Cilt 4 - Bölüm 24: Pardisus (2/2)

avatar
262 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 24: Pardisus (2/2)


“Hayır, bu seferki elfler hazırlıklı. Destek olmak için köye gitmezsek Altar ve diğerleri ölebilir.”

 

“Erfrer hazırrık yapsa ne orur amına koyayım?” Xavi güldü. “Artar mizim diğerrerinin peşine düşeceğimizi düşünerek köye gitmiştir, hepsinin de anasını sikerrer. Merak etme.”

 

“Bu çok tembelce bir düşünce, eğer-”

 

“Kapa çeneni,” dedi Raki. Tüm grup Xavi’yi onaylıyordu.

 

 “Güneye kaçanrarın sayısı daha fazra gözüküyor. Onrarın peşinden gitmek daha iyi,” dedi Papurgir. “Menim orospurar kesin onrarın arasındadır. Onrarı ördürene dek sikeceğim.”

 

“O sikre mirini ördürmek zor orsa gerek,” dedi Xavi, onunla uğraşmayı seviyordu. “Karkmış hâri menimkinin inik hâri kadardır herhârde.”

 

“Kes sesini. Sen annenin memesinden süt emerken men götünü sikiyordum.”

 

Xavi, Papurgir’i itti. “Ana bacı katma orospu çocuğu.”

 

“Yeter mu kadar.” Raki, Xavi’yi omzundan ve Papurgir’i başından tutarak ayırdı. “Yora devam edeceğiz. Köre tacirreri gerdiğinde verecek köremiz ormazsa Artar sinirden kudurur.”

 

Yürüdükleri yeni yol öncekinden daha tekinsiz ve karanlık gözüküyordu. Yu etrafına baktığı gibi arada sırada yere bakıyor ve takip ettikleri izlerden bir şeyler anlamayı deniyordu. Fark ettiği bir şey izlerin gittikçe silikleştiğiydi. Sebebi üstünden zaman geçmesi de değildi; toprak gittikçe sertleşiyor ve yerini taşa bırakıyordu.

 

Çeliğin altındaki tüyleri ürperdi. Rüzgâr, ağaç dallarını yerinden oynatmış ama hiçbir ses çıkarmamıştı. Orman beş dakika önce olduğundan daha korkutucuydu. Yu ağaçların arasına bakarken bir çift beyaz parıltı gördü. Parıltı, Yu tarafından yakalandığını fark edince hemen yok oldu.

 

“Orada bir şey gördüm,” dedi Yu. Kılıcıyla ağaçların arasını işaret etti.

 

“Ormandayız, Vararfin,” dedi Raki. “Orada ve murada mir sürü şey göremirirsin.”

 

“Mesera murada mir mağara var,” dedi Papurgir. “İzrer de kaymormuş. Oraya sığınmış ormasınrar?”

 

Yu’nun söylediği şeyi hiç umursamadılar ve kendi aralarında konuşmaya başladılar. Köye gitmek konusundaki fikrini dinlemeyecekleri için tartışmayı sürdürmemişti ama şimdi canı söz konusuyken onları tehlikeli bir şey olduğuna ikna etmek zorundaydı.

 

“Bunun bir tuzak olduğunu anlamak için zeki olmaya gerek yok,” dedi. Önlem olarak diğerlerine yaklaşmıştı. “Karşımızdakiler akılsız yaratıklar değil, bizi mağaraya çekmek istemişler işte. Oraya girdiğimizde de öldürecekler.”

 

Yine görmezden gelineceğini düşünmüştü ama bu sefer dediklerini diğerleri de kabul ediyordu. Başlarını sallayarak onu onayladılar.

 

“Munu miz de anrayamiriyoruz, geri zekârı değiriz,” dedi Xavi.

 

“Aynen.” Yu mağaranın girişini işaret etti. “Elflerin kılıçlarını gördüm, kısa olduğu için tek elle kullanıyorlardı. Bizim kılıçlarımız onlarınkine nispeten daha uzun, mağarada sıkıntı çıkarır. Zaten burayı seçtilerse bir bildikleri de vardır, çoktan mağaranın içinde bir yol ayaralyıp köleleri kurtarmışlardır. Dediğim gibi, köylerine gitmeyi seçmeliydik. Eğer hemen dönersek fazla zaman kaybetmemiş oluruz.”

 

Papurgir baltasını yere vurdu. “Hay amına koyayım.”

 

Vazgeçilenler ne kadar güçlü olursa olsun rakibi hor görüp tuzağa yürümek aptallıktı. Buraya boşuna gelmişlerdi. Yu geri dönmek ve köye gidip yapmak zorunda olduğunu düşündüğü şeyi yapmak için yürümeye başladı.

 

Lakin ona engel olmak isteyen bir yaratık vardı!

 

İnce, soğuk ve keskin bir ses, sesi çıkarandan önce geldi. Yu refleks olarak kılıcını havada salladı ve bir anda önünde beliren gri cisme vurdu. Vurduğu şey köpek gibi inleyerek yere yığıldı ve kırmızı kanı ağaçların üstüne sıçradı.

 

“O neydi ran?!” diye bağırdı Gustav.

 

Yaratığın vücudu tamamen griydi. Uzun boyluydu; uzun bacakları, kolları, parmakları ve kafası vardı. Vücudu inceydi ve dişleri insan dişlerine benzese de daha büyüktü.

 

“Bir şey var demiştim!” Yu miğferinin altından kaşlarını çattı. “Daha fazlası var! Ne bunlar?!”

 

Raki sakince mırıldadı. “Mirmiyorum...”

 

Uzun gri yaratıklar ağaçların arasından bir bir çıkarken etraflarının sarıldığını fark etmeleri fazla sürmedi. Onları mağaraya girmeye zorlayacaklardı.

 

Yu onları yenip yenemeyeceklerini düşünürken sayılarının absürt derecede fazla olduğunu gördü. Sanki bölünerek çoğalmış, önce sayıları iki elin parmağını geçmezken şimdi yüzü aşmıştı. Gözleri tıpkı Yu’nun gördüğü gibi parlak ve beyazdı.

 

“Munrar nereden çıktı amına koyayım?”

 

“Kaçarı yok, orospu evratrarı mizi mağaraya sokacak.”

 

Zırhların şıngırdadığını duymuş ve mağaraya doğru ilerlediklerini anlamıştı. Üstüne doğru bilinçsizce atlayan bir yaratığa daha kılıcını savururken bağırdı.

 

“GİTMEYİN!” Kılıcı yaratığın başını ikiye bölmüştü. “MAĞARAYA GİRMEMİZİ İSTİYORLARSA BİZİ BURADA ÖLDÜRECEK KADAR GÜÇLÜ DEĞİLLER!”

 

Az önce saldıran yaratık onun tezini kanıtlar nitelikteydi. Kolayca ölmüştü. Başı o kadar kolay kesilmişti ki bir kafatası olduğunu söylemesi güçtü.

 

Eğer onları öldürmek istiyorlarsa ve bunu yapacak güçleri varsa mağaraya sokmakla uğraşmalarına gerek yoktu, bunu hemen burada yapabilirlerdi. Onları mağaraya sokmak istiyorlarsa burada baş edecek güçleri olmadığı anlamına geliyordu.

 

“Ne saçmarıyorsun Vararfin!”

 

Arkasında bağıranın kim olduğunu bilmiyordu ama üstüne gelen yaratıkları kolayca öldürebileceğini biliyordu. Bu basit mantığı kurması zor değildi.

 

“HAYIR!” diye bağırdı biri onu pelerininden tutup çekerken. “BU BİR TUZAK! ONLARI YENEBİLİRİZ!”

 

Vazgeçilenler daha aptal ama daha güçlüydü. Gri yaratıkların çoğu beklerken yalnızca birkaçı onlara saldırdı ve Yu mağaranın içine sürüklenirken kolayca öldüler. Bunun bir tuzak olduğunu anlayamayacak kadar aptal olan bu insanların elinde güç olması Yu’yu öfkelendiriyordu.

 

Önce Yu’yu mağaraya attılar, ardından kendileri girdiler. Yaratıklar toplanıp mağaranın girişini kapattı ve mağara tamamen karanlığa mahkûm kaldı.

 

“NE YAPTINIZ SİZ!”

 

Artık mağarada mahsur kalmışlar ve Yu’ya göre kurtulma şanslarını kaybetmişlerdi. Bir meşale yanmaya başladığında Yu yanağına yumruk yedi. Yüzündeki miğfere rağmen canı yanmıştı.

 

 “Ne-”

 

“Kapa çeneni, Vararfin,” dedi Raki. “Tuzak orduğunu miz de miriyoruz. Yine de onrarra savaşamayız. Sayırarı çok fazra. Gençriğinin seni örüme sürükremesine izin verme.”

 

“Sanki şimdi ölüme sürüklenmedik.”

 

“Şimdi miraz daha yaşayacağız.”

 

“Bizi öldüremezlerdi ki!”

 

“Kapa çeneni!”

 

Yu hâlâ onlarla savaşmaları gerektiğini düşünürken gri yaratıklar mağaranın girişinde beklemeye devam ediyordu.

 

“Onlarla savaşmak zorundayız...” Bir şey fark etti. “Ben onlardan korkmuyorum.”

 

Ona cesaret veren şey belki kılıcıydı, belki kendisinin de onlara göre bir canavar olduğunu düşündüğü için korkmuyordu. Cesaretin kaynağı ne olursa olsun şu anda karşısında gördüğü yaratıklardan korkmadığına emindi.

 

“Korkmuyorum çünkü biliyorum. Onlar kadar ben de tehlikeliyim. Ben de bir canavarım. Bunu bildiğim için korkmuyorum. Üstelik onları görebiliyorum.”

 

Onlar sayı üstünlüğüne sahip korkutucu görünümlü canavarlar olsa da Yu Valarfin sempatik ve zeki bir canavardı. Kıyaslandıklarında onlardan daha tehlikeli, daha zararlıydı.

 

“Meşareyi atıp yakmayı deneyerim mi orospu çocukrarını?” diye sordu Papurgir.

 

Yu fikrin üzerine düşünülmesine bile izin vermedi, hızla cevapladı. “Duman yüzünden zehirlenip ölürsek ne olur? Kapalı alanda sen de bulunuyorsan bir şeyleri yakmayı düşünme.”

 

“Piç, cüceden akırrı.” Papurgir ile uğraşan Xavi kahkaha attı ve kahkahası mağaranın duvarlarında yankılandı.

 

Papurgir bu sefer herhangi bir tepki göstermedi. Baltasına sıkıca sarılıyordu. Yu onun bulunduğu durumdan tedirgin olduğunu hissetti.

 

“Cüceler mağaralara alışık, öyle değil mi?” diye sordu.

 

“Evet,” diye cevap verdi Papurgir.

 

“O zaman niye böyle saçma bir fikri ortaya attın ki?”

 

Burada beklemenin onları bir sonuca götüreceği yoktu. Birkaç dakikanın ardından hepsi sıkıldı ve yaşlı adam elindeki meşaleyi mağaranın derinlerine doğru tuttu. Gittikçe aşağıya inen karanlık bir çukurdu.

 

“İrerreyerim madem,” dedi Raki. “Yardım için mekremekten daha iyi.”

 

Yu sıkılsa da beklemeyi yeğlerdi. “Neresi daha iyi?”

 

“Götümüz ağrımaz.”

 

Herkes ona uyunca Yu grupla birlikte ilerlemek zorunda kaldı.

 

“Elfler muhtemelen bu yaratıklar üzerinde tam bir kontrole sahip değildir. Tetikleyebildikleri ama kontrol edemedikleri bir şey olsa gerek. Yaratıklar bizi mağaraya çekmek istediklerine göre aşağıda... Ananı sikeyim ya umarım bizi yiyecek bir canavar falan yoktur.”

 

Mağara büyük bir kaya yığınına oyulmuştu. Zemin de duvarlar gibi taştı ama yürürken yerden hiç ses çıkmıyordu. Birbirlerinin nefes alışlarını duyuyor ve zırhları şıngırdıyordu ama mağaranın kendisinden kaynaklı bir ses kulaklarına çarpmıyordu.

 

“A-”

 

Duydukları ses hepsinin arkasını dönmesini sağladı. Aralarından bir kişi eksilmişti.

 

“Moren?”

 

“MOREN!”

 

Vazgeçilenler kaybolan arkadaşlarına seslenirken sesleri mağaranın duvarlarında yankılandı.

 

Geldikleri yol tamamen düzdü, bir insanın geçebileceği herhangi bir geçit, kapı veya delik gibi bir şey yoktu. Tamamen düz olan duvarların arasında kaybolmayı başarması doğaüstü bir olaydı.

 

Xavi bağırdı. “OROSPU ÇOCUĞU MOREN! ŞAKANI DA SENİ DE SİKERİM! GER ŞURAYA!”

 

Yu da onun kadar stresli ve endişeli olsa da birisinin sakinliğini koruması gerektiğini biliyordu. Bunun bir tuzak olduğu en başından beri açıktı ve korkuya kapılmaları bu tuzağın bir parçasıydı. Mağaranın girişine geri dönmeleri gerekiyordu.

 

“Geldiğimiz yere geri dönelim. Canavarları öldürüp dışarı çıkalım. Yoksa teker teker-”

 

O cümlesini bitirmeden önce güzel kokulu bir kadının siluetini gördü. Yalnızca bir göz kırpma süresi kadardı ama gördüğü şeyin gerçekliğinden emindi. Griydi, uzun siyah saçları ve büyük dişleri vardı. Xavi’yi aldı ve duvarın içine girdi.

 

“X-xavi?” dedi Papurgir. Cücenin baltasını nasıl sıktığını görebiliyordu. “Duvara girdi! Duvara girdi amına koyayım?”

 

Raki kılıcını Xavi’nin girdiği duvara doğru uzattı. Kılıç duvara yaklaştıkça Yu’nun kalbi hızlanıyordu. Gözlerinin gördüğü üzere kılıcın duvara çarpması ve ilerlemeyi kesmesi gerekliydi.

 

Ama kılıç duvara değdiğinde ilerlemeye devam etti. Kılıcın yarısı içeri girince Raki kolunu geri çekti ve kılıcını duvardan çıkardı.

 

“Arkası moş,” dedi. Sonra da Papurgir’i duvara itti. “Git mak makayım ne varmış arkasında.”

 

Papurgir duvarın içinden geçerken duvarda hiçbir bozulma yaşanmamıştı, eski gerçekçiliğini koruyarak önlerinde durmaya devam ediyordu. Papurgir geri dönmedi.

 

“Hassiktir,” dedi yaşlı adam.

 

Bu esnada Gustav merakına yenik düşerek başını duvardan içeri soktu. Onun konuştuğunu duydular, Raki ve Yu’yu çağırıyordu.

 

“Muraya gerin,” dedi. “Murası... Harika...”

 

Raki duvara yaklaştı ve kafasını duvardan içeri soktu, sonra tüm bedeni duvarın karşısına geçti ve o da duvarın arkasında kalan Yu’ya seslendi.

 

“Muraya ger.”

 

Yu elini duvarın üstüne koyduğunda orada hiçbir katı maddeyi hissetmedi. Işıkla yapılmış bir illüzyon gibiydi. Tamamen duvarın arkasına geçtiğinde kendini ve diğer Vazgeçilenleri çok daha büyük bir mağaranın içerisinde buldu.

 

Aslında hayır, burası yalnızca bir mağara değildi. Cennetti.

-------------------------

11.08.2022 – 01:10






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr