Cilt 3 - Bölüm 70: Yurine Valarfin (3/3)

avatar
370 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 70: Yurine Valarfin (3/3)


“Ben sahte bir varlık değilim,” dedi.

 

Öylesin. Benim olan hayatı aldın.

 

“Ben bir şey almadım. Bana bir şey sorulmadı.”

 

Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı ve Yurine vücudunun ayrıştığını hissediyordu. Aralanmış gözlerinden etinin üstünden yükselen siyah dumanları görebiliyordu.

 

“YURİNE!” Yu onun ismini anarak bağırdı. “KİMSE YOK MU?! YARDIM EDİN!”

 

Attığı yardım çığlıkları her seferinde cevapsız kalıyordu. Yurine bir başka alev topunun yanından geçtiklerini büyünün sıcaklığı sayesinde anladı.

 

Bu hayatı hak etmiyorsun, onu bana geri ver!

 

Emily bağırdı ve Yurine vücudunun acı çekişini hissetti. Tamamen zihninde vuku bulan olaya karşı hiçbir şey yapamıyordu, ruhu vücudundan ayrılmak ve bu tartışmadan kaçmak istiyordu.

 

“Bu benim hayatım... Ben yaşadım... Ben sevdim, sevilen bendim.”

 

Ben olduğun için sevdiler!

 

Emily ile tartışmak istemiyordu. Onunla tartışmanın hiçbir anlamı yoktu çünkü kendisine karşı yaptığı bir tartışmayı kazanamazdı. Yine de Emily susmadı ve konuşmaya devam etti.

 

Sahtekâr! Yalancı! BANA HAYATIMI GERİ VER!

 

Yurine ağlamaya başladı. O bir yalancı değildi, sahtekâr değildi. O, Yurine’ydi. Babası ona bu ismi vermişti, onu Yurine Valarfin olarak sevmişti. Kendini Yurine Valarfin olarak kabul ediyordu.

 

“Yu... Yu ona bir şey söyle...” Yu’ya yalvardı. Emily’yi susturamıyor, başının içinde çığlık atmaya devam ediyordu. “Dayanamıyorum, ona benim yalancı olmadığımı söyle! Ona benim çalmadığımı söyle! Yu!”

 

“Yurine...”

 

Yu ile göz göze geldiklerinde onun ağladığını gördü. Yu gözlerini Yurine’den ayıramadığı için at arabasının önüne çıkan şeyi görmedi ve araba takla attı.

 

---:---:---:---:---

 

Kendisi dışında dört kızla birlikte taştan sunaklara yatırılmıştı. Taş soğuktu ve sunağa yattığı gibi dili tutulmuş, vücudu titremek dışında bir şey yapamaz hâle gelmişti. Korkuyordu, titriyordu ama kalkıp kaçamıyordu. Diğer kızlar da tıpkı onun gibiydi, ondan büyük olanlar bile korkmasına rağmen sunaktan kalkamıyordu.

 

“BIRAKIN BENİ!”

 

Kızlardan biri bağırmayı başardığında Emily bir erkeğin güldüğünü duydu. Artık karanlıktan sıkılmasına rağmen o adamın gülüşü karanlığı tekrar getiriyordu. Şeytan başının üstünde belirdi ve yüzüne vuran ay ışığını gölgeledi. Gözleri kırmızıydı.

 

Emily’nin hissedebildiği tek şey korkuydu. Kalbi hızla atıyor, vücudu hiç durmayacakmış gibi titriyordu. Buradan gitmek istiyordu, burada olmak istemiyordu. Şeytanın ağzı kocaman açılır ve içerisinden kara dumanlar çıkarken Emily de diğer kızlar gibi çığlık atıyordu.

 

Dumanlar çığlık atan ağzından içeri girerken öksürdü, kusmak istedi ama dumanlar kusmuğunu içeride tuttu. Nefes alamıyordu, teninin üstü de duman yüzünden yanıyordu şişen ciğerleri de. Ciğerlerinden sonra diğer organları da şişmeye başladı, ardından uzuvları şişti. Patlamak üzereydi.

 

“Aaaah... AaaAAAAAHHH!”

 

Bir çığlık geldi ve Emily’nin vücudunun sol tarafı kan ve etle kaplandı. Emily kanlı yaşlar akıtan gözlerinin şiştiğini fark etti. Şişen gözlerinin patlamasını engellemek için ellerini kaldırıp onları tutmayı istedi ama kollarını hareket ettiremedi. Bir başka çözüm olarak göz kapaklarını sıkıcı kapadı lakin bu da bir sonuç vermedi, gözleri patladı ve dünyası tamamen karanlığa gömüldü.

 

“Tch...” Şeytan dilini şaklattı ve ayak sesleri Emily’den uzaklaştı. “Büyük olan başaracak gibi.”


Emily bundan başka bir şey duymadı. Aslında şanslı sayılırdı, tüm vücudunun parçalara ayrıldığını hissetmeden önce bilinci kapandı ve solundaki kız gibi o da parçalara ayrıldı.

 

---

 

Kızlar nasıl yaratılır?

 

Şeker, baharat ve iyi olan her şey...

 

Ve biraz da kara büyü.

 

Ne oluyordu? Kimdi? Neler yaşanmıştı?

 

Etrafına baktı, beş sunak vardı ve yalnızca birinin üstünde et parçaları bulunmuyordu. Gerçi onun bulunduğu sunakta da artık parçalanmış etler yoktu.

 

Vücuduna baktığında siyah bir dumanın onu sardığını gördü. Önce dumandan korktu ama sonra bu dumanın vücudunu birleştiren şey olduğunu anladı. Dumanlar azaldı ve vücudundaki yarıklardan içeri girip onu tek parça hâline getirdi.

 

Başını kaldırdı ve karşısında duran kıza baktı. Hâlâ ergenliği atlatamamıştı, yüzünün bazı kısımlarında sivilceler vardı. Hareket etmesini kolaylaştırması için giydiği esnek kıyafeti kan ve ter yüzünden tenine yapışmıştı. Onun annesi olacak kadar yaşlı değildi ama gördüğü ilk varlıktı.

 

“Anne?” dedi.

 

Kendi omuzlarına düşen beyaz saçları görebiliyordu. Nedendir bilinmez gözlerinin de kırmızı renkte olduğunun farkındaydı. Karşısındaki kıza benziyordu, bu yüzden içgüdüsel olarak aklına gelen ilk kelimeyi söyledi.

 

“Emily?” diye yanıt verdi kız.

 

“Benim adım, Emily mi?”

 

Emily’ye ait olan anılar bir anda aklına nüfuz etmeye başladığında titredi, sunaktan tamamen kalktı ve önündeki kıza doğru yürümeye çalıştı ama ona ait olmayan bir vücudu kontrol edemiyordu.

 

Neler olduğunu hâlâ anlayamıyordu, ağlayarak yere düştü. Bunları hatırlamak istemiyordu. Emily değildi ve o olmak istemiyordu. Derin nefesler alırken ağzından dökmek istediği kelimeler boğazında birikti ve sonuç olarak hiçbir ses çıkaramadı.

 

Sadece ağladı.

 

“Değil,” dedi önündeki kız. Onu yerden kaldırıp sarıldığında kızın arkasında yanan küçük bir kitap gördü. “Değilsin... O değilsin...”

 

Ona bu hayatı veren kız da ağladı.

 

---

 

Onun adı Emily’nin hatıralarında da olduğu gibi Rie’ydi. Onu yarattığı sıralarda on yedisine yeni girmişti. Oldukça zeki ve güçlü bir kızdı, ona Neko adını vermişti ve Neko onu annesi olarak görmeye meyilliydi. Hatta ona sürekli anne diye sesleniyordu.

 

Neko olarak mutlu bir hayatı vardı. Neko olmak Emily olmaktan daha iyiydi. Neko, annesinin de onayladığı gibi Emily değildi ve Emily’ye ait anılara sahip çıkmak istemiyordu. Farklı biriydi, bir kılıç perisiydi.

 

Ama bu mutlu hayatları annesinin ne olduğunu tam olarak bilmediği arzusu yüzünden önce Rolderhelm’e, sonra da Sigma Kulesi denen yere gitmek istemesiyle son bulmuştu.

 

Birlikte geçirdikleri birkaç yılın ardından annesi bir yetişkin olmuştu, daha güzel ve daha zarifti. Böyle güzel bir varlığın hayata veda etmesi ne acıydı...

 

“Anne!”

 

Etrafı kaplayan toz bulutlarını gördüğünde endişelendiği tek şey annesinin hayatıydı. Annesine kıyasla hiçbir anlam ifade etmeyen Sharley’yi bırakarak toz bulutlarının arasına dalmıştı.

 

Annesini bulamamıştı ama toz bulutları dağıldığında ondan çok daha fazla seveceği birini görmüştü. Yaralı ama hâlâ yakışıklıydı. Annesi ile hemen hemen aynı yaşta duruyordu. Üzerinde değişik, ince bir kıyafet vardı. Beyaz teni yara bere içindeydi ve kahverengi saçları dağılmıştı.

 

Onun ametist moru gözlerini görüp de kalbi atmayan bir kız olamazdı. O an için bunu kabul etmek istememişti ama onu gördüğünde babasına âşık olmuş bir kız gibiydi.

 

Baba. O ilk anda bile tıpkı Rie’ye ‘anne’ dediği gibi bunu demek, içindeki baba yokluğunu böyle gidermek istemişti. Emily’nin bir annesi ve bir babası vardı. Neko da bir çocuk olarak bir babaya ihtiyaç duyuyordu.

 

“Neko, kaçıl hemen!”

 

Daha sonra annesinin güzel ve telaşlı sesini duydu. Rie, Neko’nun, yani Yurine’nin önüne atlamış ve elinde oluşturduğu mor küreyi Yurine’nin karşılaştığı o adama doğru fırlatmıştı.

 

Aslında hedefi o adam değil, savaştıkları canavardı ama kader acı tatlı bir şaka olarak o gün Yu Valarfin’in oraya düşmesini sağlamıştı.

 

Mor küre annesinin elinden çıkmış, ilerledikçe büyümüş, ikisini birden içine alabilecek bir boyuta ulaştığında hem avcı gorile hem de Yu Valarfin’e çarpmıştı.

 

.

 

.

 

.

 

“Olamaz!” Mor ışık kaybolduğunda ve annesi ne yaptığını fark ettiğinde çığlık attı. “O kimdi?! O nereden çıktı?!”

 

Hemen molozların üstünde, canavarın arkasında yatmakta olan adamın yanına koştu. Yurine de onun peşinden gitmişti. Belirtmek istemiyordu ama yaşanan olay yüzünden o da korkmuş ve adamın gerçekten ölmediğini düşünmek istemişti.

 

Adamın yüzünde yanıklar vardı ama kıyafetleri durumu ucuz atlatmış gözüküyordu. Rie kulağını onun kalbine dayadı ve dinledi. Neko, annesinin düşen yüzünden onun öldüğünü anlamıştı.

 

“Ruhu hâlâ ayrılmamış,” dedi Rie. Gözleri dolmuştu. “Bembeyaz... Nasıl bu kadar beyaz bir ruha sahip olabilir?”

 

Annesi taşıdığı Avcı Lütufu’nun yardımıyla görünmez şeyleri görebiliyordu. Buna mana ve insanların ruhları da dahildi. Böylece öldürdüğü kişinin ruhunu ve onun hangi renkte olduğunu da görebilmişti.

 

“Ne demek ayrılmamış?” diye sordu Neko. “Öldü, ayrılması lazım.”

 

“Ölenlerin ruhu hemen ayrılmaz,” diye cevap verdi Rie. “Önce temizlenmek için hazırlanırlar. Fazla vaktimiz yok, böyle birini öldürmüş olmak istemiyorum. Onun gitmesine izin veremem.

 

Annesi ara sıra kimin ruhunun ne renk olduğunu ona söylüyordu ve daha önce bebeklerinki dışında bembeyaz bir ruhtan bahsetmemişti. Yurine bugün o ruhun aslında hiç de beyaz olmadığını biliyordu ama Yu’yu tanıyınca o gün annesinin olayı yanlış anlamasından memnun olmuştu.

 

“Ne yapacaksınız? Düşündüğüm şeyi yapmayın lütfen.”

 

Vücudunun üstünde sarı bir parıltı belirirken annesi cevap vermedi. Parıltı büyüdü ve belirli bir şekli almaya başladı.

 

“Hayır! Anne! Yapamazsınız!”

 

Neko onu engellemek için koluna sarıldı ama Rie’yi durduracak kadar güçlü değildi. Annesi tıpkı hipnotize olmuş gibiydi, üzerlerindeki sarı ışık bir buğday tanesi şeklini alırken eğildi ve öldürdüğü gencin dudaklarını öptü.

 

“NE YAPIYORSUNUZ?!”

 

O adamdan hoşlanmış olabilirdi ama o an için bunu kaldıramazdı. Annesinin dudaklarının bir erkeğin vücuduna, özellikle de dudaklarına değmesi onun kedi gibi kükremesine ve kuyruğunun dikelmesine sebep oldu. Eğer tamamen bir kedi olsaydı belini de yukarı kaldırırdı.

 

Ama annesi onu öpmüştü. Daha sonra dudaklarını ayırdı ve kulağını tekrar adamın kalbine dayadı. Gözünden akan birkaç damla yaşı silerken gülümsedi. “Atıyor...”

 

Sonrası zaten belliydi.

 

---:---:---:---:---

 

Bir kez daha Yu’nun kucağındaydı ve hâlâ etrafında nelerin olup bittiğini anlayamıyordu. Yalnızca en yakınındaki kişinin ne durumda olduğunu fark edebiliyordu ve o kişi Yu’ydu.

 

Teri ve gözyaşları yağmur damlalarıyla birlikte Yurine’nin üstüne düşüyordu. Yağmur damlaları o kadar şiddetliydi ki üstüne çarptıkça Yurine vücudunun parçalandığını hissediyordu. Her bir damla biraz daha dumanı vücudundan dışarı çıkaran yarıkların oluşmasına katkı sağlıyordu.

 

“Yurine...”

 

Yu bunu fark ettiğinde Yurine’ye iyice sarıldı ve onu yağmurdan korumak istedi ama bu ona daha fazla zarar vermişti. Yu vücudunu sardığında vücudundaki yarıklar biraz daha açıldı. Her bir yarık içinden daha fazla duman çıkarıyordu.

 

“YURİNE! YURİNE DAYAN!”

 

Yurine cevap vermedi ve Yu bir kez daha yardım çığlıkları atmaya başladı.

 

“YARDIM EDİN! YARDIM EDİN! KİMSE YOK MU?! YARDIM EDİN! NE İSTERSENİZ VERİRİM! NE İSTERSENİZ YAPARIM! YALVARIRIM! YALVARIRIM...” Yurine yanlarından birkaç mor kristalin geçtiğini gördü, sonra Yu’nun nefesi kesildi, kan tükürdü ve birlikte yere düştüler. “Yalvarırım... Yardım edin...”

 

Yurine’nin vücudu düşüş sırasında daha fazla hasar almıştı. Artık uzuvlarının hissini tamamen yitirmiş, başını bile oynatmakta zorlanmaya başlamıştı. Emily’nin parçalanmış vücudunu bir arada tutan kara büyü yavaşça dağılırken artık direnmenin bir fayda getirmeyeceğini anladı.

 

“Yurine...”

 

Yu yerde süründü ve bir duvara sırtını dayadıktan sonra Yurine’yi nazikçe çekip kucağına aldı. Ona her ne kadar sarılmak istese de zarar vereceği korkusundan sarılamıyordu.

 

“Yurine... H-ı...” Hıçkırdığı için Yu’nun cümlesi başladığı gibi bitti. “H-Her... Her şey... Her şey geçecek...” dedi. Gözlerinden akan yaşı ve yalnızca gülümsemesini istediği dudaklarının aldığı şekli görmek ölüm anındaki Yurine’ye yalnızca daha fazla acı verdi.

 

Yurine kızıl gözlerini açabildiği kadar açtı, yaşlar yüzünden parlıyordu. “Artık yalan söylemene gerek yok, Yu. Hiçbir şey geçmeyecek.”

 

Yu titredi, nefes alamıyormuş gibiydi. Yurine onun kalbini kırdığını anladı ve onun kalbini kırdığı için bir kez daha acı çekti.

 

“Ah... Doğru ya...” Yurine zinciri hatırladı. Yu’nun göğsü hâlâ parlıyordu, zincir artık tamamen belirgindi. “Beni Yu’ya bağlayacak zincir, bir kılıca dönüşmemi sağlayacak.”

 

Onun ne olduğunu biliyordu, bu zincir sayesinde kılıca dönüşebilirdi. Yu’nun kılıç perisi olabilirdi.

 

“Ama olmaz.”

 

Zincir parçalandı.

 

Zinciri parçalayan Yurine’nin kendisiydi. Gerçekten de isterse Yu için bir kılıca dönüşebileceğini, bir kılıç perisi olabileceğini biliyordu. Yu’nun da bunu arzuladığının farkındaydı.

 

Ama yapamazdı.

 

Çünkü biliyordu ki ne yaparsa yapsın ölecekti, taşıdığı yara bir mızrak yarasından fazlasıydı. Onu oluşturan kara büyüye başka bir kara büyü ile saldırıyor ve doğrudan bütünlüğüne zarar veriyordu.

 

Ve kılıç perisi ya da sahibi, ikisinden biri ölürse diğeri de ölürdü. Yurine’nin şimdi bir kılıca dönüşmesi yalnızca kendisiyle birlikte Yu’yu da öldürmesini sağlayacaktı. Böyle olmasını istemiyordu, Yu’nun yaşamasını istiyordu. Babasının hayatta kalmasını istiyordu.

 

Sevdiği kişinin mutlu olmasını istemek bir kılıç perisinin doğal yönelimiydi.

 

Zincirin parçalandığını Yu da gördü, gözleri açıldı ve hiçbir tepki veremeden Yurine’nin ıslak gözlerine baktı.

 

“Baba,” dedi Yurine. “Seni...”

 

Devam edemedi çünkü boğazı dağılan kara büyü yüzünden ses çıkarma yetisini yitirmişti.

 

“Ah...” Yurine iç çekti. “Yine söyleyemedim...”

 

Yurine Valarfin dayanma gücünü yitirdi ve uykunun onu sarmasına izin verdi.

 

---

 

“Yurine...” Yurine’nin gözleri kapanırken Yu’nun elinden ona seslenmek dışında hiçbir şey gelmiyordu. “Yurine... Hey? Yurine?”

 

Yurine’yi sarstı ama bu vücudundaki dumanların daha hızlı bir şekilde yayılmasına yol açtı. Bunu fark edince vücudunun dağılmaması için durdu.

 

Aralarında bir zincir oluşmuş ve Yu o zincirdeki iki taraflı enerji akışını hissetmişti. Büyüden uzak olsa bile bunun ne olduğunu anlayabilmişti. Bu, Yurine’nin bir kılıç perisine dönüşmek için kurması gereken zincirdi. Yu da zinciri kabul etmiş, onunla bağlanmayı istemişti.

 

Ama zincir parçalanmıştı. Böylece aralarındaki bağ da koptu.

 

“Yurine?” dedi tekrar. Ellerini onun vücudundan çekmeye korkuyordu, eğer bunu yaparsa vücudunun dağılacağı korkusuyla elleri kızının vücuduna kenetlenmişti.

 

“Yurine?  Yurine? Gözlerini açsana...”

 

Buna inanmak istemiyordu. Gözlerini sonsuza dek kapadığına inanmak istemiyordu. Kalbinin sesini duymak için başını yaklaştırdı ve dağılmaya başlamış göğsüne kulağını dayadı. Ses yoktu.

 

Dudakları titredi, gözlerinden şimdiye dek hiç akmadığı kadar yaş aktı ve dudaklarından içeri girdi ama ağzından hiçbir ses çıkmadı. Tutulmuş dili içinde kopan fırtınayı dışarı vurmasına müsaade etmiyordu.

 

Yağmur hızlıydı. Gök gürledi ve çanlar çalmaya devam etti.

 

Yurine’nin vücudundan siyah dumanlar yükseliyor ve dumanların yükseldiği yerlerden et parçaları kopuyordu. Yu onun göz kapaklarının arasından kanların aktığını gördü.

 

Yurine’nin vücudunun bir bütün oluşturan parçaları solup şişmeye başladı, patlayacakmış gibi şişiyordu. Vücudu şiştikçe rengi daha fazla soluyor ve daha fazla kokuyordu, eğer dikkat etseydi saçlarının ve tırnaklarının daha uzun gözüktüğünü fark edebilirdi.

 

Ama dikkat edemedi çünkü Yurine’nin vücudundan yayılmaya başlayan çürük kokusu gözlerini yakıyordu.

 

Yu onun patlayacağını düşündü fakat patlamadı, vücudundan parçalar kopmaya devam etti. Bu aşamada siyah duman bulundukları yeri tamamen kaplamıştı. Yurine’nin vücudu sarardı ve içine doğru çökmeye başladı.

 

Sonra karardı ve kararmış parçalar tamamen kemiğinden ayrıldı.

 

Kemiklerinin çevresindeki büyü de dağıldığında yere düştüler, Yu’nun avucunda kemiklerinden birkaç parça kalmıştı.

 

Yu ne diyeceğini bilmiyordu.

 

Ne yapacağını bilmiyordu.

 

Bağırmak istese de hıçkırıklar dışında hiçbir ses çıkaramıyordu.

 

Gözleri açıktı ve birkaç saniyenin ardından avucunun içinde kızından geriye yalnızca tozlar kalmıştı.

 

Ağladı.

 

Bayılana dek hüngür hüngür ağladı.

-------------------------

Start - Kapının Ardındaki Dünya, Çan Sesleri’nin Sonu.

09.05.2022 – 21:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr