Cilt 4 - Bölüm 48: Sanfilia

avatar
228 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 48: Sanfilia


Cornelia Dri Vermilia’ya bağlılık yemini etmiş askerler, köydeki bakire ve dullara maceralarını ve girdikleri mücadeleleri anlatıyor; beğendikleriyle bir evlilik, olmadı günah gecesi yaşamak için uğraşıyordu.


Köyün yerli erkeklerinin bundan pek memnun olmadığını söylemek zor değildi. Sadece birkaç dakika önce bir kızın nişanlısı kavga çıkartmış ve tarafları birbirinden ayırana dek birkaç kemik kırılmıştı. Tekrar kavga çıkmaması için askerleri uyarmalarına rağmen bu sefer onlara yaklaşanlar köyün kızları olmuştu.


Çocuklar baharın gelişini kutlamak için yaktıkları alevlerin üstünden atlıyordu. Atlayamayacak kadar küçük çocuklarıysa anne ve babaları ellerinden tutarak alevlerin üstünden zıplatıyordu. Onların mutlu olduğunu görmek, görevi korumak olan bir şövalyeyi de mutlu etmeliydi fakat Sivina o şövalyelerden biri olma hakkını kaybetmişti.


“Elhaven’de şövalyeler ölümcüldür.” Ergenliğe girmek üzere olan çocukların ateşlere daha fazla dal atıp büyütmesini izlerken düşünüyordu. “Onların görevi daha fazla savaşmak, daha fazla ganimet elde etmektir. Babam bana onların aksine kuzeyin onurlu şövalyelerinden biri olmayı öğretse de gerçek ilki gibi ve ben babamın öğrettiği gibi bir şövalye olamadım. Belki de diğer adamlar haklıdır. Romantik şövalyeler en berbat şövalyeler. Yapmam gereken tek şey öldürmeye devam etmekti.”


Düşmüş Düşes’i Cornelia’nın oturduğu masa meydanın ortasındaydı ve kızlar ile oğlanlar onun önünde dans ediyordu. Cornelia biraz daha zayıflamıştı ve uzun süredir kılıç kullanmıyordu. Şarap kadehini ağzına götürürken yukarı kaldırdığı kolundan bileği gözüküyor ve hızlı kilo kaybından ötürü oluşan birkaç yara ortaya çıkıyordu.


Cornelia’nın yanında onu desteklemeyi seçmiş şövalye ailelerinin büyükleri bulunuyordu. Yaşlı olanlar oğulları için, genç olanlarsa kendileri için Cornelia’yı istiyordu. Cornelia ise çoğu zaman onları duymazdan geliyor ve dudaklarını sessizce oynatarak önündeki gösteriyi seyrediyordu.


“Burada durmaya devam edersem bazıları bana da göz dikecek,” diye düşündü. “Bazıları başlamış bile. Rahatsız edici.”

Onu izleyen gözlerden uzaklaşmak için kılıcını alarak oturduğu sandalyeden kalktı ve arkasında çember oluşturmuş köylülerin arasından geçip köyün dışına, bazı askerlerin şölenin düşman saldırısıyla bölünmemesi için nöbet tuttuğu sınıra doğru yürümeye başladı. Yürüdükçe arkasından gelen sesler azalıyordu ve sesler azaldıkça konforunun arttığını hissediyordu. Bir insan savaş alanında çok fazla gürültüye maruz kalınca hayatının her alanında gürültüden uzak olmak istiyordu.


Köy tamamen düzlük bir alana kurulmuştu. Orta Mora’nın hemen her kısmında olduğu gibi buradaki köylüler de tarımcılıkla geçimlerini sağladığı için köyün ilerisinde sonsuza dek uzanıyormuş gibi gözüken tarlalar vardı. Köylüler kışı başarıyla atlattıkları için yakında tekrar tarlalardaki işlerine dönecek ve sonraki kış için erzak depolamak için kollarını sıvayacaklardı.


Bir tarlanın başlangıcıyla köyün sınırı arasında ellerinde mızraklarıyla dolaşan iki asker vardı. İki asker de Sivina’yı gördüklerinde yerlerinde dondular. İkisi de ona bakmaya çekiniyordu ve biri cesaretini toplayıp onu selamladığında kekeledi.


“İ-iy-iyi akş-yak...”


“İyi akşamlar, asker,” dedi Sivina, onun daha fazla uğraşmasının önüne geçerek.


Sivina’nın yüzüne bakmaya utananlar genç oğlanlardı. Yere bakıyor ve onunla yüz yüze gelmekten kaçınıyorlardı. Sivina’ya bakmak istemiyor değillerdi, ona bakmayı ve muhtemelen daha fazlasını yapmayı istiyorlardı fakat her ne kadar Sivina da köylülerden bir üst konumda olsa da onun gibi birinin çok atlında olduklarının farkındalardı.


“Kutlamaya katılın,” dedi kılıcın kınını beline bağlarken. “Ben sizin yerinize buraya bakacağım.”


“Teşekkür ederiz!” dedi kendine güveni daha yüksek gözüken asker. Sonra kekeleyen askerin omzunu tutarak onu köye yönlendirdi ve birlikte yürümeye başladılar. Biraz uzaklaştıklarında gülmeye başlamışlardı.


Sivina tiksindiğini hissetti. Erkeklerin ilgisini çekmekten tiksiniyordu. Yapmak istediği tek şey tüm gün kılıcını sallamak ve birilerinin canını almaktı. Yapması gereken ve yapmakta iyi olduğu tek şey buydu.


Ve canını alabileceği bir aptalın karşısına çıkmasını umarak sınırda yürümeye başladı. Bir canavar bile olurdu. Hatta saldırgan bir hayvana bile tamamdı, bu gece sadece kan dökmek istiyordu.


Ama havada uçan bir kuş bile yoktu ve kılıcını çekmesini gerektirecek bir şeye sahip değildi. Böyle olması da canını daha çok sıkıyordu. Yapabileceği tek şey yıldızların altında yürümekti.


“Şu anda ne yapıyordur?” diye sordu kendine. “Yaşıyor mudur? Yaşamasını istiyorum. Ne yapmış olursa olsun…”


İddialar gerçekse bir şövalyenin görevi onu bulduğu gibi öldürmek olurdu. Tıpkı diğer tüm şeytanlar gibi o da hayatta kalmak için fazla tehlikeliydi. Buna rağmen onun ölmesini istemiyordu. Görmeyeli neredeyse bir yıl olmasına rağmen onu düşünmediği bir gece olmamıştı.


“Yu,” dedi alçakça. Sadece onun ismini anmak istemişti. “Yu, Yu Valarfin.”


Delirmek üzere olduğunu hissediyordu. Uzun bir sürenin ardından ismini dudaklarının arasına almak bile görünmez bir elin başından sonuna dek kalbini okşamasına yol açıyor, göğsünü yaşanmamış bir aşkın tutkusuyla şişiriyordu.


“Que vasta nimuris, si yora.”


Köyden çıkan ve ona yaklaşan Sör Galahad, ne anlama geldiğini çoktan unuttuğu eski bir El dilinden bir söz söylemişti. Anımsadığı kadarıyla gecenin güzel olmasıyla ilgiliydi.


“Ama senin kadar güzel olması mümkün değil,” dedi sonra Sör Galahad. “İnsanlardan bu kadar uzağa gelmenin bir sebebi var mı?”


Şövalye onunla aynı hizaya gelmiş ve yanında yürümeye başlamıştı. Çoğu zaman olduğu gibi yine gülümsüyordu.


“Yalnız kalmak istemiştim,” diye cevap verdi Sivina. Yalnızlığını bozan Sör Galahad’in anlaması için kelimeleri iyice vurguladı.


“Sanırım rahatsız ediyorum,” diyerek güldü Sör Galahad. “Yine de rahatsız etmeye devam edeceğim çünkü artık beyaz biriyle konuşmak istiyorum.”


“Diğerleri de yeterince beyaz gözüküyor.”


Sör Galahad iç çekti. “Ne demek istediğimi anladın.”


Bir süre konuşmadan birlikte yürüdüler. Nöbet alanının ucuna dek ilerliyor ve sonra diğer ucuna dönüyorlardı. Kutlama bitene ve yeni bir nöbetçi gelene dek bunu tekrar etmeye devam edecekti. Yu arada sırada ondan nöbet tutmasını istediği için geceleri uyanık olmaya alışıktı.


“Normalde güzel bir hanımefendinin şöleni terk etmesine erkekler pek kolay müsaade etmez. Hiç kimse seni dansa kaldırmak istemedi mi?”


“Muhtemelen istemişlerdir.” Kimin ne istediğini anlamak zor değildi. “Ama fazla güzel olunca kimse bunu soracak cesareti toplayamıyor.”


“Bir tavsiye olsun öyleyse; erkekler güzelliğinin farkında olmayan kızları daha tatlı bulur,” dedi Sör Galahad. “Ya da güzel olduğunun farkında değilmiş gibi davrananları.”


Sivina tavsiyeyle ilgilenmedi. “Umurumda değil,” dedi yürümeye ve onun yanından gitmesini ummaya devam ederken. Onu incitmemek için sert olmamaya çalışıyordu fakat biraz daha konuşursa kovacaktı.


“Kalbini elde etmek çok zor, huh?” Sör Galahad yere eğilip uzun bir ot parçası koparttı ve eliyle yolmaya başladı. “Böylesi de dahi iyi sanırım. Onlardan biri kalbini elde etmiş olsaydı kılıcımı çekmem gerekirdi.”


Sivina sorgularcasına Sör Galahad’e baktı. Ardından adam sözlerini toparlamak için uğraşmak zorunda kaldı.


“Demek istediğim bir yabancının, bir El kızına yaklaşması tüm Elliler gibi beni de huzursuz kılar. Bir Elli’nin de yabancılarla yakınlaşmak isteyeceğini düşünmüyorum, en azından ben istemiyorum. Bu yüzden seninle konuşmak hoşuma gidiyor.”


“Koruyuculuğunuz için teşekkür ederim, Sayın Şövalye,” dedi Sivina. “Ama kılıcınıza ihtiyacı olan kişi ben değilim, Cornelia.”


Söylediği her şey onu iliklerine kadar rahatsız etmişti. Bir silah arkadaşı olarak onu kabul edebilirdi fakat bu özel hayatı hakkında söz sahibi olacağı, ona yaklaşıp böyle konuşma hakkı alacağı anlamına gelmiyordu.


“Sahiden, kalbinin duvarları Elhaven’in surlarından daha kalın.” Sör Galahad parmaklarının arasındaki otun yarısını parçaladıktan sonra yere attı. “Umarım içeride o surları koruyacak biri yoktur, yoksa kılıçlarımızı gerçekten çekmemiz gerekecek.”


Sakinliğine kendisi de şaşırmıştı. Yu hakkında böyle konuşulmasından hoşlanmasa da sinirlenmek yerine yüzündeki soğuk ifadeyi korumaya devam ederek yürümeyi sürdürdü. Şu anda ona vurmak aklından geçiyordu ama bir yanı da bunu yapmasına gerek olmadığını söylüyordu.


“Keşke öyle biri yok deseydin,” dedi Sör Galahad. Güzelce taranmış sarı saçlarını başının arkasına atarken Sivina’nın bir adım önüne geçti. “Onun kim olduğunu öğrenebilir miyim? Senin ilgini çekebildiğine göre hafife alınmayacak biri olduğunu düşünüyorum. Bir yabancı mı? Soylu mu?”


“Artık gitsen iyi olur,” dedi Sivina. Sinirli olmasa da toleransı azalıyordu.


Sör Galahad gitmek yerine Sivina’nın önünde durdu. “İki erkeğin bir hanım uğruna dövüşmesi nadir değildir ve ben de bundan çekinmem. Hem bir adam, hem bir Elli hem de söz vermiş bir şövalye olarak, senin uğruna herhangi biriyle dövüşebilirim. Sen de Elhaven’de böyle dövüşleri görmüş, hatta babandan duymuşsundur. Dövüş çağrısı yapıldığında reddeden bir adam…”


Sör Galahad sözünü kesti ve Sivina’nın omuzlarını tuttu. Adamın elleri büyük ve güçlüydü ve kılıcı sürekli kullandığı için nasır tutmuştu. Ellerinde nasır olması onun El kanının saf olmadığı anlamına geliyordu.


“...hanımı hak eden bir adam değildir,” diye sözünü devam ettirdi Sör Galahad. “Eğer o her kimse ve bu kadar seviyorsan, bana ismini ver… İsmini ver ki o da seni seviyor mu öğrenelim.”


Onun ismini veremezdi. Yu Valarfin ismi tamamen suça bulanmıştı ve eğer hâlâ hayattaysa Galahad Uzunmızrak’ın onu bulup öldürmesini istemiyordu.


“Öyleyse hâlâ bir bâkireysen onu boşverelim,” dedi Sör Galahad. Sonra yüzünü, Sivina’nın yüzüne yaklaştırdı ve dudaklarından bir öpücük almayı amaçladı.


Sivina’nın yumruğu da tam bu esnada geldi. Bir eliyle onu itti ve bir elinin yumruğunu çenesine geçirip onu yere devirdi. Ancak tek bir kişinin ona bu kadar yaklaşmasına müsaade edebilirdi ve Galahad Uzunmızrak o kişi değildi.


“Bu bir kadından aldığım ilk ret.” Sör Galahad toprağın üstünde çenesini sıvazlıyordu. “Ve en sert ret. Nedenini anlayamıyorum.”


“Nedenini anlayamıyor musun?” diye sordu Sivina.“Yıldızlar ve ay bile yapamazken sen güneş kadar parlayabileceğini mi düşündün?”


Sözleri, Sör Galahad'i yumruktan fazla şaşırtmıştı.


Sivina, adamın iyice anlaması için devam etti. “Bu imkânsız. Bir daha bana bu şekilde yaklaştığınız takdirde kılıcımı çekeceğim, sör.”


Onun gitmesini beklemeden kendisi arkasını döndü ve terk ettiği köy meydanına doğru yürümeye başladı. “Sıra değişene dek nöbet yerinizi terk etmeyin lütfen,” dedi başını biraz çevirip hâlâ yerde oturan Sör Galahad’e bakarak ve kaldığı yerden yürümeye devam etti.


Gürültü hiç eksilmemişti ama artık çocuklar meydandan uzaklaşmış ve alanı yetişkinlere bırakmıştı. Kadınlar ortada bir çember oluşturmuştu ve adamlar onların çemberinin dışında daha büyük bir çember yapmıştı. Birkaç tur ayaklarını sallayarak döndükten sonra geniş çemberdeki her adam küçük çemberdeki kadınları ellerinden yakaladı ve kendi etraflarında birkaç tur döndükten sonra birbirlerini bıraktı. Artık küçük çemberi adamlar, büyük çemberi kadınlar oluşturuyordu.


“Düşesim,” diye selamladı Sivina, Cornelia’nın yanındaki boşalan sandalyeye otururken.


Cornelia göz ucuyla ona bakarken selamını almadı. Cornelia’nın normal davranışı bu olduğu için Sivina buna gücenmeyecekti.


“Biraz daha yemelisiniz, güçten düşüyorsunuz.”


Cornelia buna da cevap vermedi. Önüne krallara layık bir sofra kurulmuştu ama o sadece şarap içiyordu.


“Onunla kız kardeşler olacağımızı düşünmüştüm.”


El halkı savaşçıydı ve savaşlarda erkekler ölürdü. Arkadaşları, ölen erkeklerin dullarını ve kızlarını korumak için evli olsalar da yine evlenirdi. Bu yüzden, her ne kadar kendi babası sadece tek eş almış olsa da Sivina çok eşlilik konseptine yabancı değildi ve Yu’nun hem onunla hem de Cornelia ile evleneceğini hayal etmiş; bunu herkesin mutlu olacağı senaryo olarak kabul etmişti.


Yu’nun konu hakkındaki düşüncelerini öğrendikten sonra sadece birisinin seçilebileceğini öğrendiği için hem mutlu olmuş hem de üzülmüştü.


Mutlu olmuştu çünkü Yu’nun onu seçeceğini düşünmüştü. Üzülmüştü çünkü Cornelia bu senaryoda mutsuz olacaktı.


“Onu öldüreceğim,” dedi Cornelia, ilk kez konuşuyordu. “Onu öldüreceğim… Biliyorum, duyuyorum… Vermia’da, hâlâ… Fısıldıyorlar… Öldüreceğim…”


Kalbinde onun delirişini önleyemediği için bir burukluk ve onun delirmesini sağladığı için sevdiği adama karşı bir kırgınlık vardı. Cornelia'yı bu hâlde gördükçe kazanacaklarına olan inancı azalıyordu.


“Hanımefendi?”


Cornelia kendi kendine konuşmaya başlayınca onun yanında oturan şövalyelerden Yaşlı Sharon Anadili hanımına doğru eğilerek onu kontrol etmeye çalıştı. Cornelia her zamanki gibi onu umursamadı ve dansa odaklanıp kendi kendine konuşmaya devam etti.


“Onlar da böyle olabilirdi… Böyle olabilirdi… Öldürdü…” Cornelia’nın zayıf parmakları titremeye başladı ve titremesi tüm vücuduna yayılırken sadece tek bir şeyi söyler oldu. “Valarfin… Valarfin… Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin, Valarfin!”


“Düşes!”


Masadaki şövalyeler Cornelia’nın iyice çıldırmasıyla müdahale etmek için ayağa kalkmak istese de Sivina tek bir işaretle hepsini yerine oturttu. Halkın desteği bu kadar önemliyken köylülerin önünde Cornelia’nın sorunlu biri olduğunu gösteremezlerdi.


“Devam edin,” dedi Cornelia’yı omuzlarından tutup kaldırırken. “Kimseye bir şey söylemeyin. Düşes hazretleri önemli bir mevzu ile ilgilenmek üzere odasına çekiliyor. Önemli bir şey olursa gelirsiniz.”


Cornelia öldürmek istediği adamın ismini sayıklamaya devam ederken Sivina onu kaldığı kulübeye götürmek için yürüdü. Yolda Sör Galahad ile karşılaşmasına rağmen adam soğuk bir şekilde onlara bakmak dışında bir şey yapmadı. Bir yardım eli bile uzatmamıştı.


Sivina, Cornelia’yı kulübenin içine soktu ve onun inanılmaz bir şekilde terli olması sebebiyle kıyafetlerini çıkartıp yatağa yatırdı. Düşesi onun ismini sayıklamaya devam ediyordu.


“Duymuyor musun?” diye sordu Sivina’nın bileğini tutup. “Herkes söylüyor. O şeytan hâlâ evimi kirletiyor. Öldürecek… Öldürecek!”


Cornelia sayıklamaya devam etti. Sivina onun baş ucuna oturup elini tuttu ve Cornelia uykuya dalana dek ona sevdiği adamı ne kadar çok öldürmek istediğini anlattı.

*************************
22.10.2022 - 20:50






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr