Cilt 3 - Bölüm 9: Yanan Köyün Ardından (2/2)

avatar
323 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 9: Yanan Köyün Ardından (2/2)


“Tüm-  Öhm...” Yu bir anda öksürmeye başladı. Yurine az önce soğukkanlı bir şekilde, tüm şeytanları öldürdüğünü mü söylemişti?

 

“Yu! İyi misin?”

 

Yu şaşkınlık yüzünden öksürmeye devam ederken ona cevap veremedi. Yurine yine bir cevap beklemeden şifa büyüsüne başladı.

 

“İyiyim, iyiyim.”

 

Büyüyü durdurmak için Yurine’nin elini indirirken hâlâ şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyordu. Yurine normal insanları yenmekte başarılıydı ama Yu şeytanları gözünde çok güçlü rakipler olarak büyütmüştü.

 

Yurine hepsini öldürebilecek kadar güçlü müydü? Yoksa şeytanlar, Yu’nun gözünde büyüttüğü kadar güçlü varlıklar değil miydi?

 

“Yu, iyi değilsen söyle. Ben seni iyileştiririm.”

 

“Gerçekten iyiyim. Şeytanları öldürdükten sonra ne olduğunu anlat.”

 

“Daha sonra seni iyileştirmeyi denerken bayılmışım.”

 

“Kızılşapel’deki gibi mi? Niye şimdi büyü yapıyorsun o zaman?”

 

Kendisi için onun zarar görmesini istemiyordu. Zaten dövüşmeyi öğrenmek istemesinin sebeplerinden birisi de buydu.

 

“Yu, o günün üzerinden beş gün geçti. Ben tamamen iyiyim.”

 

“Beş gün mü? Beş gündür uyuyor muydum?”

 

Kendini beş gündür uyuyormuş gibi hissetmiyordu. Daha önce hiç beş gün boyunca uyuduğu olmadığından beş gün boyunca uyuyan bir insanın nasıl hissettiğini de bilmiyordu. Aç ya da susuz değildi ve bacakları da uyuşmamıştı.

 

“Tam olarak değil. Gün içinde uyandığın pek çok sefer oldu ama ateşin yüksekti, kendinde değildin. Sana zar zor yemek yedirip geri yatırdık.”

 

“Bunları hatırlamıyorum.”

 

Yurine’nin dediği hiçbir şeyi hatırlamıyordu ama durum böyleyse daha fazla yatamazdı. Zaman kaybettikleri her gün Sivina ve Ana daha fazla endişeleniyor olmalıydı.

 

Ayağa kalkmak istedi ama çadır, boyundan kısa olduğu için burada kalkamazdı. Emekleyerek çadırdan çıkmak istiyordu ve bunun için üzerine giyecek bir şey aradı.

 

“Yu, dinlenmen gerekiyor.”

 

“Ben iyiyim, yani, omzumdaki şeye bakılırsa muhtemelen hiç iyi değilim ama şu anda iyi hissediyorum. Bunu geçelim de çok geç kaldık. Kızlara verdiğimiz tarihi aşacağız ve böyle gidersek oraya varmamız ocak başını bulabilir. Üzerine kış şartları da eklenecek, daha da gecikeceğiz. Çok endişelenecekler ve beklemek dışında yapabilecekleri bir şey yok.”

 

Kar onları çok fazla yavaşlatacaktı. Mora ve İlonya arasındaki tepeler zaten tehlikeliydi ve bir de üstüne kışın zorlu şartları eklenince tehlike daha da artacaktı.

 

“Ben neden onlar endişelenecek diye endişeleniyorum ki... Of...”

 

Duygularının karmaşık olması doğal olarak aklını da karıştırıyordu.

 

“Köy ne durumda peki? Roaronlar iyi mi? Kigaro çocukları buldu mu? Ne oldu lan burada?”

 

Üzerine bir şeyler geçirip dışarı çıkmıştı, onlarca çadırın bulunduğu devasa boşluğu görünce ağzı açık kaldı.

 

Yağmur yağmaya devam ederken Yurine konuştu. “Benim suçum sayılır, böyle olması gerekti.”

 

Bir kratere benzer büyük bir boşluğun içindeydiler ve etrafta hiçbir ev ya da ağaç bulunmuyordu. Tüm boşluk çadırlarla kaplanmıştı.

 

“Köyün ne durumda olduğunu gördüm, peki...”

 

Konuşmasına devam edecekti ki dışarıda kütük dizmekle uğraşan iki roaron çadırdan çıkan Yurine’yi gördüğünde başlarını eğerek selam verdi.

 

“Onlar az önce seni mi selamladı?”

 

“Üstün bir varlığa karşı böyle davranmaları gerekiyor, şaşılacak bir şey yok.”

 

Bunu söylerken her zamanki kibirli havasıyla söylemedi, onun yerine daha düz ve cansız bir şekilde konuştu. Söylediğine kendisi de inanmıyor gibiydi.

 

“Kigaro’nun aradığı çocuklar?”

 

“Sadece iki tanesi sağ kalmış, şeytanlar diğerlerini öldürmüş.” Yurine, Yu daha yeni sorusunu sormadan aklını okudu ve konuştu. “Kigaro ve birkaç roaron avlanmaya gitti. Yiyecek sıkıntısı var.”

 

Vagonlarında yemek vardı ama onları rinoları hesaplayarak almıştı ve alandaki tüm çadırlara bakınca hepsine yetecek kadar yemek olduğunu zannetmiyordu. Belki bir günlüğüne tok kalırlardı ama geri kalan günler aç kalacaklardı.

 

“Yu, şeytanlar diğer köylere de saldırmış. Sağ kalan iki yüz roaron var ve gidecek herhangi bir yerleri yok. Yarısından fazlası çocuk ve kış geldiği için artık yiyecek bulamazlar.”

 

“Yoksa onları yanımıza almak mı isteyeceksin?”

 

Bir de başlarına bu mu çıkmıştı? Zaten yanlarına bir kişi almışlardı, bir de iki yüz kişiyi yanlarında taşıyıp ülkeler arası seyahat edemezlerdi. Çok yavaş hareket eder, yiyecek bulamazlardı ve kış şartları da dahil edilince bu şekilde Andromedia’ya ne zaman varacağını Yu bile kestiremiyordu.

 

Her halükârda onları bekleyen Sivina ile Ana’yı da çok fazla bekletmiş olacakları kesindi. Yu yüklerini azaltmak için Rolderhelm’de kazandığı altınların bir kısmını onlarla birlikte yollamıştı. Eğer Yu ve Yurine’nin öldüğünü düşünüp altınlarla kaçarlarsa inanılmaz bir zarar elde edeceklerdi.

 

Gerçi ne Sivina ne de Ana’nın böyle bir şeyi aklının ucundan geçireceğini zannetmiyordu. Zaten böyle bir şey yapacaklarına en küçük bir ihtimal verse onları yanına almazdı. O ikisinin kendisine sadık kalacağına tamamen emindi.

 

“Onları burada bırakırsak ölecekler, bizimle birlikte gelseler olur mu? Ama eğer sen olmaz dersen olmayacak Yu, söz veriyorum sen ne dersen o olacak.”

 

“Sen böyle demişken... Bana psikolojik baskı yapıyorsun ama.”

 

Yurine, Yu’nun elini sıkıca kavramıştı. Kedi kulakları üzerine geçirdiği cüppe tarafından örtülüydü. Yağmur hafifçe atıştırmaya başlayınca aklında bir haftadır yatıyorsa banyo ve tuvalet işlerini nasıl hallettiği sorusu geldi.

 

“Lan! Lan! Harbiden, ben bir haftadır yatıyorsam o işler nasıl oldu? Uyandığım sırada mı? Yoksa bana bez bağlayıp götümü mü sildiler?”

 

Böyle aşağılayıcı bir durumu daha önce hiç yaşamamıştı.

 

“Erkek adam götünü sildirir mi lan? Kaç yaşındayız, yok artık. Lan benim götümü kim sildi?”

 

Elin roaronu tarafından götü mü silinmişti? Olmazdı öyle şey, koskoca Yu Valarfin götünü sildiremezdi.

 

“Bunu reddetmemiz gerekiyor.”

 

“Anlıyorum, Yu. Öyle yapacağız.”

 

Yurine belirgin şekilde üzülmüştü, Yu boştaki elini onun omzuna koydu.

 

“Ama işe yarar olabilirler.”

 

“Ne demek istiyorsun?”

 

“Onları yanımıza alma sebebim doğru olan bu olduğu için olmayacak. Onları yanımıza alacağım çünkü onların hayatını kurtardın ve şimdi de onlara sahip çıkacak, yeni bir ev vereceksin. Bunlardan sonra tamamen sana sadık olacaklardır. Gerektiği zaman bizim için ölecek iki yüz kişiye sahip olacağız.”

 

Yu onları yalnızca bu sebepten ötürü yanına alabilirdi. Bir canlı olarak hayatlarına verdiği değer düşüktü ama ölmeye hazır piyonlar olarak işe yarayabilirlerdi. Roaronların sadakat, onur gibi kavramlara verdiği önemi kitaplarda okumuştu. Onlardan beklediği şey Yurine için ölmeleriydi.

 

“Onların yaşaması ya da ölmesinin hiçbir önemi yok çünkü bu dünya sonlandığında gelecek yaşanmamış olacak ama onların yaşamasını bu kadar çok istiyorsan, onların hayatlarına bir anlam yüklemek şartıyla yanımıza alabilirim. O anlam da zamanı geri almakta bize yardım etmeleri ve gerektiği zaman bu amaç uğruna ölmeleri olacak. Üzgünüm, çok iyi biri olmadığımı biliyorum ama onlara sırf iyilik olsun diye de yardım etmeyeceğim.”

 

“Önemli değil, Yu. Annemi geri getirmeye odaklanman güzel.”

 

Yapacağının ardında yatan neden bir kızın babasına hayran kalmasını sağlamazdı ama en nihayetinde ikisinin de isteği gerçekleşecekti. Roaronlar bir süre daha yaşamaya devam edecek ve Yu ile Yurine’ye hizmet edeceklerdi.

 

“Pekâlâ... Vagon, hayır, altınlar nerede?”

 

“Özür dilerim.”

 

“Neden özür diliyorsun? Lütfen bana paraları kaybettiğimizi söyleme.”

 

“Paraları geri topladık ama vagon biraz şey oldu...”

 

Yu derin bir nefes aldı, vagonun zarar görmesi de kötüydü ama paraların yerinde olması yeterliydi.

 

“Onu da yeni almıştık ama... Yandı mı, ne oldu?”

 

“Tamir etmeyi denediler de çok iyi olmadı.”

 

Elinden tutarak onu bir hurdanın bulunduğu, roaronlar tarafından acele ile inşa edildiği belli olan bir garaja getirdi. Aslında vagon tahtadan olduğu için hurda denemezdi ama Yu onu en iyi bu şekilde tanımlayabiliyordu. Belki hurda yerine çöp kelimesini kullanabilirdi.

 

“Daha önce bir adam arabasına bir kadına davrandığı gibi davranmalı diye bir söz duymuştum. Bu benim bir kadına yapabileceğim bir şey değil.”

 

Tekerlekler bir şekilde halledilmişti ama vagon... Yu tarif etmekte zorlanıyordu. Vagonun dışına ağaç kabuklarından kesilmiş parçalar çakılarak bir arada tutulmaya çalışılmıştı. Cam pencereler yerine yine ağaç kabukları ve yapraklar vardı ve vagon artık beyazdan çok kahverengi ve gri renkteydi.

 

“Özür dilerim ama savaşırken vagonla ilgilenemezdim.”

 

“Senin iyi olman yeterli.” Yurine’nin canı herhangi bir şeyden çok daha değerliydi. “Altınlar içinde mi? Umarım eksiğimiz yoktur.”

 

“Evet, arada rinoları da iyileştirdim.”

 

“Yaralanmışlar mıydı ki?”

 

Rinolar vagonun yanında yatıyordu. Yu eşyaları kontrol etmek için vagonun kapısını açtı ve içeri baktı. Altın kasalarının yanında farklı bir şey daha vardı.

 

“Kılıç da mı orada?”

 

Kigaro’nun, Yu’ya verdiği siyah kılıç da vagonun içindeydi. Omzuna o kılıcın aynısı saplandığından ona karşı mesafesini korumak istiyordu. Ayrıca kılıcı yanında taşımak konusunda da tereddütleri vardı.

 

O kılıç bir şeytana ait olmalıydı ve kim bilir nasıl bir lanete sahipti? Kigaro onu Yu’ya verirken ne düşünmüştü acaba? Yu kılıcı almanın ne kadar mantıksız olduğunu şimdi idrak edebilmişti.

 

Belki de kılıçta yerini sahibine bildiren bir büyü vardı ama Kigaro onu aldığına göre eski sahibini öldürmüş olmalıydı. Kılıcın kullanıcısını lanetleyen bir büyüye sahip olmadığını düşünür ve omzuna saplanan kılıç yüzünden zihninde oluşan kötü izlenimi de yok sayarsa kılıç son derece havalıydı.

 

Sivina’nın meçine benzediğinden onun stiline de uygundu.

 

“Başka kılıçlar da var. Çoğu onları yok etmek istedi ama ben senin kararını beklemek istedim, belki çok para edecek şeylerdir.”

 

“Onlarda bize zarar verecek lanetler seziyor musun?”

 

“Onlar tarafından kesilirsek kötü şeyler olabilir ama şu anda bize zarar vermiyorlar. Yine de onlar sana zarar verdi, Yu. Bence yok etmeliyiz.”

 

“Sahiplerini öldürdün, değil mi?”

 

“Her birini.”

 

“Soğukkanlı bir katilmiş gibi konuşma lütfen.”

 

Küçük bir çocuk böyle şeyler söylediğinde hem ciddiye almakta zorlanıyor hem de doğru söylediğini bildiği için tüyleri ürperiyordu.

 

“Önce onları Sivina’ya gösterelim, belki o kullanmak ister ya da bir değer biçer. Ondan sonra satar ya da atarız.”

 

Şeytanlara ait kılıçların ne kadar nadir olduğunu hayal edemiyordu, belki bunlara bir servet ödeyecek manyaklar bulabilirdi.

 

“Ama bundan önce yeni fedailerin ile konuşup tanışmam gerekiyor.”

-------------------------

06.02.2022 - 02:35 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44355 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr