Cilt 1 - Bölüm 1: Kapının Ardındaki Dünya (2/2)

avatar
924 15

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 1 - Bölüm 1: Kapının Ardındaki Dünya (2/2)


Nekoveiner: 23.00 - 29.08.2019

 

Nekovezwei: Gecenin İlerleyen Saatleri, Ağustos Ayı, Kahramanların Savaşından Sonra 39 Yılı.

 

Aniden içini yakıcı bir pişmanlık hissi kapladı ve geri dönme isteğini engelleyemez duruma geldi. Yaşadığı pişmanlık bilinmezliğin getirdiği korku ile harmanlanmıştı. Geri dönmek ve seçimini tekrar gözden geçirmek için arkasını döndüğü anda kapı şiddetle kapanarak yok oldu ve Yu’yu dışarıda bıraktı.

 

Tamamen bir başına, bilmediği bu dünyada kalakaldı. Korku nefes almasını zorlaştırırken gözünden akan sıcak yaşı hissetti. Geri dönüş yolunun kapanması onu yakan bir aleve dönüştü. Terler başından aşağı akarken kalp atışlarını bastırmayı denermiş gibi elini göğsüne götürdü. Etrafına bakıp bir dönüş yolu aradı. Yabancı bir sokaktan fazlası yoktu.

 

“Ne yaptım ben?” dedi büyük bir endişeyle.

 

Bunun bir şaka olmasını diledi. Eyleminin ne kadar aptalca olduğunu yeni idrak ediyordu. “Lütfen bir şaka olsun,” diye geveledi yere çömüp başını ellerinin arasına alırken.

 

“Bu kadar aptalca bir şeyi...”

 

Nasıl ve neden yaptığını hâlâ anlayamamıştı. Derin nefesler alıp vererek kendini sakinleştirmeyi denedi. Yutkundu, ardından tekrar yutkunma isteği gelince tekrar yutkundu. Bunun bir rüya olma ihtimalini tekrar değerlendirdi. Ayağa kalkıp gerçekliği kontrol etmek amacıyla birkaç kez zıpladı, kendini tokatladı, elini vücudunda gezdirdi.

 

“Seni #########, Yu Valarfin.” 


En sonunda durumunun gerçekliğini kabullendi.

 

“Tamam, tamam sakinleş!” sesi insanları uyandırabilecek kadar yüksek çıktı. Sakinleşmeye çalıştıkça stres seviyesi artıyordu. “Endişelenmek işe yaramayacak, eşyalarıma bakayım.”

 

Sırt çantasında neler olduğunu zaten biliyordu ama tekrar onlara bakmanın sakinleşmesinde yardımcı olacağını umarak çantasını açtı.

 

“Yedek tişört, don ve eşofman. Bilimsel amaçlarla kullanılacak bir dergi, yarısında bıraktığım bir kitap, bir şişe su, iskambil kâğıtları, fındıklı çikolatalı gofret, deodorant ve epilepsi...”

 

Hastalığı aklından tamamen çıkmıştı. İlaçlar sayesinde uzun süredir nöbet geçirmiyordu ama ilaç bitince ne olacaktı? Burada epilepsi için bir tedavi var mıydı? Yanındaki onu sonsuza dek idare edemeyecekti ve bir kriz gelirse oldukça zor bir durumla karşı karşıya kalacaktı. Üstelik uzun süre sonra bir krizin yaklaşmakta olduğunu hissediyordu.

 

“İnsanlar modern ilaçlardan önce ne yapıyorlardı?”

 

Fantastik bir dünyanın içindeyse ki öyle düşünüyordu, belki iyileştirme büyüsü diye bir şey olabilirdi ve bu sayede Yu’nun endişeleri kaybolurdu fakat hastalığını hiç düşünmeden buraya atlaması aptallıktan ötesi değildi.

 

Bunun haricinde çantasında olan şeyler bunlardan ibaretti. Kitabın arasında üç üyeden oluşan bir aile fotoğrafı vardı, onu saklamak istiyordu. Olur da ihtiyaç duyarsa diye orada tuttuğu yedek kıyafetler de işe yarardı. Sokakta eşofman ya da waifu resimli bir tişörtle dolaşmak istemiyordu ama gecelik yapabilirdi. Dergi de... Onu elde tutmakta fayda vardı.

 

“Saat 23.05, sarjım yüzde doksan dört. Telefonumu kullanabilirim. En fazla bir hafta dayanacak olsa da kapanmadan satıp ihtiyaçlarımı karşılayacak parayı kazanabilirim,” diyerek telefonunu kapattı ve cebine koydu, arka cebinden cüzdanı çıkardı.

 

“Cüzdanda da biraz para, kimlik kartı, okul kartı, banka kartları ve üç fotoğraf var... Bu fotoğraflar da dursun. Zaten cüzdanda önemli olan tek şey fotoğraflar.

 

Bunlar dışında yanında iki şey daha vardı. Sahip olduğu şeylerin en değerlileri, ablalarından ona kalan iki yüzük. Onları bir ipe geçirmiş ve kolye olarak boynuna takmış, giysisinin altında saklıyordu. Sevdiği insanlardan kalan son şeyleri asla kaybedemezdi.

 

“Pekâlâ, pekâlâ, pekâlâ! Başlangıç için fena sayılmaz. Telefonu sat, kalacak yer ayarla. İlk görev.”

 

Biraz düşündükten sonra kendini sakinleştirmek için kullandığı düşünce tarzının çok tehlikeli olduğunu fark etti. “Görev” kelimesi bunu oyunmuş gibi düşünmesine yol açıyordu ve bu dünyayı oyun olarak düşünürse uzun süre yaşama şansı bulamayabilirdi.

 

“Kendime not, bu bir oyun değil. En azından süper güçlerim yoksa öyle değil.”

 

Biraz soluklandıktan sonra daha iyi hissetmeye başladı. Terlemesi durmuştu.

 

“Sanırım hangi dünyada olduğum fark etmiyor, daima muhteşemim.”

 

Kendini rahatlatabilmek için kibirli gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Kötü ruh halinden kurtulmamış ve aklının yarısı kendi dünyasında kalmış olsa da alışmaya başlıyordu.

 

“Hem sonsuza dek oturacak hâlim yok, alışmalıyım. Şimdilik sabaha kadar ne yapmam gerektiğini bulmalıyım. Uyuyabileceğimi düşünmüyorum bu yüzden dolaşabilirim... Siktir!”

 

Yu belki de en önemli şeyi unutmuştu. Para, konaklama, hastalık ya da büyülü güçlere sahip olup olmamasından çok daha önemli bir şey vardı. Buradaki insanlar ile Yu aynı dili mi konuşuyordu?

 

Eğer dil farklılığı varsa bunun basit bir lehçeyle sınırlı ya da en azından İngilizce olmasını isterdi. Böyle olursa kendisini ifade edebilir ve kısa süre sonra akıcı şekilde sohbet edebilirdi. Eğer buranın insanları tamamen yabancısı olduğu farklı bir dili konuşuyorlarsa insanlarla anlaşamayacaktı.

 

“Dil farklılığı varsa sokakta dilencilik yapmaktan ileriye gidemem.”

 

Konuştuğu dil farklıysa bulunduğu dünyada sağır ve dilsiz olacaktı. Ne telefonunu satabilir ne yiyecek ve konaklayacak yer isteyebilirdi.

 

Belki biraz iyimser olmayı denemeliydi. Okuduğu bir romanda var olan bir uzaylı ırkı dil sorununu aşmak için kulak ve ağızlarının içine ses dalgalarını çeviren bir böcek sokuyordu. Yu vücudunda dolaşan bir böcek olmasını fikrinden iğreniyordu ama böyle bir yöntem varsa kullanmaktan başka çaresi olmayabilirdi.

 

Düşünmek dil sorununu çözmesine yardımcı olmayacağından etrafı araştırmaya karar verdi.

 

Yolun iki tarafında dizilmiş binalar bakımsız değildi ve yirmi birinci yüz yıl dünyasında bile insanların yaşamak isteyeceği yerlere benziyorlardı.

 

Binaların kalitesine ve sokağın uzunluğuna bakarak bulunduğu yerin bir şehir olduğuna karar verdi. Ayrıca burnuna gelen deniz kokusu vardı.

 

“Öyleyse kıyı bölgesindeyiz. Şehir merkezini mi aramalıyım yoksa denizi mi bulmalıyım?”

 

Kendisini bir kayıp olarak nitelendirdiğinde nerede olduğu bilmediği şehir merkezindense kokusunu alabildiği denizi bulması daha kolay olurdu.

 

Aldığı kokuyu takip ederek yürümeye başladı. Şu anda bulunduğu sokağın üzerinde durmak veya farklı yollara sapmak istemiyordu. Ara sokaklara girmek gibi aptalca bir şeyi aklının ucundan bile geçirmedi. Yanında bu dünya için değerli olabilecek eşyalar vardı ve karşılaşacağı birkaç serseriye eşyalarını kaptırmak istemiyordu.

 

“Eşyalarımdan daha da önemli olansa canım. Ara sokaklarda karşılaşabileceğim yavşakların bıçak çekip bana saplaması kötü olurdu.”

 

Etrafta onu izleyecek kimsenin olmadığına emin olduğunda gölge boksu yaparak boşluğa doğru birkaç yumruk salladı.

 

“Kendimi normalden daha güçlü hissetmiyorum. Yüksek zekâ seviyem nedeniyle hızlı bir şekilde düşünebilsem de fiziksel özelliklerimde değişiklik yok gibi.”

 

Öyleyse bıçaklı bir serseri Yu’ya yaklaştığında bıçaklanma şansı çok yüksekti.

 

Yu’nun atletik bir vücudu vardı ama uslu bir çocuk olduğu için konu kavga olduğunda deneyimsizdi. O yüzden aptallık edip kahramanı oynamayı denemeyecekti. Burada dövüşeceği birisi kolaylıkla ağzını burnunu kırıp Yu’yu paket edebilir, hatta öldürebilirdi.

 

Hangisi gururunu daha fazla kırardı acaba? Dayak yemek mi yoksa dayak yiyeceğini anladığında kaçmak mı? Kalbinin sesinden çok aklının sesini dinlemeye çalışırdı ama hâlâ sesini duymazdan gelemediği gururundan emir alıyordu.

 

Her şeye rağmen hayatta kalmak gururundan daha önemliydi. Hiç uğruna dayak yemenin ya da ölmenin bir anlamı yoktu. Kavgadan ve tehlikeli mekânlardan uzak duracaktı.

 

Sokak lambası görevi gören fenerlerin ışığı haricindeki tek ışık kaynağı gökteki ay ve yıldızlardı.  Neredeyse tüm evlerin ışığı sönüktü. Normaldi, televizyon ve bilgisayarın olmadığı bir dünyada gece geç saatlere kadar oturmak için bir neden bulunmuyordu.

 

İnsanlar muhtemelen güneşin doğmasıyla birlikte uyandığı için de geç saate kadar durmak sabah olduğunda güne uykusuz başlamalarını ve uykusuz bir şekilde devam etmelerini sağlardı. Uykularını alamayan insanlar iş hayatında verimsiz olurdu.

 

Bu bilginin eşliğinde Yu’nun da uyku düzenini ayarlaması gerekecekti. Artık gecenin ilerleyen saatlerine kadar ayakta duramazdı. Tez vakitte erken yatıp erken kalkmaya alışmalıydı.

 

“Kaldırımlar yirmi birinci yüzyılın çoğu şehrinin kaldırımlarından bile daha geniş, yol da aynı şekilde. Şehir planlamasını yapan kişi ileri görüşlü biri olmalı.”

 

Denizin tuzlu kokusunu takip ederken şehri yorumluyordu. Şehir planlaması kesinlikle çok iyiydi. Küçük farklar olsa bile genel olarak binaların boyutları birbirine yakındı ve şekil olarak benziyorlardı. Birbirlerine olan mesafeleri de mükemmel ayarlanmıştı. Bunun haricinde burası şehrin zenginlerinin yaşadığı düzenli bölümü olabilir ve diğer bölümler hayal kırıklığına uğratabilirdi.

 

Gecenin yarısında, düz yolda hiçbir insanla karşılaşmadan yürümeye devam etti. Biraz ürkütücü olduğunu kabul ediyordu. Kimsenin olmaması tedirgin hissettiriyordu.

 

Burnu deniz kokusuna alışmaya başlamıştı ki arada sırada duyduğu köpek seslerine dalga sesleri karıştı ve hedefine ulaştığını anladı. Adımlarını hızlandırdı ve denizi görmek için ilerledi.

 

Böylesine düzgün planlanmış bir şehirde denizi bulursa orada kendine yarayacak bir şeyler keşfedebileceğine emindi. Belki yürüdüğü yer ana yol değildi ve denize ulaştığında ana yolu görürdü.

 

Ana yolu bulduğunda şehir merkezine gitmenin de bir yolunu bulabilirdi ve belki de birisiyle karşılaşır, iletişime geçerdi.

 

“Herhâlde burada bir şehir merkezi vardır? Elbette bir şehir merkezi olacak, köylerin bile merkezi oluyor. Eğer dil sorunu olmazsa şehir merkezinde kesinlikle işime yarayacak bir şeyler bulur, belki telefonumu satarım.”

 

Telefonunu şarjını koruyabilmek için kapattığından kaç dakikadır yürüdüğünü bilmiyordu ama yarım saate yaklaştığını söyleyebilirdi.

 

Sonunda denize ulaştığında burasının bir liman olduğunu gördü ve artık dalgaları görebildiğinde tüm bu yürüyüşüne değdiğini fark etti. Deniz çok güzeldi.

 

Ama başının üstünde çok daha muazzam bir manzara vardı.

 

Başını kaldırdığında gözlerinin daha önce hiç görmediği kadar çok yıldız gördü. Başının üstünde, gece mavisi bir örtünün üzerinde sayısız yıldız parlıyordu. Ayın denize vuran ışığında oluşan manzarayı izlemek büyüleyiciydi ama en nefes kesici, en güzel olanı Yu’nun ağzını açık bırakan ve yalnızca “muhteşem” yorumunu yapabildiği, galaksinin gökyüzündeki koluydu.

 

Fantastik bir dünyadan beklediği nefes kesici manzara sahnesi hikâyesinin daha ilk anlarında tamamlanmıştı. Gördüğü manzara sayesinde Yu bulunduğu dünyanın yuvarlak olabileceği ve benzer bir evrenin içinde olduklarını düşündü. Galaksinin kolu gözüküyorsa bu bir galaksinin içinde oldukları anlamına gelecekti.

 

Galaksi varsa benzer bir evrende olduğunu hesaba katması ve dünyanın yuvarlak olduğunu varsayması normaldi fakat dünyanın içinde fantastik öğeler varsa bir tepsinin üzerine inşa edilmiş düz bir dünyanın için bulunduğunu da öğrenebilirdi.

 

Saatler boyunca dalga seslerinin eşliğinde başının üzerindeki gökyüzü manzarasını seyredebilir ve kimse tarafından rahatsız edilmezdi. Şu anda bu gökyüzü yalnızca ona aitti. Gökyüzünü seyrederken konaklayacak güvenli bir yer aramayı düşündü ama içerisinde yürümeye devam etmesi gerektiğini söyleyen kuvvetli bir his vardı. Üstelik geri dönmek istediğinde artık burayı bulabilirdi.

 

Limana bağlı ve buraya gelirken kullandığı sokaktan daha geniş bir cadde buldu. Burayı kullanarak şehir meydanına ulaşabileceğini düşünüyordu. Eğer şehir meydanını bulur ve iletişime geçebileceği iyi kalpli birileriyle karşılaşırsa onun için harika olurdu.

 

Hava bir anda soğumuştu. Soğuğu hissetmeye başladığında ve tüm gece ayakta kalma fikri bütün heyecanına rağmen kulağa zor geldiğinde derhal kalacak bir yer bulması gerektiğine ve bunun için de ilerlemek zorunda olduğuna karar verdi.

 

Birinden yardım isteyecekse tanımadığı birinden yardım istemek zorundaydı ve kolayca kandırılabilirdi. Eğer başka şansı olsa Yu bir başka insanın eline bakmayı kesinlikle kabullenmezdi ama şu anda durumlar bunu gerektirdiğinden birisinden yardım isteyebilecekse, yapacaktı.

 

Caddede yürüdüğü esnada kendinden uzakta yürüyen birkaç kişiyi gördü. Onların yanına gidip iletişim kurmayı deneyebilirdi ama yapmadı. Sebebi onları tanımıyor oluşu ya da çekinmesi değildi, sadece kendisinden uzaktaydılar ve onlara yetişmek için koşması gerekirdi.

 

Uzaktaki insanlar gözden kaybolduğunda yürümeye ve binaları incelemeye devam etti.

 

!?!?!?

 

Ayaklarının altından önce anlamsız bir ses geldi. Sadece bir ses duymakla kalmadı aynı zamanda yerin titrediğini de hissetti. Yu bulunduğu yerin çökmekte olduğunu anladığında artık çok geçti. Üzerinde yürüdüğü yol çöktü ve aşağıya düştü.

 

***

 

Yer çökerken ve Yu aşağıya düşerken hiçbir şey düşünemedi. Ne olduğunu bile anlamamıştı ki kendini tarif edilemez bir acının içerisinde buldu. En azından acı sayesinde mucize eseri de olsa hayatta olduğunu anlayabiliyordu.

 

Derisi taşlar yüzünden soyulmuştu ve vücudu kan içindeydi. Tişörtü kırmızı kanla birleşince kararmıştı. Bacağında çığlık atmasına sebep olan bir acı vardı. Karnının üzerine düşmüş büyük bir taş parçası ayağa kalkmasını engelliyordu.

 

Kollarındaki tüm gücü kullanarak üzerindeki taşı itti. Nereden geldiği bilinmeyen bir güç ise ayağa kalkmasına yardımcı oldu.

 

Ayağa kalkıp ağırlığını daha az acıyan sol bacağına bindirdiğinde önünde dikilen turuncu pullu, dört kollu devasa bir gorili döndü, gorilin sırtı kendisine dönüktü. Yaratığın uzağında kırmızı gözlü, beyaz saçlı ve kedi kulaklı küçük bir kız çocuğu duruyordu.

 

“Neko! Kaçıl hemen!”

 

Kızıl kıyafetlerin içinde, kırmızı gözlü, beyaz saçlı bir kadın, kedi kulaklı küçük kızın önüne atladı ve hiç beklemeden elindeki mor küreyi yaratığa doğru fırlattı.

 

Yu’nun mor gözleriyle kadının kızıl gözleri buluştuğunda artık çok geçti. Kadının fırlattığı küre büyüdü ve gerçeklik etkisini yitirirken Yu yalnızca tek bir şey düşünmeyi başarabildi.

 

“Ömrümde gördüğüm en güzel varlık.”

-------------------------

15.11.2021 - 18:50






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr