Cilt 5 - Bölüm 6: Salderough 6 (1/2)

avatar
201 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 6: Salderough 6 (1/2)


Yağmur bulutları sonbaharın geldiğini göstermek için güneşin önüne doğru ilerlerken köpekleri havlıyor ve etrafına tehditkâr bir hava yayıyordu.

 

Etrafları, vücutlarının yalnızca belli başlı bölgelerini örten gri zırhlar giymiş on beş muhafız tarafından sarılmıştı. Aralarında katiller olarak duruyor ve silahlarını bırakmayı reddediyorlardı. Dövüşün başlaması an meselesiydi ki Sivina hevesle bekliyordu. Onları nasıl öldüreceğini kafasında planlamıştı.

 

İlk önce baltasını önündeki muhafıza fırlatacak ve ilk kişiyi eleyecekti. Ardından hepsi üstüne çullanacağı için yüksekten bir sıçrayışla arkalarına geçecek ve arkası dönük olan ikisini o esnada alacaktı. Eğer hızlı olursa sayı üçe bile çıkabilirdi ki bu dövüşün ilk saniyelerinde dört kişiyi öldürmüş olacağı anlamına geliyordu.

 

Muhafızlar hâlâ çoğunlukta oldukları için içgüdüsel olarak yine onun etrafını sarmak isteyecek ve onlar bunu yapmak için yüzlerini dönüp harekete geçtiğinde üçünü birden öldürecekti.

 

Kimleri, ne şekilde öldüreceğini belirlemişti. Onlardan yedisini böylece öldürdüğünde geriye sekiz kişi kalıyordu ki onlar birer insandı; birkaç saniye içerisinde ölen arkadaşlarını görüp korkacak, tereddüt edecek ve karşılaştıkları insanüstü kuvvetin karşısında elleriyle ayakları birbirine dolanacaktı. Onlar ne yapacaklarını bilemeyecek hâle geldiğindeyse sıçrayacak, kabaca savrulmuş kılıçlardan sıyrılacak ve hızını kullanarak onlar daha ne olduğunu anlamadan hepsini öldürmüş olacaktı.

 

Ama hesaplaması gereken etmenler yalnızca bunlardan ibaret değildi. Silahlarını fırlatmayı seçerlerse ne olacaktı? Dikkatli olması gerekiyordu çünkü sıçradığı zaman havada yönünü değiştiremezdi, onun için tek bir kesik bile dikkatinin dağılmasına yol açıp ölümcül sonuçlar doğurabilirdi. Bir başka tehlike ise surların üstünde bekleyen diğer muhafızlardı. Eğer okları varsa Sivina’nın onlara da dikkat etmesi gerekecekti ve dikkat etmesi gereken şeylerin sayısı arttıkça her birine verebileceği maksimum odak değeri düşecek, güçsüzleşecekti.

 

En önemli etmen ise kocasıydı. Sivina tek başına olsaydı çoktan saldırıya geçmiş, hatta şu an hepsini öldürmüş ve surların üstüne sıçramıştı ama Yu’nun zarar görmemesine dikkat etmeliydi. Yaptıkları antrenmanların sonucunda karşılarındaki gibi rakiplere karşı kendini koruyabileceğine, hatta birkaçını indirebileceğine inansa da sayıları çok fazlaydı. Sivina onları hızlıca öldüreceğine inansa bile birkaçı Sivina yerine Yu’yu hedef alırsa birkaç saniye içerisinde kocasını kaybedebilirdi.

 

Stres, heyecan, adrenalin… Damarlarına akan kanı ve içindeki manayı hissedebiliyordu. Dikkat etmesi gereken çok fazla şey olduğunu biliyordu, bacakları sıçramaya hazır olduğunu söylüyordu. Eğer hızlı olursa, yeterince çabuk hareket ederse onlar Yu’ya yaklaşamadan işlerini halletmiş olurdu ve köpek de sahibi korumak için birinin üzerine atlayacağından kocası kendini zorlamak zorunda kalmazdı.

 

Kendisiyle çeliştiğini fark ediyordu. Onun güçlenmesi için zorlanması gerektiğini düşünmüştü fakat şimdi zorlanmamasını istiyordu. Yüreği onun zarar göreceği heyecanıyla kasılmıştı. Çok, çok hızlı olmalıydı.

 

Baltasını fırlatmadan önce iyice sıktı, omzundaki gücü hissetti, onu o kadar hızlı fırlatacaktı ki ne fırlattığı kişi ondan kaçabilecek ne de giydiği çelik zırh onu koruyabilecekti. Balta çeliği delecek,

düşmanının etine girecek ve onu oracıkta öldürecekti. Artık yaklaşan ölümü durdurmanın hiçbir yolu kalmamıştı.

 

“Durun!”

 

Ses öylesine karakteristikti ki konuşan kızın kibrini, insanlara yukarıdan bakan tavrını gün yüzüne sermek için yalnızca tek sefer duymak yeterliydi ve duvarların kalın kapısının ardından çıkan siyah saçlı genç kız, yürüyüşüyle bile taşıdığı sesin hakkını veriyordu.

 

Dar korsesi ve kabarık eteğiyle ona kum saati görüntüsü veren kıyafeti kızın kendisinden daha ağır gözüküyordu. Öyle bir elbisenin içinde rahat hareket etmek mümkün değildi ki bunun farkında olan kız düzgün yürüyebilmek için küçük eliyle eteğini havada tutmaya çalışıyordu. Diğer elinde tuttuğu altın işlemeli büyük siyah yelpazesiyle yüzünün alt tarafını gizlemişti ve yelpazeyi biraz yukarı kaldırması küçük suratının kapanması için yeterli gelirdi.

 

“Hanımefendi, murada durmak sizin için-”

 

“Kes sesini.” Kız yelpazesiyle onu göndermeye çalışan muhafızın miğferine vurdu. “Burası zaten yeterince çirkin, kana bulayıp olduğundan daha kötü hâle getirmeyin. Ne yapacaksanız aşağıya indikten sonra yapın.”

 

Siyah saçlarını başının üstünde toplamış ve kafasından daha büyük olacak şekilde kabartmıştı. Kırmızı tokalar ve altın iğneler saçlarını bir arada tutuyordu. Solgun beyaz yüzünde de boyalar ve simler vardı. Ne yazık ki abartılı makyajı, onun doğal güzelliğini heba ediyordu ama sorun Sivina’ya ait değildi.

 

“Küçükhanım bizi göndermek için mi buraya geldi?” diye sordu Yu.

 

“Yüzünüzün güzel olduğunu düşünüp yakından görmek istedim,” dedi, açık sözlüydü. “Şimdi gördüm, işim kalmadı.”

 

Eğer yüzlerini görebildiyse malikânenin üst katında olması gerekiyordu fakat bu kadarı yeterli değildi. Yüzlerinin güzel olduğunu düşünmesi için düzgünce görmesi gerekiyordu ki bu da en erken buraya gelen merdivenleri çıktıktan hemen sonra görmesi gerektiği anlamına geliyordu.

 

Merdivenden çıkmaları ve muhafızlarca sarılmaları arasında çok uzun bir süre yoktu, her şey hemencecik gerçekleşmişti fakat buraya gelmeye karar vermesi için muhafızların onları sarması gerekmiş olmalıydı. Ardından ölmelerine engel olmak istemişti ki yüzlerini yakından görebilsin.

 

Muhafızlar tarafından sarılmaları ve kızın kendini göstermesi arasındaki süre de uzun değildi. Böylece onun, onları görebilmek için malikâneden koşarak çıktığını anlamıştı ve karşılarına çıkmadan önce düzgün görünmek için kendini hazırlamıştı.

 

Ya da muhafızlar dışarı çıkmak için kapıyı açtığında o da malikânenin bahçesindeydi. Onları görmüş ve beğenerek buraya gelmiş olmaya karar vermiş olabilirdi ki Sivina’nın düşüncesi bu senaryoda boşa çıkıyordu.

 

“Ama bizi beğendiyse ceza konusunda çok da zorlanmayabiliriz.”

 

Muhafızların kaptanı kız ile aynı seviyeye gelmek için başını eğdi. “Kadın mirinin canını ardı. Menim ire içeri germenizi rica ediyorum, murada durmak sizin için risk taşıyor.”

 

İçeri girmeye hazırlanıyordu ki muhafızın sözleri onu kararından vazgeçirdi. Siyah gözlerinde ufak bir parıltı beliren kız yelpazesini sallayarak Sivina ve Yu’ya baktı.

 

“O zaman neden onları öldürmüyorsunuz?”

 

Konuşma tarzına baktığında insan hayatına değer vermeyen biriymiş izlenimi yaratmaya çalışıyordu ama eğer onun buraya geliş yolu hakkındaki ilk düşüncesi doğruysa öyle olamazdı. En azından onların hayatına karşı öyle değildi. Karşısında sadece umursamaz görünmeye çalışan bir çocuk vardı.

 

Onun için “İlgi isteyen küçük bir çocuk,” diye düşündü. “Yaşadığı hayattan memnun değil, bu yüzden kendini bizim önümüze atarak heyecan arıyor.”

 

Muhafızların kaptanı cevap veremedi. Eğer kız gelmeseydi bunu yapacaklarını söyleyebilirdi fakat Sivina’nın üç kişiyi kolayca indirdiğini gördüğü için onun, görmeye alışkın olmadıkları üst düzeyde kuvvete sahip insanlardan biri olduğu düşüncesine kapılarak tereddüt ediyordu.

 

“Yargılanmak için buradayız,” dedi Yu. “Fakat bizi içeri almıyorlar.”

 

“İkisi de sirahını vermeyi reddediyor, hanımım,” diyerek durumu açıkladı kaptan. “Mu yüzden gerekeni yapmaya hazırdık, sizin için risk-”

 

“Sus, Javuer. Onları içeri alın, kocam burada olmadığı için mahkemelerini ben göreceğim.”

 

“Hanımefendi, mümkün değir!” dedi muhafızların kaptanı. “Zarar görme riskinizi göze aramayız.”

 

“Emrettim. Kocam burada değilken benim emirlerim kanundur, Javuer. Ya uyacaksın ya da kılıcını bırakıp burayı terk edeceksin.”

 

İsminin Javuer olduğunu kız sayesinde öğrendikleri kaptan itaat ederek başını eğdi ve hanımı surların içine girerken Yu ve Sivina’nın silahlarıyla içeri girmesine karşı koyamadı. Tabii ki onları hanımlarına zarar verebilecekleri kadar rahat ettirmeyeceklerdi. Diğerleri görev yerlerine dönerken sekizi onların önüne ve arkasına geçerek hem kaçmalarını hem de hanımlarına ulaşmalarını engellemişti.

 

İsterse önüne geçen dört muhafıza rağmen kızı öldürebilirdi ama bir çocuğu sebepsiz yere öldürecek kadar düşmemişti. Zaten surları geçtikleri için onu öldürürse içerideki daha fazla düşmanla karşılaşmak zorunda kalırdı. Onu malikânenin içinde öldürürse tanımadığı bir binanın içinde büyük bir dezavantaj elde ederdi. Malikânenin içinde hareket edeceği alan da kısıtlanıyordu ve rakipleri alanına onlardan daha hâkimdi.

 

Oysaki kız gelmemiş olsaydı şu anda tüm muhafızlar ya ölü ya da ağır yaralıydı ve Yu ile birlikte kasabayı terk etmek için katırlarına yürüyor olurlardı.

 

Ama olumlu yönünden bakıp başvurdukları yolun iyi bir sonuçla sonlanacağını düşünürse burayı suçlu olarak terk edip arkalarında aranıyor ilanları bırakmamak daha güzel olurdu.

 

Muhafızların eşliğinde surların kendisinden bile kalın olan kapıdan geçtiler ve hemen önlerinde üç katlı bir süs havuzu tarafından karşılandılar. Havuzun arkasında ağaçlarla çevrilmiş simsiyah renkli malikâne vardı. Yolun sol tarafında iki büyük kırmızı ejderha heykeli duruyordu ve daha da solda çitlerle ayrılmış ayrı bir alan, malikânenin hizmetçileri ve muhafızlarının kullanımına sunulmuştu.

 

Çitlerin arkasındaki diğer bölgeye uğramadan süs havuzunun yanından yürüdüler ve malikânenin önüne geldiler. Kapı, malikânenin hanımı için çoktan açılmıştı. Koşar adım dışarı çıkan iki hizmetçi kızın daha rahat yürüyebilmesi için eteğini tutup hafifçe yukarı kaldırdı.

 

Grotesk heykeller, ancak turnuvalarda kullanılmaya uygun süslü zırhlar, hayvan postları ve genellikle karamsar temalarla çizilmiş büyük tablolar duvarları süslüyordu. Zincirlerle yukarıdan sarkıtılan avizelerde yanan mumlar içerisini aydınlatmak için yetersizdi ve koridorda cam olmayışı loş bir ortam yaratıyordu.

 

Çevreye ve avizelere dikkat etmesinin sebebi tabii ki de hoş bulması değildi, dövüşme ihtimalinde etrafı gözlemliyordu. Tavan zıplamasına izin verecek kadar uzundu fakat avizeler çok fazla sarkıtıldığı için zıplamasına engel teşkil ediyordu. Koridor kılıcını sallayabileceği kadar geniş olsa da heykel ve zırhlar dövüş esnasında sıkıntı çıkaracak kadar yakındı. Bu koridor, hâlâ rakiplerini yenebilecek kadar güçlü olsa da tercih edeceği dövüş mekânları arasında ilk sıralarda değildi.

 

“Neden dibimizde yürüyorsun?”

 

Solundan yürüyen Yu’nun duvarları incelediğini zannetmişti fakat kendi kendine konuşmuş ve birinden uzaklaşmak ister gibi Sivina’ya yaklaşmıştı. Önce muhafızlardan birine söylediğini düşünmüştü ama muhafızlar onlara yakın değildi. Onları malikânenin içinde bile takip eden Karabaş’a söyleyebileceği ihtimalini bile gözden geçirse de köpek, duvarlara işemek için arkalarında kaldığı için ona da söylemiş olamazdı.

 

Ve sahiden köpek neden muhafızların bile arkasında kalmıştı? Onu çağırmak için ıslık öttürdü ve hayvan koşarak muhafızların arasından geçip yanlarına geri döndü.

 

“Kime dedin?” diye sordu Sivina.

 

Yu parmağıyla sol tarafını işaret etti. “Ona.”

 

Yürüdükleri için onların arkasında kalan korkutucu heykeller, turnuva zırhları ve hayvan postları dışında işaret ettiği yerde hiçbir şey yoktu.

 

“Planın deli taklidi yaparak insanları korkutmak mı?” Güldü ve bunun şaka olmasını umdu. “Planın düşmana güven, karına endişe veriyor. Beynini çalıştırıp farklı bir şey düşün.”

 

Yu başını çevirip arkasına baktı ve Sivina belki görmediği bir şey vardır diyerek ona uydu. Muhafızlar haricinde hiç kimseyi görmüyordu. Dalga geçmek için Yu’ya baktı ama mor gözlerinin şaşkınlıkla büyüdüğünü gördü. Sivina’nın kulağına fısıldamak için yanaşırken şaşkınlık gözlerinden silindi ve tekrar ifadesiz bir surata büründü.

 

“Görünmez şeyleri görebiliyorum,” diye fısıldadı. “Avcı Lütufu bende olduğu için gözlerim başkalarının göremediği bazı şeyleri görüyor. Arkamızda kalan kadın az önce bizi takip ediyordu.”

 

Yu tekrar arkasına baktı, Sivina baktığında hiçbir şey göremese de o görmüş gibi davranıyordu.

 

Onun delirdiğini düşünmeden önce Andromeda Katedrali’ndeki Yıldız Kürsüsünü hatırladı. Yurine’nin Başak Kardinali olmaya uygun olduğunu kanıtlamak için onunla birlikte kürsüye çıkmış, hem Başak hem de Avcı Lütuflarını taşıdığını Andromeda Pontifeksi huzurunda ispatlamıştı.

 

Lakin bu bir aldatmacaydı. Yu iki Lütuf’un da asıl taşıyıcısıydı fakat Yurine’nin bir kardinal olarak daha kolay kabul göreceğine inandığı için bir oyun oynayarak insanları kandırmışlardı. Hâlâ daha asıl taşıyıcının Yu olduğu gün yüzüne çıkmamıştı ki artık önemi de yoktu.

 

Bu bilginin ışığında onun delirdiğini düşünmekten kendini alıkoyabilirdi ama görünmez bir insanın varlığı pozisyonlarını daha tehlikeli bir duruma sokmak dışında bir işe yaramıyordu. Üstelik onları izleyen görünmez insan fikri üzerinde gerçekten durulması gereken bir meseleydi. Bir tuzakla karşı karşıya kalmamak için hislerini dört açmalıydı.

 

“Büyüyü sevmiyorum. Göremediğim bir rakibe karşı ne yapabilirim ki?”

 

Düşündükten hemen sonra kendini hafife aldığını fark etti. Kızılşapel Katili ile olan savaşında zehirlendiği için gözlerini kapamış ve onun elini göremiyorken kesmişti. Yine de kendine fazla güvenmemeliydi, şövalyeler alçakgönüllü olmak zorundaydı. Gereksiz güven ölümü beraberinde getirirdi.

 

“Fısır fısır ne konuşuyorsunuz siz?” Eteği hizmetçilerce taşınan kız çemkirdi. “İçeride fısıldamak yasak, kulaklarımı rahatsız etmeyin.”

-------------------------

28.01.2023 – 19:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr