Cilt 3 - Bölüm 67: Yakadaki Düşman

avatar
306 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 67: Yakadaki Düşman


“Kimsiniz?” diye sordu Cornelia. Sesi yaşadığı şokun etkisiyle titriyordu.

 

Cornelia’nın hizmetçisi olmasının ötesinde onun çocukluk arkadaşı olan Luna bir anda kendini pencereden aşağıya atmıştı.

 

Cornelia, Luna’dan daha büyüktü. Bu yüzden başlarda onu bir kız kardeş gibi görmüştü ama sonuçta kardeşler de arkadaş olabilirdi.

 

Luna’nın hayatını kurtarmıştı, onu maruz kaldığı kötü hayattan çekip almıştı ama şimdi, Cornelia’nın onun için yaptıklarını hiçe sayarmışçasına kendi canına kıymıştı.

 

İntiharın onda olan etkileri tartışmaya açık değildi ama şimdi, karşısında duran adamlar yüzünden kendi canının derdine düşmüştü.

 

Uzun boylu iki adam kapının önüne geldi ve çıkışı kapadı. İkisinin de üzerinde kahverengi bir cübbe vardı. Birinin teni sanki ölmüş gibi solmuştu ama diğeri esmerdi. İkisi de siyah saçlıydı ve ikisinin de sarı renkli, parlak gözleri vardı.

 

Ellerinde tuttukları siyah kılıçlar Yu’nun kılıcının aynısıydı ama Yu’nun kılıcının aksine o kılıçlar adeta dünyanın ışığını emiyor, etraflarını renksiz kılıyordu.

 

Cornelia etrafına bakındı, burada onlara karşı kullanabileceği bir kılıç görmüyordu. Üstüne üstlük adamlardan yayılan mana da tehlikeli seviyede yüksekti.

 

“Çıplak elimle onlara karşı bir şey yapamam,” diye düşündü ve adamlar ona karşı ilk hamleyi yaptıklarında kendini pencereden aşağıya fırlattı.

 

Luna’nın aksine vücudunda mana taşıyordu. Hem de bu mana öyle sıradan ya da ortalamanın biraz üstü miktarda değildi, onun güçlü bir savaşçı olmasına olanak sağlayacak kadar yüksekti.

 

Her ne kadar babasını sevmese de bu konuda ona ve onun atalarına minnettar olmak zorundaydı. Soylular yaptıkları evliliklerde eşlerinin mana miktarına da bakar ve buna göre seçimler yaparlardı.

 

Onun ataları da böyle seçimler yapma imkânına sahip olduğu için mana bakımından zengin eşler seçmişti. Halk böyle bir imkâna sahip değildi ve bu yüzden soylu aileler sürekli güçlenirken halkın güç seviyesi yerinde sayıyordu.

 

En güçlü savaşçıların yine soylular arasından çıkması da aynı sebepten ötürüydü.

 

Saçları havalanırken vücudundaki manayı bacaklarına, kalçasına ve beline aktardı. Kuleden aşağıya baktığında çok yüksek gözüküyordu ama düşüşü o kadar hızlıydı ki düşünecek vakti bile bulamamıştı.

 

Ayakları yere değdiğinde dizlerini büktü ve elini yere koyarak dengesini sağladı.

 

“Luna…”

 

Luna’nın cesedi karşısındaydı. Kırılmış kemiklerinden bazıları etinden dışarı çıkmış ve yüz üstü düştüğü için yüzünün şekli bozulmuştu.

 

Avucunu yerden kaldırdığında Luna’nın kanının eline bulaştığını fark etti.

 

“Neden bunu yaptın ki?”

 

Hıçkırarak ağlamak istiyordu ama bulunduğu durum yüzünden aklında yer alan onlarca sorudan buna vakit bulamıyordu.

 

O iki insan nasıl bir anda ortaya çıkmıştı? Yalnızca iki kişinin tüm muhafızları geçip de Cornelia’nın yanına gelmeleri mümkün olamazdı. Hepsinden ötesi Cornelia onlardan yayılan tehdidi doğrudan hissetmişti. Auraları ‘ben kötüyüm’ diye bağırıyordu.

 

Luna’ya daha fazla bakamadı ve üstünde hissettiği mana ile başını kaldırdı. Kaçtığı iki adam da camdan atladı ve üzerine doğru hızla inmeye başladı.

 

Cornelia hiç düşünmeden elini havaya kaldırdı ve bağırdı. “QUA!”

 

Elinin etrafında oluşan su damlacıkları sanki sınırsız bir su kaynağıymışçasına havada döndü ve bir hortumdan fırlamış gibi yukarı yükseldi.

 

Su ilerledi ve havadan düşen adamlardan birinin kasıklarını delip başından çıktı. Diğer adam Luna’nın cesedinin ayak ucuna düştü.

 

“Artık tek kişi...”

 

Cornelia’nın su büyüsü ile saldırdığı adam da yere düşmüştü. Cesedi eriyip siyah ve yoğun bir sıvıya dönüşürken üstünden duman tütüyor, kötü bir koku yayıyordu. Kılıcı ise yerde sekmiş ve savaşmasını istiyormuşçasına Cornelia’nın ayaklarının ucuna denk gelmişti.

 

Dikkatını cesedin ayak ucundaki adama verdi. Büyü konusunda çok iyi değildi ve tekrar bir büyü yapıp yapamayacağını bilmiyordu ama sol elini ona doğru kaldırırken eğildi ve yerdeki kılıcı aldı.

 

“Sıcak, Yu bunu nasıl tutuyor?”

 

Siyah kılıç sanki bir ağırlığa sahip değilmiş gibi gözüküyordu ve onu tutması bile Cornelia’ya kirlenmiş hissettirmişti.

 

Ama şu anda karşısındaki adamın tuttuğu kılıcın aksine Cornelia kılıcı eline aldığında az önceki gibi bir fenomen oluşmadı. Karşısındaki adamın kılıcı hâlâ daha çevresindeki dünyanın ışığını çekiyormuş gibiydi, etrafı renksizdi ama Cornelia’nın elinde tuttuğu kılıç da az önce onun gibi olmasına rağmen, şu anda yalnızca siyah bir kılıçtı.

 

Sadece biraz sıcaktı.

 

“Qua,” diye içinden geçirdi. Umduğu olmuş ve su damlacıkları tekrar elinin etrafında toplanmıştı. Ardından damlalar önündeki adama doğru az önce olduğu gibi yöneldi.

 

Tüm bunlar yaşandığında çanlar hâlâ çalmaya devam ediyordu. Metalik sesler hem kendi kulelerinden hem de şehrin içinden geliyor, aynı melodi sürekli tekrar ediyordu.

 

Önündeki adam Cornelia’nın saldırısına karşı vücudunu yan çevirdi ve elini ona doğru kaldırdı.

 

Onun vücudunu delmesini umduğu su adamın yanından geçerken Cornelia karnına çarpan sert ve büyük bir cisim hissetti ama hiçbir şey göremiyordu. Yine de bu darbeyle birlikte geri fırladı.

 

Kalenin bahçesi büyük olduğundan çarpacak bir yer bulamadan uçtu ve hızı azaldıkça yere yaklaştı. Yere değdiğinde bedeni birkaç defa sekti ve birkaç metre yuvarlandıktan sonra durdu.

 

“Bu neydi?”

 

Büyü kullanabilen rakiplerle daha önce de savaşmış ama böylesine bir gücü görmemişti. Bu rüzgâr büyüsü ile yapılmış bir saldırı değildi, görünmez bir cisim karnına çarpmıştı.

 

Karnını tutarak ayağa kalktı ve karşısındaki adamın hâlâ Luna’nın cesedinin yanında durduğunu gördü.

 

Adam ileri doğru bir adım attı ve Luna’nın cesedini çiğnedi, sonra ikinci adım geldi ve üçüncü adımı attığında koşmaya başladı. Vücudundaki yoğun mana sayesinde sıradan bir insanın koştuğu hızdan anormal derecede daha hızlıydı.

 

Cornelia durum böyleyken ondan kaçabileceğini zannetmiyordu, kılıcını kaldırdı ve kendini saldırıyı savunmaya verdi.

 

Adamın siyah kılıcı yüzüne inerken rakibinin arkadaşından aldığı siyah kılıcı kaldırdı ve kendini savundu.

 

Çeliklerin çarpışmasından çıkan ses, çan sesleri ile karışıp Cornelia’nın kulağına ulaştığında tuttuğu kabzanın biraz daha ısındığını hissetti.

 

Rakibinin kolları Cornelia’nın kollarından daha güçlüydü ve Cornelia’nın vücudundaki mana da rakibinin manasına kıyasla azdı. Aralarındaki fark rakibinin ona baskı kurmasını sağlıyordu.

 

Esmer adamın yüzü buruşurken sarı gözlerinde bir hayvanı öldürmeye çalışıyormuşçasına tiksinti belirdi. Kılıcını tüm gücüyle Cornelia’nın üstüne bastırıyordu ve Cornelia’nın onun kılıcının altına koyduğu kılıcı artık yüzüne değmek üzereydi.

 

Onun kılıcı öylesine anormaldi ki yüzüne yaklaştığında Cornelia renklerden arınmış, şekilsiz bir dünya görmeye başladı. Kendi renkleri de kılıcın içine çekiliyormuş gibiydi, yaşam adeta solmuştu.

 

Kılıcını kendisiyle birlikte kaydırdı ve adamın altından çıkarak soluna geçti. Manasını kullanarak kollarını güçlendirdi ve adamın hiçbir çelik ile korunmayan sırtına doğru kılıcını savurdu.

 

Hamle rakibinin çevik bir şekilde eğilmesiyle boşluğa doğru ilerler ve adam hâlâ eğik bir vaziyetteyken kılıcını Cornelia’nın karnına savurdu. Cornelia gerileyip bundan kaçtı ve sonraki hamle şansını rakibinin göğsünü delmek için kullandı.

 

Kılıcı hızla önündeki adamın göğsüne doğru ilerledi ama bu saldırı rakibinin kılıcı ile karşılandı. Rakibi kılıcıyla Cornelia’nın kılıcına vurdu ve bu sefer o, Cornelia’nın göğsüne kılıcını saplamayı denedi.

 

Cornelia da aynı savunmayı yaptı. Rakibi ise az önce Cornelia’nın fırsat verdiği gibi saldırı fırsatı vermek yerine hemen ardından bir saldırı daha yapmaya karar verdi. Etrafında döndü ve Cornelia’nın boynunu kesmeyi denedi.

 

Cornelia kılıç ile bu hamleyi savunduktan sonra hemen geri atladı ve kalenin bahçesindeki müştemilatlardan birinin çatısına kondu.

 

“Nesin sen?!” diye bağırdı yerde kalan adama. Çanlar çalmaya devam ediyordu.

 

“E Soenit,” diye cevap verdi aşağıdaki adam. Cornelia onun hangi dili konuştuğunu anlamamıştı.

 

Aramca ve Brahatulca biliyordu ama ‘Soenit’ kelimesinin ne anlama geldiği hakkında bir fikri yoktu. ‘E’ ise muhtemelen Brahatulca’da olduğu gibi ‘bir’ demekti.

 

“Bir Soenit mi?”

 

Cornelia’nın sorusu cevapsız kaldı. Adam yumruk hâline getirdiği elini havaya kaldırdı ve Cornelia’ya doğrulttu. Cornelia gelen tehdidi hissetmiş ama hiçbir şey yapamamıştı. Adam parmaklarını açtı ve daha önce Cornelia’nın karnına çarpan şey bu sefer bulunduğu çatıya çarpıp onu müştemilatın içine düşürdü.

 

“Lanet olsun!”

 

Cornelia yerdeyken önündeki kapı parçalara ayrıldı, Cornelia kapının fırlayan parçalarından korunmak için kollarını yüzüne siper etti.

 

“İnu tiren en valar niu heta.”

 

Adam parçalanmış kapının içinden geçerken yine Cornelia’nın anlamadığı şekilde konuştu. Yabancı bir dil olduğu için kelimeleri bile ayırt etmekte zorlanıyordu ama ‘valar’ kelimesini çıkarabilmişti.

 

Tabii bu ‘Valarfin’ isminden mi geliyordu yoksa bundan bağımsız, dile özgü bir kelimeydi bilmiyordu.

 

“Valarfin demişken… Umarım kaleye gelmemiştir.”

 

Rakibinin ona ayağa kalkması için bir fırsat vermesine şaşırmıştı. Belki de sadece Cornelia’yı her iki türlü de öldürebileceğini düşünüyordu ama yine de Cornelia tekrar ayaktaydı.

 

“Gelecek… Yurine’yi bulmak için kaleye girecek.”

 

Yu için endişelenmeye başlamak üzereydi ki adam tekrar saldırmaya başladı. Cornelia’nın karşılaştığı anormal hızlı saldırıları savunmasını sağlayan tek şey onun da normal insanlarla kıyaslandığında anormal olmasıydı.

 

Vermilialar kalelerinin diğer kaleler gibi soğuk, karanlık ve rutubetli olmasını istemiyordu. Bu yüzden de Cornelia’nın hepsinin adını hatırlamasının mümkün olmadığı kadar hizmetçi çalıştırıyorlardı ve bu hizmetçilerin hepsinin de kaleye sığması mümkün değildi.

 

Aslında çoğu kalede hizmetçiler iç içe yaşadığından kalelere onları sığdırabilirlerdi ama konu hepsine ayrı oda vermek olduğunda -ki Vermilialar böyle yapmıştı- yeni müştemilatlar inşa etmeleri gerekmişti.

 

Ama hizmetçilerine biraz daha iyi bir hayat yaşatmak isteseler de en nihayetinde buralar müştemilattı ve oldukça dar binalardı. Cornelia bu dar alanda kılıcını sallamakta zorlanıyordu.

 

Ama karşısındaki adamın gücünden mi yoksa kılıcının taşıdığı anormal özellik sayesinde mi bilinmez, adam kılıcını duvar yokmuşçasına savuruyor ve duvara çarptığı yerde duvarı bir kekmiş gibi kesiyordu.

 

Onun için duvarlar yoktu, kılıcı bu sorunu aşıyordu. Cornelia’nın kılıcıysa duvarlara çarpıp duruyor, kendini savunmakta zorlanıyordu.

 

“QUA!”

 

Büyü yaparken büyünün adını söylemek zorunda değildi ama büyüyü bu şekilde yapması, iş ani saldırılar yapmak olunca daha kolay ve etkili oluyordu.

 

Elini kaldırdı ve avucunu rakibinin göğsüne doğru açtı. Su damlacıkları hemen havada belirmiş, birikmiş ve rakibine doğru dönerek fırlamıştı.

 

Rakibi ise bu saldırı karşısında boş durmadı. Aslında bunu Cornelia’nın saldırısını hesap ederek de yapmamıştı. O da Cornelia ile aynı anda elini kaldırmış ve tekrar görünmez saldırısını yapmayı denemişti.

 

Avuçları aynı hizaya gelip, aynı saldırı yaptıklarında su sertçe ikisinin de üstüne fırladı. Konumdan ötürü Cornelia’nın tarafına daha fazla su gelmişti.

 

İkisi de koridorun uç köşelerine yuvarlanırken Cornelia bir kapıyı kırıp içeri girdi. Vücuduna çarpan suyun hızı öylesine yüksekti ki yüzünde, göğsünde ve kollarında kesikler oluşturmuştu.

 

Tekrar ayağa kalkarken suyun sebep olduğu kesikler yüzünden canı yanıyordu. Rakibi ise Cornelia gibi yaralı değildi, yalnızca onun tarafına sıçrayan su yüzünden birkaç kesiğe sahipti.

 

“Buranın içinde savaşamam,” diye düşündü. Burada kaldığı sürece dezavantajlı olacaktı. “Yu da tehlikeye girecek, buna engel olmalıyım.”

 

Önce Yurine, Link ve Ana’yı bulmalıydı. Yurine’yi bulduğunda savaş gücünü oluşturacak roaronları da bulmuş olacaktı. Şu anda hepsinin onun yanında olduğunu tahmin ediyordu.

 

Daha sonra ne olduğunu anlamaya çalışıp bir plan yapabilirdi.

 

“Neden tüm kaleyi ilgilendiren bir problem var gibi hissediyorum? Belki de bu adamlar yalnızca benim için gelmiştir.”

 

Kraliyeti destekleyen soylular kaçmadan önce Cornelia için suikastçılar bırakmaları düşünülebilirdi.

 

“Ama şimdi…” Bunları düşünemezdi.

 

Onun üzerine doğru koşmaya başlayan rakibine aynı şekilde karşılık verdi, koşmaya başladı. Eğer onunla yerleri değiştirirse müştemilatın içinden çıkma fırsatı yakalayabilirdi.

 

Kılıcını savurması mümkün olmayacağı için saplamak üzere pozisyon almıştı. Rakibinin de aynısını yaptığını gördü. En kötü ihtimalle ikisi de kılıçlarını birbirine saplayacaktı ama Cornelia ‘öleceksem en azından onu da öldürürüm’ şeklinde düşünmek istemiyordu.

 

Koşarken kendini yere yatırdı, yerde kaydı ve adamın ayak bileklerine çarptı.

 

Adam Cornelia’nın üstüne yığılmadan önce Cornelia elindeki kılıcı havaya kaldırdı; bu sayede rakibi, dostunun kılıcının üstüne düştü.

 

“Ah!”

 

Adam hemen erimeye başladığında siyah sıvı Cornelia’nın üzerine aktı. Cornelia o anda adamın erimeye başlayan vücudunun altından sürünerek kaçtı ama yüzüne ve kıyafetine düşen birkaç damla öylesine sıcaktı ki derisini yaktı.

 

Hemen müştemilatın odalarından birine dalıp etrafına baktı, bir sürahiyi görünce dolu olup olmadığına bakmadan onu alıp yüzüne boşalttı.

 

Gövdesinde de aynı yanıklar oluşuyordu ama yüzü daha önemliydi. Yüzünü silerken oluşan yanıklar yüzünden yerinde duramıyor, zıplıyordu.

 

“Lanet olsun! Lanet olsun!”

 

Manasını acıyı azaltmak için kullanmayı denerken derin nefesler almaya başladı. “Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım?”

 

Yüzünde yanık izi varken güzel olamazdı, Yu onu bu şekilde sevmezdi.

 

Ama hemen harekete geçmezse Yu, Yurine için kaleye girip zarar görürdü.

 

“Yurine, Yu’nun kızı. Onu güvende tutarsam Yu mutlu olacak.”

 

Üstündeki yanıklarla daha fazla ilgilenmeden koştu ve müştemilatın dışına fırladı. Bunu yaparken hâlâ gelenlerin yalnızca kendisini öldürmek isteyen suikastçılar olduğunu, tüm kale ile işlerinin olmadığını umuyordu ama az önce atladığı kulenin yandığını görünce küçük dilini yuttu.

 

“Efendi Kulesi, orada kalıyor!”

 

Efendi Kulesi, kalenin yöneticilerinin ve üst düzey misafirlerinin kaldığı kuleydi. Yurine de o kuledeydi.

 

Cornelia kaleye doğru koştu ve koştukça kalenin içinden yükselen karanlığı daha güçlü hissetmeye, çanların içine karışan haykırışları daha net duymaya başladı.

-------------------------

07.05.2022 - 17:05






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr