Cilt 5 - Bölüm 16: Salderough 16 (2/2)

avatar
197 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 16: Salderough 16 (2/2)


“Bırak!” diye bağırdı Yu asayı onun elinden tutup çekmeye çalışırken ama çekmek için fazla geç kalmıştı.

 

Küçük bir süs havuzunu dolduracak kadar su, asanın ucunda göz açıp kapayıncaya kadar belirdi ve patlayarak asayı doğrulttukları parlamento binasına doğru sıçradı. Henüz asadan çıkan su yolun yarısını tamamlamadan patlamanın etkisiyle ikisi de yere yığıldığı için büyünün devamını an ve an izleyememişlerdi.

 

Karabaş kükrer gibi havlayıp kapıyı açmaya çalışırken Yu, Sivina’dan önce ayağa kalkıp onu kontrol etti. Hiçbir şeyi yoktu, yaralı değildi. Sadece sert bir şekilde düştüğü için canı biraz yanıyordu ama Yu’nun kolu düşüşün etkisini biraz azaltmıştı.

 

“İyiyim,” dedi üstüne düştüğü kolu tutup. “Sen iyi misin? Bir şeyin var mı?”

 

“İyiyim.”

 

Avucunun içinde asadan kalan parçalar vardı. Artık gerçekten de işe yaramaz dal parçalarına dönüşmüştü ama kendisinin, asadan daha büyük bir sorunu vardı; her zaman onu sarmalayarak güvende tutan manayı artık hissetmiyordu. Tüm vücudunda bir boşluk hissi ve onu zayıflatıp gücünü alan bir hafiflik vardı.

 

Hissettiği ağrıyla birlikte elini göğsünün ortasına götürdü, belli belirsiz bir şişlik vardı ve içerisindeki organın hiç çalışmadığı kadar hızlı çalıştığına tanık oluyordu. Manasının aniden yok olmasıyla birlikte çekirdeği, boşluğu doldurmak için mana üretmeye başlamıştı.

 

“İyiyim,” dedi tekrar ayağa kalkarken. “Kapıyı aç, köpek kıracak şimdi.”

 

“İyi görünmüyorsun,” dedi Yu. “Bir şeyin varsa söyle lütfen, ne kadar erken müdahale edersek o kadar iyi olur.”

 

“İyiyim sevgili kocacığım.” Göğsünü tutarak yatağın üstüne oturdu. “Al şu köpeği içeri. Daha fazla havlayıp durmasın artık.”

 

Yu kilitlediği kapıyı açtı ve Karabaş hemen üstüne atlayıp onu yere devirdi. Yu’nun sağ eli refleks olarak korumak için kendi boğazına, sol eli de köpeğin ağzına gitmişti ama köpek ona saldırmıyordu. Burnunu yaklaştırıp vücudunu kokladı ve iyi olduğunu anladıktan sonra çiğnememeye dikkat ederek üstünden geçip Sivina’nın yanına geldi.

 

Ön patilerini dizlerine koyup üstüne çıkmıştı. Başını göğsünün ortasına yaklaştırıp çekirdeğinin olduğu yeri koklamaya başladı. Sivina mananın bir kokusunun olduğunu bilmiyordu ama köpek sorunun ne olduğunu anlamış gibiydi.

 

“Bırak onu.”

 

Yu köpeği karnından tutup Sivina’nın üstünden attı ve karısının yanına oturdu. Köpekten sonra sorunun nerede olduğunu o da fark etmişti.

 

“Neyin var? İyiyim diyerek geçiştirme.”

 

Yu’nun başını öptü. “Asa vücudumdaki manayı bir anda emince çekirdeğim tekrar üretmek için beni zorlamaya başladı. Başıma ilk kez böyle bir şey geliyor ama çok sağlıksız hissetmiyorum. Dinlenerek geçecek bir şey. Yarın sabah hiçbir şeyim kalmaz.”

 

“Emin misin?”

 

“Evet, vücut benim vücudum sonuçta.” Manasız olmanın nasıl hissettirdiğine bakmak için kollarını havaya kaldırıp indirdi. “Sanki ağırlık kaldırdıktan sonra gelen boşluk gibi… Yorgun hissediyorum ama ağırlık olmadan kolumu kaldırdığımda taşıdığım hafifliğin de farkındayım. Sen sürekli bu kadar hafif mi hissediyorsun?”

 

Bu şekilde savaşmak zorunda kalsa neler olacağını kestiremiyordu. Vücudunun üstüne bir yük binerse altında hemen ezilirdi. Diğer kadınların böyle hissedip hissetmediğini merak etti.

 

“Bırak şimdi bunları, gerçekten iyi misin?”

 

“Yu,” yüzünü tuttu. “Yüz defa sormana gerek yok. Bak, kalkıp yürüyebiliyorum. Hatta sanki uçuyormuş gibiyim!”

 

Kendi etrafında döndü ve beyninin zonklayışıyla durdu. Onu daha fazla endişelendirmemek için baş ağrısını belli etmeyecekti.

 

Hâlâ açık olan pencereden dışarıya baktı. Yağmur şimdilik durmuştu ama bulutlar yakında tekrar başlayacağını haber veriyordu. Eserini görmek için pencereye yaklaşınca kahkaha atmaya başladı.

 

“Ne oldu?” diye sordu Yu.

 

“Ne yaptığımıza bak!” dedi Sivina, parlamentoyu işaret etti. “Tüm manamı harcamam gerekti ama sonuç gayet harika.”

 

Önlerindeki parlamentonun duvarında birkaç metrelik bir delik vardı. Duvar parçalanmış, pencereler zaten tuzla buz olmuştu. İçeride küçük bir odayla koridoru ayıran duvarın bir kısmını da parçalamayı başarmıştı. Yıkım, ödediği bedele göre tatmin ediciydi.

 

“Tek atımlık bir silah,” dedi kalan beş asaya bakarak. “Hepsi aynı etkiyi yapar mı bilmiyorum ama bu birinin vücuduna gelirse zırhın bile durdurabileceğini sanmıyorum. Belki dövüş başlar başlamaz bir kişiyi, Araka’yı öldürebilirim. Böylece-”

 

“En çok ihtiyaç duyduğun anda kullanman gerek.” Yu konuşmayı sürdürmesine izin vermedi. “Birini öldürsen bile geriye iki kişi kalıyor. Onlardan biri beni bırakıp senin üstüne gelirse hiç güzel olmaz.”

 

Doğru söylüyordu. Asayı kullandıktan sonra normal bir insandan farkı kalmıyordu ve kılıcını siper ederek başka bir kılıcı durdurabileceğini denemeden bilemeyecekti. Büyüyü tutturamama ihtimali vardı ki yaşanması korkutucu olurdu.

 

“Asaların hepsi sende dursun, zaten ben kullanamam ama kullanırken zamanlamanı iyi ayarlamak zorundasın. Tam olarak ihtiyaç anında kullan, birini öldüreceğinden kesinlikle emin olduğunda. Yoksa asayı kullanman rakibimize avantaj sağlar.”

 

Sivina’yı çekip yatağa geri oturttu ve asaları el altından kaldırmak için masanın üstüne koydu. Sonra gönderilen yedi büyü taşını avucuna aldı.

 

“Büyü taşlarının üçü sende kalsın, dördü bende. Sana kıyasla daha fazla ihtiyacım olacak.”

 

“İkiye beş yapalım,” dedi. “İtiraz etmeni istemiyorum. Neredeyse tamamen eminim ki iki kişiye karşı dövüşen sen olacaksın. Araka gerekirse tüm gücünü kullanıp beni senden uzak tutmaya çalışacaktır.”

 

Yu başını sallayarak onayladı ve bıçağa tuttu.

 

“Çelise bıçak hakkında hiçbir şey bilmediğini yazıyor,” dedi mektubu okuyarak. “Büyülü bir şey olsa gerek, sen bir şey hissediyor musun?”

 

“Hayır.” Sivina da başını salladı. “Mana yoğunluğuna yaklaştığımda vücudumdaki mana titriyordu. Nasıl desem, karıncalandırıyor gibi bir şey olduğu için hislerimin yoğunluğuna göre bir şeyde mana olup olmadığını anlıyordum. Şimdi manamı kaybettiğim için bir şey hissedemiyorum ama manamı harcamadan önce bıçağın da manasını hissetmiştim.”

 

“Öyleyse bıçak da sende dursun. Büyülü olan herhangi bir şeyin senin ellerinde olması tek mantıklı karar.”

 

Yu’nun körlemesine yürümesinden rahatsızlık duymuştu ama şimdi yarın yapmaları için bir şeyler söylerken onu izlemek, karşılaşacakları görevin zorluğuna rağmen güven veriyordu. Görmek istediği Yu buydu. Rolderhelm’in Yu’su böyle biriydi. Kendine güvenirdi, ne yapılacağını bilirdi ve yanılması imkânsız gibi davranırdı.

 

Ona bir gülümseme verdi ve gülümsemesiyle Yu’yu mektubun devamını okumaktan alıkoydu. Yu yine yalan söylemişti. Ona ne yapılacağını söyleyen kişi olmak istemediğini söylüyordu ama şimdi yapılacak şeyleri doğal bir şekilde sıralıyordu.

 

Böylesi iyiydi. Kocası olarak görmek istediği adam buydu. İlişkilerinin doğal seyri böyleydi. Yu yapılması gerekenleri söylemek için doğmuştu, dövüşmek için değil. Onun için dövüşmek, onun karşısına çıkacakları yenmek Sivina’nın göreviydi. Her ne kadar Yu bu görev dağılımını tersine çevirmek istese de en mutlu olabilecekleri yolun bu olduğuna derinden inanıyordu.

 

“Aslan gibisin,” dedi başını ona yaslayarak. “En azından eskiden öyleydin.”

 

“Bu ne anlama geliyor?”

 

“Dişi aslanlar avlanır, erkek aslan geride kalır. Eskiden bize ne yapacağımızı söylemenin ne kadar hoşuma gittiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Senin bir şeyler söyleyip yönetmen, senin dediklerini yapanlar için güven vericiydi.”

 

Yu hiçbir şey söylemedi. Sadece ona sırnaşmasına izin vererek mektubu okumaya kaldığı yerden devam etti ve tamamını okuduktan sonra onu yatağın ucuna bıraktı.

 

“Araka ateş ve toprak büyüsü kullanıyormuş. Ateş büyüsünde güçlüymüş.”

 

“Korkunun bir şey değiştirmeyeceğini söylesen de bu beni korkutuyor.”

 

“Bir de Rileon diye bir adam varmış. Bizi alıp taht odasına götüren iri muhafız, onunla da dövüşecekmişiz ama üçüncü kişinin kim olduğunu bilmiyormuş.”

 

Sadece psikolojik üstünlük kurmak için getireceği herhangi bir muhafız olabilirdi. Şimdilik tek yapabilecekleri çok güçlü gizli bir koz saklamadığını ummaktı.

 

“Bir de bunların bize ulaştığına emin olmak için ona ailene yazdığın mektubu göndermeni istemiş ama çocuk almadan gitti.”

 

“Yarın veririz öyleyse,” dedi Sivina. “Çelise bu gece rahat uyuyamayacak olsa da en azından gönderdiği şeyler bize ulaştı.”

 

Eşyaların yarın karşılaşacakları üç kişiye karşı yardımcı olacağına inanıyordu. Asaları kullanmasa bile büyü taşları işe yarardı ve bir de iksirler vardı.

 

“İksirleri söylemeyi unuttun,” dedi iksirler aklına gelince. “İksirleri nasıl kullanacağız? Onu yazmış mı?”

 

“Ah, evet.” Yu mektuba tekrar baktı. “Mavi olan iksir yaraları iyileştiriyormuş, kırmızı olan manayı yeniliyormuş ve siyah lekeli kırmızı olan vücudunun sınırlarını kaldırıyormuş.”

 

Fikren asalar ve manayı yenileyen iksir güzel bir kombinasyon oluşturuyordu. Manasını yenileyecek iki iksir şişesi vardı ve bu, iki kez asa yardımıyla büyü yapabileceği anlamına geliyordu.

 

“İki atış, ikisi de başarılı olursa iki kişiyi indirmiş olurum ve kalanını Yu ile birlikte kolayca öldürürüz. Yarın korktuğum kadar kötü geçmeyebilir.”

 

Bir de haklı bir şekilde iksirlerin zehirli olacağından korkuyordu. Araka, Çelise yerine çalışan asaları onlara güven vermek için yollamış olabilirdi ve yarın asalardan birini kullandıktan sonra Sivina’nın iksiri içmesini sağlayarak onu zehirleyip, saf dışı bırakmayı planlamış olabilirdi.

 

“Yaralar için iki iksir, mana için iki iksir ve vücut için iki iksir. Yara ve vücut için olan iksirleri paylaşalım, mana iksirleri sende kalsın.” Yu başını kaşıdı. “Büyü taşlarını sapanla fırlatarak yaratacakları etkiyi arttırabilir miyim diye merak ediyorum..”

 

“Güneş batamadan sapanı yapalım o zaman.” Zaten sapan yapması kolaydı, bir kumaş parçası öldürücü bir silah yapmak için yeterli geliyordu. “Ama sapanı kullanması zordur, daha önce hiç denedin mi? Yanlış bir yere atabilirsin ya da sallarken kendine vurabilirsin.”

 

“Denemedim,” dedi Yu. “Ama elimle de fazla taş atmamıştım. Sapan her türlü daha işe yarar olur.”

 

Eski bir hikâye vardı. Çelimsiz ve zayıf bir çocuk, korkunç bir devle karşı karşıya geliyor ve sapanı ile onu başından vurarak öldürüyordu. Herict Von Araka’nın bu hikâyenin devi olduğunu söyleyebilirdi. Adam o kadar uzundu ki Sivina’ya babasını hatırlatıyordu.

 

“Dediğin gibi yapacaklarına emin olamıyorum,” diye devam etti Yu. “Bence iki kişi seni oyalarken Araka benimle dövüşmek isteyecek. Şahsen, Araka ile dövüşmeyi istiyorum ama senin iki kişiye karşı dövüşmeni de istemiyorum.”

 

“Ben böyle olacağını söylemezdim. Bu kasabadaki herhangi bir iki kişiyi yenecek kadar güçlü olduğumun farkında olmalı. Ben nasıl manasını hissediyorsam o da benim manamı hissetmiş ve senin vücudunda mana olmadığını fark etmiş olmalı. İki kişiyi hızlıca yenmemi ve sana yardıma gelmemi istemez.”

 

“Bu da mantıklıymış.”

 

Araka’yı hemen yenmek ve Yu’ya yardım etmek istiyordu ama dövüş boyunca Yu’nun hayatta kalması gerekliydi. Sıradan iki insanı yeneceğine inansa da birinin güçlü olduğu söylenmişti ve diğeri sıradan muhafızlardan fazlası olmasa bile varlığının sıkıntı yaratacağı kesin gibiydi.

 

“Artık düşünmenin bir önemi kalmadı,” dedi Yu. “Güneş batmadan önce yemeğimizi yiyelim ve son hazırlıkları yapalım.”

-------------------------

20.03.2023 – 20:23






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr