Cilt 4 - Bölüm 17: Karanlık Üzerlerine Çökmeden Önce (2/2)

avatar
301 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 17: Karanlık Üzerlerine Çökmeden Önce (2/2)


Baş ağrısı uyandığı zaman karşılaştığı günlük bir rutine dönüşecek gibi hissediyordu. Sonu böyle biten bir uyku ne kadar kaliteli olursa olsun güne zinde başlamasına izin vermezdi. Tabii o güne değil geceye başlıyordu.

 

Güneş tamamen batmıştı ve çadır masanın üstündeki küçük bir kazanın içinde yanan alevlerle aydınlatılıyordu. Köleleri masanın yanında otururken Yu sırtında bir kadının dokunuşunu hissetti.

 

“İstediğiniz gibi yaralarınıza merhem sürüyorum, Efendi Valarfin.” Sesin sahibi Raya’ydı. “Bayıldığınızı söylediler.”

 

“Bayılmışım mıyım? Anasını satayım.” Ursula’nın vurduğu yer başındaki ağrıdan etkilenerek daha fazla sızlıyordu. “Başımı sikiyorlar sanki.”

 

“Başınızdan mı yaralandınız?” diye sordu Raya.

 

Yu yatağının üstündeydi ve başını yastığa koymuşlardı. Yüzünü yastığa gömdü ve konuştu. Sesi yastık yüzünden boğuk çıkıyordu.

 

“Evet, başım da ağrıyor. Hadi.”

 

Raya hemen yapmak yerine önce Yu’nun sırtına merhemi tamamen sürdü. Kadın iki elini başına götürdüğünde yüzünü yastığa gömmüş olsa da odada beyaz bir ışığın yayıldığını fark etmişti.

 

“Başım hâlâ ağrıyor.”

 

“Yaraları iyileştirebilir ve fiziksel acıyı dindirebilirim. Baş ağrısını nasıl geçireceğimiyse bilmiyorum. Elimden gelen bu, Efendi Valarfin.”

 

“Elinden geleni sikeyim o zaman.”

 

Raya duraksamadan işine devam etti. Yarası sızlamayı kesmişti ama başı ağrımaya devam ediyordu. Raya, Yu’nun sağ elini tuttu ve kaldırıp şifa büyüsü yapmaya başladı. Elinin tamamen iyileşmesi kılıç tutması için önemliydi.

 

“Özür dilerim ya,” dedi Yu yüzünü yastıktan çekerek. Sesi bir ergene ait gibi çıkmıştı. “Öyle demek istemedim. Yani o an öyle demek istemiş olabilirim ama pişman oldum. Özür dilerim. Çabaların için teşekkür ederim.”

 

Bir an önce öldürülmesi gereken tehlikeli bir varlık olmasına rağmen, diğerlerinin zorlamasıyla da olsa Raya onu iyileştirmeye çalışıyordu. Bunun için tüm gücünü kullanıyor mu bilemezdi ama yine de şifa büyüsü geleneksel yöntemlere kıyasla çok daha iyiydi.

 

“Özür dilerim,” dedi tekrar.

 

Raya onun hakaretini hiç umursamamış bile olabilirdi ama bu ihtimali düşünmek istemiyordu. Ona hakaret etmişti, hakkı olmayan bir şey yapmıştı. İncittiği sadece onun kalbi değil aynı zamanda kendi kalbiydi.

 

Eskiden de olmadığı biri gibi davranıyordu ama şu anda olmak istemeyeceği birine dönüşüyordu. Gerçekte ise kim olduğunu, ne olduğunu bilmiyordu. Yine de olmak istemediği adamın yapacağı şeylerden uzak durmak istiyordu.

 

“Özür dilerim,” dedi yaşaran gözleri sözlerine eşlik ederken. Elini çekti ve ayağa kalktı, Raya ise ayaktaydı. “Özür dilerim. Öyle dediğim için özür dilerim.”

 

“Efendi Valarfin, özür dilemenize gerek-”

 

Raya onu anlamıyordu. Onu anlayabilecek kimse kalmamıştı. Belki de hiçbir zaman olmamıştı. Onun sözünü kesti ve ellerini tutarak diz çöktü. Biliyordu. Raya’nın iğrendiğini, sol eli ona temas ettiğinde kaçmak istediğini biliyordu ama yaptığı şeye engel olamadı.

 

“Özür dilerim. Olmak istemediğim birine dönüşüyorum. Kötü biri olduğumu biliyorum ama bu kişi olmak istemiyorum. Özür dilerim.” Mantığını bir kenara bıraktı ve duygularıyla konuştu. “Yalvarırım bana buradan nasıl gideceğimi söyle. Eğer yapabilirsem...”

 

İçinden geçen son sözleri dile getirecek kadar cesur değildi.

 

“Eğer yapabilirsem sizi de kurtarırım... Kurtaramam... Başaramam...”

 

Raya ellerini Yu’nun ellerinden kurtardı ve uzaklaştı. Onu cevapsız bırakıyordu. Yu boşta kalan ellerini dizlerine koydu, yumruklarını sıktı ve bir kez daha kendinden nefret etti.

 

“Yapabilirsen, ne?”

 

Gözyaşları yeşil saçlı bir adam tarafından bölündü. Çadırın girişini aralamış ve içeri girmişti. Mavi gözleriyle diz çökmüş Yu’ya bakan Altar tekrar konuştu.

 

“Hiçbir şey yapamazsın. Bunu aklına kazı. Bir şeyler yapmayı deneyerek sadece canını ve...” İçerideki kızlara ve oğlana baktı. “Onların canını yakarsın. Sen kaçarsan ya da ölürsen onları ya öldürür ya da senden daha sert davranacak insanlara veririz.”

 

“Neden... Neden şimdi bunları söylüyorsun?” Burnunu çekti. “Durduk yere... Bir anda çadıra dalıp...”

 

“Kaçmaya ilk teşebbüsünde hemen yakalanır ve işkenceye maruz kalırsın. Buradan kurtuluşun yok. Damarlarındaki kan yüzünden nereye gidersen git Oğul senin varlığını hissedecek. Yapabileceğin en iyi şey sana denilenleri yapmak. Öldür ve bundan keyif al, yakaladığın kızları sik, iç ve ertesi güne kadar götünü devirip yat.”

 

Altar arkasını döndükten sonra Yu’ya onu takip etmesini işaret etti.

 

“Bu uyarının bir ikincisi olmayacak, piç. Seni bekliyoruz.”

 

Çadırdan çıkan Altar’ın arkasından bakakaldı. Vermia’da kaybedene dek sürekli emir veren Yu Valarfin şimdi başkasından emir almayı ve bu emirlere uymayı gururuna yediremiyordu. Tabii geride yedirebileceği bir gururu kaldığı da şüpheliydi. Yumruklarını sıktı ve hışımla ayağa kalkarak masadan kılıcını aldı. Altar’ın arkasından gitti.

 

Altar yavaş yürümeyi tercih ettiği için kendisi normal hızında yürüse bile ona yetişmişti. Onu hemen arkasından takip ederken Altar sordu.

 

“Nasıl bayıldın?”

 

“Oğul’un getirdiği beyaz tozu kullandım.”

 

“Şimdiye dek onu kullandı diye bayılanı görmedim amına koyayım.”

 

Kılıcı beline takarken havaya baktı. İleride bir orman olsa da bulundukları konum sadece tek düze ağaçların yer aldığı açık bir alan olduğu için binlerce yıldızı mükemmel şekilde görebiliyordu. Tüm gökyüzünde en çok hoşuna giden şey ise galaksinin koluydu. Onu bu dünyaya ilk geldiğinde Rolderhelm’den görebilmişti ve ondan sonra ne zaman görse aklına Rolderhelm geliyordu.

 

Kötü şeyler yaşamış olsa da Rolderhelm güzeldi. Mora’dan çok daha güzeldi. Lucia’nın hanını ve Lucie’nin ona karşı takındığı sıcak tavırları özlüyordu. Birinin ona ilgi göstermesi her zaman hoşuna gitmişti. Yurine ile iyi anlaşmaya çalışmak da güzeldi. O zaman pek değer vermese de yeni parti arkadaşlarıyla tanışmak da onu heyecanlandırmıştı.

 

“Oldu işte,” dedi Yu. “Demek ki bana yaramıyor.”

 

“Nasıl oldu?” diye sordu Altar. Konuşurken yüz yüze gelme ihtiyacı duymadığı için arkasına dönüp Yu’ya bakmıyordu.

 

“Nasıl kullanacağıma karar veremedim. Suya karıştırmak yerine burnumdan çektim.”

 

Altar cevabın ardından durdu ve arkasını döndü. “Aptal orospu çocuğu, kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?”

 

Buna cevap vermemenin en uygun cevap olacağını düşündü. Kendini öldürmeye çalışmıştı, tekrar cesaretini toplayıp bunu yapabilir miydi emin değildi ama gelecekte yaşayacağı başka bir olayın şokuyla bunu yine yapmayacağının garantisi yoktu.

 

Elbette uyuşturucuyu kullanırken kendini öldürmek gibi bir niyeti yoktu ama Altar’ın öyle olduğunu düşünmesini istedi.

 

“Geberip benim canımı sıkma. Ondan biraz alıp yakacaksın, dumanını içine çekeceksin. Tozunu çekeceğini sana kim söyledi amına koyayım?”

 

Altar yürümeye devam etti.

 

“Oğul nasıl kullanacağımı söylemedi ki amına koyayım,” diye düşündü Yu.

 

Onun arkasından yürürken gittikleri yer kampın biraz dışında kalıyordu. Kafeslerin içindeki kölelerin arasından geçerken onları görmemek için yere bakarak yürümeye başladı.

 

“Oğul nasıl kullanacağımı söylemedi ki.”

 

“Haha... Onun da amına koyayım o zaman.”

 

Oğul ve Marak’ın aralarında bulunduğu on kişi bir kuyunun önünde oturmuş içki içerek konuşuyorlardı. Oğul’un çıkardığı garip sesleri buradan bile duyabiliyordu. Ellerini çırpıyor tüm geceyi sesiyle kirletiyordu.

 

“Sevgiri arkadaşım!” dedi onu görünce. “Sonunda gerdin, hoş gerdin!”

 

Nereye giderse gitsin Oğul onun nerede olduğunu hissedecekti, Altar’ın söylediği buydu. Eğer doğru söylüyorsa o yaşadığı sürece Yu kaçamazdı.

 

“Hadi, ger! Ihh! Y-y-yanıma otur! Ihh! Ihh!”

 

Oğul, Marak ile arasını açtı ve iki yaratığın arasında oturması için Yu’yu davet etti. Onlardan iğrense bile aralarına geçmeyi kabul etti ve Oğul’un işaret ettiği yere geçerek yere oturdu. Diğerleri gibi bağdaş kurmuştu.

 

Altar da Oğul’un sağına oturmuştu. Oğul, Yu’ya tacize uğradığını hissettiren derin nefesler alırken gözünün ucuyla Yu’yu kesip duruyordu. Onun penisi çok büyük olduğu için herkes onun sertleştiğini fark etmişti. Yu kendini biraz daha kirlenmiş hissediyordu.

 

“Ihh, sana verdiğim hediyereri meğendin mi sevgiri arkadaşım?” diye sordu Oğul.

 

“Hislerimi nasıl kelimelere dökeceğimi bilmiyorum,” diye cevap verdi Yu. “Teşekkür ederim. Hayatım boyunca daha güzel hediyeler almadım.”

 

“IHH!” Oğul, Yu’yu kollarının arasına aldı ama ona temas etmedi, sarılırmış gibi yaptı. “Aynı zevkreri payraştığımız için çok mutru ordum! IHH! IHH!”

 

Kirlenmiş. Yu kendini daha fazla kirlenmiş hissetti. Onunla aynı zevkleri paylaşmak hayatı boyunca aklına gelen en rahatsız edici düşüncelerden birisiydi. Hoşuna giden şeyleri düşündü, içinde Sivina, Rie ve Yurine gibi kızlar da vardı.

 

İçinden sayı saymaya başladı ve derin nefesler aldı. Yüzünde herhangi bir tepki göstermek istemiyordu. Öfkesini gizlemeye, dünya üstüne gelmiyormuş gibi davranmaya, renkleri çalan kılıcı birlikte oturduğu insanların eti için yalvarmıyormuş gibi hareket etmeye çalıştı.

 

“Pekâlâ,” dedi Altar ve söze girdi. “Yanıkorman’a bu gece gireceğiz. Kesin bir sayı yine yok ama çok fazla kişinin olmadığını tahmin ediyoruz. Toplam nüfus en fazla iki yüzdür.”

 

Altar’ın ötesinde oturan adamlardan biri ona bir rulo uzattı. Altar, Rulo’yu açtı ve büyük bir harita ortaya çıktı. Yeşim Gölü’nden Pararel Kalesi’ne kadar olan kısmı, etraftaki her köy, hisar, karakol ve buna ek olarak nehir ve kuyuları gösteriyordu. Yanıkorman, Pararel Kalesi’nin kuzeyindeki Dae gölünün batısında yer alıyordu.

 

“Çok fazla büyücü olacak, yapabilir miyiz?” diye sordu biri.

 

“Sikeriz mire,” diye cevapladı başka biri.

 

Bir başkası ise güldü. “İşin sonunda sikeceğiz zaten.”

 

Yaptığı nahoş şaka başkalarını da güldürmüştü. Kuyunun dibine oturup sırtını ona yaslayan cüce Papurgir konuştu.

 

“Erf karırarı çok güzer de amcıkrarını sevmiyorum. Isranmıyorrar. Gomrin götü mire daha ısrak anasını satayım.”

 

Marak, Papurgir ile dalga geçti. “Sıktıgın goblın ıshal olmuştur, ondan ıslak galmıştır.”

 

“Orospu çocuğu,” dedi Papurgir. Diğerleri ona gülüyordu. “Sen kendi errerini sik.”

 

Yu derin nefesler almaya devam etti. Dünya dönüyordu, gözlerine doğru yaklaşıyordu. Gökyüzü bir kararıyor, bir aydınlanıyor, üstüne çöküyordu. Onlar tecavüz temelli bir konuşma yaparken Yu aptalca bir şey yapıp kendini zor duruma sokmamak için sinirlerine hâkim olmaya çalışıyordu.

 

Neden kendini tutuyorsun ki?

 

Altar, elf köyüne baskın planını anlatırken Yu dikkatini ona vermekte zorlanıyordu. Kafasının içinde karanlık ve boğuk sesler duymaya başladığında dikkati tamamen dağıldı.

 

Tecavüze uğrayan ablan olabilirdi.

 

Yu’nun haricinde toplam otuz adam vardı. Dokuz adam yüz elli kadar kölenin kaçmasını ve karşı saldırı durumunda kurtarılmalarını önlemek için ormanın dışında kuracakları bekleme alanında duracaktı. Kalanları ise ormana girecek ve elf köyüne doğru ilerleyecekti.

 

O gün palyaçolar yerine Vazgeçilenlerin olduğunu düşün. Rie ve Yurine’ye neler yaparlardı?

 

Yirmi iki adam, Yanıkorman’ın içindeki elf köyüne saldıracaktı. İlk saldırıyı Oğul, Marak ve Yu yapacaktı. Elbette yanlarında dört kişi daha olacaktı. Kalan on beş adam ikinci grubu oluşturacak ve elfler ilk yedi kişiyi öldürmeye çalışırken saldıracaklardı.

 

Senin gözlerinin önünde tecavüze uğrayan kişi Sivina olabilirdi. Seni seven, sana güvenen kız.

 

İçinden sayı saymanın ve derin nefesler almanın işe yaradığına emin değildi. Kalbi yavaşladı ve Altar’ın konuşması sanki ağır çekime alınmış gibi tane tane gelmeye başladı. Elflerin büyülerine karşı koymak için kalkanları sürekli yanlarında tutmalarını, her zaman birbirlerinin arkasını korumalarını söylüyordu.

 

Ne yapman gerektiğini biliyorsun. Bana daha fazla ver. Daha fazla kan dök. Kendini tutma. Hepsini öldür. Hepsini öldür. Hepsini öldür. Hepsini öldür. Hepsini, hepsini, hepsini, hepsini öldür. Sinirlerine hâkim olmana gerek yok.

 

Dünya renklerinden arınıyordu. Tüm renklerin emildiğini ve yalnızca siyah beyaz bir gerçekliğin geride kaldığını gözleriyle görebiliyordu. Başına soğuk bir sancı girince sol elini başına götürdü.

 

“Ben... Ben deliremem... Delirecek biri değilim... Yu Valarfin o kadar şanslı biri değil...”

 

İçindeki merhamet duygusunun saldırıya uğradığını hissediyordu. Damarlarındaki lanetli kan yanıyor ve erkeğin içinde yatan vahşi canavar uyanıyordu.

 

“İyi misin arkadaşım?” dedi Oğul. “İyi görünmüyorsun. Ihh... Eğer sen hastaysan çok üzürürüm!”

 

Daha fazla can al. Beni daha fazla besle.

 

“Sadece... Sadece çok heyecanlandım. İlk kez arkadaşlarımla böyle bir şey yapacağım için,” dedi Yu.

 

Oğul aldığı cevaptan memnun kalmıştı. Ayağa kalkıp dans etmeye ve öldüreceği elfler ile tecavüz edeceği elf kadınları hakkında mide bulandırıcı şarkılar söylemeye başladı.

-------------------------

28.07.2022 – 04:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr