Cilt 3 - Bölüm 66: Çan Sesleri

avatar
293 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 66: Çan Sesleri


“Tanrım…” dedi başını masanın üstüne koyarken. Bunu derken Azer’e mi yoksa yeni tanıştığı adama mı seslendiği meçhuldü.

 

Sabah uyandığında yanında Yu Valarfin’i görmemesi moralini yerle bir etmişti. Onu rahatsız etmiş olmaktan korkuyordu ki öyleyse bu, Cornelia için kendisinin rahatsız edici bir kadın olduğu anlamına gelirdi.

 

Rahatsız edici bir kadın olmak istemiyordu, Yu Valarfin’in kendisinden rahatsız olma fikri korkunçtu. İnsanlar ona güzel bir kadın olduğunu söylemişlerdi, Yu Valarfin’in de aynısını düşünmemek için bir sebebi yoktu.

 

“Oooofff!” Elini masaya vurdu ve masanın üstündeki mürekkep kutusu, bardak ve mühür sallandı. Kalemi ise yuvarlanıp yere düştü.

 

“Neden gitti ki? Yeterince güzel değil miyim? Değilmişim…”

 

Kırılan kalbinin parçaları göğsüne batıp canını yakıyordu. Neden güzel bulunmamıştı ki? Neden rahatsız edici biri olarak görülmüştü?

 

“Erkeksi olduğumu mu düşündü? Yüzümün sert olduğu da söylenmişti. Bu yüzden mi?”

 

Eğer kendini Yu’ya beğendirme çabasında olmasaydı yüzüne tırnaklarını geçirirdi. Bu yüze sahip olmayı o istememişti, ona ebeveynlerinden geçmişti.

 

“Kardeşim yüzünden bana antipati mi duyuyor? Onu öldürtmüştüm… Neden?”

 

Annesinin onun gibi bir hayal kırıklığını doğururken ölmesi zaten Cornelia’yı kızdırıyordu. Bir de üstüne onun yüzünden Yu’nun nefretini kazanma düşüncesi eklenince yumruklarını sıktı.

 

Cecilus’u öldürmemiş olmayı diliyordu, böylece onu dövebilir ve sinirini çıkarabilirdi. Tabii bu onu öldürdüğü için artık mümkün değildi. Bu yüzden tahtadan hedefleri keserek sinirini çıkaracak, belki birkaç saman kuklasının başına ok atacaktı.

 

Bir kılıç bulduktan sonra kalenin avlusuna gitmek için bulunduğu kulenin merdivenlerinden inmeye başladı. Artık Vermia Düşesi olduğu için babasının dük odasını kullanıyordu. Bu yüzden odası kulenin en tepesindeydi ve aşağıya inmek zahmetliydi.

 

“Sivina ile dışarı çıkmış.” Gümüş saçlı kadın şövalyeye karşı sempati hissetse de kıskanmadan edemezdi. “Ondan mı hoşlanıyor? Benden daha güzel olduğunu mu düşünüyor?”

 

Sivina’dan farkını bulmaya çalışıyordu. İkisi de savaşabiliyordu, ikisi de güçlüydü. Eğer aralarında bir fark varsa bu da dış görünüşleri olmalıydı.

 

Eğer Yu onun yanından kalkıp Sivina ile dışarı çıktıysa Sivina’nın daha güzel olduğunu düşünüyordu, Cornelia buna inandı.

 

“Ben daha zenginim, neden ki?”

 

Eğer Yu isterse onu Vermia Dükü yapabilirdi. Şu anda Vermilia Ailesi’nde soyu devam ettirecek bir erkek yoktu ve Cornelia kendisinden düşük mevkideki bir erkeğe Vermilia adını verebilirdi.

 

Ailenin devamını sağlamak için kullanılan, daha önce örnekleri görülmüş bir yöntemdi. Yani kimse buna itiraz edemezdi.

 

“Buraya geldiğinde ona Yu Vermilia olmasını teklif edeceğim.”

 

Kim böyle bir teklifi reddederdi ki? Cornelia’nın kocası olarak bu ismi almayı istemeyecek biri olamazdı, bu zenginliği reddetmek saçmaydı.

 

“Böylece ona sahip olabilirim.”

 

Yu’ya sahip olma fikri aklına geldikçe hücreleri ısınıyordu. Sabah onunla uyanmak, tüm günü onun yanında geçirmek, geceyi onunla bitirmek; tüm bu fikirler Cornelia’yı delirtircesine mutlu ediyordu.

 

“Nedense bir anda isteğim kaçtı,” dedi elindeki kılıca bakarken.

 

Cecilus’a duyduğu öfkeyi çıkarmak için kılıcını savuracaktı ama Yu’nun onun ailesinden biri olma fikri onu öylesine mutlu etmişti ki artık öfkeli hissetmiyordu.

 

“Of… Ne yapacağım ben?”

 

“Özel bir görüşme olabilir,” dedi merdivenlerin aşağısından gelen bir ses.

 

Cornelia duyulduğu için utanmıştı ama sakıncalı herhangi bir şey söylediğini hatırlamıyordu. Normal olmalı ve Vermia Düşesi rolüne bürünmeliydi.

 

“Sör Link,” dedi sesin sahibi merdiveni dönüp karşısına çıktığında.

 

Sarı saçlı, sarı gözlü, hafif feminen yüzlü, uzun ve zayıf bir adamdı. Adı pek duyulmuş bir insan değildi ama yine de Cornelia birkaç defa ismini işitmişti.

 

“Düşes,” dedi Link. Hafifçe eğilerek Cornelia’yı selamladı ve sonra kulenin üst katını işaret etti. “Eğer müsaitseniz konuşabilir miyiz? İsterseniz sonraya da bırakabiliriz tabii.”

 

Bunu derken Cornelia’nın kılıcına bakıyordu. Cornelia kılıcını, başıyla birlikte salladı.

 

“Şimdi konuşabiliriz,” dedi.

 

“Güzel, özel bir yere geçelim lütfen.”

 

Link’in işaret ettiği yöne doğru merdivenleri çıkmaya başladı, geldiği yere geri dönüyordu.

 

Onun ne söyleyeceğini merak ediyordu. Şimdiye dek askeri konular dışında bir şey konuşmamışlardı ve yine aynı şeylerden bahsedeceğini düşünüyordu.

 

Üzerlerine gelen düşman ordusuna karşı nasıl hazırlanacakları ya da halkın üzerindeki kontrolü gibi şeylerden bahsedecekti. Cornelia böyle olacağını zannediyordu.

 

Odasına geri girdi ve elinde tuttuğu kılıcı duvara dayayarak masasına geçti. Oturduktan sonra Link’e karşısındaki sandalyeyi işaret ederek oturma izni verdi.

 

“Nasılsınız?” diye söze girdi Link.

 

“İyiyim.” Yalan söylemiş gibi hissediyordu. “Sanırım, iyi sayılırım.”

 

Sabah uyandığında Yu’nun yanında olmadığını görmek onun iyiyim demesine engeldi ama sonra onunla evlilik fikrini düşününce morali ister istemez yerine gelmişti.

 

Hatta bunu yaparken utanabilirdi ama Yu’nun bu konu hakkında ne düşüneceğini Link’e sorabileceğine inanıyordu. Sonuçta ikisi arkadaştı.

 

“Düşes olarak uyandığınız ilk gün, daha iyi olmalısınız.”

 

“Daha iyi olmayı isterdim,” dedi. Neden daha iyi olamadığını Link biliyor olmalıydı, bu yüzden açıklamaya gerek görmedi.

 

Link’in ne diyeceğini merak ediyordu ama aklındaki soruyu da sormak istiyordu.

 

“Ne konuşmak istiyordun?” diye sordu. Link karşısında dik bir şekilde otururken o bacaklarını üst üste atmıştı.

 

“Gelecek hakkında birkaç şey,” diye cevapladı Link. “Vermilia Ailesi ve krallığın geleceği hakkında.”

 

Ailesinin ismi anıldığında Cornelia yüzünü öne eğdi ve daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladı. Vermilia Ailesi’nin son üyesi olarak üzerinde büyük bir sorumluluk taşıyordu.

 

Aileyi devam ettirmeli, hanesinin iktidarını sağlamlaştırmalı ve ondan öncekilerin yaptığı gibi Vermilia toprakları üzerinde mutlak kontrol sağlamalıydı.

 

“Zodyaistler hakkında ne düşünüyorsun?”

 

Link’in sorusunu aldığında düşünmek için çenesini ellerinin üstüne koydu ve bir süre bekledi.

 

O da Mora’daki her insan gibi Azer inancı ile yetiştirilmişti ama normal insanlara göre Cornelia bir soyluydu. Soylular arasında dindar olanlar nadiren görülürdü ve görülse bile bunlar genelde kadındı.

 

Cornelia da bir kadın olmasına rağmen maskülen standartlarda eğitim aldığından şu anda böyle olmasa da hayatının büyük bir bölümünde bir erkek gibi düşünmüş, Azer’e soylu bir erkeğin verdiği değeri vermişti.

 

Azer onun tanrısıydı ama hepsi bu kadardı. Resmi olarak katılmak zorunda olduğu törenler dışında ona ibadet etmiyor, gün içinde onun hakkında düşünmüyordu.

 

Hatta ona göre Azer yalnızca hayatlarında kendi köylerinden on kilometre uzağa gitmemiş insanların baş kaldırmalarını önlemek için kullanılan bir araçtı. Şimdiye dek Azer isminin ve Zodyaizm’in başka şekilde kullanıldığını görmemişti.

 

“Tanrının adını kullanarak hükmediyorlar, bununla para ve sadakat kazanıyorlar.”

 

“Bunlar herkesin bildiği şeyler, ben daha özel düşüncelerini duymak istiyorum. Kişisel şeyleri.”

 

Konu buraya uzandığında Cornelia konuşmakta isteksizdi. Sonuçta karşısındaki adam bir Başak Şövalyesi’ydi ve Zodyaizm’e inanıyordu.

 

“Bizi terk ettikleri için pek memnun değildim,” dedi. “Ama sonra geldiniz tabii.”

 

“Evet,” dedi Link. “Gelenler ‘biz’ olduk, onlar değil.”

 

Link’in ‘biz’ kelimesini vurgulayıp Zodyaistleri ayırmasının amacını anlayamadı. “Ayrı bir ödül mü istiyor?”

 

Cornelia onu anlamaya çalışırken Link konuşmaya devam etti.

 

“Zodyaistler kendi çıkarlarını düşünen bir grup vatan haini tarafından yönetiliyor, kendi içlerinde birlik değiller ve yılan onlara dokunmadığı sürece ne yaptığını umursamıyorlar.”

 

Link, Cornelia’nın ve düşünme özgürlüğüne sahip pek çok üst kademe insanın düşündüğü ama dile getirmediği sözleri dile getirdi.

 

Sonra da sordu. “Peki ya Kraliyet? Onlar hakkında ne düşünüyorsun?”

 

“Eğer onlara katılmamız gerektiğini söyleyeceksen-” Link elini kaldırarak Cornelia’yı durdurdu.

 

Önce Zodyaistlerin kötü olduğundan bahsetmiş, şimdi de kraliyet hakkındaki düşüncelerini sormuştu. Herhangi biri bu konuşmanın gittiği yeri görebilirdi.

 

Böyle bir şeyi elbette kabul edemezdi. Yu, Zodyaistlerin tarafındaydı ve bunu yapmak açıkça ona ihanet etmek olurdu.

 

Cornelia sinirlenmeden önce Link konuştu. “Hayır, böyle bir şey söylemeyeceğim.”

 

Zaten Cornelia onun böyle bir şey demesine müsaade etmez, onu odadan gönderir ve hemen Yu’ya Link’in düşüncelerini iletirdi.

 

“Ama onları haklı görmemeniz beni sevindirdi.”

 

“Böyle bir şey söylemedim,” diye düşündü.

 

Yu Zao’nun dine karşı haklı argümanları vardı. Düşmanı olan Mora Kralı, Cornelia’nın hizmet ettiği Zodyaistlerin her birinden daha güvenilirdi.

 

“İkisinden de bu ülkenin insanlarına hayır gelmeyecek.” Link başını çevirdi ve birini bulmaya çalışıyormuş gibi pencereden dışarı baktı. “Bazı işleri biz yapmalıyız.”

 

“Ne demek istiyorsun?”

 

“Ne Zodya’ya bağlı olalım ne de Yu Zao’ya. Burada, bugün kendi krallığımızı kuralım.”

 

Link’in sıradan bir tonda söylediği sözlerin başta şaka olduğunu düşündü. Bu kelimeler açık bir şekilde vatana ihanetti ve üzerinde biraz daha durmaları onları idam edilmeye kadar götürebilirdi.

 

“En kötü ne olabilir ki?”

 

Link’in yüzünde yarım bir gülümseme görünce şaka yaptığını düşündü. Evet, şakadan başka bir şey olamazdı. Bu yüzden güldü.

 

“Az kalsın ciddiye alacaktım.”

 

“Ciddiyim zaten.”

 

“Ne?”

 

Link’in yüzündeki yarım gülümseme kayboldu ve yüzü savaşa giren bir adamın ciddiyetine büründü.

 

“Anneniz kraliyet hanedanından birisiydi, damarlarınızda kraliyetin kanını taşıyorsunuz. Mora tahtında hak iddia edebilirsiniz.”

 

“Bu, dünyayı karşımıza almak demek, bunun için-”

 

“Yeterli hiçbir şeye sahip değil miyiz?”

 

Cornelia başını salladı.

 

Ne onları destekleyecek lordlar vardı ne iddia edecekleri hakkı koruyacak kadar güçlü bir orduları. Yaz geliyor ve hasat mevsimi yaklaşıyordu, askerlerinin tarlalarına dönmesi gerekliydi.

 

Ne onların karnını doyuracak yeterli paraya sahiplerdi ne de bu parayı bulmak için herhangi bir yol biliyorlardı.

 

“Yu sürdüğü ejderha ile halk üstünde oldukça büyük bir etki bırakmıştır, buna şüphe yok. Siz de bir halk kahramanısınız. Bu iki isim bir kesimin desteğini almaya yetecektir.”

 

“Bu asıl problemimiz değil, bu konuyu konuşmak bile saçma.”

 

“Değil,” diye çıkıştı Link. “Yu Zao’nun ordusunu yendiğimizde onların ordusunda olan her şey bize ait olacak. Tüm esirler, tüm erzak, tüm eşyalar… Bir süre ordumuzu düzlükte tutabileceğiz.”

 

“Saçmalamayın lütfen,” Cornelia ciddi bir tona geçti. “Böyle bir şey mümkün değil.”

 

“Gayet mümkün.” Link bacaklarını üst üste koydu. “Ne bugün ne de gelecekte Andromeda Kilisesi bize yardım edecek, Yu Zao da bizi yok etmek için üzerimize geliyor. Tamamen yalnızız.”

 

“Ama yalnız olsak bile en azından bir tarafa-”

 

“O taraf bizi çoktan gözden çıkardı.” Link’in sesi sertleşti. “Ülkenin en önemli şehirlerinden biri işgal edildi ve kilise bunu umursamadı bile. Onların fırlattıkları kemiği geri getiren sadık bir köpek olmayacağım.”

 

Link’in sarı gözleri alev almış gibi parıldıyordu. Artık onun ciddi olduğundan tamamen emindi.

 

Link ayağa kalkıp pencereye doğru ilerledi ve kuleden Yeşim Gölü’ne baktı. Cornelia onun sırtını izlerken Link hayal kırıklığına uğramış bir şekilde konuştu.

 

“Bir hükümdar yüzünü rahatlatıcı manzaralara değil, halkının yaşadığı hayata dönmeli.” Cornelia’nın odasının manzarasını eleştiriyordu. “Buradan bakınca şehrin ne kadar berbat olduğunu göremiyorsunuz.”

 

“Bu kuleyi inşa eden ya da pencereyi oraya koyan ben değilim.”

 

“Evet ama bunu değiştirebilirsin.” Arkasını döndüğünde Cornelia’nın yüzüne baktı. “Neden bir kraliçe olmuyorsun ki? Yu’yu da kralın yaparsın.”

 

Cornelia’nın nutku tutuldu. Link gelmeden önce düşündüğü fikri Link bir çırpıda öne sürmüştü.

 

“Bunu yapmayı istiyorsun, değil mi?” Link gülümsedi. “Onu ulaşabileceği en büyük saygınlığa ulaştırmayı istemez misin? Sence bu onu mutlu etmez mi? Yu’yu tanıyorum, kesinlikle mutlu eder.”

 

‘Yu’yu mutlu etmek.’ Bunu duymak az önce konuştukları her şeyi aklından çıkardı.

 

“Onu sevdiğime göre onu mutlu etmeliyim. Seven insanlar sevdiklerini mutlu etmeli.”

 

Göğsü alev aldı, ruhu kanat çırpıp vücudundan çıkacak gibiydi. Link haklıydı; Cornelia, Yu’yu mutlu etmeliydi.

 

“Ama Yu ve Sivina…”

 

“Eğer Sivina çok isterse Yu’nun hanedanın geleceği için iki eş almasında sorun yok. Doğulu krallar bunu hep yapıyor.”

 

“E-Evet…”

 

Link’in söylediği her şey doğruydu. Yu harikaydı, Cornelia onu mutlu etmek istiyordu. Bunun için Yu’yu kral yapması gerektiği, Yu’nun en yakın arkadaşı tarafından söyleniyorsa doğru olmalıydı. Onu kral yapmak için elinden geleni ardına koymayacaktı.

 

Link yüzünde memnun ve sinsi bir gülümsemeyle konuştu. “Öyleyse hemen, bugün bunu yapalım.”

 

“Hemen mi? Hazırlık-”

 

“Tamamen hazırız.” Link heyecanla ellerini açtı. “Bundan böyle ne Andromeda Kilisesi ne de diğer katedraller olur. Başak Katedralini, Başak Kilisesi yaparız ve tek din olarak hükmeder.”

 

“Bunları ne kadar zamandır düşünüyorsun?” diye sordu ama Link cevap vermeden konuşmaya devam etti.

 

“Yurine hakkındaki şeyleri biliyorum. Yapay bir peri olduğu için anlaşma yapamıyor, bu da sonsuza dek yaşayabileceği anlamına geliyor.”

 

Bir kılıç perisi bir anlaşma yapana dek aynı formda sonsuza dek yaşamaya devam ederdi. Kılıç perileri o kadar nadirdi ki çoğu kişi bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünüyordu.

 

“Başak Kilisesi’nin kutsal lideri olarak sonsuza dek dinin başında olur ve bu muhteşem bir istikrar sağlar. Siz de Yu ile birlikte krallığı yönetirsiniz.”

 

Link gittikçe heyecanlanıyor, koca dalgalara dönüşmüş sesinin tonunu ayarlamakta başarısız oluyordu. Eğer aklını kaybetmiş olmasaydı Cornelia duyulacakları için endişelenebilirdi.

 

“İstikrarlı, güvenli bir krallık kurarız. Yurine sonsuz hayatı boyunca Yu’nun kanından gelenleri destekleyecektir. Elbette dönem dönem devletler yükselir ve alçalır, Mora halkının zor zamanlar yaşayacağı günler de gelecektir ama sonuçta…”

 

Link derin bir nefes aldı.

 

“Sonunda bu istikrar ile birlikte elbet tekrar düze çıkmayı başaracak. En nihayetinde din ve krallık birlikte çalışacak,” Link’in yüzündeki gülümseme büyüdükçe büyüdü. “Önce tüm Mora, sonra da tüm dünya halkı huzurlu, refah dolu ve güveneli bir topluma dönüşecek.”

 

“Sen delisin.”

 

“Cornelia El Vermia’dan bunu duymak beni hiç incitmiyor.”

 

El demişti, bu Cornelia’yı kraliçe olarak kabul ettiği anlamına geliyordu. Aynı zamanda Cornelia’ya deli demişti ama o, âşık olan biri olarak delirdiğini kabul ediyordu.

 

“Eğer Yu’ya bunun düşünmesi için zaman verirsek reddedecektir. Bu yüzden oldu bittiye getireceğiz. Onu bir konuşma yapmaya zorlayalım. Bu yol Yu için daha iyi olur.”

 

“Anladım, onun için hangisi daha iyi olacaksa.” Cornelia çıldıracağını hissediyordu. Yu’yu mutlu edecekti. Onunla evlenecekti. Çocukları olacaktı.

 

“Ben tüm halkı toplamaya gidiyorum. Bugün bu şehirdeki her bir çan çalacak.”

 

Cornelia’yı hızlıca ikna eden Link seri adımlarla odadan ayrıldı ve Cornelia’yı düşünceleriyle baş başa bıraktı.

 

Yaptığının doğruluğunu sorgular gibi oluyor ama sonra bu düşünceleri hemen bırakıyordu. Bu hem halk için iyi olacaktı hem de Yu için.

 

Ama en çok kendisi için harikaydı. Bir kraliçe olacak ve Yu’yu kralı yapabilecekti. Bundan daha harika ne olabilirdi ki?

 

Başında ince bir ağrı vardı ve ruhunun dalgalandığını hissediyordu, vücudundaki mana sürekli hareket hâlindeydi. Bunu aşka bağladı ve uzun bir süre Yu’yu düşündükten sonra ayağa kalktı.

 

“Bir kız bu durumda ne yapar? Birileri ile konuşmak istiyorum- bir dakika!” Aklına gelen şeyle birlikte adımlarını hızlandırdı ve odasından çıkıp aşağıya inmeye başladı. “Yu’yu kral yapmak demek onunla evlenmem gerek demek. Onunla evleneceksem bir nedimeye ihtiyacım var!”

 

Ve Cornelia’nın tanıdığı, nedime olmaya uygun bir kız vardı. Kendi odasının birkaç kat altında yer alan bir odaya doğru hızla merdivenleri inmeye başladı.

 

“Luna’dan nedimem olmasını isteyeceğim.”

 

Luna’nın odasına geldiğinde kapıyı hiç çalmadan açtı ve içeri daldı. Bir hizmetçiye ait olduğu için küçük, Vermilia Ailesi’nin itibarını ilgilendirdiği için süslü bir odaydı.

 

Küçük ama kaliteli bir yatak, çivi girmeden yapılmış mobilyalar ve bir kız odası olduğu için farklı çiçeklerle döşeliydi.

 

“Luna!” dedi heyecanla ama onu pencerenin üstünde otururken bulduğunda heyecanı yok oldu.

 

Onun sırtı Cornelia’ya dönüktü ve ayaklarını pencereden dışarı sarkıtmıştı.

 

“Hanımefendi.” Luna yüzünü döndü. Mavi gözleri ıslaktı. “Siz mutlu olun.”

 

Yüzüne son bir gülümseme yerleştirdi, buruk ve acı doluydu. Sonra ağırlığını öne verdi, kalçası oturduğu yerden ayrıldı ve gözden kayboldu.

 

Cornelia’ya düşünme fırsatı bile vermemişti. Cornelia kendine gelene dek bir süre boş pencereyi seyretti. Kendine geldiğindeyse çığlık attı.

 

“LUNA!”

 

Hemen koştu ve pencereden aşağıya baktı. Kendi odasından aşağıda olsa da hâlâ kulenin üst kısmındaydılar, aşağıdaki her şeyi küçük görüyordu.

 

Ama kırmızıya boyanmış yeri ve sarışın bir kıza ait vücudu görmesi Cornelia’nın gözleri için zor olmamıştı.

 

O esnada çanların sesini duydu. Link söylediği şeyi yapmış ve insanları yeni krallığın kurulduğundan haberdar etmek için çanları çaldırmaya başlamıştı.

 

Cornelia seri ve sert ayak seslerini duyduğunda başını çevirdi ve odanın hâlâ açık olan kapısına baktı.

 

Ellerinde siyah kılıçlar tutan iki kişi yolu kapamıştı.

-------------------------

07.05.2022 - 15:43






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr