Cilt 4 - Bölüm 19: Nidhogg (1/2)

avatar
261 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 19: Nidhogg (1/2)


Oğul’un hareketleriyle plaka zırhı şıngırdıyordu. Kendisi korkunç bir canavar olsa da aynı safta olmanın verdiği güven duygusunu reddedemezdi. Tabii bu güven duygusu iyi hissettiren bir şey değildi çünkü kazanacaklarına inanmasını sağlıyordu. Kazanmalarıysa masum insanların katledileceği ve tecavüze uğrayacağı anlamına gelmekteydi. Hissettiği güven onu içerisinde olduğu karanlık batakta biraz daha aşağıya çekmek dışında bir şey yapmıyordu.

 

Hızlıydı, ağırdı. Ağırlığı kollarının ve bacaklarının rakiplerine verdiği hasarı arttırıyordu ama dışarıdan izlendiğinde bir robot gibi gözüküyordu. Çevikliğini reddedemezdi, zıplayabiliyor ve kendi etrafında dönebiliyordu. İstese takla atabilirdi ve muhtemelen miğferin içinde kendini çok hareketli hissediyordu ama dışarıdan bakıldığında hareketleri bir makineyi andırıyordu.

 

Zırhının dışındayken de yeterince korkunçtu ve zırhının içindeyken düşmanlarına terör estiren, seri bir şekilde hareket eden daha korkunç bir yaratığa dönüşüyordu. Yu onun gibi biriyle baş edemezdi. O sadece Yu Zao gibi kahramanların durdurabileceği bir canavardı.

 

Savaştığı ve kendisini biçen, kolunu ve bacaklarını kesip Yurine ve Sivina’nın ölümünde yer edinen adamın burada olup onu ve tüm elfleri kurtarmasını istedi. Bir kahramana ihtiyacı vardı.

 

“Aaah!”

 

Elflerden biri mızrağını, Oğul’un koltuk altına saplamayı denedi. Oğul onu umursamadı ve bir başka elfe vurmak için kolunu salladığında mızrak zırha çarptı. Zırh onu korumuştu ve Oğul saldırıyı bile fark etmemişti.

 

Oğul birkaç adım ileriye attı ve kolunu savurdu. Ona saldıran elf, mızrağı ve kalkanıyla birlikte bir ağacın gövdesine çarptı. Ağacın gövdesi içeri göçmüştü.

 

“Canavar amına koyayım.”

 

Plaka zırhında açık kalan yerler azdı ve olanlar da zincir zırhla kaplanmıştı. Koltuk altı gibi zincir zırhla kaplayamadıkları yerde de deri vardı.

 

Gördüğü üzere Oğul öldürülebileceği az sayıdaki bölgeyi korumaya çalışmıyordu. Umurunda bile değildi, o bir deliydi ve kendine olabilecek şeyleri umursamadan önüne geleni öldürmeye çalışıyordu. Korkusuz delilik, onu olduğundan da daha tehlikeli yapıyordu. Bir şeyler kaybetmekten korkmayan insanları durdurmak zordu.

 

Bir elf mızrağını Oğul’a doğru savurarak bağırdı. “Esto! Rhaea!”

 

Mızrağı mavi bir şekilde parlamaya başladı, yardığı rüzgâr mızrağın etrafında toplanıyordu. Mızrak doğrudan Oğul’un başına inmek üzereydi.

 

“Arkadaşım için!” diye bağırdı Oğul ve mızrakla saldıran elfe tekme attı. Mızrak uzundu ama Oğul daha uzundu. Üstelik mızrak saplamak içindi, savurmak için değil. Bu yüzden Oğul elfe vurabileceği harika bir an yakalamış ve bunu kullanmıştı.

 

Elf arkadaşlarının arasına uçtu. Arkadaşlarına çarptığında birlikte yere düştüler, diğerleri kalkıyordu ama Oğul’un tekmesine maruz kalan elf hareketsiz bir şekilde yatmaktaydı.

 

Elfler ona doğru düzgün yaklaşmakta zorlanıyor, ona erişmek için kullandığı mızraklar yetersiz kalıyordu. Mızraklarıyla ona vurabilseler bile zırhı geçemiyorlardı.  Oğul’a saldırmak için kullandıkları toprak ve su büyüleri işlemiyordu ve oklar zırhında etki bile yaratmadan kırılıp yere düşüyordu.

 

Ama ateş büyülerinin etki etmeyeceğini söyleyemezdi. Şimdilik onu durdurmuyor, sadece çeliğin üstünde koyu lekeler bırakıyordu ama bir süre sonra zırh ısınacak ve Oğul içerisinde zor zamanlar yaşamaya başlayacaktı.

 

Evet, onu bu şekilde öldürebilirsin. Zırhını yak, kaskını çıkarmaya zorla. Beynini del. Beslenelim. Beslenelim, yiyelim... Birlikte...

 

Tüm bir köye karşı sayılarının, saldırıya geçmenin aptallık olacağı derecede az olduğunu düşünüyordu ama Oğul’un saf gücü sayıların ötesinde bir meseleydi. Sadece tek başına bile elflere karşı koyabileceğini düşündürtüyordu.

 

Sarı saçlarına beyaz çiçek yerleştiren büyük göğüslü elf kızı yanan bir kılıç taşıyordu. Kılıcını savurdu ve Oğul’a doğru bir ateş topu fırlattı. Ateş topuna rağmen Oğul yürüdü ve hiç saldırıya uğramamış gibi Elf kızın üstüne gitti.

 

“Erf memereri! Çok güzerrer!”

 

Elf kızın karşısındaki yaratık öyle büyük bir savaş gücüne sahipti ki tacizi yüzünden iğrenmeye vakit bile bulamamıştı. Kızı korumak için önüne geçen elfler Oğul tarafından ezildi, tahtadan kalkanları ve mızrakları onu durdurmayı başaramamıştı.

 

“Kalkanlar neden parçalanmıyor? Tahta değiller mi? Öyleler.”

 

Elflerin kalkanları Oğul’un tek saldırısıyla parçalara ayrılmalıydı, keza zırhları da öyle ama parçalara ayrılmak bir yana sanki saldırıya uğramamış gibi sapasağlam duruyorlardı.

 

 “Şu yaratıga bak cıgarını sıkayım! Hahaha!”

 

Marak koşar adım yürüdü ve insanüstü bir sıçrayış yaparak Oğul’u durdurmaya çalışan elflerin arasına atladı. Birisi ayaklarının altında ezilerek can vermişti.

 

“Est – Qya!”

 

Büyücü bir elfin asasından fırlayan su büyüsü çarptığı takdirde Marak’ın göğsünü delebilirdi ama Marak belini bükerek arkasına doğru eğildi ve büyüden kaçındı. Büyü ardı ardına duran ağaçların gövdesine isabet etmiş ve delip geçmişti.

 

Marak çok hızlıydı, çok çevikti. Yerinde durmuyor, sürekli kendi etrafında dönerek gelen saldırıları savunuyor veya kaçınıyordu. Yu’nun düşündüğü gibiydi, zırh konusunda endişe duymadan hafif bir şeyler giymişti çünkü saldırıların ona isabet etmeyeceğini biliyordu. Hızı onu tüm zırhlardan daha iyi bir şekilde koruyordu.

 

Harekete geç. İlerle.

 

Yere düşen elflerden bazıları ayağa kalkıp tekrar savaşıyordu, bazıları yerde öylece yatıyordu. Köylerini savunmak için ellerinden geleni yaptıkları belliydi ama iki canavara karşı koymak büyülerle birle zordu.

 

Büyü, Yu için inanılmaz bir güçtü ve büyücülerin düşmanları kolaylıkla alt edebileceğine inanıyordu. Yurine ona bu izlenimi vermişti. Şimdi elfler büyülerle bile iki kişiyi durduramıyorsa o iki kişinin gücünün boyutları hayal ettiğinin çok daha ötesinde olmalıydı.

 

“Deh!”

 

Yanındaki dört adam da harekete geçti ve atlarıyla birlikte düşmanlarının üstüne ilerledi. Yu kendi atını sürmeye başlamadan önce savaştıkları alana baktı. Evler hem yere hem de ağaçların üstüne inşa edilmişti ve ağaç evlerin içinde oklarla saldıran elfler bulunuyordu. Hatta bazıları büyüyle bile saldırıyordu.

 

Besle.

 

Elinde tuttuğu kılıç ile ilgili bir şey fark etti, kalbine sızıyordu. Kılıç bir zehir gibi kalbine giriyor ve önemli kişiler için ayırdığı yerleri işgal ediyordu.

 

Sen de istiyorsun.

 

Kılıcın rengini sömürdüğü alan gittikçe büyüyordu. Ona çarpan ışık karanlığa karışıyor, kılıcın oluşturduğu gri dünya Yu’nun gözüne çarpan renkleri yerinden ediyordu.

 

“Deh!”

 

Siyah atına komut verdi ve elflerin üstüne sürmeye başladı. Elf savaşçıları sadece iki kişi olan Oğul ve Marak ile meşgul olduğu için Yu’nun önünden giden dört kişi kolayca saldırıya geçmişti ve Yu da aynı şekilde kolayca saldırıya geçebilecekti.

 

Kalkanının bağlı olduğu eliyle atın dizginini tutuyordu, kılıcı elindeydi ve süratle ilerliyordu. Başına hızla çarpan bir şeyin sesini duydu, sonra gözünün yanından geçen kırık bir tahta parçası gördü. Okla vurulmuş ama miğferi onu ölümden korumuştu.

 

Bir elfin üzerine doğru sürdü. Elf önce mızrağını doğrulttu ve atın üstüne gelmesini bekledi ama sonra fikrini değiştirdi. Mızrağı ata saplayıp Yu’yu düşürmeyi deneyebilirdi fakat bunu yapmak yerine kalkanının arkasına sığınmayı tercih etmişti.

 

Kötü bir karardı, atın üstünde ilerleyen Yu kendine küçük bir açı vererek eğildi ve omzundan aldığı güçle kolunu savurdu. Atın hızı ve kendi gücü birleşmişti. Siyah kılıcı, elfin büyülü kalkanına çarptığında ışığı emen ufak çaplı bir patlama gerçekleşti ve tahtadan kalkan parçalandı, kılıç aynı şekilde tahta zırhı da parçaladı ve elfin göğsünü yararak yoluna devam etti.

 

Daha fazla... Daha fazla...

 

Sarhoş değildi, akıl sağlığı bazı maddelerin etkisinde de değildi. Kendini korumak için de öldürmemişti. Öldürmüştü çünkü ondan bunu yapması bekleniyordu, eğer öldürmeyi reddederse öleceğinden değil acı çekeceğinden korkuyordu.

 

Ama öldürme sebebinin sadece bu olduğundan emin değildi. Birilerine ‘eğer öldürmezsem bana zarar verirlerdi’ şeklinde bir bahane sunabilirdi, buna kendisi de inanabilirdi ama öldürmekten aldığı zevk, bir hayata son vermenin yaşattığı güç duygusu kendine söyleyeceği yalanı çiğniyordu.

 

Elfi öldürmüştü, yaptığı diğer her şeyde olduğu gibi kötü bir şey yaptığının farkındaydı ama... Ama çok güçlü hissediyordu. Hissettiği güç ona istediği her şeyi yapabileceğini söylüyordu. Öldürdükçe ölümün kendisine ve Yurine’nin kaybına duyduğu öfke ve keder azalıyor, azaldıktan sonra başkalarını da öldürebilmesi için yeni bir öfke kazanıyordu.

 

Yoluna devam ettiği sırada bir başka ok sağ kolunun üstündeki çeliğe çarpıp parçalandı. Yu atını çevirdi ve tekrar elflerin üstüne doğru sürdü.

 

“Hıaaa!” Bir elf ortaya atıldı. “Al bunu!”

 

Atı elfin ani çıkışından korkmuş ve şaha kalkmıştı. Yu kalkanını başının önüne çekti ve elfin mızrağından suratını korudu. Eğer kendini korumasaydı elf, mızrağını Yu’nun miğferinin açık kısmından yüzüne sokmaya çalışacaktı.

 

Elfin mızrağının menzili Yu’nun kılıcının menzilinden uzundu, bu yüzden Yu’un savurduğu kılıç sadece havayı kesti ve elfin mızrağına karşı savunmasız kaldı. Elf mızrağını ileriye uzattığında az kalsın sağ kolunun koltuk altına isabet edecekti, Yu son anda sağ tarafına eğildi ve saldırının göğsündeki çeliğe isabet etmesini sağladı.

 

“Yürü!”

 

Ata bacaklarıyla komut verdi ve elfin üstüne ilerlemesini sağladı. Elf, attan kaçınmaya çalışırken at onu çiğnemeyi deniyordu. Yu da yukarıdaki kılıcını sallıyor, elfe vurmaya çalışıyor ve onu çiğnemeye çalışan atına destek oluyordu.

 

Elf ilginç bir hareket yaptı, onu ezmeye çalışan attan kurtulmak için yere çömelip geriye doğru bir takla attı ve ayağa kalktığı gibi mızrağını Yu’ya uzattı. Yu mızrağı kılıcıyla itti ve iki adam için de alışıldık olmayan bir durum yaşandı. Yu’nun atı, elfin mızrağı tuttuğu elini ısırdı.

 

“Aaah! Aaaahhhh!”

 

Elf ormanda pek fazla at görmediği için bilmiyor olmalıydı ama Yu’nun sürdüğü at bir savaş atıydı ve insanları çiğnemek, tekmelemek ve ısırmak üzere eğitiliyordu. Yani atın yaptığı şey, yapması gereken şeydi ve bunun için eğitilmişti.

 

Yu bir savaş atı sürdüğünü ve savaş atlarının böyle şeyler için eğitildiğini biliyordu ama kendi atının böyle bir şey yapmayacağını düşünmesi sadece tecrübe eksikliğinden kaynaklıydı. Önceden sürdüğü at olan Başak, Rie’den kalmıştı ve oldukça gençti. Rie o atı savaşmak için kullanmayacak olmalıydı ki savaş atlarının aldığı eğitimi de vermemişti.

 

Dolayısıyla önceki atı böyle şeyler yapmadığı için Yu şimdiki atının da böyle şeyler yapmayacağını düşünüyordu. Oysaki at, elfi çiğnemeye çalıştığında bunu anlaması gerekirdi.

 

At, elfin elini bırakıp onu itti ve sonra çiğnedi. Elfin kemikleri kırılmıştı. Yu atına devam etmesi için bacaklarıyla komut verdi ama at, bir ateş topu Yu’nun kalkanına çarpana dek komuta uymadı.

 

Ateş büyüsü sıcaktı, kalkanına çarpsa bile havayı ısıtışını ve sıcak havanın yüzüne vuruşunu hissedebiliyordu. Elfler çelik zırhların içindeki düşmanlara alev büyüsüyle saldırmaya devam ederse onları durdurabilirdi.

 

Ama bunu yapmak elfler için zordu. Bir meydan savaşında çelik zırhlı rakiplerini ateş büyüleriyle durdurmayı başarmaları işten bile olmazdı ama aynı şeyi ormanda yapamıyorlardı. Büyülerini dikkatlice kullanmalıydılar aksi takdirde hedefini ıskalayan bir büyü ağaçlara isabet eder ve kendi elleriyle kendi evlerini yakmış olurlardı.

 

Bu yüzden oldukça hareketli olan Marak’a veya diğer Vazgeçilenlere değil de Oğul’a alev büyüsüyle saldırıyorlardı. Onu ıskalama şansları düşüktü ve elflerden biri Yu’yu da ıskalamayacağını düşünmüş olmalıydı. Yanlış düşünmemişti.

 

Yu’nun atı ateşin geldiği yönün tersine ilerledi. Marak’ın üzerine doğru koşuyordu. Marak ise dört kolunu da etkileyici bir şekilde kullanıyor, elflerin büyülü kalkanlarını ve hafif zırhlarını aşamasa da vücutlarının savunmasız kısımlarını ezip, parçalıyordu.

 

Yu’nun atı tanıdığı Marak’a saldırmadı ama tanımadığı elfleri çiğnemek için üzerlerine gitti. Marak’a saldıran elflerden bazıları Yu’nun gelişiyle dağılmak zorunda kalmış ve onu hedeflemişlerdi. Marak ise azalan düşman sayısıyla daha rahat hareket etmeye başlamış ve önündeki elfleri öldürmüştü.

 

“Afarın valat!” dedi Marak.

 

Yu övgü aldığı için memnun değildi. Atının onu da ezmesini isterdi ama aralarındaki farka bakılırsa Marak atı ezmeye daha yatkın görünüyordu.

 

Etrafında birden fazla elf olduğu için Yu saldırmakta zorlanıyordu. Atını kontrol etmenin zorluğunu anladığında onunla uğraşmayı bırakmış ve hem kalkanı hem kılıcıyla kendini savunmaya başlamıştı. Atı böyle durumlara alışık olacak ki sürekli hareket ederek elflerin bitirici saldırılar yapmasını engelliyordu ama bu hareketlilik, böyle bir hareketliliğe alışık olmayan Yu’nun işini zorlaştırıyordu.

 

“Tch... Aah... AH! OROSPU ÇOCUKLARI!”

 

Sırtına aniden çarpan büyük bir nesne, Yu’yu atının yelesine doğru eğdi. Bir elf büyük bir kayayı Yu’nun sırtına fırlatmıştı. Çelik zırh ezilmiş ve Yu’nun canını yakmıştı. Kemikleri sızlıyordu, ezik yüzünden rahat edemiyordu.

 

Savunmasız kalmıştı. Elflerden birinin mızrağı miğferine çarptı ama miğferin önündeki açıklıktan içeri girmek yerine başının arkasına doğru gitti, atın hareketi yüzünden elf düzgün bir saldırı yapamamıştı.

 

Mızrağını ve kalkanını kaybetmiş bir elf Yu’nun sol kolundaki kalkana sarıldı. At kendi etrafında dönerken o da dönüyor ve Yu’nun savunmasını azaltmaya çalışıyordu. Ne kadar aptalca bir hamle olduğundan bahsetmeye gerek yoktu, yaptığı şey onun ölümüyle sonuçlanacaktı ama Yu’nun kalkanı tutuğu parçayı ve kayışı kopararak kalkanı Yu’nun elinden almayı başarmıştı.

 

Tabii aldığı kalkanla kendini savunamadı ve arkadaşları o kalkanı almaya çalışırken Yu’ya saldırmayı başaramadı. At, Yu’nun kalkanını alan elfe bir çifte attı ve elf yere düştüğü gibi can verdi.

 

“Korudum sanı valat,” dedi Marak.

 

Yu atının üstündeki hâkimiyetini geri kazanıyordu ve elflerin o savunmasız kalmışken onu öldürememesinin sebebi Marak’ın onu savunmuş olmasıydı.

 

Zayıflama! Sert, çelik gibi, benim gibi.

 

Teşekkür etmeyecekti, ona minnet duymuyordu.

 

Kanlar bile rengini griye bırakırken Yu’nun atı ileri atıldı ve Yu kılıcını bir elfin boynundan içeri soktu. Birini daha boynundan öldürmüştü. Kılıç yumuşak bir noktadan içeri girmiş, kemiği ayırmış ve atın harekete devam etmesiyle boynunu parçalayıp çıkmıştı.

 

Yanlış olduğunun hâlâ farkındaydı ama öldürmekten aldığı keyif onu devam etmeye sürüklüyordu. Kalbinde hissettiği heyecan kılıcına güç veriyor, korku ve acı sırtından kanatlar çıkarıyordu. Öldürmek istiyordu, başlangıçta isteksiz olsa bile şimdi öldürmek için ileri gidiyordu.

 

Saldıran ve haksız olan taraf onlardı. Elfler masum konumdaydı ve yaptıkları şey kendilerini savunmaktı ama Yu şimdi teslim olsa bile onu öldüreceklerine inanıyordu. Yani artık bir haklının veya haksızın varlığından söz etmeyecekti. Öl ya da öldür mantığı devredeydi ve Yu öldüren taraf olmak istiyordu.

 

Daha fazla... Daha fazla...

 

Bir ateş topu Yu’nun yerinde durmayan atının başına isabet etti. Hayvan kişneyerek şaha kalktığında Yu sol elini kullanarak eyeri tuttu. Atın yüzünün yarısı yanmış ve yelesi alev almıştı. At artık kontrol edilemezdi, köyün çıkışına doğru koşuyordu.

 

Yu hâlâ öldürmek istiyordu. İçindeki canavar kanın tadını almıştı ve onu öylece bırakamazdı. At koşarken üstünden atlamak için hazırlandı.

 

Attan atladığı esnada düzgünce yere inemeyeceğini ve yerde yuvarlanacağını biliyordu. Kendi kılıcının bir yerlerine saplanmaması için önce kılıcı attı sonra kendisi atladı. Düşündüğü gibi düzgünce inememiş ve yerde yuvarlanmıştı ama en sonunda sağlam bir şekilde ayağa kalkabilecek hâle gelmişti.

 

Ayağa kalktı ve kılıcını aldıktan sonra kendisine alev topu atanın kim olduğunu görmek için savaştıkları meydana baktı. Oğul, Marak ve kendisi dışındaki dört kişiden ikisi ölmüştü ve elfler diğer ikisinin etrafını sarmıştı.

 

Marak, Oğul’dan uzaklaşmıştı. Hâlâ hareketli ve hâlâ ölümcüldü, kendi başının çaresine bakabilirmiş gibi görünüyordu.

 

Oğul’u ise durdurmak için yeni yöntemler deniyorlardı. Bir elf, Oğul’un bacağına halat bağlamaya çalışıyordu. Diğerleri ise Oğul’un dikkatini dağıtmayı deniyordu. Söylemeye gerek bile yoktu, Oğul hâlâ hiçbir gerçek hasar almamıştı.

 

Ve kendisine alev büyüsüyle saldıran kişiyse Oğul’un en başta vurup ağaçların arasına fırlattığı beyaz saçlı adamdı. Saçlarının rengi farklıydı ama yalnızca bir Uzakdoğu ülkesinde moda olabilecek saç tıraşı ve fenotipi sayesinde Yu onun bir Koreli olduğunu söyleyebilirdi.

 

En azından Koreli birinin soyundan geliyor olmalıydı. Koreli olduğu çıkarımınıysa geçmişte çok fazla Uzakdoğu menşeli yetişkin içeriği tükettiği için yapabiliyordu. Bununla gurur duyuyor olabilirdi, Uzakdoğulu kızlar hoşuna gidiyordu.

 

Yiyelim.

 

Beyaz saçlı adam Oğul’a baktı, onu düşüreceklerini anlamıştı. Marak ise savaşmaya devam ediyordu ve diğer iki adam elfler tarafından sarılmıştı.

 

Onlardan biriyle uğraşmak yerine Yu’ya odaklanmaya karar verdi. Elinde tuttuğu kılıcı döndürerek Yu’nun üstüne doğru yürümeye başladı. Rakibi kendisine yaklaşmadan önce Yu koştu ve yerden kendi kılıcını aldı.

 

Oğul’un darbesi Yu’nun canını alırdı ama karşısındaki adam o darbeye rağmen sağlamdı. Üstelik kendine güveniyordu, çarpık gülüşü ve onu öldürmek isteyecek birinin üstüne korkusuzca yürüyüşünden belliydi.

 

Yu küfretti. “Siktir.”

-------------------------

31.07.2022 – 08:00 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr