Cilt III - Bölüm 10: Göç

avatar
563 5

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt III - Bölüm 10: Göç


CİLT III: ÇAN SESLERİ

Bölüm 10: Göç

Hızlı gitmek için ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, yağan karı durdurmalarının bir yolu yoktu. Küresel ısınma yüzünden Yu’nun memleketindeki kış aylarında adamakıllı kar görmek zordu ve Yu buna üzülürdü. Buradaki kar ise Yu'nun memleketindekine kıyasla çok fazlaydı. Kar birkaç karış yüksekliği çoktan aşmıştı.

 

Yu, roaronların binebilmesi için durdukları köylerden arabalar ve öküzler satın almıştı. Normalde balya yüklemek için kullanılan araçlar şimdi öküzler tarafından çocukları ve yaşlıları taşımak için kullanılıyordu.

 

Fakat kar yüzünden tıpkı Yu’nun vagonu gibi roaronları taşıyan arabalar da kolayca hareket edemiyordu. Roaronlardan bazıları önden gidip araçlar için yolu temizlemeyi deniyordu ama bunun hızlarına katkısı çok düşüktü.

 

Yu: Normalde burada bu kadar kar yağar mı?

 

Dünya haritasında güney kutbu yoktu ve eğer düz bir dünya değilse -muhtemelen değildi- dünya haritasında çok fazla eksiklik vardı.

 

Yine de haritaya baktığında İlonya’da bu kadar kar yağacağını düşünmezdi çünkü ülke ile aynı düzlemde yer alan, İlonya’ya oldukça yakın olan Ethalot Ortadoğu’nun coğrafi özelliklerini taşıyordu. İlonya’da karın bu denli yağması kesinlikle normal değildi.

 

Yu tüm altınlarını roaronlara binecek ve yiyecek alarak harcayamazdı. Onlar için yüzlerce altını çoktan gözden çıkartmıştı fakat daha fazlasını harcamak gibi bir niyeti yoktu. Kendilerini yürürken yavaşlatabilecek olan yaşlılar ve çocuklar arabalara binerken diğer roaronlar yürüyerek gidiyordu. Onlardan biri de vagonun yanında yürüyen Kigaro’ydu.

 

Yu’nun reddedemeyeceği şey en azından roaronların insanlardan daha hızlı ve dayanıklı olduğuydu. Roaronların fiziksel kuvvetleri sayesinde gün boyu durmadan ilerlemeleri mümkündü. Eğer roaronlar yerine insanlarla göç ediyor olsaydı muhtemelen ancak şubat ayının ortalarında ya da sonlarında ve bir sürü ölüyle Mora’ya varabilirlerdi.

 

Roaronlar gün boyu ilerliyor ve ellerinden geldiğince hızlı bir şekilde Mora’ya varmak istiyorlardı. Onlar göçün zor şartlarından şikayetçi değillerdi. Mora’ya ne kadar hızlı varırlarsa yüzden fazla roaron çocuğu için o kadar iyi olurdu.

 

Tam olarak yüz on yedi roaron çocuğu, on beş yaşlı roaron, otuz sekiz roaron dişisi ve otuz roaron erkeği vardı. Çocukların sadece çok az bir kısmı ergenliğe yakındı.

 

Yu: Keşke beni daha fazla sevebilsen.

 

Kigaro ona cevap vermeden vagonun yanında yürüyordu. Yu’nun uyandığı günden beri aralarının iyi olduğu söylenemezdi. Yalnızca Kigaro ile değil, hiçbir roaron ile Yu’nun arası iyi değildi. Açıkça onu sevmiyorlardı ama Yu’yu Yurine’nin kahyası olarak bildikleri için ona karşı olan hoşnutsuzluklarını dile getirmiyorlardı.

 

Yu: Yaptığım şeyden pişman değilim.

 

Kigaro: Bizi köle yaptın.

 

Yu: İnsanlar böyledir işte, onlara işin düşmeyiversin.

 

Yu daha yeni tanıştığı insanlara güvenecek değildi. Türler hakkında okuduğu kitaplarda roaronlar ile ilgili iyi şeyler yazılmış olsa bile Yu sadece kitaplara güvenerek şüpheciliğini bırakacak ve sadakatlerine sorgusuzca inanmayacaktı.

 

Bu yüzden uyandığı günün gecesi roaronlara bir anlaşma sundu. Anlaşmaya göre roaronlar kendileri ile gelmek istiyorlarsa hayatlarını Yurine’ye adayacaklardı. Ona ve onun amacına hizmet edecek, sözünden çıkmayacak ve gerektiğinde öleceklerdi.

 

Basitçe Kigaro’ya sunduğu anlaşmanın aynısıydı ve bir büyülü anlaşmaydı.

 

Yu ondan hoşlanmayacaklarını bildiği halde bunu yaptı çünkü onlara borçlu olduklarını hatırlatmak istiyordu, bunu yaptı çünkü başarıya giden yolu sağlamlaştırması gerekiyordu.

 

Yu: Küçük Hanımın kahyasıyım, Küçük Hanım bir çocuk olduğundan insanların nasıl olduğunu bilemez. Onun için onun alamadığı önlemleri almalıyım. Çünkü onun yerine işleri halletmek benim görevim. Yani beni sevmiyor olsan da en azından seninle konuştuğumda bana cevap vermelisin.

 

Kigaro yine sessizliğini sürdürerek yürümeye devam etti. Roaronlar Yurine’yi seviyor ve saygı duyuyordu ama Yu’ya karşı takındıkları tavır işte böyleydi.

 

Onlara buyurduğunda yapmasını söylediği şeyleri yapıyorlardı, yine de ona bundan fazlasını vermiyorlardı. Selamlamıyorlar, hatta Yu onların yanından geçerken konuşmayı kesip Yu’nun gitmesini bekliyorlardı.

 

Yu bunun saygısızca olduğuna inanıyor ve yaptıklarının nankörlük olduğunu düşünüyordu ama bunu yüzlerine vurmayacaktı. Tansiyonun yükselmesini istemiyordu.

 

Yu: Bana kızgın olsanız da doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. İnsan dünyasında yaşayacaksan insanların güvenilmez olduklarını öğrenmelisin. Yeni tanıştığın insanlara değer verdiğin şeyleri emanet edemezsin. Ulaşmamız gereken bir amaç var ve bu amaca ulaşmak için yapmak zorunda olduğum şeyler var. Küçük Hanım bunları düşünmek için fazla küçük, o yüzden onun yerine ben düşünmeliyim. Senin gibi güçlü olup onu koruyamasam da kızımı koruyabilmek için yapabileceğim farklı şeyler var.

 

Kigaro: Kızın mı?

 

Yu: Ha, ağzımdan kaçırdım.

 

Yu başarmıştı. Yurine ile aralarındaki baba kız ilişkisini herkese karşı dile getirmek istemiyordu (Yu bunu dile getirmekte sorun görmezdi ve herkesin duyması onu mutlu ederdi, yine de Başak Kardinal’inin kendi kahyasının kızı olduğu duyulmamalıydı) ama Kigaro ile konuşup onunla dost olmanın önemli olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden ilgisini çekebileceğini düşündüğü yegane şeyi söyledi.

 

Yu: Duyduğuna göre daha fazla saklamaya gerek yok, yine de bu aramızda kalsın.

 

Kigaro’yu şaşırtmayı ve onun ilgisini çekmeyi başarmıştı. Kigaro yüzünde aptal bir ifade ile aralarındaki benzerlikleri arıyordu.

 

Kigaro: Siz hiç benzemiyorsunuz ki?

 

Yu: Gerçekten benzemiyor muyuz? Onun da en az benim kadar narsist olduğuna eminim. Bence babasına benzeyen bir sürü yönü var.

 

Yurine ile ilk tanıştığında onun kibri canını sıkmıştı. Çünkü tam olarak Yu’nun kibri ile aynı seviyedeydi.

 

Kigaro: Ondan bahsetmiyorum, onun kulakları ve kuyruğu ve saçı…

 

Yu: Evet, annesine çekmiş.

 

Kigaro’nun şaşkın tavrı Yu’yu güldürdü. Rie’nin kediye benzeyen yönleri yoktu ama Yurine’nin ona benzediği de doğruydu. Saçlarının tonu ve gözlerinin rengi tamamen aynıydı.

 

Kigaro: Demek bu yüzden seni seviyor.

 

Yu: Birinin beni sevmesi için illa kan bağı gerektiğini mi söylüyorsun? Bu kalbimi incitti. Herhangi bir kızın benim yakışıklı suratımı sevmemezlik edebileceğini zannetmiyorum.

 

Roaron güzellik standartlarını bilmiyordu ama Yu’ya göre kendisi dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir güzellik standartında tam puan alabilecek yegane kişiydi.

 

“Her daim on numarayım.”

 

Kigaro: Eğer o senin kızınsa neden ona kahyalık yapıyorsun ki? Çocuklar babalarına hizmet etmeli.

 

Yu: O benim öz kızım değil. Annesi öldükten sonra evlat edindim.

 

Kigaro: Böyle olduğunu bilmiyordum.

 

O, Yurine için üzülmüş müydü? Kigaro’nun da duygusal bir yanı olmalıydı.

 

Kigaro: Peki gerçek babası?

 

Yu: Ben onun gerçek babasıyım.

 

Seçilen kelimeler onu rahatsız etmişti. Bir babanın nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu ama Yurine’yi gerçek kızı olarak, kendini de gerçek bir baba olarak görüyordu. Hissettikleri son derece gerçekti ve bu hislerin aşağılanmasına asla izin vermezdi.

 

Kigaro: Demek istediğim bu değildi.

 

Yu: Yurine’nin karışık bir kökeni var.

 

Onun bir kılıç perisi olduğunu söylemeyecekti. Zaten o söylemese bile Anderopolis’deki insanlar Yurine’yi tanıyor olmalıydı. Roaronlar oraya vardıklarında bunu öğrenirlerdi. Şu andaysa bu bilgiyi erkenden vermeye gerek görmüyordu.

 

Yu: Yaptığım her şeyi kızım için yapıyorum deseydim bir yalancı olurdum. Yaptığım şeylerin yarısını kendi mutluluğum adına yapıyorum. Yine de onun da mutlu olmasını istiyorum ve bunun için çaba göstereceğim. Beni sevmeyeceğiniz anlamına gelse bile yaptığım şeylerden hiçbir zaman pişman olmayacağım.

 

Kigaro konuşmaya devam etmedi. Merakını giderdiği için susuyor olmalıydı. Yu zamanı geçirebilmek için biraz daha sohbet etmek isterdi ama Kigaro’yu daha fazla zorlamak istemiyordu.

 

Yu: İyi bir başlangıç yapmadığımızı biliyorum ama umarım iyi anlaşırız. Küçük Hanım da böylesinden daha memnun kalır.

 

Kigaro yine sessizliğine devam etti.

 

Yu: Ormanın girişinde duracağız. Yarın da ormanı aşar ve tepelere varırız. Tepeleri geçtiğimizde Mora’dayız.

 

Kış mevsiminde oldukları için hava erken kararıyordu, kar da olunca karanlıkta gitmek iyice zorlaşıyordu ve bir de ormanın içinde giderlerse sürü içinden kaybolanlar olabilirdi.

 

Kamplarını kurmak için ormanın girişinde durdular. Erkeklerden bazıları karı temizliyor, bazıları odun kesmeye gidiyor ve bazıları da güvenlik için etrafta dolaşıyordu. Kadınlar da tuvalet çukuru kazma ve çadır kurma görevlerini üstlenmişti. Sayıları az olduğu için ancak bu işler bittikten sonra yemek yapmaya başlayabilirlerdi.

 

Yu onlara yardım etmeyi teklif edebilirdi ama bir cevap almayacağını bildiğinden bu işleri roaronlara bıraktı ve dışarıya nazaran biraz daha sıcak olan vagonlarının içine girdi.

 

Yurine üzerine çalıştığı büyü kitabını yere bırakmış uyuyordu. Vagonun içini kullanma hakkına yalnızca o ve Yu sahipti ve roaronların buraya girmesi yasaktı. Zaten isteseler bile buraya girip rahatça hareket edemezlerdi. Ortalama iki metre olan roaronlar için küçük bir vagondu.

 

Son zamanlarda yolculuk yüzünden yorgun olduğundan Yurine’yi şimdi uyandırmak istemedi. Onun yerine Yurine’nin uyuduğu koltuğun karşısında, kendi yatağı olarak kullandığı koltuğa yöneldi ve oturma kısmını yukarıya kaldırdı.

 

Basitçe bir çekyat gibiydi fakat vagonun içindeki alan sınırlı olduğundan yalnızca oturma kısmı açılıyor ve eşya koymak için hazırlanan bölme ortaya çıkıyordu.

 

Koltuğun içinde Yu’nun kıyafetleri, Kigaro’dan aldığı kılıcı ve en önemlileri olan kitapları vardı. Aradığı asıl kitabın üstündeki eşyaları kenara itti ve rahatsızlığını tedavi edebilmek için ilaç tariflerinin yazılı olduğu kitabı çıkardı.

 

“Yine başlıyoruz.”

 

Oflamadan edemezdi. İlacın yapılması için gerekli olan miros otunun tadı berbattı. İlaçların tadının genelde kötü olduğu bilinirdi fakat miros otu yardımı ile yapılan ilacın tadının ayrı bir kötülüğü vardı. Yu her seferinde kusmanın eşiğine geliyor ve bu iğrenç tada bir türlü alışamıyordu.

 

İlaç arada sırada halüsinasyonlar görmesine de sebep oluyordu. Bu kısmı ne kadar kötü bilemiyordu çünkü bazen onu mutlu eden görüntüler karşısına geliyordu ama bu görüntüler gittiğinde mutluluk da uçup gidiyordu ve Yu kendini tekrar ilacı kullanmak zorunda hissediyordu.

 

Neyse ki iradesi bu isteğe karşı koymasını sağlayacak kadar güçlüydü ve ilaç da halüsinasyonları her zaman göstermiyordu. Genellikle ilacın kullanımının ardından beyni uyuşuyor ve kusma isteğini atlattıktan sonra yarı sarhoşluk evresi başlıyordu. Bu evre hakkında kitapta yazan herhangi bir bilgi yoktu. Yu durumunun özel olduğuna kanaat getirdi ve yaşayarak öğrenmeye başladı.

 

Deneyimlerinden yola çıkarak yarı sarhoşluk hali ya da halüsinasyon görme herhangi bir tetikleyiciye bağlı olmadan, rastgele gerçekleşiyordu ve ne kadar süre devam edeceği belirsizdi. Bazen kafası bir milyon şekilde yatağa gittiği oluyor, bazen de birkaç dakika içinde normale dönüyordu.

 

Yurine de şifa büyüsü ile ona destek olsa da ilaç dış etkenlere karşı bağışıklık sahibi gibiydi. İlaç kullanımından sonra gelen şifa büyüsü nadiren normale dönmesinde yardımcı oluyordu. Eğer ilaç onun zihnini uyuşturursa ve Yurine şifa büyüsü ile Yu’yu normal durumuna geri getiremezse Yu gecenin geri kalanında hiçbir şey yapamıyordu.

 

Bunlar dışındaki yan etkiler şu anda gözükmüyordu ama kitaba göre dil ve dudak renginde de değişiklikler olabilirdi. Miros otu ilacın içine katıldığında ilaç mor bir hale bürünüyordu ve bu morluk temas ettiği yerlerin de rengini değiştirebiliyordu.

 

Dili morarırsa pek sorun olmazdı ama dudaklarının morarmasını istemiyordu. Eğer morarırsa bunun için de bir çözüm araması gerekecekti.

 

“Kayığın batmasına yol açacak deliği kapatıyorum, hemen arkamda başka bir delik açılıyor.”

 

İlacın olumsuz etkileri görmezden gelindiğinde kesinlikle işe yarardı. Kullanmaya başladığı günden beri baş ağrıları, bazen çok şiddetli bir şekilde devam etse de hiçbir kriz ile karşılaşmamıştı.

 

Konu omzuna geldiğindeyse fazla değişiklik yoktu. Yu kolunu hareket ettirirken kasıldığını hissetse de artık daha az zorlanıyor ve çok yakında hiç zorlanmadan hareket ettirebileceğini düşünüyordu. Omzundaki çirkin siyah lanet ise ne yayılıyor ne de geri çekiliyordu, sabit bir şekilde orada duruyordu ve Yu her geçen gün o lanetin içine işlediğine inanıyordu.

 

“Of... of...”

 

Yu ilacı akşam yemeğinden önce kullanmalıydı ve Yurine ile yedikleri yemekleri hazırlama görevi kendisine aitti.

 

Sebebi roaronlara olan güvensizliği değildi. Roaronlar insanlar için yemek hazırlamak konusunda pek başarılı sayılmadığı içindi.


Türlerinden ötürü büyük el ve parmaklara sahiplerdi ve bu parmaklarla yiyecekleri küçük parçalara bölmekte zorlanıyorlardı.

 

Roaronlar kendi yemeklerini hazırlarken Yu da Yurine ile birlikte yiyeceği yemeği hazırlıyordu ve Yurine’nin o anki isteğine göre diğerleri ile birlikte ya da yalnız başlarına yemek yiyorlardı. Ayrıca yemek yapmak konusunda yeteneği her geçen gün artıyordu.

 

İlaç tarifine tekrar baktı, hiçbir şeyi yanlış yapmak istemiyordu. Ardından vagonun dışına çıktı ve roaronların yerdeki karların temizliğini bitirdiğini gördü.

 

“Çok çalışkanlar.”

 

Kar tekrar yağmaya başlamıştı. Bu yüzden birkaç saat içinde yine yükselecekti ve o zamana kadar işlerini bitirip uyumaları gerekiyordu.

 

İlacı hazırlarken aynı anda akşam yemeğini hazırlıyordu. Böylece zaman kaybetmeden iki işi hızlıca halledecekti.

 

Yemek ve ilacı hazırlarken bir gözü de roaronların üzerindeydi. Onların mutlu mu yoksa mutsuz mu olduklarını anlamaya çalışıyordu.

 

Yu için onların mutluluğu kendi mutluluğundan ve Yurine’nin mutluluğundan sonra gelmekteydi. Yine de onların da mutlu olmasını isterdi. Onlar için kendini yoracak mıydı bilmiyordu fakat en azından birazcık rahat etmelerini sağlamak isterdi.

 

Roaronlar kendi yemeklerini hazırlarken çocuklar kartopu oynuyordu. Yu ve Yurine de kışın en zevkli yönlerinden biri olan kartopu oyunun denemişti. Yu bu oyundan eskisi kadar zevk almasa da kızıyla oynaması eğlenceliydi.

 

“Belki biraz daha… nasıl desem, ağırbaşlı, ciddi olmalıyım? Sonuçta ben bir babayım. Fakat hiç babalık görmedim ki, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ayrıca artık önemli bir mevkideyim, üzerimde yüzlerce insanın sorumluluğunu taşıyorum. Kim bilir Rie’yi kurtardığımızda benim gibi bir adamın kızına babalık et- ben kendimi mi eleştiriyorum?”

 

Kendini eleştirmek tuhaf hissettiriyordu. Yu yaptığı her harekette ve her zaman kendini haklı gördüğünden ve haksız olsa bile ortaya bir bahane sürdüğünden kendini daha önce fazla eleştirmemişti. Şimdi neden bir anda yetersiz olduğunu düşünmeye başlamıştı ki? Zayıf olduğu konularda bile bahaneler öne sürmesi gerekiyordu.

 

“Bir şeyler var.”

 

Eskiden yüreğinde olan o karanlık çukur artık yoktu. Bir zamanlar o çukur hayatındaki en büyük sorun gibiydi ve o çukuru ortadan kaldırdığı için Yurine’ye minnettardı ama hala eksik olan bir şey vardı. Eksikliğini çektiği şey neydi?

 

“Karı eksik ya, keşke karım olsa.”

 

Ciddi düşüncelerden kaçmak istedi, sanki düşünmeye devam ederse memnun olmayacağı sonuçlara ulaşacaktı. Zaten ne olduğunu bile bilmediği bir eksikliği aramak yeterince rahatsız ediciydi.

 

Yurine’yi uyandırmadan önce ilacı içecekti. Cezveyi aldı ve hazırladığı ilacı bir bardağın üçte birini dolduracak şekilde döktü. Tahta bardağın içindeki sıcaklığı hissedebiliyordu.

 

Yu: Hay ben böyle ilacın…

 

Yu ilacı bir anda kafasına dikerek bu iğrenç görevi hızlıca halletmek istedi fakat son anda korkarak vazgeçti ve her zaman yaptığı gibi yavaşça içmeye başladı.

 

Sıvı diline değip, boğazından aşağıya indikçe Yu’ya dayanması güç bir kusma isteği veriyordu.

 

İlacın tamamını içince bardağı yere düşürdü ve öksürmeye başladı. Roaronlar onun öksürüklerine ve kusmalarına alışmıştı ama Yu’yu böyle görünce yine de dönüp bakıyorlardı.

 

Öksürük yüzünden gözünde biriken yaşları sildi ve temiz suyla ağzını yıkadıktan sonra Yurine’yi uyandırmak için vagonun içine girdi.

-------------------------

15.06.2021 - 02:20






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44376 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr