların yerinden sökülecekmiş gibi sallanmaya başlaması ona duasının kabul edildiğine dair bir işaret olarak gözükmüştü. Çocukça olduğunu biliyordu ama tüm yüreğini bunun doğru olduğuna ikna etmek için çabalıyordu.

-------------------------

22.03.2023 – 22:05






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr