2. Bölüm - Yaşlı Adam

avatar
293 1

Salvator: İsyan - 2. Bölüm - Yaşlı Adam


Eedot Krallığı başkenti Vermillion'da, gün doğmak üzereydi, sokaklar; evsiz insanlar, muhafızlar, işe gidenler ve çöpçüler dışında bomboştu, çöpçüler işini bitirmişti, çöpleri yakım tesisine götürüyorlardı.

Onlar için yorucu bir gün olmuştu, sonuncu at arabası da çöpünü boşaltıp gitti, fakat boşaltılan çöplerde bir hareketlilik vardı. Basit bir kumaştan yapılma çuvalın içinde bir şey deli gibi hareket ediyordu, nefes alıp verme hızı çok yüksekti, belli ki korkmuştu. Çuvalın başı hafif yırtılmaya başladı, nefes alıp verme sesleri artmaya devam etti.

En sonunda çuval yırtıldı, içinden kan ve kir içinde, kısa, siyah saçlı, 5 yaşlarında bir çocuk çıktı. Etrafına baktı ve neler olduğu anlamaya çalıştı, çöplükteydi. Bir anda karnında bir ağrı belirdi, elini karnına attı, bir ıslaklık farketti, baktığında kanadığını anladı.

Çöplerin arasından kalkmaya çalıştı, başı dönmeye başladı, kendini zorladı, sınırlarını aştı eninde sonunda kendini dışarı attı. Yere ineceğini sanıyordu fakat dengesizliği yüzünden yere kapaklandı, yarım yamalak, yalpalayarak kalkmaya çalıştı ama yine yeri boyladı. Tüm gücünü ayaklarına aktardı, çöplüğe yaslandı ve en sonunda ayağa kalkmayı başardı.

Biraz soluklandı üstündeki delik gömleği, yarasına bakmak için kaldırdı. Karnında bir delik vardı, 4 cm civarındaydı, yüzünü ekşitti, elini tampon yapmak için yarasına bastırdı.

"Hey! Sen, çocuk ne yapıyorsun orada?!" Bir anda çocuğun gözleri kamaştı, kendisine doğru çevrilen lambadan kaçmaya başladı.

"Kaçma piç kurusu!" Muhafız çocuğun arkasından koşmaya başladı, çocuk arkasında kimin olduğunu bile anlamaya zaman bulamadı. Vermillion'un hafif aydınlık sokakları ayak sesleri ile güne başlıyordu.

5 dakikalık bir koşturmadan sonra, muhafızla arası açılmış olan küçük çocuk ani bir hareketle ara sokağa daldı. Boş bir ara sokaktı ve birkaç evsiz uyuyordu, onları uyandırmamaya gayret ederek hızlıca başka bir ara sokağa geçti.

Bu şekilde birçok ara sokak değiştirdikten sonra artık yavaşlamaya başladı çıkmaz bir ara sokağa gelmişti, sokağın sonuna bıkmış adımlar ile yaklaştı. Bitik haldeydi, gömleği neredeyse boydan boya kan olmuştu, yetmemiş kan bacaklarından akmıştı. Tatlı yüzünde boktan beter bir asıklık vardı.

Yağmur çitilemeye başladı, çocuk hâlâ kamburlaşmış bir şekilde ara sokağın sonuna ulaşmaya çalışıyordu, çitileyen yağmur bir süre sonra yerini sağanak yağışa bıraktı. Küçük çocuk artık kendini daha fazla tutamadı ve sert bir şekilde yere kapaklandı...

**

Sık otlar ve huş ağaçları ile dolu bir ormanda, beyaz saçlı, beyaz tenli, 5 belki de 6 yaşlarında bir çocuk, oturmuş etçil bir bitkiyi inceliyor, elinde bir defter bir kalem ile bitkiyi defterine çiziyordu. Çizdikten sonra elini deri çantasına attı ve hafif paslı bir bıçak çıkardı ve bitkiyi kökünden kesti, cebinden deri bir mendil çıkardı ve bitkiyi sardı.

"Oğlum, işini bitirdin mi?" Elmacık kemikleri içe göçük, kirli sakallı, büyük ama düzgün burunlu, kalıplı bir adam, beyaz saçlı çocuğun yanına yaklaştı ve sordu.

"Bitti baba, seni bu kadar derinlere getirmek zorunda kaldığım için özür dilerim." Beyaz saçlı çocuk mahçup bir şekilde konuştu.

"Sen bir şeyler öğren de gerisi önemli değil." Adam gülümseyerek konuştu ve devam etti. "Peki o bitkiyi ne yapacaksın?"

"Yakaladığım tavşanlar üzerinde etkisini deneyeceğim belki hastalığına bir çare olur." Çocuk kendinden emin ve hafif melankolik şekilde konuştu.

"Düşünmen yeter tatlı oğlum." Adam gülümseyerek ve gurur duyan bir ifade ile konuştu. "Hadi geç oluyor, hızlıca dönelim geri." diye ekledi.

Çocuk ayağa kalktı ve babasını takip etmeye başladı. Adam kendini huzursuz hissediyordu, sanki bir şey  onları izliyordu, huzursuzluğu gitgide artmaya başlamıştı.

"Eral bana elini ver!" Adam huzursuz bir tonda ile konuştu.

Eral korkuyla babasına elini uzattı, adam bir hışımla Eral'ın elini tuttu, çocuğu çekerek kucağına aldı ve koşmaya başladı. Onların koşmaya başlaması ile kahverengi bir kütle adamın üstüne atladı, adam kaçınmak için ileri doğru atladı, kaçabilmişti ama düşmüştü, yerdeydi. Eral öne sürüklenmişti, adam kendini toparladı ve arkasına baktı, neredeyse 2 metre boyunda bir ayı onlara doğru bakıyordu.

"Eral var gücünle koş!" Adam tüm gücüyle bağırdı ve bıçağını çıkardı. Eral daha neler olduğu yeni kavrayabilmişti.

"Baba, hayır!" Eral korkmuş bir ifade ile bağırdı.

"Sana koş dedim!" Adam boğazını patlatmak uğruna bağırdı.

Eral arkasına bakmadan koşmaya başladı, ağlıyordu, avazı çıktığınca bağırmak ve ağlamak istiyordu ama bunu koşarken yapamazdı, yüzü titriyor ve gözlerinden yaşlar akıyordu. Önündeki dalı görmedi dala çarptı, küçük bir ses çıkardı, bağırmak istedi ama hayvanların dikkatini çekemezdi.

Ormanın neredeyse dışına kadar gelmişti, tüm gücü ayaklarına vermişti, çok dikkatsizdi, birkaç kez ağaca çarpmıştı bu yüzden, beyaz saçları hafif kanla boyanmıştı. Yırtıcı hayvanların bulunduğu bölgeden çıktı fakat yavaşlamadı hızını arttırdı ve koşmaya devam etti. Yerdeki taşı görmedi, ayağı taşa takıldı ve yere kapaklandı. Canı çıkar gibi bağırıp ağlamaya başladı...

**

Siyah saçlı çocuk, yattığı kartondan, bir anda nefes nefese dikeldi, yüzü ekşidi yarası acıdı, üstünde bir battaniye vardı, altında ise bir karton vardı, rüyasındaki beyaz saçlı çocuğu anımsadı, hızlıca ayağa dikeldi, yüzü ekşidi ve etrafa bakmaya başladı.

"Uyandın demek hehehe!" kirli, üstünde battaniye olan, oturmuş ve sırtını duvara vermiş yaşlı bir adam gülerek ona seslendi.

"B-ben neredeyim?" sesi titreyen çocuk konuştu.

"Nereden bileyim ya? Vermillion şehrinin sayısız ara sokağından birindesin işte!" Yaşlı Adam gülümseyerek konuştu. "Bana adını bahşetmez misin küçük dostum?" yaşlı adam sırıtarak söyledi.

"Adım mı?" Çocuk zihnini kurcaladı bir şey hatırlayamıyordu, çöpte uyanmadan önceki anıları sanki hiç varolmamıştı.

"Hatırlamıyor musun? gerçi seni bulduğumda yitik ve neredeyse ölmek üzereydin, o yara çok tehlikeliydi, ilk yardım eğitimi almasam ben bile dikemezdim!" Yaşlı adam kendinden emin bir şekilde konuştu. "O zaman sana Arte diyeyim ne dersin? Gözlerinin parıltısını temsil eder."   gülümser bir şekilde ekledi.

"Olabilir belki de..."

"Tanıştığıma memnun oldum Arte! Bana buralarda Yaşlı Yao derler." Yaşlı Yao gülümseyerek konuştu.

"Yaşlı Yao beni nerede buldunuz?" Arte meraklı gözlerle konuştu.

"2 ilerideki çıkmaz sokakta yatıyordun, yaklaşık 8 saattirde uyuyordun."  dedi Yaşlı Adam Yao.

"Size minnettarım Yaşlı." Arte başını eğerek, mahçup bir tavırla konuştu.

"Sorun değil." Dedi yaşlı adam mütevazı bir ifadeyle "Gidecek bir yerin yoksa yanımda kalabilirsin sokaklar tehlikelidir." kendinden emin bir şekilde ile konuştu.

"Gerçekten kalacak bir yere ihtiyacım var gibi gözüküyor." dedi Arte.

"Elit bir mizacın var, belki de soylusundur?" dedi Yaşlı Yao.

"Soylu olsam neden çöpte uyanayım ki?" dedi Arte.

"Belki de bir komploya kurban gitmişsindir!" dedi Yaşlı Yao.

"Nasıl yani?" Arte düşünceli bir tavırla söyledi.

"Soylular arasında böyle şeyler çok yaygındır! Birbirlerinin yerini,parasını kapmak ve rezil etmek için böyle şeyler yapıyorlar." Yaşlı Yao bilirkişi gibi konuştu.

"Böyle konuştuğuna göre sen de eski bir soylu olabilir misin?" Arte meraklı bir tavırla sordu.

"Yok yaa, doğduğumdan beri neredeyse hiç soylu ile karşılaşmadım, okuduğum romanlarda duymuştum öyle şeyler oluyormuş." dedi Yaşlı Yao.

Arte bu yaşlı adamı sevmişti, sevecen bir insana benziyordu.

"O zaman senin nasıl bir geçmişin var Yao amca?" Arte, meraklı bir surat ile konuştu.

"Hikaye zamanı! Otur bakalım minik Arte!" Yaşlı Yao, eliyle yanındaki minderi işaret etti.

Arte hafif sendeleyerek mindere koştu ve oturdu. Yaşlı Yao yüzünü Arte'ye döndü.

"Ben doğduğumda, ailemin tek çocuğuydum, anne ve babamın hastalığı yüzünden fazla çocuk yapma şansları olmuyordu. Benden önce 2 tane kardeşim varmış, fakat bir tanesi hastalıktan diğeri ise sakat doğumdan hayatını kaybetmiş." Yaşlı Yao, suratını asarak söyledi.

Arte, bunu duyunca yüzü asıldı, meraklı gözler ile Yaşlı Yao'yu dinliyordu.

"Benim annem küçük ve yerel bir silah dükkanında kasiyer olarak çalışıyordu. Bir gün gelen bir müşteriye, yanlış silahı sattı diye müşteri tarafından yaralandı, yedi yaşıma bastıktan 2 ay sonra yarasının iltihap kapması yüzünden annemi kaybettim.." Yaşlı Yao, sanki o günleri yaşıyordu.

"Babam ise basit bir askeri hemşireydi, 16 yaşında okulum bittiğinde herhangi bir üniversite veya askeri okula gitmek yerine babam tarafından Hemşirelik eğitimi aldım. Yirmi yaşıma girmek üzereyken Paton İmparatorluğu, Borest Şehri Kışlasına bir gece baskını yaptı, orada babam Büyü Şövalyesi Harold'ın ellerinde can verdi.." Yaşlı Yao, üzgün bir ifade ile konuştu.

"Gerçekten zor bir hayatın olmuş Yao amca." Arte, asılmış bir suratla konuştu.

"Evet! Gerçekten zor zamanlardı.." Yaşlı Yao o günleri yad ettikten sonra devam etti. "Babamı kaybettikten sonra Borest Şehrinden ayrıldım, Eedot İmparatorluğunun tüm şehirlerini teker teker dolaşmaya başladım, gittiğim her şehirde en az 4 sene kaldım ve hastanelerde çalıştım. Son uğradığım yer, başkent olan Vermillion Şehriydi, burada bir hastanede çalışmaya başladım, tam 10 yılım o hastanede geçti." sözünü böyle bitirdi Yaşlı Yao.

"Peki nasıl sokaklara düştün Yao amca?" Arte meraklı bir ifade ile sordu.

"Hastanenin önünde sürekli baktığım ve iyileştirdiğim bir kedi vardı, ben ona Eddo diyorum. Bir gün mesai çıkışı Eddo'yu bulamadım, hastanenin arkasına baktım ki, ne göreyim?! Şerefsiz evladının biri Eddo'yu tekmeliyor! Şerefsiz herifi, birisi bizi ayırana kadar dövdüm." Yaşlı Yao kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Ondan sonra ne oldu Yao amca!" Arte heyecanlı şekilde sordu.

"Adam bana dava açtı. Kedi sevmeyen bir hakime denk gelmişim galiba, bana öyle bir tazminat cezası verdi ki! İşimden atıldım, sevdiğim kadın beni terk etti, oturduğum evin sahibi beni evinden attı." Yaşlı Yao sinirli şekilde konuştu.

"Ama bu haksızlık! Sen kötü bir şey yapmamışsın ki!" Arte sinirlendi.

"Maalesef dövdüğüm şerefsiz, soylu bir aile olan Blackyard ailesinden, Leo Blackyard'mış. Yaptığımdan pişman değilim! Yine olsam yine döverim! Ben olmasam belki de bu güzelim kediyi öldürecekti!" hiddetli bir şekilde söyledikten sonra kucağındaki battaniyeyi yavaşça araladı, battaniyenin altında, Yaşlı Yao'nun kucağında yatan, sarı tüylü, bir gözü çizik, bir kulağı olmayan, kuyruğunun ise yarısının koptuğu belli olan bir kedi miskin şekilde yatıyordu.

Arte, Eddo'ya baktı, Arte'nin gözleri büyüdü, kedi çok tatlıydı! Fakat uyanmaması için dokunmadı.

"Yao amca! Başka hikayelerin var mı?" Arte heyecanlı şekilde sordu. 

"Olmaz mı! Sana Kurucu İmparatorumuz Salvator Eedot'un Maceralarını anlatayım mı?" diye sordu Yaşlı Yao.

"Lütfen anlatır mısın Yao amca?" Arte'nin gözleri heyecan ve meraktan pırıl pırıl parıldamaya başladı.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44601 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr