Cilt III - Bölüm 12: Andromedia

avatar
517 5

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt III - Bölüm 12: Andromedia


CİLT III: YILDIZLARIN MORA KRALLIĞI

BÖLÜM 12: ANDROMEDİA

Yurine: Yu, şehir çok güzel değil mi?

 

Yurine’nin hoş bir sesi vardı, onun neşeli bir şekilde konuşmasını dinlemek antidepresan etkisi yaratıyor, Yu’yu rahatlatıyor ve mutlu ediyordu. Büyük ihtimalle tüm ebeveynler çocukları için böyle düşünürdü.

 

Fakat şu anda Yurine’nin sesinde neşe yoktu, her zamankinden daha farklıydı. Şehre girmeden önce onda farklı bir şey olduğunu hissetmişti ve şimdi o şeyin ne olduğunu anlamıştı. Melankoli, Yurine’nin üzerindeydi.

 

“Bu histen nefret ettiğimi hatırladım, ne kadar da berbat.”

 

Ablalarının ölümünden önce Yu bu hissi hiç yaşamamıştı. Böyle bir his olduğunu o kötü günün ardından keşfetmiş ve uzun süre bu hisle yaşamıştı.

 

Daha önce ablaları ile yürüdüğü yollardan ne zaman yürüse melankoli her bir hücresini sarardı. Yürürken yere bakar, onların bastığı yerlere basmamaya dikkat ederdi. Oysaki her gün yüzlerce kişi sahibini bile tanımadıkları o hayali adımların üzerini çiğniyordu.

 

O yollarda yürürken onun azıcık da olsa rahatlamasını sağlayan tek şey gün ışığıydı. Eğer gökyüzü maviyse, eğer güneş sarıysa birazcık da olsa farklı şeyler düşünebiliyordu. Melankoliye karşı tek silahı gündü.

 

Fakat gün batımına denk gelirse, güneşin turunculuğunun şehir sokaklarını ele geçirdiği vakitlerde melankoliyi durdurması imkansız oluyordu. Bu vakitlerde melankoli, sanki Yu ondan her şeyini almış gibi, sanki Yu onun en büyük düşmanıymış gibi saldırırdı.

 

Geçmişe duyulan özlem, yas dönemini atlatamamak, sevdiğin insanların yerine koyacak birini bulamamak. Bunu yapamazdı, onların yerine kimseyi koyamazdı. Öyleyse melankoli ile de mücadele etmesi mümkün değildi.

 

Hele geceleri, evinin içindeyken hiç yalnız kalmazdı. Melankoli daima onun yanındaydı ve onun arkadaşları keder, öfke ve kendine duyulan nefret de ardından gelirdi. Yu olumsuz duygular dışında hiçbir şey hissedemezdi.

 

Melankoli içine o kadar çok işlemişti ki diğer tüm duyguların kaynağının bu olduğuna inanır ve sanki melankoli doğduğu andan beri onunlaymış gibi hissederdi. Sanki hayatta hissedebileceği tek şey melankoliydi. Bu his onda geçmişe dönme isteği yaratıyor ve sonra gerçeklik onunla dalga geçiyordu.

 

Sahip olduğu birkaç arkadaşın hakkını vermeliydi. Yu’nun yakın arkadaşları genel olarak yetimhanede beraber büyüdüğü insanlar olduğu için durumunun ne kadar berbat olduğunun farkında olurlardı ve onu neşelendirmek, yaşadığı berbat duyguları unutturmak için ellerinden gelenleri yaparlardı.

 

Yu iyi bir oyuncuydu. Sahte gülümsemeleri o kadar gerçekçiydi ki bir süre sonra herkes onun normal haline döndüğüne inanmıştı.

 

Bu sahte gülümsemeleri neden yapıyordu? Onları kendi sorunları ile sıkmamak için mi? Hayır, Yu böyle kibar birisi değildi. Sadece kendisi için gülümsüyordu, böylece onunla daha fazla ilgilenmezlerdi.

 

Çünkü kötü bir şey yaşadıktan sonra ne zaman insanlar onu rahatlatmaya çalışsa, ne zaman onunla ilgilenecek olsalar ağlama isteğini bastıramazdı.

 

Yu artık onunla uğraşmamaları için gülümsemeye başlamıştı. İhtiyacı olan şey yardımdı fakat melankoli ile mücadelede bulduğu yeni yöntem yardım almasını engelliyordu, ego.

 

Her zaman kibirliydi ama ablalarının ölümünden sonra bu kibir öylesine artmıştı ki uzun süredir yanında olan arkadaşları bile artık rahatsız olmaya başlamıştı. Yu’nun yapabilecek bir şeyi yoktu, eğer mükemmel olduğuna inanmayı keserse melankoli sadece geceleri değil gündüzleri de onunla olacaktı çünkü zaman geçtikçe güçleniyordu.

 

Dışarıdayken gülümsedi, kendini yüceltti ve evine döndüğünde melankoli sanki intikam alırcasına, sanki “Neden gülümsedin?”, “Beni neden yok saydın?” dercesine Yu’ya saldırdı. Böyle zamanlarda da melankoliye karşı koymanın bir yöntemi bulunmuyordu, sadece ağlıyordu.

 

Ve şimdi melankoli, Yu ile dalga geçmeye devam ediyordu. Belki de en nefret ettiği duygu buydu ve onun Yurine’ye bulaştığını görünce içindeki öfke kendisini yakmaya başladı.

 

Savaşmak ve yenmek için çok çaba harcamıştı ve en sonunda Yurine’nin varlığıyla bu iğrenç duyguyu unutmuştu. Ama şimdi melankoli pençelerini kızına doğrultmuş, Yu’nun gözü önünde ona dokunmuştu.

 

Ne yapabilirdi ki? Yurine’nin de kendisi gibi olduğunun farkındaydı. Eğer onu rahatlatmak için üstüne giderse, onu iyi hissettirmeye, güldürmeye çalışırsa kendisine sahte bir gülümseme verebilirdi ama başını yastığa koyduğunda gözyaşı dökmesine engel olması mümkün olmazdı.

 

Melankoli böyle bir rakipti, kısa süreliğine geri çekilebilirdi ama gardını indirdiğin ilk anda üzerine çullanırdı. Ondan kurtulmak kolay değildi, onunla yaşamaya alışırdın ve onunla yaşadıkça sana daha da yapışırdı, ta ki bir mucize yaşanana ve dünya sana merhamet edip karşına muhteşem bir kurtuluş çıkartana kadar.

 

Bunun haricinde yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Yu ona annesinin yokluğunu hissettirmemek için çabalıyordu, onun yanında oluyordu, ona sevgisini veriyordu ama bir zamanlar annesi ile birlikte yaşadığı bu şehre gelince Yu’nun tüm çabaları denizin üstünde seken bir taş gibi olmuştu. Birkaç defa sekmiş ve sonucunda suyun dibine batmıştı.

 

Yurine’nin ilacı neydi? Bir mucize mi? Yu o mucize olduğuna inanmak istiyordu, onu neşelendirmek istiyordu.

 

Ama onu neşelendirmek için göstereceği tüm çabalar gece yatarken akıtacağı gözyaşlarına dönecekti, çünkü Yu da böyle olmuştu. Bu şehrin içindeyken ne zaman gülse geçmişindeki bir şeylere ihanet ediyormuş gibi hissedecekti.

 

Yu yanılmak istiyordu, Yurine’nin kendisi gibi olmadığına inanmak istiyordu, Yurine’nin yaşadığı melankoli hissinin kısa bir an sonra yok olmasını istiyordu ama yanılmadığının da farkındaydı. Kısa bir süre için beraber olsalar da Yurine onun kızıydı ve onu tanıyordu.

 

Kendini hiç olmadığı kadar güçsüz hissetti. Zaten fiziki kuvveti ile ona destek olması mümkün değildi ama kendi kızına duygusal olarak destek verememek canını yakıyor ve onu üzüyordu.

 

“Benim suçum. Eğer ben yetersiz olmasaydım böyle hissetmezdi. Kendimden nefret ediyorum.”

 

Yu: Evet, öyle ama binalar birbirlerine biraz daha uzak olsa daha güzel olabilirdi. Ben böyle iç içe girmiş evleri sevmiyorum.

 

Şehri beyaz bir örtünün kaplaması onu güzel yapıyordu. Kar gerçekten de çok güzeldi. Yu’nun ülkesinde de kar yağıyordu fakat küresel ısınma ve sanayileşme sağ olsun her yerde etkili olmuyordu. O çocukken çok fazla kar yağardı fakat ergenliğe girdikten sonra işler kötüye gitmeye başlamıştı, ergenliğinden sonra Yu’nun yaşadığı bölgede karın tuttuğunu görmek nadirdi ve karın neredeyse hiç yağmadığı kış ayları yaşamıştı.

 

Yu ilkbahar ve yaz mevsimlerini seviyordu, sonbahar ve kış güzel değildi ama en azından kışı güzel kılan kar vardı. Kar da yokken kışlar berbat oluyordu.

 

“Neyse ki burada kar yağıyor. Kar bu mevsimde sevdiğim tek şey.”

 

Binaların çatısı beyaza boyanmıştı, beyaz bir örtü yolları kapatıyordu. İnsanlar kapılarının önünü ve yolları temizlemekle uğraşırken Yu’yu şaşırtan bir şey daha yaşanmıştı ve kar böylesine güçlüyken sokaklarda pazar kurulduğunu görmüştü.

 

Kar kendisini temizleyip sokak köşelerinde tepeler oluşturan insanlarla eğleniyor gibi yağmaya devam ediyor ve bir saat içinde tekrar onları yolları temizlemeye zorluyordu ama insanların yapabilecek bir şeyi yoktu, yolu temizlemeleri gerekiyordu aksi takdirde şehre giren bu kadar araç hareket edemezdi.

 

Yu’ya göre Rolderhelm buradan daha güzeldi, İlonya ise tartışılabilirdi. Ekonomik ve sosyal kıyaslamaları yok saysa bile Yu yaşamak için Rolderhelm şehrini seçerdi. Rolderhelm’in kışı muhtemelen Andromedia’nın kışından çok daha güzeldi.

 

Yurine: Yu, tepeye çıktığımız zaman ne demek istediğimi anlayacaksın.

 

Şehrin bir sürü kapısı vardı ve onlar Doğu Kapısından giriş yapmıştı. Şehrin batısındaysa deniz vardı ve tepe, şehrin denize bakan tarafında yer alıyordu. Tepeye doğru ilerledikçe çevredeki yapıların sayısı azalıyor ve yerini idari binalara bırakıyordu ama tepe yalnızca Andromeda Katedraline ayrılmıştı.

 

Andromeda Katedrali tepenin en üstünde bulunuyordu. Katedral dendiği zaman Yu’nun aklına Avrupa’nın gotik Hıristiyan yapıları gelmekteydi ama burada gördüğü bina ona Hıristiyanların katedrallerinden çok Müslümanların camilerini andırmıştı.

 

Şehir büyük olduğu için şehir surlarının ardından sadece minareler görünüyordu ama şehrin içine girip biraz ilerledikçe Katedrali tüm görkemi ile görmek mümkündü. Hatta deniz tarafından gelen gemiler bile çok uzaktan da olsa tepenin üzerindeki Katedrali fark edebilirdi.

 

“Minarelerin geceleri ışıklandırıldığını düşünürsek gece denizde olan gemiler için yardımcı olabilir.”

 

Ana bina devasa kubbenin altında olmalıydı, bu büyük kubbenin etrafındaysa farklı küçük kubbeler bulunuyordu ve kubbeler ana binayı sarmalarken merdiven misali sırayla dizilmişti.

 

Andromeda Katedraline popüleritesini kazandıran en etkileyici özelliği boyutu değildi, on iki minaresinin konumuydu. Minareler öylesine mükemmel bir mimari ile inşa edilmişti ki tepeden bakmadığın sürece, hangi yönden bakarsan bak aynı anda en fazla altı tanesini görebiliyordun. Minareler birbirlerinin arkasına mükemmel bir şekilde gizleniyordu.

 

Katedralin Hıristiyan mimarisini andıran tek özelliği camlarının renkli olmasıydı. Mozaikler şeklinde tasarlanmıştı ve üzerinde her rengi barındırıyordu.

 

Yu, minarelerinin konumu nedeni ile tüm dünyada adından söz ettiren Andromeda Katedralini daha önce Büyücülük Akademisinde bulduğu bir kitapta okumuştu.

 

Katedral, tanrıların toplanıp Azer’i ve karılarını cennetten kovmasından daha önce yapılmıştı ve yapıldığı tarihten beri aynı şekilde duruyordu.

 

Tabi ki sürekli olarak restorasyon çalışmaları sürdürülüyordu ama yüzyıllar boyunca katedrale orijinal yapısının dışında bir ekleme ya da çıkartma yapılmamıştı.

 

Bu katedral ile ilgili bir başka şaşırtıcı bilgi onu inşa eden kişinin bilinmiyor oluşuydu. Azer’in dünyaya gelip Zodya dinini başlatmasından yüz yıl sonra Bağımsız Şehir Lunia, Zodyaistler tarafından işgal edilmiş ve bir zamanlar Lunia Kilisesi olarak bilinen yapı Andromeda Katedrali olarak adlandırılmıştı.

 

Bu işgalden sonra Zodyaistler, Lunia Kilisesinin kütüphanesini yok ettiği için katedrali kimin inşa ettiği bilinmiyordu. Üretilen farklı teoriler vardı ve bazı kesimler katedralin yapımını tanrılara kadar götürüyordu ama ortada hiçbir kayıt bulunmuyordu. İnşa eden kişi sanki hiç var olmamış gibiydi.

 

“Belki bu katedrali bir dünyalı inşa etmiştir. Mimarisi bu dünyadaki çoğu mimari gibi dünyadakine benzer olsa da bu dünyanın seviyesinin üstünde. Bunu dünyalı birisinin yaptığına inanıyorum, eğer dünyalı değilse de inşa eden kişinin bir dahi olması gerekiyor."

 

Katedrale kalabalık bir şekilde gitmek istemiyordu. Bu yüzden Andromeda Katedraline giden yola girmeden önce Yu bastonu ile vagonun tepesine birkaç kez vurdu ve içerideki sesi duyan Tobias vagonu kenara çekip durdurdu.

 

Tobias: Bay Valarfin?

 

Yu vagonun kapısını açtı ve aracın dışına çıktı, Tobias da şoför bölümünden inmiş ve Yu’nun yanına gelmişti. Yu arkalarında olan Kigaro’ya gelmesini işaret etti.

 

Yu: Tobias, Dimen ile birlikte köleleri Başak Katedraline götür, Kigaro sen de bizimle birlikte Andromeda Katedraline geleceksin.

 

Köleler bir römorkun içindeydi ve Kigaro ile Dimen’in bindiği rinolar tarafından çekiliyordu. Kölelere soğuktan ölmemeleri için battaniyeler verilmişti ve kaçmamaları için elleri tahtadan kelepçeler ile bağlıydı.

 

Köleleri Andromeda Katedraline kadar çıkartmak gereksizdi, onları Başak Katedraline götürmek ve piyasa hakkında bilgi edindikten sonra satmak daha iyi bir seçenekti.

 

Köle ticareti yapmak konusunda Yu’nun vicdanı rahattı. Eğer masum insanlar olsaydı onların özgürlüklerini elinden almak konusunda vicdanı rahat etmezdi ama haydut oldukları için onları köleleştirmekte bir sorun görmüyordu.

 

Zaten onları serbest bırakırsa muhtemelen tekrar haydutluğa dönerlerdi çünkü yapacak daha iyi bir işleri olsa haydutluk gibi boktan bir işi yapmazlardı. Yu onların şartlarının berbat olduğunu tepelerde öğrenmişti.

 

Tabi ki de haydutların avukatlığını yapmak gibi bir niyeti yoktu, onlar kötü insanlardı ve hak ettikleri şekilde muamele göreceklerdi. Satıldıkları kişilerin onlara nasıl davranacağını da umursamıyordu.

 

Tobias: Bay Valarfin, Başak Katedralinin nerede olduğunu bilmiyorum.

 

Yu: Küçük Hanım.

 

Yurine, Başak Katedralini tarif ederken Yu da Dimen’a oraya gittiklerinde yapması gerekenleri açıklıyordu.

 

Yu: Sivina ve Ana geleceğimizi haber verdiği için bizi bekliyor olmalılar ama sizi tanımadıkları için içeri alırlar mı bilmiyorum. Sivina’nın gümüş renginde saçları ve deniz yeşili gözleri var ve Ana’nın da yeşil saçları ve mavi gözleri var. Onları görürseniz benim ve Yurine’nin geldiğini ve sizi önden gönderdiğimizi söyleyin. Eğer içeri girmeyi başaramazsanız da biz gelene kadar mahkumlarla birlikte dışarıda beklemeniz yeterli.

 

Dimen: Anladım.

 

“Aslında aniden karşılarına çıkıp onlara sürpriz yapsak güzel olurdu. Tabi Sivina ve Ana bizi Başak Katedralinde beklemek yerine farklı bir yerde bekliyorsa hala sürpriz yapma şansımız olacak.”

 

Aniden karşılarına çıkmanın ve tepkilerini ölçmenin eğlenceli olabileceğini düşünüyordu.

 

???: Bay Valarfin! Bay Valarfin!

 

Römorkun içindeki mahkumlardan biri ismini alaycı bir tonda dile getiriyordu. Yu o kişiye döndü, Yu’ya seslenen kişi kendini Link Yachi Long olarak tanıtan kişiydi.

 

Sarı saçları ve sarı gözleri vardı ama battaniyeyi kafasının üstüne koyduğundan şu anda saçları gözükmüyordu. Yüzü yakışıklıydı ama Yu onun yüzünün biraz feminen olduğunu düşünüyordu.

 

Link: Eğer beni de Andromeda Katedraline götürürseniz beni tanıyacaklardır, belki o zaman haydut olmadığıma inanırsınız.

 

“Hasiktir lan, bu adam ciddi mi? Harbiden iddia ettiği kişi mi?”

 

Öyle olmasaydı oraya götürülmeyi istemezdi çünkü oraya gittiği an yalanı ortaya çıkardı. Gerçekten o muydu? Eğer oraya giderlerse ve iddia ettiği kişi çıkarsa Yu ve Yurine’ye ne yaparlardı? En iyisi onu ortadan kaldırmaktı.

 

Yu: Dimen, Başak Katedraline gittiğiniz zaman kimse görmezken bunu öldür. Hatta arkadaşlarını da öldürebilirsin, daha sonra başımıza bela olmasınlar.

 

Herkes: Ama neden?

 

Yu aynı anda herkesi şaşırtmayı başarmıştı. Şu anki Zodyaistler de Longlardan birini kral yapmak istiyordu ve Link’in uzaktan da olsa kraliyet ile bir bağlantısı vardı. Onun sözüne bir kahya olan Yu’nun sözünden daha çok değer verirlerdi. Eğer Yu’nun grubunun kendisine saldırdığını söylerse Yu’yu cezalandırırlardı.

 

Link: Dur, dur, dur, dur! Bekle! Niye böyle bir şey yapıyorsun? Yachi de olsam bir Long’um, beni öldürürsen başına iyi şeyler gelmez.

 

Yu: Bir Long’san neden haydutluk yapıyordun ki?

 

Link: Sana anlattım ama ısrarla inanmıyorsun, o dağlardan bizim tarafımıza geçen bir sürü suçlu var. Silah kaçakçılığı, altın kaçakçılığı, tarihi eser kaçakçılığı, köle kaçakçılığı… Mora’da savaş olduğu için illegal işler için ortam daha müsait bir hal aldı. Orada bu insanları durdurmak için bulunuyorduk. Sizin grubunuzun da Mora’ya illegal yoldan giriş yapmaya çalıştığınızı görünce durdurmamız gerektiğini düşünmüştük.

 

Link’in ısrarla anlattığı hikaye buydu ve Yu bunun iyi kurgulanmış bir yalan olduğunu düşünmüştü. Ona inanması için bir sebep yoktu, bir hayduttu ve kurtulmak için kolayca yalan söyleyebilirdi. Ama şu anda son derece ciddi gözüküyordu.

 

Yu: Oraya gittiğimizde sana saldırdığımızı söylersen biz suçlu bulunuruz.

 

Link: Şimdiye kadar yalan söylediğimi gördün mü?

 

Yu: ???

 

Soru cevap veremeyeceği kadar saçmaydı, neredeyse hiç muhabbet kurmadığı biri böyle bir şey söylediğinde etki yaratmıyordu.

 

Yurine: Yu, endişe etmene gerek yok. Katedraldekiler beni tanıyor, beni bir Yachi için asmazlar ve ben seni korurum.

 

Küçük kızı kendisine saygı duymalarını istediği insanların önünde böyle bir şey söyleyince utandı.

 

Yurine: Yachilere verilen değer de Başak Katedraline verilen değer kadar, muhtemelen onu pataklamamız sadece birkaç koyu salağın bir yerine batacaktır. Oraya gittiğimizde ve bu herif kendini tanıtıp başına gelenleri söyleyince Pontifeks’in yapacağı tek şey bizi barıştırıp konuyu kapatmak olur.

 

Link: Söylemesi acı ama hanımın haklı, Longların çok fazla kolu var ve Yachiler pek önemsenmeyen bir kol. O yüzden hadi beni götür de artık bu esaretten kurtulayım.

 

“Böyle diyorlarsa…”

 

Yu: Arabayı ben kullanacağım, Yurine içeride dur. Kigaro sen de arkamızdan gelip onun kaçmadığından emin ol.

 

Link’in hızlı olduğunu görmüştü ama konu koşmak olunca rinolar ile yarışabilecek Kigaro daha hızlı olmalıydı. Eğer kaçarsa silahı da olmayan bir adamı herhalde yakalayabilirdi.

 

Dimen: Diğerlerini öldüreyim mi?

 

Yu: Hayır.

 

Tobias ve Dimen, Yurine’nin yolunu tarif ettiği Başak Katedraline giderken Yu da tepedeki Andromeda Katedraline doğru yol aldı.

------------------------

27.06.2021 - 12:25






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44384 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr