Cilt 5 - Bölüm 5: Salderough 5 (2/2)

avatar
193 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 5: Salderough 5 (2/2)


Yu kılıcını kıpırdatmadan gelenleri inceledi. Üzerinde delikler olsa da giydiği zırh onlarınkinden daha iyiydi, kılıcı daha uzundu ve para için değil de yaşamak için dövüşüyordu. Dövüşürken ortaya koyduğu şey, en az yetenek kadar önemliydi.

 

Ama sayıları, Yu’nun tek başına adil bir dövüşte alt edemeyeceği kadar fazlaydı. Sivina ise onları kolayca öldürebileceğine emin olduğu için soğukkanlılığını koruyordu. Açıkçası onlara acıdığını da belirtebilirdi. Eğer onlar Elli ya da Rolderhelm’i muhafızlar olsaydı tedirgin olabilirdi fakat basit Moralılardı; altısı bir araya geldiğinde bile mana seviyeleri Sivina’nın tenini karıncalandıracak seviyede değildi.

 

“Askere vurduğun için başımızı ağrıtacaklar.” Sivina yerdeki adama baktı, hâlâ kalkamamıştı. “Neden bu lanet kasabaya geldik ki? Of.”

 

Yol rotasını çizen kendisi olduğu için Yu’ya kızamıyordu. Bir sonraki sefer sadece kendisini tek suçlu olarak görmemek için Yu’nun da bir şeyler yapmasını sağlayacak, ‘sen karar ver’ cümlelerinden kaçınacak ve sorumluluğu beraber alacaktı.

 

“Tesrim orun!” diye bağırdı kaptanları. “Dışarı çıkın ve tesrim orun!”

 

“Böyle bir şey olmayacak,” dedi Sivina. “Ne yapacaksınız?”

 

“Kendinizi zor duruma sokmayın,” diye bağırdı tekrar. “Suçunuzun cezasını ödemek için gerin!”

 

Kaçmak isteseler bile katırları onların bineceği atlardan hızlı koşmayacaktı. Hepsini öldürüp, o şekilde kaçmayı deneyebilirlerdi fakat katırlarla ne kadar uzağa gidebilirlerdi? Kasabada kapana sıkışmışlardı ve ne teslim olmayı düşünüyordu ne de ara yol bulunabileceğine inanıyordu.

 

Yine de “Gitmemize izin verin ve kan dökülmesin,” diye uyardı. “Yolumuza devam etmek istiyoruz.”

 

“Hayır,” dedi kaptan. İlk kez bağırmadan konuşmuştu.

 

Aralarında bir uzlaşma olmayacağı belliydi. Ne askerler geri çekilecekti ne de Sivina silahlarını bırakıp teslim olacaktı. O bir çözüm için kafasını çalıştırırken at çalıp eşyaları geride bırakarak ormana kaçmayı dahi düşünüyordu ki Yu, onun planlarını bozacakmış gibi konuştu.

 

“Cezasını nasıl ödeyeceğiz?” diye sordu aklından neler geçtiğini anlayamadığı kocası. Kılıcı hâlâ rehin durumuna düşmüş muhafızın çenesindeydi.

 

“Efendimizin mahkemesine çıkacak, onun tarafından yargıranacaksınız.” Gözdağı vermek için atını şahlandırdı. “Mir yöre sakinine sardırmaktan, mir muhafıza sardırmaktan ve mir muhafızı esir armaktan.”

 

“Mana da-” diyerek araya karışmaya çalışan hancı muhafızların umurunda olmayınca susmak zorunda kalmıştı.

 

“Nerede ve nasıl olacak?” diye sordu Yu. “Yolumuza devam etmek zorunda olduğumuz için zaman kaybedemeyiz. Bu işi daha hızlı çözebileceğimiz bir seçenek varsa değerlendirilebilir.”

 

Tahammül etmek zorunda değildi. Muhafızlardan birinin kendine bakıp güldüğünü gördüğünde onun aklından geçen iğrenç düşünceleri bilmek için duymak zorunda değildi. İki elinde tuttuğu baltalardan birini ikinci kez düşünmeden fırlattı, aniden yanından geçen balta atı korkutup kontrolsüzce sıçrattı ve üstündeki askeri yere düşürdü.

 

Sivina’ya bakan askerin yüzüne saplanan balta yüzünden sıçrayan kan gri zırhların üzerine gelmiş, üzerlerindeki örümceği kırmızıya boyamıştı. Küfürler havada uçuşmaya başlarken tüm askerler kılıçlarını çekti. Duruma hemen uyum sağlayan Yu kılıcını indirdi ve rehin olarak tuttuğu askeri sol yumruğuyla yere yığarak kalkamaz hâle getirdi.

 

Atından düşen kaptan “İNDİRİN ONRARI!” diye bağırırken Sivina tekmesiyle yerde yatan askeri de bayılttı ki arkasını dönmek zorunda kalırsa saldırmasın. Kaptanın içeri yolladığı dört askerin kapıdan teker teker geçmek zorunda olması da Sivina’ya bayılttığı askerin kılıcını almak için yeterli zamanı vermişti.

 

İçeri giren ilk askerin bacağına aldığı kılıcı sapladı, kılıcı sapladığı yerden çıkarttı ve kabzasıyla başına vurarak onu yere düşürdü. İkinci askerin şakağına baltasının arkasıyla vurdu ki bu onu öldürebilecek kadar sert bir darbeydi. Yaşayıp yaşamaması ise Sivina’nın umurunda değildi. Onu öldürmek istemese bile böyle bir durumda bunun hesabını yapmayacaktı.

 

İlk iki askerin kılıcını dahi savuramadan nasıl yere düştüğünü gören üçüncü asker Sivina ile yüzleşmek yerine kaçmak istedi fakat arkasından gelen dördüncü askere çarpıp onunla birlikte yere düştü.

 

“Ne yapıyorsunuz!”

 

Atından düşen kaptan ayağa kalkmış ve gördüğü manzaranın karşısında şaşkına dönmüştü. Sivina ve Yu dışarı doru yürümeye başladığında kapının önüne yığılan askerler ayağa kalkıp kaçıldı ve ikilinin geçmesi için yolu açtı.

 

“Kaçacaksak hepsini öldürmemiz gerekiyor,” dedi. “Birini bile bıraksak olayı diğerlerine yetiştirip peşimize düşerler.”

 

“Bizi gören başkaları yok mudur?” diye sordu Yu, etrafta kimse gözükmüyordu. “Her şekilde peşimize düşeceklerini biliyorum. Hem onları öldürmek istemiyorum. Haksız olmasak da olay çıkaran bizdik, onlar sadece yapmaları gerekeni yapmaya çalıştı.”

 

Aynı şekilde düşünmüyorlardı ve teslim olarak lordun yargısına güvenme fikri tehlikeliydi. Zaten yargının sonucu belliydi, en iyi ihtimalle idamları istenecekti ve yolculuğun Mora’nın dışına çıkmadan saçma sapan bir yerde sonlanması ihtimali vardı.

 

“Onlardan birini öldürdüm,” dedi kocasının rahatlığına şaşırarak. “Belki ikisini. İdamla cezalandırılacağız. Gümüş verip kurtulabileceğimiz bir durum yok ortada.”

 

“Neden öldürdün?”

 

“Bana bakmıştı.” Pişmanlık hissetmiyordu. “Kötü şeyler düşündüğünü düşündüm.”

 

Yu’nun hak vereceğini biliyordu, kimse karısının başkalarının zihninde olmasını istemezdi. Bu yüzden yaptığının bir suç olduğunu düşünmüyordu, dünyadan bir sapkını temizlemişti.

 

“Yargıdan kaçamam,” dedi Yu ısrarla. “Haksız değiliz, çıkacak ve kendimizi savunacağız.”

 

Uzunca ofladı. O da haksız olduğunu düşünmüyordu ama bazı kanunlar vardı ve kanun karşısında ikisi de haksız görülecekti.

 

“Düşüncelerini anlamaya çalışıyorum ama basit bir işe bulaşmadık. Hem ne önemi var ki? Her şey arkada kalacak. Bir önemi yok.”

 

“Benim için önemli,” diyerek ısrarını sürdürdü. “Suçlu bir şekilde buradan ayrılamam, ben kaçamam. Asla. Şimdi kaçsam bile hayatımın geri kalanı boyunca vicdanım beni bir suçluluk sarmalının içine hapsedecek.”

 

Büründüğü kişilik ya tehlikeleri algılayamıyordu ya da görmezden gelecek kadar sorumsuzdu. Yu kim ve ne olduğunu sanıyordu? Tehlikede olduklarını göremiyor muydu? Sivina bile tüm gücüne rağmen endişelenmeye başlamışken onun neyine güvendiğini anlayamıyordu.

 

“Sayıca çok fazlalar. Irzıma göz dikerlerse-”

 

“Hepsini öldürürüm.”

 

Yu muhafızların kaptanını tutup önüne fırlattığında adam karşılık dahi veremedi. Onları koruyacağına inandığı bekçi köpeği ise loncanın bahçesinden henüz yeni çıkıyordu. Durumu görünce adımlarını hızlandırdı ve koklayarak Sivina’nın yanından geçti. Sahibi olarak benimsediği Yu’yu ise yalamaya çalışmıştı fakat çeliğin tadını sevmeyerek kısa kesti.

 

“Polis gibi iş işten geçtikten sonra geliyorsun,” diye çemkirdi köpeğe ve kaptana döndü. “Silahlarımızı bırakmayacağız, saygısızlığı affetmeyeceğiz. Bizi lorduna götür, sizin şu yargı meselesini halledip yolumuza devam edelim.”

 

Kaptan denileni yaptı ve önlerinden ilerleyerek sessizce yolu gösterdi. Gururu ve inadı kaybolmuştu.

 

Sivina üzgündü, kızmıştı. “Neyine güveniyorsun acaba?” diye sordu. “Bir de kararları ben verecektim...”

 

Ve beklediği iki kelime Yu’nun dudaklarından döküldü. “Özür dilerim.”

 

“Başımıza bela açacaksın farkında değilsin. İşler daha fazla kişinin ölümüyle sonuçlanacak ve ben ölenleri umursamayacağım bile. Sadece sen kendini üzeceksin.”

 

“Kötü düşünmeyelim.” Yürürken köpeğin başını okşadı. “Olumlu bakalım, karamsar olmayalım.”

 

“Lordun askerlerini öldürdük, sence öylece gitmemize izin vererek bizi bırakır mı?”

 

Yu başını salladı. “Bırakmayacak ve ölüm cezasında karar kılacak ama kendimizi savunacak sözlerimiz var. Kendimizi savunabildiğimiz için onun yargısına güvenmeyebiliriz.”

 

“Yani?”

 

“Azer’in ya da diğer tanrıların yardımına başvuracağız, ilahi irade kimin haklı olduğuna karar verecek.”

 

Dünyanın hemen her ülkesinde dövüşerek yargılanmayı talep etmek mümkündü fakat bunun kabulü yargıçların ve halkın dindarlığıyla orantılıydı.

 

Mantık, Elhaven’deki bir kız için dövüşmenin mantığıyla benzerdi. Orada nasıl kazanan kızı alıyorsa, dövüşerek yargılanmada da kazanan haklı görülüyordu. İnsanlık tarihi kadar eski bir gelenekti fakat aleyhine çalışmalar da mevcuttu. Biraz kafası çalışan herkes dövüşün güçlünün lehine biteceğini, bunun adalet olmadığını bilirdi.

 

Tabii dindarlık, bazı şeylerin görmezden gelinmesini gerektiriyordu.

 

Fakat buna kahkaha atmadan duramazdı. Adalet savaşçılığı yapacağını düşündüğü Yu, umursamadığı tanrıların adil olmayan yasalarına sırf işine geldiği için uymayı planlıyordu.

 

“Erkek kim olursa olsun erkekmiş. Ne dersem diyeyim işin sonunda kafanın dikine gideceksin.”

 

Babası, kardeşleri, Rolderhelm’deki maceracı arkadaşları. Erkeklerin bu huyundan hoşlanmıyordu. Yu’nun bile kendini tamamen teslim edeceğini söyleyip bunu yapması nasıl mümkün olabilirdi? Eğer erkekler yanlarındaki kızları dinlese dünya daha güzel bir yer olurdu.

 

“Ya da olmazdı. Yu küçük bir kızı dinlediği için tüm bunlar yaşanıyor.”

 

“Diğer erkeklerle aynı görülmek beni hüzne boğuyor, hele de karımın böyle düşünmesi.” Parmağını yanağına koydu ve dudağının bir ucunu havaya kaldırdı. “Gülümsediğimi hayal et,” dedi. “İnsanların kanunları, tanrının yargısına izin veriyor. Buna uymakta bir sorun yok. Haklılığımızı inandıkları yön ile onlara kanıtlayacak ve suçsuz insanlar olarak buradan ayrılacağız.”

 

El mahkûm kocasına uyacaktı ama her an vahşileşmeye ve karşısına çıkacak herhangi bir düşmanı öldürmeye hazırdı. Bunu nasıl yapacağını, zırh kuşanmış düşmanlar etrafını sardığında onları en iyi şekilde nasıl öldüreceğini kafasında planlamaya başlamıştı.

 

Parlamento olarak kullanılması planlanmış ama şimdi boş olan binanın yanından, siyah tapınağın dibinden ve kasabayı ikiye bölen nehrin üstüne inşa edilmiş köprüden geçerek pazar alanına girdiler. Etraftaki az sayıda insan buraya toplanmıştı ve kaçınılmaz olarak gözlerini aralarından geçen muhafız kaptanı ve onun arkasından yürüyen iki güzel insana dikmişlerdi.

 

Onları hiç umursamadan yürümeye devam ettiler ve binaların bittiği yerden çıkıp malikâneye uzanan yola girdiler. Etraftaki ağaçlar malikânenin inşa edildiği yamaca yaklaştıkça ölüyordu.

 

Yamacın kenarına geldiklerinde başka muhafızlar tarafından korunan bir merdivene çıktılar. Merdiven uzundu fakat onlar için bu kadarı yorucu sayılmazdı. Merdivenin sonunda da başka muhafızlar vardı. Onların arasından ilerlediler ve surların önüne geldiler. İçerideki şey sadece bir malikâneydi ama kalın taş duvarlarla çevrelenmişti.

 

Duvarların arkasına açılan kapının güvenliğini sağlamak üzere bulunan muhafızlar ilk olarak gelenlerin silahlarına baktı ve kaptana seslendi.

 

“Hayırdır?”

 

“Rord Aruka tarafından yargıranmararı için getirdim,” dedi kaptan. “Mizden mazırarını ördürdürer.”

 

Orta Mora’daki insanların aksanını hiç beğenmiyordu, onları duymak rahatsız ediyordu ve buna yoğun bir şekilde maruz kaldığında hiçbir şey anlamıyordu.

 

“Sirahrarınızı mırakın!” diye bağırdı kapı muhafızlarından mızrak taşıyanı.

 

“Bırakmayacağız,” dedi Yu, onun yüksek sesine karşı sakince konuşmuştu. “Bizi bu şekilde alın ve yargılayın, aksi takdirde geri döneceğiz ve yanlış bir hareket yaparsanız kan dökeceğiz.”

 

İkisi de dövüşmeye hazırdı ve Sivina hepsini öldürüp kasabayı terk etmeye istekliydi. Böyle de olacağına emindi çünkü onları silahlarıyla içeri alıp efendilerini tehlikeye atamazlardı.

 

“İkisi de yapar,” dedi kaptan, surların kapısı yavaşça açılıyordu. “Efendimiz ne oracağına karar versin.”

 

“O gitti,” dedi kapıyı koruyan muhafız. “İçeride hanımefendi var, onun karşısına düzgün çıkmak zorundarar.”

 

Kapının içinden daha fazla sayıda muhafız çıktı. Gelenler sekiz kişiydi, kaptan ve kapının önündeki iki muhafızla on bir oluyordu ve arkalarından gelen diğer muhafızlarla sayıları on beşe çıkıyordu.

 

Bir malikâneyi korumak için bu kadar muhafızın tutulmasına şaşırmamak elde değildi. Sadece on beş kişi oldukları düşünülünce az gözüküyordu ama bunlar yalnızca ön taraftaki muhafızlardı.

 

“Kan döküleceğinin farkında olduğunuzu umuyorum,” dedi Yu kılıcını çekerken.

 

Sivina için onları yenmek kolaydı çünkü hâlâ vücudundaki mana, yüksek bir mana yoğunluğuna tepki vermiyordu fakat Yu yapamazdı, bu kadar insanı yenemezdi. Bu yüzden onu tokatlamak ve bağırarak tekrar neyine güvendiğini sormak istiyordu.

-------------------------

24.01.2023 – 18:30

Seri ana sayfasına bazı karakterlerin anime tarzındaki temsili tasarımlarını ekledim. Bir de karakterlerin şu anda bulunduğu kasabanın temsili bir haritasını cilt 5’in ekler kısmına ekledim.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr