Cilt 4 - Bölüm 8: Insania, Waltz (2/2)

avatar
275 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 8: Insania, Waltz (2/2)


Yine dar ve karanlık bir sokaktı ama sokağın en sonunda inşaatı yarım kalmış kiliseyi görebiliyordu. Tuğlalar ve tahtalar boyasızdı ve kulesinin sadece yarısı yapılmıştı. Camları yoktu.

 

“Oradalar mı? O aşağılık varlık elindeki iksiri oradan mı aldı? Oradan almış olmalı. Orası aradığımı bulacağım yer.”

 

Kilisenin önünde birbiriyle oynayan iki köpek vardı. Yu’yu fark ettiklerinde ona havladılar. Yu onlardan korkmak yerine üstlerine gitmeye devam etti ve kendisine en yakın köpeğin başına sert bir tekme geçirdi.

 

Köpek yediği tekmenin ardından inleyip Yu’nun geldiği sokağa kaçarken diğeri daha cesur çıkmıştı. O, Yu’nun üzerine atladı.

 

Yu sol koluyla kendini savundu ve köpek dişlerini geçirmeyi deneyince dişleri kırıldı. Dişlerinin acısıyla inleyen köpek yere düştü ve Yu ona öncekinden daha sert bir tekme attı. Bayıltana dek tekmelemeye devam etti.

 

“Aptal hayvan! Bir bitmediniz amına koyayım.”

 

Köpeği arkasında bırakıp kiliseye yöneldiğinde karşısında üç adam gördü. Hayır, onlara adam demezdi. Çocuklardı. En büyüğü bile Yu’dan küçük gözüküyordu.

 

Başlarındaki kapüşonlara rağmen henüz yeni kıllanmaya başlamış yüzlerini saklayamıyorlardı. Zaten o kapüşonlarla saklamaları mümkün değildi, alınları bile zor kapanıyordu.

 

Biri kahverengi, diğeri siyah bir cübbe giymişti. Üçünün de cübbesinin yırtıkları yamalarla kapanmıştı ve birinin cübbesinde terazi figürü bulunuyordu.

 

Biri kendine bıçak bulabilecek kadar şanslıyken diğerlerinin elinde düz sopalar vardı. Çivi bile takamamışlardı.

 

“Sen nesin uran, ucube?!” dedi çocuklardan en uzun olanı. En uzunları olmasına rağmen Yu’dan kısaydı. “Ran! Sen! Sen ne yaptın kendine?!”


Çocuklar, Yu’nun kana bulanmış vücudunu görünce korkmadan edemedi. Yine de cesur davrandılar ve ellerinden geldikçe saldırgan bir tavır takındılar.


“Şifa iksiri burada mı?” diye sordu Yu.

 

“Sana ne lan yarrağımın maşı. Canını mı ararım?”

 

Bunu yapmalarını isterdi. Ölmek ve zihninin hiçliğe karışması, bir daha hiçbir sorun hakkında endişelenmemek onun için güzel olurdu. Kaçmaya çalıştığı tüm sorunlardan kurtulabilmesi için kullanabileceği en hızlı yöntem ölümdü.

 

Ama ne intihar edebilecek durumdaydı ne de başkasının onu öldürmesine izin verebilirdi. İkisini de yapmak istemiyordu.

 

Yu sorgulanabilir bir korkusuzlukla onların üzerine yürüdü. Elinde tuttuğu uzun cisim çocuklar tarafından görülmüş olsa da kılıç olduğu kanısına vardıklarını zannetmiyordu. Kılıçlar pahalıydı ve böyle yerlerde bu pahalı silaha sahip olacak biri dolanmazdı.

 

“Orospu çocuğu!” dedi aralarından en kısası. Kendini kanıtlamak istiyor olmalıydı. Tuttuğu ince sopayı kullanarak Yu’nun başına saldırdı ama sopası kemikten daha sert siyah bir kolla karşılanınca kırıldı.

 

Yu zaman harcamadan elini çocuğun boğazına sapladı. Boğazı öylesine yumuşaktı ki Yu sanki bir iğneyi tereyağına sokuyormuş gibi hissetti.

 

“Ha-”

 

Elinde sopa tutan diğer çocuk gözlerini kocaman açarken uzun boylu olan elinde tuttuğu bıçakla Yu’nun üstüne atladı.

 

O kadar okunabilir bir hamleydi ki Yu bile Sivina’nın karşısında böyle başarısız bir saldırı yapmamıştı. Kaçınmaya gerek görmeden çocuğun elini tutup sıktı ve canı yanan çocuk bıçağı yere düşürdü. Yu onun elini bıraktı ve parmaklarının ucunu yukarı doğrultarak kolunu kaldırdı.

 

Parmakları çocuğun çenesinden girmiş ve ağzından çıkmıştı. Sol eli ve omzundaki doğaüstü güç onun böyle muazzam bir hasar çıkarmasına olanak sağlıyordu.

 

Onu yere itip ölüme terk ederken diğer çocuğa baktı. Çocuk elindeki sopayı Yu’ya atıp yardım için bağırmaya başlayacaktı ki Yu daha hızlı davrandı. Sargılarla kaplı kılıcını kaldırdı ve çocuğa fırlattı. Kılıcın açık olan ucu tam da çocuğun kalbine saplandı.

 

“Onların da canını aldım. Çocuk değillerdi. İnsanların hayatını tehdit eden serserilerdi. Bu dünyada onlara çocuk denmiyor. Ergenliğe girmiş kişilere kendi dünyamın kurallarına göre davranmak zorunda değilim.”

 

Kılıcı çocukla beraber yere düşmüştü. Onu çocuğun kalbinden çekip aldı ve kilisenin içine girdi.

 

Molozlar, hayvan ölüleri, dışkı, böcekler, tozlar ve değersiz çöp parçaları ile dolu olmasına rağmen büyüktü. Kilisenin oturakları büyük bir terazi figürüne bakıyordu. Yu etrafı inceleyerek ilerlerken oturakların üzerine oturan şişman bir adam gördü.

 

“Canını alacağım.”

 

Kılıcını sargılarından sıyırdı ve adama doğru yaklaştı. Adam cübbesini üstüne örtmüştü. Yu ona yaklaştığında göbeğini kaşıyarak uyumaya devam ediyordu.

 

Yu kılıcını kaldırdı ve adamın boğazına sapladı. Hemen ardından eliyle ağzını kapadı ki hiçbir hırıltı çıkarmasın.

 

Öldüğü esnada adam ağlıyordu ama Yu ona hiç merhamet etmedi. Vücudunu adama yaslayarak yere düşüp gürültü çıkarmasını önledi ve o ölene kadar sabit kaldı.

 

Adam öldüğünde kılıcını geri çekti. Sağ elinden siyah kanın aktığını gördü, acıyordu. Acıdığı için derhal şifa iksiri alması ve acısını unutması gerekiyordu.

 

Kiliselerin yapısını biliyordu. Kiliseyi temsil eden figürün ardında bir kapı olur ve o kapının ardında da kilise üyeleri için odalar bulunurdu. Yu figüre yaklaştı, adımları sessizdi.

 

“Ih… Ağ… Onu bırak…” Ağlama ve zil sesleri birbirine karışmıştı. Anladığı kadarıyla bir kadın, zil sesleri çıkaran bir nesneyi almaya çalışırken inliyor ve ağlıyordu.

 

O seslere çirkin kahkahalar eşlik ediyordu. Yu ilerlemeye devam etti ve terazi figürünün arkasına geçti. Bir kapı yoktu ama diğer odalara bağlanan geniş salon hemen önündeydi.

 

Yaşlı bir kadın dört kişinin tecavüzüne uğruyordu. Kadının elindeki tefi almaya çalışan bir adam vardı, ikisi de tefi kendine çekmeye çalışıyordu. Adamlardan biri mastürbasyon yaparken diğeri kadının yüzüne penisini sürtüyordu.

 

Arkadaki adamsa dördü arasında en güçlü gözükeniydi ve kadının içine giriyordu.

 

Kahverengi tenli kadın ağlayıp tefini almayı denerken diğer dört adam eğlenmeye devam etti. Ta ki Yu kendini gösterene dek.

 

“Buraya kadar,” dedi Yu. Dün gece de onlara karşı aynı kelimeleri kullanmıştı.

 

Çıplak adamlar bir anlığına dona kaldı. Yu onların gözlerine yüreklerine korku salıp salamayacağını merak ettiği için sol elinin sargılarını biraz gevşetti ve sargılar kendiliğinden düştü.

 

Pençeyi andıran sivri parmakları ile kan bulaşmış siyah kolu meydandaydı. Siyah kılıcını da kanayan sağ elinde tutuyordu.

 

“Nesin ran sen?” dedi Yu’yu görür görmez erekte penisini inmiş bir adam.

 

Yu’ya istediğini vermişti. Korkuyordu. Yu korkusunun kokusunu aldığına yemin edebilirdi ama bunun yalnızca psikolojik olduğunun da farkındaydı.

 

Cevap vermeden üzerlerine yürüdü. “Kadını bırakın,” dedi. Çırılçıplak yakalanan adamlar hâlâ ne yapmaları gerektiğini anlayamadıkları için Yu’nun dediklerini yapmadan beklediler.

 

“BIRAKIN DEDİM!”

 

Yu kılıcını tefi kadının elinden almaya çalışan adama savurdu ve boğazını kesti. Adam yere düşüp kendi kanında boğulmaya başlarken kadının yüzüne penisini sürten adam Yu’ya saldırdı.

 

Gerçekten de Yu’nun bir şövalyeden aldığı eğitim sıradan insanlarla arasına belirgin bir fark koyuyordu. Adam çıplak elleri ile Yu’ya ulaşamadan Yu adamın testislerine bir tekme atarak onları patlattı ve kan içinde bıraktı. O adam yere düşüp ağlamaya başladı.

 

Kadının arkasındaki adam kadını Yu’ya doğru itti ama Yu hiç oralı olmadı. Kadını başından tutup yere attı ve adamın yumruğundan kaçınıp sol elini karnına sapladı.

 

“Tch!”

 

Karnına giren ele rağmen adam Yu’ya bir yumruk atmıştı. Canını yaksa da onu durdurmaya yetmemişti, elini geri çıkardığında adamın bağırsaklarını tutuyordu. Adam ikinci bir yumruk atmadan önce bu sefer elini adamın göğsüne sapladı.

 

“AAAARRRRRHHH!!”

 

Arkasında bir ayak sesi duymuş, adamın hırıltılı nefesini ve tahta parçasının rüzgârı nasıl yardığını hissetmişti. Yine de hamleden kaçınacak kadar çevik olamadı. Onları izleyip mastürbasyon yapan adam tahta sopayla Yu’nun sırtına vurdu.

 

Acıyı topuklarında bile hissetmişti. Öfkeyle kükredi ve dirseğini ona arkadan saldıran adamın karnına geçirdi. İki defa sol elini sapladığı adam yere düşerken ayakta kalan son adamın yüzünü sol eliyle tuttu ve sıkmaya başladı.

 

“E-etharotru mir karı için değer mi ş-şeyt-”

 

Adamın sözünü bitirmesine izin vermedi ve kılıcını bacağına saplayıp onu yere itti.

 

“Ah?” Bileğinin tutulduğunu hissetti. “Hâlâ mı hayattasın?”

 

Bağırsaklarının bir kısmını dışarı çıkardığı adam Yu’nun ayak bileğine uzanmıştı. Kılıcını onun boynuna sapladı ve kendi kanında boğularak ölmesi için onu bıraktı.

 

“Şifa iksiri. Nerede?” Sağ eli ve sırtı yanıyordu. İksire bir an önce ulaşmazsa acı onu ağlatacak boyuta ulaşacaktı.

 

“S-saronda! Mırak meni gideyim!”

 

“Burada başka kim var?”

 

“Kimse… Sadece miz…”

 

“YALAN SÖYLEME!”

 

Adamın diğer bacağına da kılıcını sapladı. Adam çığlık atarken burnundan akan sümükleri yutuyordu.

 

“Burada başka kim var? YALAN SÖYLERSEN CANINI ALACAĞIM!”

 

“HİÇ KİMSE YOK! YEMİN-” Boğazını kesen kılıç yüzünden adam sözünü tamamlayamadı. Yerde can çekişirken o da kendi kanında boğularak ölmeye terk edildi.

 

Testislerini patlattığı adamı unutmamıştı. Hâlâ yerde ağlayarak kıvranan adamın üstüne yürüdü ve yüzünü tekmelemeye başladı. Vücudunun acısından aldığı gücü tekmesine aktardı ve adamı öldürene dek yüzünü tekmeledi.

 

Şimdi kilisede dolaşması ve adamın salon dediği yeri araması gerekiyordu ama bunu yapmadan önce yarı çıplak kalmış kadına baktı.

 

“Ethalotlu demek… İnsanlar onları sevmiyordu.”

 

Kadın, Yu’nun kendisine zarar vereceğinden korkmak yerine elinde tuttuğu tefi korumak için onu yırtık kıyafetinin altına sakladı.

 

“Tanrı nerede?” diye sordu kadın. Elleri ile kıyafetinin altında sakladığı tefi tutuyordu.

 

“Tanrı nerede mi?”

 

Yu yukarı baktı. Çatının yarısı açıktı ve mavi gökyüzünde hiçbir bulut yoktu. Tanrı nerede bilmiyordu ama burada olmadığına emindi. Eğer bir tanrı olsaydı Yu Valarfin çoktan cezalandırılmış olurdu.

 

“Acı çekiyorsun, değil mi?” diye sordu kadına. “Canın yandı, biliyorum, anlıyorum. Sen ne anlama geldiğini bilmesen bile seninle empati yapabiliyorum. Endişelenme.”

 

Yu o kadının acısını hayal etmek istemese de edebiliyordu. Akıl sağlığının yerinde olmadığı belliydi ki bu durumu ile ilgili tek iyi şey olabilirdi. Sağlıklı düşünebilen biri bu acıya katlanamazdı.

 

“Endişelenme, merak etme. Onlar gibi seni incitmeyeceğim,” dedi. “Sana merhamet edeceğim.”

 

Hızlı bir son... O daha ne olduğunu anlayamadan bitecekti.

 

“Hiçbir şey düşünmemenin verdiği huzura kavuşacaksın, ihtiyar kadın. Acıların son bulacak.”

 

İki eliyle kılıcını kavradı ve onu indirerek tek hamlede yaşlı kadının başını kesti. Ona sunduğu ölümün ölümler arasında en merhametlisi olduğuna inanıyordu.

 

Sol elinin parmaklarını hareket ettirmek artık zorlayıcıydı. Vücudunun siyah kanı elinden aşağıya damlıyordu. Omzundaki sargılardan birini çözdü ve eline sardıktan sonra bulunduğu yere bağlı diğer odalara baktı.

 

“Buranın adı zaten salon değil miydi? Başka neresini salon olarak kullanıyorlar ki?”

 

Diğer odaları sırayla gezdi ve bulduğu her bir deliği karıştırdı. En sonunda büyük bir matara bulmuştu. İçini açtı ve sol avucuna mataranın içindeki sıvıyı döktü.

 

Su gibi renksizdi, dili ile tadına baktı.

 

“İşte bu.”

 

Tatsız ama ağzını yakan acı sıvı, şifa iksiri elindeydi. Ağzına sıvıyı biraz diktikten sonra matarayı kapadı ve yere bıraktı.

 

İçi boşalıyordu, kelebekler kanatlarını karnında ve göğsünde çırpmaya başlamıştı bile. Vücudunu ısıtan bir mutluluk onu kaplarken gülümsedi. Gülümsemesi giderek büyüdü ve bir kahkahaya dönüştü.

 

“HAHAHAHAHAHAHAHAHA! Ah… Rager! Beni bu kadar uğraştırmaya değdi mi? Bak, istediğimi aldım işte…”

 

Tekrar adamları öldürdüğü yere çıkmıştı. Çıplak cesetlerine baktı, penisleri Yu’nun penisinden daha küçüktü.

 

“Hiçbiriniz benim kadar erkek değilsiniz,” dedi sinsice gülerek. “Aklıma canım Sivina’m geldi. Şimdi otuz bir çekebilirdim ama siz kalkmış siki indiriyorsunuz. Ne iğrenç yaratıklarsınız böyle.”

 

Hepsi ölüydü. Eğildi ve cesetleri kokladı.

 

“Düşük yaşam formları. Gör Link! Bu insanlar için savaşıyordun! GÖR! UĞRUNA SAVAŞTIĞIN İNSANLARI GÖR! HAHAHAHA!”

 

Sol elini en sağlam olan cesedin göğsüne sapladı ve aşağı doğru indirmeye başladı. Adamın organlarını görmek istiyordu.

 

“HAHAHAHAHA! YÜZÜ DE ÇİRKİN DIŞI DA! ÖLÜM! SANA SUNDUĞUM DEĞERSİZ CANLILARA BAK!”

 

Organlarını çıkardıktan sonra cesedi kollarından tuttu ve ayağa kaldırdı. Yüzünde cezbedici bir gülümseme vardı. Cesetle vals yapmaya başladığında bir şarkı mırıldandı.

 

♫ Only~ you~ can make all this wo~rld seem ri~ght

♫ Only~ you~ can make the da~rkness bri~ght

♫ Only~ you~ and you alone~ ca~n thrill me like you do~

♫ And fill my~ hea~rt with love for only~ you~ ♫”

-------------------------

09.07.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr