Bölüm 56: Geri Dönüş

avatar
2624 0

Seeking the Flying Sword Path - Bölüm 56: Geri Dönüş


 

Çeviri: Xanaphia Düzenleme: Kharsmi

 

“Uçan kılıcımı kullandığımda, Cennet Adam Birliği’ne ulaşmam sayesinde çevremi beş kilometreye kadar hissetmeye başladım.” dedi Qin Yun.

 

“Çevremizde beş yüz metreye kadar küçük şeytan yok. Su Tanrısı’na meydan okuduğumuzda onları da korkutmuş olmalıyız. Muhtemelen çapraz ateşte kalmamak için saklandılar. İki buçuk kilometreye kadarlık alanda iki küçük şeytan var. Onlardan sonraki iki buçuk kilometre içinde de üç yüz küçük şeytan var. Çoğu Su Tanrısı’nın malikanesinde.” Qin Yun her şeyin farkındaydı.

 

“Cennet Adam Birliği’nden daha azını beklemezdim.” Yi Xiao, Qin Yun’u övmek için söylemişti bunu, “Lanyang Nehrine yakınız. Normalde bir buçuk kilometreden sonrasını açıkça görmek çok zor ama gene de işi riske atmayalım. En iyisi iki buçuk kilometre içindeki iki şeytanı öldürmen olur. İki buçuk kilometreden ötedekilerin savaşı görmüş olmaları imkansız. Su Tanrısı bile o kadar uzaktan göremezdi.”

 

Qin Yun başıyla onayladı, “Tamam o zaman.”

 

“Git.”

 

Qin Yun’un düşüncesi ve el işaretiyle bir kılıç ışını sessizce taş yüzeylerin üstünden ilerlemeye başladı. Su Tanrısı’yla savaşırken yaptığı gibi tüm gücünü kullanmadı aksine bu seferki kılıç ışınının mümkün olduğunca sessiz ilerlemesini istiyordu.

 

 

“Kaçalım buradan hemen!”

 

“Kafayı yemiş bunlar. Su Tanrısı’yla dövüşülür mü doğrudan. Bizim buradan kaçmamız lazım arada kalırsak ölümümüz kesindir.”

 

İki küçük şeytan, kalpleri korkuyla atarken ormanın içinde koşuyordu.

 

Aniden—

 

Sisli yağmur sicimini andıran bir kılıç ışınının yere yakın bir şekilde uçtuğunu gördüler. Küçük şeytanların yanından vızıldayarak geçti. İki şeytanın da gözleri kocaman açılmıştı ve gerçek formlarıyla yere yığılmışlardı. Kılıç ışınıysa sessizce geldiği yerden geri dönüyordu. Şeytanların üzerindeki kılıç yaraları da oldukça normal gözüküyordu.

 

 

Geri dönen kılıç ışını Qin Yun’un avcuyla birleşip dantianında kılıç topuna dönüştü.

 

“Uçan kılıç sanatı gerçekten de çok etkileyici.” Yi Xiao gördüğü küçük şov karşısında gülümsemişti. “Efsanevi en üst seviyedeki kılıç ölümsüzleri uçan kılıçlarıyla beş yüz kilometre ötelerindeki düşmanları öldürebiliyormuş. Şimdi o ihtişamın izini sende de görüyorum.”

 

Qin Yun Su Tanrısı’nın devasa cesedine doğru yürüdü. “Uçan kılıcımı en fazla beş kilometreye kadar gönderebiliyorum. Mesafe arttıkça gücü de epey azalıyor. Daha uzağa gönderirsem çalınma ihtimali var.” Devasa cesedi görmek kendisini memnun ediyor gibiydi. “İki asırdan fazla süredir ortalığı kasıp kavuruyordu. Nihayet şimdi burada öldü. Ulu Hakimiyet Eyaleti’ndeki milyonlarca insan artık Su Tanrısı’nın zalimliklerini çekmeyecek.”

 

Böyle söylemesiyle elini salladı ve En Saf Özü’yle cesedi taradı. Tüm değerli eşyaları alıp kenara koydu. Bunlar artık savaş ganimetiydi.

 

“Cesetteki izleri tamamen sil.” dedi Yi Xiao, “Ben mezhebe dönüp görevi tamamladığımı söyleyeceğim. Su Tanrısı’nın  Gerçek Nüve Aşaması’na geçmesi konusunu da yalnızca ikimiz bilelim. Üçüncü birinin bilmesine gerek yok.”

 

Qin Yun başıyla onayladı.

 

“Bu durumda, iş birliğimizle ve mezhebin verdiği değerli eşyalarla Sahte Nüve Aşaması’ndaki büyük bir şeytanı öldürebilmiş olmamız çok göze batmaz. Ama neredeyse tüm övgü bana kalacak.” Dedi Yi Xiao, “Ayrıca kanıt da gerekli, kafası uygun olurdu ama şuan ki halde çok büyük. Kafasını götürürsem Gerçek Nüve’ye geçtiğini fark edebilirler. Bu yüzden, diğer önemli kanıt sayılabilecek olan silahını –Karasulu Öküzboynuzu- götürmeliyim.”

 

Yi Xiao, Qin Yun’a bakarken gözlerinden mahcubiyeti okunuyordu. “Ama bu önemli bir silah ve senin olmalıydı.”

K.N: Yenge kılıcı var zaten senin olsun mızrak :D

 

Qin Yun, Yi Xiao’yu mahçup halde görünce gülümsedi, “Bana çok yardımın dokundu zaten, ayrıca dış dünyanın daha Yeni Doğan Alemi’ndeyken böyle bir güce sahip olduğumu öğrenmesini istemem. Öyle bir durumda dünyadaki diğer ulu şeytanların da dikkatini çekerim. Bana beladan başka bir şey getirmez.”

 

İnsanlar ve şeytanlar çok eski zamanlardan beri savaşıyordu.

 

Korkutucu ulu şeytanlar ortaya çıktığında, Daoistlerin kutsal topraklarına gitmedikleri sürece kimse karşılarına çıkamazdı. Örneğin Su Tanrısı’nın ustası da Altın Nüve Aşaması’nda bir ulu şeytandı!

 

“Chi! Chi! Chi!” Qin Yun sözlerini bitirdikten sonra yarım şişeden fazla cehennem suyunu cesede döktü sonra da cesedi aleve verdi. Kısa sürede Su Tanrı’nın cesedinden geriye küller kalmıştı.

 

Bazı yetişimcilerin şeytan eti yeme alışkanlıkları vardı; ancak çoğu yetişimci kesinlikle böyle bir şey yapmayı redderdi! Qin Yun’un sahip olduğu Ölümsüz Kılıç Mirası da bunu yasaklamıştı.

 

“Karasulu Öküzboynuzunu alıyorum o zaman, kalan her şey senindir.” Yi Xiao az öncesine kadar şeytani güçlerle dolu olan koca mızrağa baktı. Ardından Kozmik çantasını çıkardı ve Karasulu Öküzboynuzu’nu çantanın içine attı. Avuç büyüklüğündeki çanta koca mızrağı adeta yutmuştu.

 

Qin Yun elini sallayarak En Saf Özü’nü Çapalı Bulut Zinciri’ne aktardı. Zincir hemen küçülmüş ve Qin Yun’un bileğine sarılmıştı. Qin Yun’un kontrol edebildiği bir sekizinci sınıf hazineydi.

 

Karasulu Öküzboynuzu ise altıncı sınıf bir Dharma hazinesiydi ve ne Qin Yun ne de Yi Xiao onu tüm gücüyle kullanamazdı.

 

“Bu kadar mı?” Qin Yun savaş ganimetlerini aldı ve aralarındaki en değerli şeyin işlemeli bir çanta olduğunu fark etti. En Saf Özüyle çantayı incelediğinde çantanın içinin neredeyse bir dolap kadar olduğunu gördü! Ama içine Karasulu Öküzboynuzu sığmazdı, bu da Yi Xiao’nun kozmik çantasının, Su Tanrısı’nınkinden çok daha büyük ve kaliteli olduğunu gösteriyordu.

 

Ancak bu çantanın içinde birçok değerli şey vardı. Bir milyon iki yüz bin gümüş tael değerinde banknotlar vardı! Yetmezmiş gibi başka değerli eşyalar da vardı.

 

Sonuçta, en değerli şeylerini kendi üzerinde taşıyormuş. Su Tanrısı bu hazinelerini malikanesinde bırakmaya cesaret edememiş. Malikanesinde bıraksaydı ve diğer şeytanlar çalsaydı pişman olmak için çok geç olurdu. Parasını üstünde taşıması onun için en güvenlisiydi. Parası üstündeyken ölse bile öldükten sonra onlara ihtiyacı kalmayacaktı zaten.

 

Qin Yun çantadaki paralardan çıkarıp Yi Xiao’ya gösterdi, “Bu banknotları paylaşmalıyız.”

 

Ama Yi Xiao olumsuz anlamda başını salladı, “Bu Karasulu Öküzboynuzu o banknotlardan çok daha değerli. Ayrıca yetişimciler için ölümlü malları çok önemli değildir.”

 

Qin Yun teklifini reddedilince kafasını salladı, “Tamam  o zaman, Kunlun Eyaleti’nin Yi Ailesi’nden biri olduğunu göz önünde bulundurarak yüzsüzce alıyorum bunları. Haha, açıkçası şu an muhtemelen Ulu Hakimiyet Eyaleti’ndeki en zengin aile olan Hong Ailesi’nden daha zenginim.”

 

Qin Yun böyle söylese de ölümlü zenginliklerin yetişimciler için ilk safhalarda etkili olduğunu biliyordu. İlerleyen safhalarda paranın etkisi azalıyordu.

 

Yi Xiao söze girdi, “Qin Yun, unutma. Biz Sahte Nüve Aşaması’ndaki Su Tanrısı’nı öldürdük. Uçan kılıç sanatını göstersen de sadece kılıç devinimlerini kullanmak için Cennet Adam Birliği’ne ulaştığını söyleyebilirsin. Kılıç niyetini açığa çıkarmamalısın.”

 

Yeni Doğan Alemi’nde Cennet Adam Birliği’ne ulaşıp kılıç devinimlerini kullanabilmek çok nadir bir olaydı! Bunu becerenlere dahi bile denilebilirdi! Ama kutsal topraklardaki Daoist ve Budist mezhepleri için dahiden bol bir şey yoktu.

 

Ama kılıç niyeti? İşte o efsaneydi.

 

“Kolay kolay uçan kılıcımı kullanmam.” Qin Yun hemen cevapladı, “Hadi gidelim. Eyalet valisi’ni Su Tanrısı’nın ölümü konusunda en kısa sürede bilgilendirmeliyiz. Köylere birlikler yollamasını sağlayıp çocukların kurban edilmesinin önüne geçebiliriz.”

 

“Evet, hemen yola çıkmalıyız.” Yi Xiao da meselenin önemini biliyordu ama usulca konuştu, “Dağdan inmeme yardım eder misin? Hiç takatim kalmadı.”

 

Qin Yun kolunu uzattı ve Yi Xiao’yu kucakladı.

 

Ardından hızla ilerlemeye başladı. Cennet Adam Birliği’ne ulaşması sayesinde hızı eskisine göre çok daha fazlaydı.

 

Kılıç Devinimi Uçuşunu kullanmamasınınsa iki nedeni vardı; biri bunu bir sır olarak saklamak istediğinden kimsenin görmesini istememesiydi, diğeri ise Kılıç Devinimi Uçuş’u normal bir uçan kılıç kullanımına göre on kat daha fazla En Saf Öz tüketiyordu. Üstüne bir de kucağında Yi Xiao varken kullanması normalden düzinelerce kat fazla En Saf Öz tüketirdi. Qin sonuçta daha Yeni Doğan Alemi’nde ve Qi saflaştırmada on ikinci seviyedeydi. Her şeye yetecek kadar En Saf Özü yoktu.

 

Phew!

 

Kollarında Yi Xiao ile dağın eteklerine kadar geldi.

 

Bıraktıkları iki atı hemen buldular. Atlar otlamak için biraz gezinse de fazla uzaklaşmamışlardı.

 

“Deh! Deh!”

 

Yi Xiao’nun kaburgası hala tamamen iyileşmemişti ve düşüncesizce Dharmik güçlerini kullanmamalıydı. Bu yüzden Qin Yun ile aynı atı paylaşıyordu, Qin Yun da En Saf Özü’yle Yi Xiao’yu korumayı bir an bile bırakmıyordu. Diğer at da yanlarında geliyordu ki bindikleri at yorulunca değişebilsinler. İkili imkanların el verdiği hızda Ulu Hakimiyet Eyaleti’ne doğru yola koyulmuştu.

 

At sırtında, Yi Xiao ve Qin Yun birbirlerinin sıcaklıklarını hissediyordu. Yi Xiao’nun yüzü en başından beri kıpkırmızıydı ve kızarıklığı azalacak gibi de durmuyordu. Qin Yun’un kalbinde de değişik hisler vardı ama kendi kendine “Yi Xiao ile bu halde olmamızın tek sebebi yaralı olması. Boş düşüncelere girmemeliyim.”diye düşündü.

 

Yolda, bir köylü konvoyunun çocukları götürdüğünü gördüler.

 

“Ayın 28’ne kadar Şeytan Dağı Kampı’na anca ulaşırlar. Daha fazla ilerlemenin yasak olduğunu bildiklerinden ilerleyemezler. Biz geri dönelim. Eyalet valisi olaya el atınca, tüm köylüleri zamanında durdurabilir.” Dedi Qin Yun.

 

Yi Xiao da bu fikri onaylamıştı. Ayrıca biliyordu ki köylüleri durdurup durumu anlatsalar bile kendilerine inanmayacaklardı. Ancak İmparatorluk Hükümeti’nden bir yetkilinin sözüne inanırlardı.

 

Sonuçta insanlar için iki asırdan fazla bir süredir bu bir alışkanlık olmuştu. Ölümlülere göre iki asır, sayısız nesil demekti.

 

 

İkili nihayet akşam karanlığında Ulu Hakimiyet Eyaleti’ne ulaşmıştı ama şehir kapıları kapalıydı.

 

Qin Yun surlara doğru bağırdı, “Hemen kapıyı açın.”

 

Surlardaki muhafızlar aşağıya baktı ve liderleri bağıran kişiyi tanımıştı, “Genç Usta Qin, şehir kapıları kapatıldı. Açmaya iznimiz yok.”

 

Bu izni sadece eyalet valisi verebilirdi.

 

“Cidden…” Qin Yun, Yi Xiao’yu taşırken hızlı bir sıçrayış ile şehir surlarına çıktı. Aniden esen bir rüzgar gibiydi. İkinci sıçrayışıyla surları aşıp şehrin içine ayak basmıştı.

 

Muhafızların sersemlemişti. Şehir suru yetişimcileri durdurmak için yapılmamıştı sonuçta.

 

“Lider, ne yapmalıyız?” Tüm muhafızların kafası karışmıştı.

 

“Ne yapabiliriz ki? Sonuçta onlar ölümsüz. Nasıl karşılarında durabiliriz? Neyse, evlat, hemen Eyalet Valisinin Malikanesi’ne haber götür. Meseleyi rapor et. Biz raporumuzu verdiğimiz sürece sorun bizden çıkar.”

 

 

Şehrin içine girdikten sonra Qin Yun, Yi Xiao’yu daha fazla kucağında taşımaya devam etmedi. Ama En Saf Özünü aktarmak için bileğini tutmayı bırakmamıştı. Valinin malikanesine doğru hızla ilerliyolardı.

 

Eyalet Valisinin Malikanesindeyse, vali hala çalışmaları okuyordu. Kısa süre sonra uyumayı düşünüyordu, Su Tanrısı’nın öldüğünü daha bilmiyordu!

Sonraki Bölüm: Ulu Hakimiyet Karışıyor

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr