Bölüm 6: Uyanış

avatar
398 1

Dışlanan Havarinin Dönüşü - Bölüm 6: Uyanış



Şiddetli baş ağrısı.

 

Karanlık bir mağara da gözlerini açtı. Her yer zifiri karanlıktı ama her şeyi net bir şekilde görebiliyordu. Vücudunu bir acı sarmaladı. Damağında iğrenç bir tat vardı.

 

Kusmak istiyordu.

 

Bröhk!

 

Midesinde ne var ne yok hepsini şiddetli bir şekilde çıkardı. Zihni bulanıktı. Kendine gelmek için başucunda bulunan demir tası aldı ve içindeki suyu doya doya içti.

 

Dean, ciğerini saran ve onu kasıp kavuran acıya dayandı.

 

“Bu da ne…?”

 

Derin bir nefes alıp dikkatini etrafa verdi. Beş metre genişliğinde bir mağaradaydı. Taş duvarlar kırmızı yazılarla doluydu. Pençe izleri ve kan izleri her yerdeydi.

 

“Neredeyim?”

 

Dean alnını ovarak ayağa kalktı.

 

Pat!

 

Ayağa kalktığı gibi üzerinden bir torba yere düştü. Torba yere düştükten sonra içinden çıkan beş tane şeffaf kristal yere saçıldı.

 

“Bu?”

 

Kristallerden birisini almak için eğildiğinde ani bir sancıyla başı ağrıdı. Yerden çıkan küçük bir kurtçuk kristali sardı ve yerin altına çekti. Kurtçuğun ardından farklı büyüklükte eklembacaklılar çıktı ve kristalleri yer altına çektiler.

 

“Bu…!”

 

O esnada mağara gümbürdedi.

 

Mağaranın tek giriş-çıkışı olan yerden üç metre büyüklüğünde bir karınca mağaranın içine atladı.

 

“Kahretsin!”

 

Dean kılıcını alıp çevik bir hareketle kaçındı.

 

Güm!

 

Karıncanın kafası sert bir şekilde Dean’ın arkasındaki duvara çarptı.

 

Ciyak!

 

“Kkkkaaaaaçççççççaaaammmmmaaaaazzzzsssııınnnnn!”

 

Karınca arkasını döndü ve o esnada mağaradan dışarı fırlayan Dean’ı takip etti. Bacakları ve dev antenleri onu iğrenç gösteriyordu. Ancak, bu iğrençlik Dean’ın ondan daha çok korkmasını sağlıyordu.

 

Dean karıncanın arkasından geldiğini fark edince yutkundu ve yakınlardaki bir kayayı kaldıraç olarak kullanıp, on metre yüksekteki bir çıkıntıya zıpladı. Bu esnada kılıcı belindeki kemere asılıydı.

 

“Karınca konuştu mu?”

 

Dean daha önce bir canavarın konuştuğunu görmemişti. Durumu anlamlandırmaya çalışıyordu. Karınca buraya çıkamazdı.

 

“Bir dakika…”

 

O anda bir şeyi fark etti.

 

Ciyak!

 

Kafasını toplayamayan Dean, karıncanın on beş metre yüksekliğe zıplaması ve kendisini öldürmek için saldırması sonucu düşüncelerini anında sildi. Kaçacak bir yer bulamadığından kılıcını çekti ve öldürmek için savurdu.

 

Tink!

 

Karıncanın kuyruğu ile Dean’ın kılıcı çarpışınca Dean geriye savruldu.

 

“Siktir çok kuvvetli!”

 

Dean üç metre geriye gidince kendisini topladı ve bir kayalığın üzerine sinek gibi kondu. Dev karınca ise onun havada olmasını fırsat bilmiş ve kendisini sağlamlaştırmıştı.

 

“Dddddddddeeeeeeeeeeeeeaaaaaaaaaaaaaaaannnnnnnnnnn! Kkkkkkkkkkaaaaaaaaaaçççççççççççççççaaaaaaaaaaaammmmmmmmmmaaaaaaaaaaaazsııııııııııııın!”

 

Dev karınca başını kaldırdı ve dev gözleriyle Dean’a baktı. Dean, bu gözlerin içinde kendi yansımasını gördü.

 

“Sen kimsin? Ne istiyorsun!?”

 

“Kkkkkkkoooooooooorrrrrrrkkkkkuuu!”

 

“Korku mu?”

 

Dean kaşlarını çattı.

 

“Korku…”

 

Karıncanın ağzı açılıp kapandı ve iğrenç bir görüntü sergiledi. Eklemli göğsü ve kıllı kuyruğu, iğnesinin sivriliği her şeyiyle Dean’ın midesini bulandırıyordu.

 

“Geliyorum.”

 

Dean kılıcını kınına koydu ve karıncaya atıldı. Öldürmek en hızlı ve kesin çözümdü.

 

Çat! Çat!

 

Karıncanın vücudu çatırdadı ve hızla geriye çekildi. Geriye çekildiğinde aşağıya düştü. Dean bir şeylerin yanlış gittiğini hissettiği anda karıncanın sırtından kanatlar çıktı ve karınca havalandı.

 

Bızzzzzz!

 

Voong!

 

Kiiik!

 

“Bu çok iğrenç!”

 

Dean kusma isteğine engel olmaya çalışırken karıncanın önceden durduğu kayaya bastı ve karıncanın üzerine atladı.

 

Vong!

 

Karınca Dean’den kaçınmaya çalışsa da Dean kılıcını onun vücuduna saplayarak tutundu. Karınca sert manevralar yaparak Dean’i üzerinden atmaya çalışsa da Dean her şeye rağmen ona tutundu.

 

“Bbbbbııııırrrrraakkkkk!”

 

“Rüyan da görürsün!”

 

Dean bir eliyle tutunurken, boşta kalan elini yumruk yapıp karıncanın kafasına geçirdi. Ardından tekrardan geri çekti ve kafasına tekrardan vurdu.

 

Pat, pat!

 

İki güçlü yumruk karıncanın dengesini biraz olsun kaybetmesine neden oldu. Dean bu anı fırsat bildi ve karıncanın sırtına tırmandı. Kılıcı iki eliyle sıkıca kavradı ve bacakları ile karıncanın gövdesinde yerini sağlamlaştırdı.

 

Kılıcı başının üzerine kaldırdı.

 

“Öl!”

 

Shrak!

 

Sıcak kan Dean’in yüzünü ısladı. Ancak Dean bunu umursamadan karıncanın üzerinden atladı. Kılıcı geride bıraksa da karıncanın ani düşüşü yüzünden umursayacak zamanı yoktu.

 

Karınca irtifa kaybetti ve dağın altındaki ormanlık alana düştü.

 

“Sonunda…”

 

Dean bir kayanın üzerine hafifçe indikten sonra yüzündeki kırmızı kanı sildi. Karıncanın düştüğü yere bir bakış attıktan sonra kendisine mani olamadı ve kusmaya başladı.

 

Brögh!

 

Ögh!

 

Bu sefer kustuğu yemek artığı ya da mide asidi değildi, koyu kırmızı renkli kan pıhtısıydı. Kan birbirine yapışmıştı ve sadece bir tane yoktu. Birkaç tane birden vardı.

 

Bunlar Dean’ın vücudunda bulunan zararlı maddelerdi.

 

Birkaç kez daha kustuktan sonra Dean kendini boşlukta hissetti ama baş ağrısının kesildiğini fark etti. Başı dönse de dengesini korudu ve yavaşça mağaraya dönmeye başladı.

 

Mağaraya girdikten sonra bir kase su içti ve duvarda yazan yazıları incelemeye başladı. Girişin sağındaki duvarda başlayan kelimeler, tüm duvarları kaplıyordu.

 

‘Mağarada ilk günüm, güneş en tepede ve sağlık durumum çok iyi. İlahlar tarafından buraya gönderildiğim de korkum hat safhadaydı. Ancak şu anda kendimi güçlendirmiş bulunuyorum ve birkaç Goblin Suikastçisini rahatlıkla haklayabilecek kadar güçlüyüm. Bu yüzden bu mağaraya ulaşabildim.’

 

‘Mağarada ilk haftam, ay yükseldi ve küçük bir gıda zehirlenmesi yaşadığımdan midem ağrıyor. İlahlar tarafından buraya gönderildiğim zamana kıyasla kendimi bir hayli geliştirdim. Şu anda dağın etrafındaki iki yüz metrelik bölgeye hakimiyetimi kurmuş bulunmaktayım. Bu ormandan kaçmak için hazırlanmaya başlayabilirim.’

 

‘Mağarada ilk ayım, gökyüzü bugün hiç hoş bir renge sahip değil ve yediğim bir hayvandan dolayı vücut ısım anormal derecede fazla. İlahlar tarafından buraya gönderildiğim zamanla alakam yok. İçimde ki mutluluk öldü. Her neyse, buranın adının Kara Orman olduğunu öğrendim. Nerede olduğunu bilmiyorum ama buradaki her şey zehirli. Su, toprak, hayvanlar da… Ancak uzun süredir ormandan beslendiğim için belirli bir bağışıklığım var. Bu yüzden hayatta kalmaya devam edebilirim.’

 

‘Mağarada ikinci ayım, her şey bir anda çok kötü gitmeye başladı. Her gece kabuslar görmeye başladım. Öldürdüğüm Goblinler ve canavarlar bir insan silüetinde beni kovalıyordu. Yalnızlıktan konuşmayı unuttum. Yakın arkadaşım Lionhard’ı kaybetmenin verdiği üzüntü tüm motivasyonumu yok etti. Bu ormandan en kısa sürede kaçmalıyım! Yoksa kafayı yiyeceğim!’

 

‘Mağarada ikinci ay, ikinci hafta. Lionhard’ı bir büyü ile yeniden dirilttim. Bunun için beş yüz kişilik bir Goblin kabilesinin katlettim ve kanlarından bir deniz yaparak kurban ettim. Ayrıca, antik kayıtlardan Kara Orman’ın konumunu öğrendim! Kaçış için hazırlanmak artık daha kolay olacak!’

 

‘Mağarada ikinci ay, üçüncü hafta. Lionhard hastalandı ve onu iyileştirmek için üç Dağ Aslanı öldürüp çekirdeklerini emmesine yardımcı oldum. Ayrıca tadı çok güzel olan ve rahatlatan birkaç meyve buldum. Onları yediğim her an ruhumu bir huzur sarmalıyor ve kuş gibi hafif oluyorum. Ancak on iki saat sonra moralim bozuluyor. Ancak çözümünü buldum. Tekrardan meyve yersem eski halime dönüyorum.’

 

‘Mağarada üçüncü ay, üçüncü hafta. Lionhard, Demir Sırtlı Kaplan sürüsünü oyalamak için kendini feda etti. Dağın arkasında bir mezarlık yaptım. Çok iyi bir adamdı. Onu özleyeceğim! Onun için buradan çıkmalıyım!’

 

‘Mağarada dördüncü ay, ilk hafta. Rahatlayan meyvelerim tükendi! Ne yapacağım?! Kendimi çok kötü hissediyorum! Ölmek istiyorum! Ancak istemiyorum! Ne yapacağım?!’

 

‘Mağarada dördüncü ay, ilk hafta, üçüncü gün. Rahatlayan meyvelerin yerine bir alternatif buldum! Ben ona Kristal diyorum. Onun kokusunu her çektiğim de hoş rüyalar görüyorum, kendimi daha hızlı geliştiriyorum ve tüm sıkıntılarım kayboluyor. Artık yalnız olmuyorum.’

 

‘Mağarada ilk gün, burada garip yazılar var. Sanırım benden önce buraya birisi gelmiş. Benden sonra gelecek kişi lütfen dikkatli olsun. Ayrıca aniden gelen dev karıncaya karşı tetikte olmalısın. Kafasını kesince kurtuluyorsun.’

 

‘Mağarada ilk gün, benden önce buraya yazan insan kimse teşekkür ediyorum. Onun sayesinde bana aniden saldıran karıncayı öldürebildim ve özgürlüğüme kavuştum. Ayrıca bana bıraktığın Kristal’ler için teşekkür ederim. Tatları ve kokuları çok hoş. Kendimi rahatlatmak için birebir!’

 

‘Mağarada ilk günüm geçti, burada benden önce bulunan seleflerimin dedikleri hiçbir şey olmadı. Beni kovalayan bir karınca yok. İlk geceyi rahat bir şekilde atlattım. Ancak dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğüm bir şey var. Birisi mağarayı gözetliyormuş gibi hissediyorum. Bu kişi bir insan ve arada rüyalarımda beliriyor. Bir gece pusu kurdum ve beni boğmak için geldiğinde boğazını kestim. Taze kanı ile yıkandım ve onu yedim. Onu yerseniz bir daha karşınıza çıkmaz! Ayrıca güzel bir kadın ile flörtleşmeye başladım, ormanda bizler dışında yaşayanlar da var.’

 

‘Mağarada…’

 

Tüm mağara yazılarla kaplıydı. Hepsinin konusu da aynıydı. Birisi bu mağaraya geliyordu ve kendisine saldıran karıncadan kaçıyordu. Kimileri kaçamıyor ve ölürken yazıyordu. Kimileri ise karınca gelmeden onu tuzağa düşürüp öldürüyordu.

 

Ancak hepsinin ortak bir yanı vardı.

 

“Burada doğuyorlar ve bir karınca onları öldürmek için geliyor. Ayrıca şu Kristaller…”

 

Dean derin bir nefes aldı ve arkasını döndü. Torbadan dökülen Kristaller yerde duruyor ve parlıyorlardı. Buz kadar saydamlardı ve hoş kokuları vardı. Dean kendi içinde çatışmaya başladı. Kristaller o kadar güzel gözüküyordu ki onları denemek istiyordu.

 

“Hayır…”

 

Kendine engel oldu ve Kristalleri torbaya doldurup ağzını mühürledi. Ardından odayı incelemeye başladı.

 

Odada birkaç kılıç, basit araç gereçler ve bir köşede duran kemik yığınından başka bir şey yoktu. Duvarlardaki kırmızı renkli yazıları umursamadan bir kılıç aldı ve dağdan aşağıya inmeye başladı.

 

“Öncelikle Lionhard’ı görmeliyim.”

 

Dağdan indikten sonra dağın etrafını dolaştı ve yirmi tane ağacın ortasına, simetrik bir şekilde yapılmış üç mezar gördü. Mezar taşı olarak dikil olan tahtaların üzerinde bir şey yazmıyordu. Dean, kılıcının kabzası ile toprağı eşelemeye başladı ve mezarı açtı.

 

Mezar yarım metre derinliğindeydi ve karşısına ilk çıkan şey yeşil renkli bir çarşaftı. Dean çarşafa sarılı bir şey olduğunu fark etti.

 

Bir metre kırk santim uzunluğundaydı ve otuz kilo civarlarındaydı. Dean bunun bir çocuk olduğunu düşündü ve biraz üzüntülü bir şekilde çarşafı açmaya başladı.

 

“Kim bilir ölmeden önce ne zorluklar çekmiştir.”

 

Çarşafı açtıktan sonra gördüğü şeyler nefes kesecek cinstendi.

 

“?!!!??”

 

Çarşafın içerisindeki ‘şeyin’ ne olduğunu anladığında patlamak üzere olan ciğerlerini ferahlattı. Ağzından kaçan soğuk hava bir anda çığlığa döndü.

 

“Böyle bir şeyi hangi cani yapmış olabilir?”

 

Çarşafın içinde siyah kolları ve bacakları olan bir Goblin yatıyordu. Goblin’in kumaşla kaplı gövdesi sıradan Goblinler ile aynı olsa da kararmış kolları ve bir hayli keskin pençeleri onu diğerlerinden farklı gösteriyordu. Ancak odaklanılması gereken yer burası değildi.

 

“Yüzünü…”

 

Goblin’in diğer uzuvlarından farklı olarak yüzü bir insan derisiyle kaplıydı. Ancak insan demek için fazla vahşi ve dehşetengiz bir görüntüydü bu. Daha çok, birbirine dikilmeye çalışmış kan ve et parçalarından ibaretti.

 

“Bu bir insanın yüzünden sökülmüş…”

 

Asıl dehşet verici şey ise, bu ‘cismin’ idrar ve kan kokmasıydı. Ayrıca Dean’ın bir ergen olarak aşina olduğu bir kokuya sahipti.

 

Sperm kokusuna…

 

“Olamaz değil mi?”

 

Kılıcın kını ile ‘Goblin’in’ özel bölgesini örten kumaşı kaldırdı ve cinsiyetini öğrendi.

 

“Siktir. Bir kadın.”

 

Bir kadın ve sperm kokusu vardı. Bu da demek oluyordu ki;

 

“Bir insan onunla birlikte olmuş, hem de kokusu üzerine sinene kadar. İlk başlarda burada olan kimse onun için acıyorum. Bu Lionhard değil.”

 

Dean, cesedi mezarlığa tekmeledi ve diğer mezarlığa geçti. Bu mezarlık daha sıkı bir şekilde yapılmıştı ve bir metre derinliğe sahipti. Dean mezarı açtığında bir önceki kadar iğrenç bir şey beklese de hoş bir sürprizle karşılaştı.

 

Mezarın içinde, bir metre uzunluğunda siyah bir kılıç kutusu bulunuyordu. Siyah kılıç kutusunun üzerinde, siyah kulakları ve gagası olan, normal Goblinlerden onlarca kat daha çirkin bir Goblin’in kafasının resmi vardı. Goblin’in kafasının üzerinde bir hançer gibi kıvrılan iki boynuz ve bir yeşim kadar saf bir kafatası vardı. Goblin’in gözlerinin içi gül kırmızısıydı ve dişleri bir jilet kadar keskindi.

 

“Bu bir silah mı?”

 

Dean kutuyu dikkatli bir şekilde yerinden çıkardı ve yere koydu.

 

“Oldukça ağır.”

 

Kutu gece gibi karanlık ve bir hayli ağırdı. Ancak Dean zorlanmadan kaldırabiliyordu. Derin bir nefes aldı. Kutunun kapağını kaldırdı.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44541 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr