Cilt 4 - Bölüm 57: Kuğular İçin (2/2)

avatar
243 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 57: Kuğular İçin (2/2)


Kapının dışarıdan açılmasını sağlayacak bir kulbu yoktu ve sadece içeriden kitlenebiliyordu. Eğer içeri girmek istiyorsa Yu’nun kapıyı açması gerekliydi fakat kapı kilitli değildi. Hafifçe çalması kapının içeriye doğru biraz ilerlemesini sağladığında anlamıştı. Bu yüzden kapıyı hafifçe itti ve içeri girdi.


“Yu.”


Günün son ışıkları banyonun içini tamamen doldurdu ve sabun kokusu Sivina’nın burnuna ulaştı. Elbette gözleri, odanın ortasındaki tahtadan leğenin içinde duran Yu’yu da görmüştü.


Saçları onunla ilk karşılaştığı zamankiyle aynı uzunlukta olsa da yüzüne baktığında büyüdüğünü görebiliyordu. İlk karşılaşmalarından bu yana iki yıl geçmişti, ikisi de hâlâ çok gençti ama Yu’nun yüzünde belirgin bir olgunluk mevcuttu.


Omuzları biraz daha genişti, sol kolu onu son gördüğünden beri değişmemişti. Hatırladığı kadar, hatta hatırladığından daha yakışıklıydı ve gözlerindeki hüzün ametisti bir sanatçının eserine dönüştürüyordu.


Yu leğenin yanındaki havluyu aldı ve mahrem yerini gizleyerek Sivina’nın görmesine engel oldu. Sadece bu hareket Sivina’yı şaşkınlığa boğmaya ve aklındaki her şeyi unutmasına yetmişti. Yu’nun böyle bir harekette bulunacağını asla düşünmezdi.


Yu kısık sesle konuştu. “B-baş… Baş ucunda bekleseydim daha iyi olur muydu?”


Sivina hızlı adımlarla üzerine yürüdü, elinin ona ulaşması için eğildi ve sol yanağına sert bir tokat geçirdi.


Tokadın sesi tatmin ediciydi ve avucu Yu’nun yanağına mükemmel bir şekilde inmişti. Sol tarafa giden sağ elini durdurdu ve bu sefer elinin tersini Yu’nun sağ yanağına indirerek tekrar vurdu. İki tokattan çok daha fazlasını, ölmeyi hak ediyordu ama Sivina bunu yapabilecek biri değildi.


Mor gözler yaşardığında Sivina’nın deniz yeşili gözleri de yaşardı ve hiçbir şey düşünmeden, sadece kalbinin sesini dinleyerek Yu’nun çenesini tutarak onun dudaklarına yaklaştı.


“Olmaz.”


Onu öpmeyi başarmıştı fakat bu öpücük istediği yerden değil, Yu’nun başını çevirmesi yüzünden az önce vurduğu yanağından olmuştu.


Bu da beklemediği bir başka şeydi. Daha önce de aynı şey yaşanmasına rağmen neden şimdi yapmadığını anlayamıyordu. Göğsünü istenmediğine dair bir korku sararken Yu, korkusunu yatıştıracak mı yoksa büyütecek mi emin olamadığı kelimeleri sarf etti.


“Ben bir günahkârım. Seni de kirletemem.”


Değişim… Ne zamandır bu kadar acı vericiydi? Onun değişmesini, iyi bir adam olmasını ve örnek bir insana dönüşmesini istemişti. Şimdi karşısındaki adamı tanıyamamamıştı bile. Uzun bir süredir onu öpmeyi hayal ederken şimdi reddedildikten sonra değişimin ne kadar iyi olduğunu bile söyleyemiyordu.


“Sana ne oldu?” diye sordu. Anlatacağı şeylerin güzel olmayacağını bilse de içinde aptalca bir umut vardı.


Yu mor gözlerini Sivina’nın gözlerine doğrulttu. O gözlerin içinde sayısız renk ve duygu vardı; ve elbette nahoş hikâyeler.


Anlatacak o kadar çok şeyi olmalıydı ki Yu konuşmaya başlamadan önce ağzını birkaç defa açıp kelimeleri aktarmak için nefes almaya çalıştı.


Ancak hiçbir nefes hikâyesini anlatmasında yardımcı olacak kuvvete sahip değildi ki “Batırdım,” diyene dek sonsuzluk gibi gelen gergin bir zaman geçmişti.


“Batırdım,” diye tekrarladı. “Annelerini öldürdüm, kızımı öldürdüm… Oğlumu…”


Hıçkırıklar sessizce başladı ve birkaç kalp atışı sonra yükselip kulübenin dışına taştı. Sivina onu kollarının arasına almak ve göğsüne bastırmak istedi fakat Yu bunu sertçe reddetti.


“Günah,” dedi ona. “Yapamam, yapamam!”


“Neyi yapamazsın?” diye sordu Sivina. Aynı şekilde hıçkırmaya engel olamamıştı.


“Daha fazla günah işleyemem!” Bağırarak konuşuyordu. “Buna daha ne kadar devam edeceğim Sivina! Daha ne kadar! Kaç kişiye felaket getirmem lazım! Kaç hayatı heba etmem lazım! Artık dayanamıyorum…”


Sesi yükseldiği gibi alçaldı. Onu tanıyordu, kendini bağırarak konuşurken görmek istemeyen bir adamdı. Sesini alçalttıktan sonra tekrar konuştu.


“Eski adam olmaya devam edemem. Ben korkunç birisiyim. Sadece yanımda durarak bile benim yüzümden günaha boğuluyorsun… Sadece yanımda-”


Öncekilerden çok daha sert bir tokat Yu’nun yanağına indi. Onu dövmek, bir duvardan ötekine vurmak bile öfkesini yansıtmaya yetmezdi. Bir yıldan uzun bir süredir onu düşünmediği tek bir gün olmamıştı ve şimdi duydukları onu pek tabii ki sinire boğuyordu.


“SAÇMALAMAYI KES!” diye bağırdı yüzüne doğru. “NE KADAR ZAMANDIR- NE KADAR UZUN ZAMANDIR BU ANI BEKLEDİĞİMDEN HABERİN VAR MI SENİN! KAÇ GECE BU ANI HAYAL ETTİĞİMİ BİLİYOR MUSUN!”


“Özür dilerim.”


Bir tokat daha indi ve Yu’nun her iki yanağı da kırmızıya boyandı.


“Özür diledin. Ne oldu şimdi? Ne işe yaradı özrün? Neyi değiştirdi?”


Yu cevap vermedi ve Sivina bir kez daha ona vurmamak için yumruklarını sıktı. Özür duymak istemiyordu. Geçmişi değiştiremezdi ama yarın hâlâ ellerindeydi. Bu andan sonra onun yanında olmak ve onlara mutsuzluktan başka hiçbir şey getirmeyen bu topraklardan uzaklaşmak istiyordu. Mümkün olduğunca uzağa…


Elhaven onlar için iyi olabilirdi. Yu bir Elli değildi fakat sıradan insanlar Elhavenliler arasında çok fazla ayrımcılığa maruz kalmıyordu. Zaten yakışıklı birisiydi, dış görünüşe önem veren halkı tarafından kabul edilirdi. Rolderhelm ve Mora’ya olan uzaklığı da yeterliydi. İsmini değiştirir ve babasının malikânesinin yakınında yeni bir yere yerleşirlerdi. Eğer isterlerse başkente de gidebilirlerdi ki orada yaşamak daha kolay olurdu.


“Ne oldu?” diye sordu leğenin karşısında dizlerinin üstüne çökerken. “Lütfen anlat, yalvarırım anlat. Seni dinlemek istiyorum. Tüm o korkunç söylentilerin asılsız olduğunu söylemeni istiyorum.”


Yu’nun yüzü düştü, kucağını örttüğü havluya baktı. “Hepsi doğru.”


Bir tokat daha atmıştı. Şehirdeki mücadelenin ardından kolunu kaldıracak gücü olmayacağını düşünüyordu fakat Yu’ya tokat atacak gücü bulmak hiç zor değildi.


“Öz-” Yu tekrar özür dileyecekti ki durdu. “Affedilemeyeceğimi biliyorum. Affedilmeyi de beklemiyorum.”


Bir şey demedi. Sadece onu dinlemeye ve gözlerini seyretmeye karar vermişti. Eğer herhangi bir şey anlatmazsa da Ayulke onları çağırana dek burada bekleyecekti.


Neyse ki buna gerek kalmadan Yu anlatmaya başladı.


Önce içtenlikle “Sivina,” dedi. “Benim söylediklerime inanır mısın?”


Cevabı düşünmeye bile gerek yoktu. “Evet, yalan söylesen bile.”


“Sen… Aptalsın…” Yu yeni bir tokat beklemişti fakat Sivina atmayacaktı. “Ben bu dünyaya ait değilim. Farklı bir dünyadan geliyorum. Ay gibi düşünebilirsin fakat dünyaya benziyor ve onu göremezsin. Sanırım böyle bir anlatım, anlamanda yeterli olur.”


Sivina güldü. Eğer bu bir yalansa çok barizdi. O kadar barizdi ki böyle bir yalanı ya bir çocuk ya da bir deli söylerdi. Buna inanacağına inanarak böyle bir yalan söyleyecek biri olduğuna inanamıyordu.


“Ve kendimi Rolderhelm’de buldum. Ağustos ayının otuzuncu gününde, bir gece, boş bir sokakta… Tam iki yıl önce.”


Eğer bugün ayın otuzuysa hâlâ şehre şeytanların salıdırısının olduğu gündeydiler. Şehirden çok uzakta olamazlardı.


“Rie ve Yurine ile tanıştım. Rie, Yurine’nin annesiydi. Belki anlattığımı hatırlıyorsundur. Hahaha…” Güldü ve başını kaldırıp Sivina’ya baktı. “Yapacak daha iyi bir işim olmadığı için onların peşine takıldım ve bir de… Rie güzel olduğu için… Sonra gittiğimiz yerde, Sigma Kulesinde, Rie’nin ölmesine yol açtım ve Yurine ile birlikte oradan kaçtım. Hikâyenin sana, size anlattığım kısmı buydu.”


Yu’nun bunu anlattığını hatırlıyordu. Birkaç defa dinlemiş ve yaşanan trajedi için üzülmüştü. Bir çocuğun ebeveyninin ölümünü görmesi hafife alınacak bir durum değildi.


“Ve iş burada başlıyor, hepinizden gizlediğim kısım. Yurine, annesini geri almak istedi bu yüzden bana bir şeyler anlattı… Zamanı geri sarmanın ve Rie’nin ölümünden öncesine gidip onu kurtarmanın yönteminden bahsetti.”


Duyguları kararsızdı. Onu ciddiye almak konusunda çekimserdi. Ona inanmak istiyordu, doğru söylediğini bilmek istiyordu. Yu’nun ona inandırıcı bir hikâye anlatmasını istiyordu.


“Senin duygularını geçiştirmemin sebebi de buydu, Sivina, üzgünüm. Zamanda geriye gidecek olanların sadece ben ve Yurine olacağını düşünmüştüm. Seninle bir ilişki kurarsam, hedefimize ulaştığımızda bunu hatırlamayacağın için, senin için yabancı bir adam olacağım için… Kalbimin kırılacağını düşünmüştüm… Ya da bana engel olacağını…”


Ona inanıp inanmaması önemini ikinci sıraya düşürmüştü. Son sözü duyduktan sonra yıkıldı. ‘Sevdiği kişiye engel olma,’ fikri rahatsız edici ve kırıcıydı. Sivina böyle biri olmak istememişti.


“Yani beni ve diğer herkesi kullandın. Bizi… Bizi…”


“Ölecektim.” Aralarına üç kalp atışı süresince bir sessizlik girdi. “Öleceğim. Sizi işe alışımın ardından en fazla beş yıllık ömrümün kaldığını öğrendim. Bu süreçte iyi bir şeyler yapmak, iyi bir amaca hizmet etmek istedim ve başardıktan sonra da beni tanımayacak olsanız bile sizi mutlu etmek için bir şeyler yapacağımı kendime söyledim.”


“Yani, sadece kendini tatmin edecektin?”


Yu’yu kaybettiği gün at arabasıyla kaleye dönerken ona hayallerini sormuştu. Öyleyse bunu sormasının sebebi amacını gerçekleştirdikten sonrası içindi.


“Belki, bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum.” Yu hem ağladı hem de güldü. “Akademinin müdürü Sony’yi getirmem karşılığında küçük kütüphaneyi bize sunacağını söyledi. Böylece zamanı geri sarmanın yöntemini arayabilecektik. Sonra da aradık ve bulduk. Kahramanların Savaşı sırasında Denise El Rolder yapmış.”


İsmi anarken alaycı ve kıskanç bir havası vardı. Bozuk bir şekilde telaffuz etmiş ve ardından bir süre susmuştu.


“Siz kutlama sırasında bahçede prenslerden biriyle konuşurken ben, Yurine ile birlikte Denise ile konuştum ve yöntemi öğrendim.”


“Neymiş peki?” diye sordu. Soru sormayı kendisi de beklemiyordu ama ağzından çıkmıştı bir kere.


“Ethalot’ta bir dağ var, Nekonozwei. Saçma sapan bir isim.”


“Duymuştum,” dedi Sivina. “Ethalotlular için kutsaldır, dünyanın o dağdan itibaren yaratılmaya başlandığını kabul ederler. Sadece kral ve onun yakınları hac için kullanabilir. Dağlar yüzünden gitmesi güç ve içinde ne varsa artık, çok fazla koruyorlar.”


Zaten onun bildiğini düşündüğü bilgileri gereksizce vermişti fakat buna engel olamıyordu. Konuşmayıp onu dinlemeyi istese de bir yandan onunla bulabildiği her fırsatta konuşmak, ona bir şeyler anlatmak istiyordu.


“Evet. Bu yüzden Mora’da siyasi ve askeri güç kazanmak, mümkünse dostane ilişkilerle ve değilse ordu gücüyle Ethalot’a girerek o dağın içindeki Nekoverine isimli yere veya şeye, artık her neyse, ulaşmak istedim. Orası tanrıların bile algılayamayacağı bir yermiş ve orada zamanı geri sarmak mümkünmüş. Her şey bu yüzdendi.”


Sormak istediği soruları sormak için ağzını açtı fakat Yu tekrar ağlamaya başladığında sesini kesti. Bu sefer ona sarılmak yerine ellerini tuttu.


“Ondan sonrası bana anlattığın gibiydi sanırım,” dedi.


Yu, Sivina’nın ellerine baktı başını salladı. “Son günümüze kadar olan kısımlarda dürüsttüm. Rie’nin amacıyla ilgili saçmaladığım kısımlar haricinde. Sonra da o olay yaşandı.”


“Yurine-”


“Kucağımda öldü.”


Yutkunmak bile imkânsızdı. Herhangi bir taziye cümlesi aklına gelmiyordu. Ona sarılmak ve acısı dinene kadar beklemek yapabileceğini düşündüğü tek şeydi ama Yu bunu reddediyordu.


“Yurine bir kılıç perisi olduğu için ölürken kucağımda kayboldu ve ben de bayılana dek cesedinin başında durdum. Ondan sonra beni Rager isimli bir hekim buldu. Evine götürdü ve kaleden kaçarken aldığım yaraları iyileştirmeye çalıştı. Bana beni iyileştirmesi için uyuşturucu bir şey verdi.”


Uyuşturucu ile ne demek istediğini anlamıştı. İnsanlara halüsinasyon gördüren zehirli maddelerden bahsediyordu. Sivina onların insanları iyileştirmek için kullanılabileceğini zannetmiyordu. Elhaven’de onları kullananlar ve satanlar ölüme mahkûm edilirdi.


“Zayıftım, o adamın kızlarından biriyle, Amelia ila zina ettim ve hamile bıraktım.”


Yu’nun geçmişte kızlarla ilişkileri olabileceğini düşünmüştü. Sonuçta yakışıklı ve zeki birisiydi, ilgi çekmesi doğaldı. Yu geçmişinde kızlarla ilgilenmediğini söylediğinde de mutlu olmuştu.


Ama şimdi bunu duymak kalbini kırıyordu. Böyle bir şeyin yaşanmış olabileceğini zaten düşünmesine rağmen Yu’nun bunu yapmış olması yüreğinde yaralar açıyor ve onu üzüyordu.


“Sonra da alkolün etkisiyle, o hekimin ailesine bulaşan çeteye saldırmak isteyince şehrin yanmasına sebebiyet verdim. Ardından insanları örgütleyişimi hatırlasam da…” Konuşmaya devam etmeden önce yutkundu. “Aslında, bu kadar. Bu suçu işledim. Bahanelerin ne önemi var ki?”


Yu’yu öldürmek bir insanlık görevi olsa gerekti. Onu öldürmemesine, boğazına atlayıp hayatına son vermemesine engel olan şey aşktı. Ona duyduğu aşk, günah gibiydi. Şimdi ne demek istediğini anlıyordu.


“Şehirden kaçtım ve beni Vazgeçilenler isimli bir grup buldu. Onlar katil ve tecavüzcüydü. Muhtemelen şehre yapılan saldırıyla bir ilgileri vardı. Beni önemli biriymişim gibi yanlarına aldılar, kendilerinden daha iyi imkânlar sundular, dövüşmeyi öğrettiler ama benden onlar için öldürmemi de istediler. Onlarla birlikte bir köye saldırdım, masum insanları katlettim ve onlara yardımcı olarak daha fazla kadını mağdur etmelerinde pay sahibi oldum. Saldıracağımız ikinci köyde tuzağa çekildik ve bir şeytanın esiri oldum. Orada… Aklımı kaybetmiş bir hâldeyken şeytanla da zina ettim.”


“Neden bunu bana söylüyorsun?!” dedi dişini sıkarak. “Neden? Neden?”


“Çünkü sır saklamak istemiyorum. Sır saklayamam…” diye yanıtladı Yu anlatmaya devam etmeden önce. “Oradan kurtulduktan sonra Kral Dağı’nın kuzey yakasındaki bir köye gittik. Dağın içinde bir tanrının mezarı vardı ve amacımız o tanrının nâşına ulaşmaktı. O köyde de başka bir kadınla zina ettim.”


Sivina’nın yüzü iyice düşmüştü. Anlattığı şeylerden sonra onu en çok rahatsız eden şeyin başka kadınlarla yaptığı şeyler olmasına diyecek söz bulamıyordu. Kendisi de kötü biriydi, berbattı. O kadar şey arasından… Affedilmesi imkânsız onca suçun arasından onu en çok rahatsız eden kıskançlıktı. Normal bir insan değildi.


“Dağın içinde, tanrının kabrinde bizi tanrısının vücudunu korumak isteyen bir melek karşıladı. Onu yenememiştik ve sonra köydeki başka bir iş için kuzeydeki kartal dağlarına bir şeytanı öldürmeye gittim.”


“Berbat bir anlatım,” dedi sakince.


“Daha sonra detaylandırırım,” diye yanıtladı Yu. “Şeytanın ölümünden sonra beni bir tanrıça karşıladı, Nefaera… Bana senin ve Cornelia’nın Vermia’da olduğunu söyledi. Onunla da-”


“Anladım.” İnandırıcı değildi ama inanacaktı.


“Üzgünüm.” En azından Yu gerçekten üzgün duruyordu. “Bana bir mızrak verdi ve onunla meleği öldürebileceğimi söyledi. O cennete geri döndü ve ben de melekle savaşmaya. Meleği öldürdük ve Vazgeçilenlerin de neredeyse hepsi öldü. Birkaçını ben öldürmüştüm. Onların kölelerini güvenli bir yere ulaştırmak için Roteur isimli bir kasabaya gittim, oradan da senin yanına gelmeyi planlıyordum fakat gece kaçırıldım.”


Güneş artık tamamen batmak üzereydi, çok az bir ışığı dünyaya yayıyordu ve hâlâ Ayulke’nin onları çağırmamasına şaşırıyordu. Kadın onları rahatsız etmek istememiş olmalıydı.


“Bir yıl, Sivina…” Yu ağlamak ve ağlamamak arasında kaldı, kendini tutuyordu. “Bir yıl boyunca bana işkence ettiler… Her yerimi parçaladılar, sakat bıraktılar ve yaktılar… Sürekli… Sürekli… Tüm günahlarımın bedeli olarak… Sonun geldiğini düşündüm… HAHAHAHA! Ne kadar da kolay anlatıyorum? Hayır, deli değilim… Keşke öyle olsaydım…”


Yu’nun ellerini sıktı, sıcaktı ve parmak uçları suda uzun süre kaldığı için buruşmuştu. Duyduğu her şey canını bir öncekinden daha çok yakıyordu.


“Ama kurtarıldım? Bugün, bu sabah, Azerel isimli biri tarafından.”


“Ben de sana bunu soracaktım,” dedi Sivina. “İlk karşılaştığımızda seni… Duvara vuran adam…”


“Bir yüksek elf, benimle aynı amacı paylaştığını söyledi. Zamanı geri sarmam için beni kurtardı, iyileştirdi ve kaleden çıkarttı. Cornelia’yı öldürttü, Sivina… Sonra da Amelia’yı ve benim… Bebeğimi… Hıhahaha! HAHAHAHA!”


Gülüyordu, kahkaha atıyordu; komik bir şey yoktu, acı çekiyordu. Zaten daha önce birkaç defa tanık olmuştu, Yu sinirlerini bozan bir şey yaşandığı zaman gülüyordu.


Hiç nefes almadan konuştu. “Bana dedi ki geçmişinden bir şey bırakmamalısın ve karşı koymaya çalıştım ve öldürdü… Başaramadım…”


Hikâyenin doğru olmasını istiyordu. Eğer doğru değilse onun kendi çocuğunu, bir bebeği öldürecek kadar gaddar biri olmasını kabul edemezdi. Yaptığı yabancıları öldürmekten farklıydı, canavarlığın sonuydu.


Diyecek herhangi bir şey de bulamıyordu. Ne diyebilirdi ki? Onu öldürmek yapabileceği tek şeydi ve bunu da yapamazdı.


“Sonra…”


“Bu kısmı çabuk geçmek istiyorsun yani…” Yu gözlerini kapattı. “Neden yüzüme vurmaktan çekiniyorsun? Bu suç affedilemez.”


Sivina yanıt vermedi.


“Gözlerimi açtığımda baygındın. Yanında bir ceset vardı. Seni aldım, şehirden çıktım. Ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum. Aslına bakarsan o anları hatırlamıyorum. Sadece insanların yanına vardım ve şimdi buradayız. Uyandığımda o kadına bize yardım etmesi için para teklif ettim ama kabul etmedi. Yine de yardım etti.”


“Şimdi de günahlarını itiraf ediyorsun. Arınmak için mi? Bu mudur?”


“Başaramadım,” diye yanıtladı. “Lider olmanın havalı olacağını düşündüm, birilerine emir vermek beni tatmin etti ve ben başaramadım. Benim yapımda insanları yönetmek yok, denediğimde ne olduğunu gördüm. Özgürlük bana fazla ve ihtiyacım olan tek şey düzen. Bu yüzden… Düzene sahip olmalıyım…”


“Konu nasıl buraya geldi?” diye sordu ama Yu yanıtlamadı. Güneş tamamen batana ve dünyada sadece yıldızların ışıltısı kalana dek konuşmadılar. Her ikisinin de zamana ihtiyacı vardı; Yu’nun atlatmak için, Sivina’nın da ona inanabilmek için zamana ihtiyacı vardı.


“Zamanı geri sarmam gerekiyor,” dedi. “Azarel bana yaşam süremi uzatacağını söyledi fakat ne kadar uzun olacak bilmiyorum. Brahatul İmparatorluğu’nda yer alan Asma Orman’dan bahsetti. Orada bir kraliçe var anladığım kadarıyla. Ondan Quasar Lütufu’nu almam gerektiğini söyledi, kendime âşık ederek.”


Rahatsız ediciydi. Yu konuşmayı sürdürdü.


“Oraya gitmek zorundayım. Senin bana anlatmak istediğin şeyler var mı?”


“Bir sürü. Sormak istediğim bir sürü şey de var. Nereden başlasam diye düşünüyorum. Sanırım anlattığın şeylerin en başından başlamalıyım…”


Sivina aklına gelen soruları soracaktı ki bir şey bunu yapmasına engel oldu. O şey Yu ya da başkası değildi, kendiliğinden sessizleşmişti.


“Öyleyse sana sormak ve aklındakileri anlatmak için bolca zaman verebilirim. Benim de anlatmam gereken bir sürü şey var. Bir sürü… Nereden başlamam gerektiğini bilmediğim kadar çok şey. Rie, Yurine… Şeytanlar, Vazgeçilenler… Bazen, çoğu zaman, hiçbir şeye etki etmediğimi hissediyorum. Ya bir şeyler önceden hazırlanmış ya da…”


“Ya da ne?”


Yu başını iki yana salladı.


Ayulke’nin onları yemeğe davet etmek için rahatsız etmemesi garipti. Gece sökmüştü ve Yu ile birbirlerini zar zor görebiliyorlardı. Muhtemelen evdekiler çoktan yemeği bitirmişti bile ama hâlâ seslerini duymamıştı.


Buna müteşekkir mi olmalıydı? Öyle yapacaktı. İstediği kadar uzun bir zaman olmasa da Yu ile birazcık yalnız kalmalarına izin verilmişti.


“Benimle evlen,” dedi.


.


.


.


“Efendim?”


“Benimle evlen.”


.


.


.


“Ne?”


“Tek başıma yapamam, Sivina,” dedi Yu. İsmini o kadar güzel, o kadar samimi söylüyordu ki her duyuşunda Yu’nun kollarında erimek istiyordu. “Ben insanlara ne yapmasını söyleyecek kabiliyette biri değilim. Birisi benim yanımda olmalı, beni doğru yola sokmalı, bana ne yapacağımı söylemeli. Ben ancak bu şekilde insanlara zarar vermekten, onları üzmekten alıkonulabilirim, sanırım.”


“Bunu düşünmedin.”


Hiçbir şey düşünmüyor gibiydi, yalnızca konuşuyordu. Sinirden gülmeyi bıraktığı için herhangi bir şey hissedip hissetmediğinden emin değildi fakat Sivina'ya bir şeyler hissettirdiği kesindi.


“Düşünmedim,” diye kabul etti Yu. “En etkili değişimlerin en hızlı olanlar olduğunu fark ettim. Evlendikten sonra düşünebiliriz. Benimle evlen. Beni kontrol et ve ne yapmam gerektiğini söyle. Hayatıma yol göster. Kendimi tamamen sana sunayım ve beni bir adam yap çünkü benim aklıma başka bir şey gelmiyor. Ben yaptığım şeyle nasıl yaşarım bilmiyorum. Bana yol göster. Yalvarırım.”


Söylediklerinde samimi olup olmadığını da anlamıyordu. Yu'nun aklından geçenleri, kalbinden geçenleri anlamak mümkün değildi. Karşısındaki adama baktığında sadece karmakarışık bir düğüm görüyordu fakat düğüm tüm zorluğuna rağmen öylesine düzdü ki Yu hiçbir duygu yaşamıyor gibiydi.


“Geriye bir tek sen kaldın, Sivina,” dedi kalbini tekrar eriterek. “Belki kader böyle istiyordur. Birlikte gidelim, çölde o şeyi bulalım ve sonra ne yapmamız gerekiyorsa yaparak Nekoverine’ye ulaşalım. Zamanı birlikte düzeltelim ve sonra… Hastalığımı çözebilirsem birlikte yaşarız. Geri kalan her şeyden uzakta, zarar verebileceğim her şeyden uzakta. Çocuklarımız olur. Eğer benim yanımda olup yanlış şeyler yapmama engel olursan paramız da olur. Elhaven’e gideriz, istersen. İstemezsen başka bir yer de olur. Senin istediğin şeyleri yapar, senin istediğin hayatı yaşarız. Mutlu oluruz.”


“Yu…”


Duygularının anormalliği su götürmezdi. Böyle bir adama âşık olmamalıydı. Böyle bir adamdan uzak durmalıydı.


Lakin hissettiği şeyler tam tersini söylüyordu. Sanki birisi büyülü bir fidanı ruhuna dikmiş gibiydi ve o fidanın büyüyüp dalanmasına engel olamıyordu. Yaşanan sihir onun gücünün çok ötesindeydi.


Yu'ya bir kez daha baktı. Gerçekten, o bile ne dediğini bilmiyordu. Her şeyden sonra böyle bir teklifle karşısında durmasının absürtlüğü kelimelerle anlatılamazdı.


Yaşanan şeyin ne olduğunu merak etti.


Neyin ona bu hisleri yaşattığını merak etti.


Bu hisleri ona kazıyan tanrılara müteşekkir olmamalıydı ama mutlu hissetmemek elinde değildi.


“Benimle evlen.”

-------------------------

05.11.2022 - 20:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr