Bölüm 209: Ucuzluk Pazarı

avatar
3338 7

Release That Witch - Bölüm 209: Ucuzluk Pazarı


 

 

Çevirmen: Lodos

“Dur!”

 

May bağırdığı anda Irene ölümcül bir hamle yapmak üzere kaldırdığı hançeri bıraktı. 

 

“O kadar hiddetli görünmemen lazım. Her ne kadar o aşağılık birisi olsa da sonuçta hala senin üvey baban. Bu yüzden biraz tereddütte kalıyormuş gibi hareket etmen lazım. En sonunda da yüzünde bir rahatlama, bir huzur ifadesi görünmesi lazım. Hadi, bir kez daha.”

 

Irene ciddi bir şekilde: “Tamam!” diye yanıtladı.

 

Kasaba meydanında yaptıkları ilk gösteriden bu yana neredeyse bir buçuk ay geçmişti. Ama May kendisi de neden gitmeyip oyunlara katılmak üzere burada kaldığını bilmiyordu. O gün de bütün ekip üçüncü oyunlarına hazırlanıyorlardı: “Bir Cadı’nın Günlüğü”. Senaryoya azcık bakıldığında bile bu sahnenin eşsiz bir şey olmak için yazıldığı anlaşılıyordu. İkinci kez okunduğunda bile bütün oyun, ne kadar harika yazıldığını gösteriyordu. Bir Prens ve bir Prenses arasındaki aşkın kaybolmasını, sarayda dönen entrikaları ve aynı zamanda da cadılar ile halkın arasındaki iyi ilişkileri anlatıyordu. Daha senaryoyu sadece okumuş olmasına rağmen alkışlayası geliyordu May’in.

 

Diğerlerine bu kasabada kalmasının sebebi olarak güzel yazılmış bu oyunları söylüyordu ama içten içe neden kaldığını kendisi de bilmiyordu.

 

Irene hançeri kavradı ve hızla indirdi. Üvey baba rolünü oynayan Sam yavaşça inledi: “Sen gerçekten...” Sonra da başı eğik bir açıyla yere düştü. Zorlukla nefes alıyormuş gibi yapıyordu.

 

May başını salladı ve konuşmaya başladı: “Irene’in seni bıçakladığı yer tam göğsünün ortası. Nasıl oluyor da bir şeyler söylemeye ve ellerini ona doğru uzatamaya mecal bulabiliyorsun? Hançeri yediğin anda zayıf düşmen gerekir. Bu en yaygın ölüm şeklidir. Şimdi gelip de tiyatro derslerin boyunca bunu hiç duymadığını söyleme bana!”

 

Sam’in yanakları kızarmıştı: “Özü-Özür dilerim...”

 

May soğuk bir sesle: “Tekrar!” dedi.

 

Ama Irene’in performansı May’in beklediğinden biraz daha farklı idi. May ne zaman bir hatasını söylese ikinci tekrarda Irene hemen düzeltmiş oluyordu. İster tiyatoya aşık olsun isterse de çok zeki olsun... Gerçekten harika iş çıkarıyordu. Öyle görünüyordu ki lakabı olan ‘Tiyatronun Çiçeği’ lafları çok da haksız değildi.

 

Sahnenin verdiği duygular tam olarak yaşandığında May elleini çırptı ve: “Bu sefer harikaydınız. Bugünlük burada bitirelim. Ferlin Bey’in dersi yakında bitecek değil mi? Artık eve gidip ona yemek hazırlamalısın. O şey suyu da...” dedi.

 

Irene gülümseyerek: “Musluk suyu.” dedi.

 

“Hah. O musluk suyu da hava kararmadan tekrar doluyor. Yani çok geç yerseniz akşam banyo yapmak için su kalmayacak.” diyen May iki kez öksürdü.

 

“Bayan May... Yoksa provayı erken bitirmemizin sebebi sizin Bay Şövalye ile buluşacak olmanız mı?” diyen Rosia kıkırdamalarını saklamak için elleriyle ağzını kapattı: “Daha akşama bir saat var yahu.”

 

Tina da konuşmaya başlamıştı: “Bay Carter’ın, Prens’in en çok güvendiği subayı olduğunu duydum. Genelde kalenin içinde olurmuş ve her zaman Prens’e eşlik edermiş. Aah, ah... Batı bölgesinin yıldızı olarak nereye giderseniz gidin, bütün gözleri üstünüze toplamayı başarıyorsunuz.”

 

“Bu kadar yeter.” diyen Irene eliyle onu durdurdu. “May, Bay Carter ile görüşmeye daha tamam demedi.”

 

“…” May kaşlarını kaldırdı. Düşünüyordu: “Acaba son zamanlarda çok mu yumuşak davranıyorum bunlara? Başlarda benim önümde nefes bile almaktan çekinirlerdi. Ama şimdi benimle dalga geçiyorlar. İlerleyen günlerdeki provalarda bunları biraz sıkıştırsam iyi olacak. Yoksa böyle gitmesi halinde sahneye çıkamazlar.” 

 

“Ben gidiyorum.” dedi May.

 

“Ders için teşekkürler!” Irene ve grubun geri kalanı başlarını eğip selam vererek böyle dediler.

 

Normalde bir tiyato eğitmeni böyle kibarlıklardan hoşlanırdı. Ama May’in umrunda bile değildi. Sadece başını salladı ve prova odasından çıktı. Bir anda yüzüne çarpan sıcak havadan dolayı haşlanır gibi olmuştu.

 

Kasaba meydanındaki ağacın gölgesine oturup beklemeye başlamıştı ki birden bir adamın yavaş adımlarla onu doğru yürüdüğünü gördü.

 

Gelen Sınır Kasabası Lordu’nun Baş Şövalyesi Carter Lannis idi.

 

“Umarım çok bekletmemişimdir.”

 

“Yok, hayır.” diyen May hafifçe gülümsedi ve: “Hadi gidelim.” dedi.

 

May düşünüyordu: “Beni ilk dışarı davet ettiğinde reddettim. Ama o kadar sık aralıklarla beni ziyaret etmeye geldi ki... E en sonunda dayanamayıp kabul ettim ve kalmaya karar verdim.”

 

May, Carter’ın içinden geçen asıl niyetleri biliyordu. Ama bir yandan da bu garip yere yerleşme düşüncesi onu ürkütüyordu.

 

Sınır Kasabası’na Gün Işığı için geldiğinde bile burada yaşamayı düşünmüyordu.

 

Uzun Şarkı’da iken tiyatrodaki bütün yıldızlardan üstündü. Ama burada hiç kimseden bir farkı yoktu. Hatta Irene aynı zamanda öğretmenlik de yaptığı için May’dan daha çok tanınıyordu.

 

Gölgeliklerle kapatılmış geniş yolda ikisi beraber ucuzluk pazarına doğru yürüyorlardı.

 

Bir haftada bile kasaba çok değişmiş oluyordu. Daha geçen hafta her yer çorak iken şimdi her yer yemyeşildi. Yağmur yağmayan her gün yeni bir şeyler inşa ediliyordu. Yolları onarmıyorlarsa binalar dikiyorlardı. Ama genelde ikisini de aynı anda yapabiliyorlardı. Kral’ın Şehri’nde bile bu kadar canlılık olmazdı.

 

Ucuzluk pazarı meydanın kuzeyine konumlandırılmıştı. Kendi içinde de uzun ve bol yapraklı parasol ağaçları ile ikiye ayrılmıştı. Sağ taraf çok pahalı olmayan malzemelerdi. Dört tarafı açık yalnızca ahşaptan bir çatısı olan standlar vardı. Bazı ucuz demir malzemeler ve tarım ürünleri satılıyordu. İlk sıralarda kazma, kürek, tırpan gibi çiftçilik aletleri varken diğer sıralarda yumurtalar, biftekler, üzümler ve adını bilmediği bazı meyve sebzeler satılıyordu. Kısacası ürünler kategorilere ayrılmıştı ve her standın başında bir kişi bekliyordu.

 

Sol taraf ise butik gibiydi. Etrafı tuğla duvarlarla kaplanmıştı. Müstakil bir eve benziyordu. Burada her türlü malı satıyorlardı. Ama fiyat sağ tarafa göre biraz daha pahalıydı. Daha az insan vardı. Sınır Kasabası’ndaki ikinci gününde Irene onu zorla sürüklemişti buraya. Carter indirim olduğunu söylemiş olmasaydı bara gidip soğuk bira içmeyi tercih ederdi.

 

Kimlikleri onaylandıktan sonra ikisi butik alanına girdi. Burada satış usülü çok farklı idi. Pazarın tek bir girişi vardı ve ürünler raflara dizilmişti. İstediğiniz gibi seçebiliyordunuz. Pazarlık kabul edilmiyordu. Zaten ürünlerin fiyatı da çok uygundu. Kimse fahiş fiyatlarla zora sokmuyordu insanları. Zaten bütün her şeyin fiyatı birkaç kağıda yazılıp dört bir yana asılmıştı. Herkes istediklerini alıyor, ardından da çıkışta parasını ödüyorlardı.

 

May soldaki ilk rafın kupalarla dolu olduğunu gördü. En son gördüğü zamandakilerle aynı desenler vardı.Yani bir aydan beri hiç kupa satılmamıştı. Bunları kim üretiyorsa büyük zarar etmiş olmalı idi. 

 

Bu yüzden sordu: “Bu pazar gerçekten Majesteleri tarafından mı açıldı?”

 

“Evet.” diyen Carter başını salladı: “Çok inanılmaz şeyler görebilirsin.” Konuşurken üçüncü rafa doğru gitti ve: “Bunun gibi inanılmaz şeyler.” dedi.

 

“Bu... O bahsettiğin yeni ürün bu mu?” diyen May şövalyenin yanına gidip durdu ve rafa bakmaya başladı. Avuç içi büyüklüğünde beş altı tane kutu vardı. O anda ne işe yaradıklarını pek anlayamıyordu May. 

 

“Bunu bizzat Majesteleri icat etti. Şimdi saraydaki cadı.. Öhöm öhöm... Saraydaki görevlilerin ve muhafızların hepsi bunu kullanıyor. Bunu banyoda kullandığında vücudundan bütün kiri yağı teri atıyor. Yıkandıktan sonra çok güzel bir rahatlama veriyor. Üstüne üstlük vücutta bir gül kokusu da bırakıyor. Ben hayatımda hiç böyle bir şey görmedim.”

 

May adının ne olduğunu öğrenmek için rafın hemen üstündeki duvarda asılı parşömene baktı. İki kelime yazıyordu: “Parfümlü Sabun”




 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr