Bölüm 162: Ateşli Silah Antrenmanı

avatar
3365 10

Release That Witch - Bölüm 162: Ateşli Silah Antrenmanı


 

 Çevirmen: Lodos

Simyagerle yaptığı görüşmeden sonra Roland ofisine döndüğünde Bülbül ortaya çıktı ve: “Yalancı. 450 yıllık antik bir kitap yok. Temel Kimya kitabını yazan ve bu ders kitabını Scroll’un ezberlemesini isteyen sen değil miydin? Kitabın er ya da geç, öğretim için kullanılmasını istemiyor muydun?” dedi.

 

“Bu beyaz bir yalan.” diyen Roland Bülbül’e açıklama yapmaya girişmeden önce bardağını alarak çayından yudumladı. Kral’ın Şehri’nden gelen tüccar Margaret ona siyah çay vermişti. Bu sayede mutlulukla kaynar suya ve biraya elveda demişti. “Sarayda yaşayan bir Prens’in simya konusunda bu kadar çok şey bildiğini nasıl açıklayabilirim? Eğer böyle bir Prens olsaydı, her şeyi Kral’ın Şehri’ndeki simyagerlerden  öğrenmiş olurdu. Ona kendisinin çalışması için bir kitap vermek, bilgiyi doğrudan benden öğrenmekle karşılaştırıldığında daha uygun. Sonuçta herkes gibi, o da en çok kendisine güveniyor.”

 

“N-Ne?” Bülbül aniden Roland’a yaklaşarak biraz eğildi: “O halde gerçek öğretmenin kim?”

 

“Ehmmm...” diyen Roland ağzını açtığı anda, Bülbül aniden dudaklarına parmağını koydu: “Bana söylemek istemiyorsan hiçbir şey söyleme. Yalan söylediğini duymak istemiyorum.”

 

Roland gözlerini söz verirmiş gibi kırpıştırdı ardından Bülbül parmağını geri çekti.

 

“Planladığımız düelloya sadece beş gün kaldı.” diyen Roland hemen konuyu değiştirmek için şansını denemişti: “Carter’ı yeni silahıyla tanıştırmamızın vakti geldi.”

 

“Fakat mühimmat problemi olduğunu söylüyordun.”

 

“Pamuk barutu sorunu yalnızca savaşlarda ortaya çıkacak. Bu sadece bir düello. Mühimmatın taşımasını veya mermiyi doldurma problemleri düşünmemize gerek yok. Her bir silahla en az bir tur ateş edebilir. Yeni silahımızı test etmemiz için 10 atış yeterli olacaktır.” Aslında, pamuk barutunun olmaması silahın isabet oranını düşürebilecek bir etken idi. Ama Roland bunu şansa ve Carter’a bırakmayı seçmişti.

 

*******************

 

Kasabanın dışında surların batısında yer alan mekan düellodan önce pratik yapılması için seçilmişti.

 

Carter, Roland’ın yeni görevini kabul etmek için patlayıcı test alanına gelmişti.

 

“Bir cadıya karşı savaşmak mı? Tanrı Gözü’nün İntikamı takabiliyor muyum?” diyen Baş Şövalye görevi duyduktan sonra biraz sersemlemişti doğrusu.

 

“Elbette. Ama özel bir cadıya karşı savaşacaksın. Tanrı Gözü’nün İntikamı’ndan etkilenmiyor ve şövalyelere benzer şekilde büyük bir kılıç kullanıyor.” Roland gülümseyerek böyle demişti.

 

“Demek istediğin o cadının yakın dövüş becerileri mükemmel mi?” diye soran Carter o sırada Roland’ın yanında duran Bülbül’e bakıyordu.

 

“Öyle de denebilir. Yeteneği kendi kendini güçlendirmek. Bu yüzden sıradan bir insana kıyasla daha güçlü ve daha hızlı. İyi hazırlanmalısın. Fiziksel gücü, hapı test ettiğimiz mahkumdan birkaç kat daha fazla.”

 

“Birkaç kat daha fazla... Majesteleri, bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?” Carter’ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı: “Hareketlerini göremezsem tepki bile gösteremeyebilirim. Gerçekten eğer o kadar güçlüyse, korkarım ki onu yenemem.”

 

“Teorik olarak konuşursak, düelloyu kazanma şansın yok.” Prens, Carter’a tuhaf görünümlü bir ateşli silah uzattı. Ardından devam ederek: “Fakat bu, kazanma olasılığını büyük ölçüde artıracak.”

 

“Bu... Bu yeni bir model çakmaklı tüfek mi?” diyen Carter silahı iki eline alarak sormuştu. Şövalye, benzer tetik ve namlusu olduğu için bunun çakmaklı tüfek gibi olduğunu düşünmüştü. Daha küçük olsa da, eline aldığı anda ağırlığını hissetmişti. Hatta çakmaklı tüfekten bile daha ağır olabilirdi. Bu yeni silahın en dikkat çekici özelliğiyse, tahta kulpu dışında tamamen metalden yapılmış olmasıydı. Silahın pürüzsüz hatları ve köşeleri üstelik kirli beyaz renkteki metalik parıltısıyla Carter, ortaya çıkan estetik duyguyu kelimelere dökmekte zorlanıyordu.

 

Bu yeni silahı gördüğü anda sevmişti.

 

“Buna altıpatlar deniyor.” diyen Roland başka bir silah çıkardı ve silahın sol tarafından petek benzeri bir şeye vurarak silahtan ayırdı. “Şimdi, sana nasıl kullanılacağını öğreteceğim.”

 

Çok geçmeden Carter, altıpatların kullanımının çakmaklı tüfeğe kıyasla çok daha kolay olduğunu anlamıştı. Mermi ve barut önceden birleştirildiğinden, altıpatların içine yerleştirdiği gibi ateş edebiliyordu. Altıpatlar da 5 delik vardı, ve her deliği doldurduktan sonra 5 atış yapabiliyordu. Bu silaha altıpatlar denmesinin nedeninin de bu olduğunu düşünüyordu. Silahın tetikle çarpıştığı kısımda küçük bir delik vardı. Tetiği her çektiğinde bu delikten kıvılcımların çıkmasıyla, bir sürtünme sesi duyuyordu. İçinde çakmaktaşı olduğunu tahmin ediyordu. En çok etkilendiği şeyse mermilerdi. Açık altın rengindeki ince bakırdan yapılan mermiler çok şık görünüyordu. Pürüzsüz yüzeylerinde herhangi bir ezik göremiyordu. Her bir mermi işaret parmağı kadar kalındı. Altıpatlardaki deliğe tam olarak uyuyorlardı. Tasarıma oldukça hayret etmişti, bu kadar hassas bir şekilde nasıl üretildiğini merak ediyordu.

 

“Bu henüz bitmemiş bir silah. Mermilerin altındaki küçük deliğe dikkat etmen gerekli. Barutun delikten sızmasını önlemek için hafifçe aşağıya doğru tut, tıpkı benim yaptığım gibi. Her atış turundan sonra namluyu da, içinde barut birikme ihtimaline karşı temizlemelisin.”

 

“Bu bitmemiş bir silah mı?”

 

“Evet.” diyen Prens omuz silkerek devam etti: “En önemli noktası üzerinde hala çalışıyorum. Her şey eğer düzgün giderse, bitmiş silahı düello için kullanabileceksin. Bu olduğunda da, artık barut sızıntısı için endişe etmenize gerek kalmayacak. Çünkü mermilerin alt kısmında delikler olmayacak. Şimdi, atış talimine başlayalım.”

 

Altında bir delik olmazsa, merminin içindeki barut nasıl tutuşacaktı ki? Carter’ın kafası karışsa da buna hızlı bir şekilde inanmaya karar verdi. Majesteleri gibi öğrenme kapasitesi geniş olmadığından böyle zor bir sorunun doğru cevabını hiçbir zaman bulamayacağını biliyordu.

 

Majesteleri gerçekten de bilgiliydi. Carter artık, her konuda bilgisi bulunan Prens’e büyük bir saygı duyuyordu. Bildiği tüm saray üstatları, simya ustaları ve astrologlar arasında Majesteleri kadar tuhaf ama bu kadar pratik şey icat eden birisini daha tanımıyordu. Bulduğu buhar motoru madenlerde, cevherler taşımak ve su çekmek için kullanılıyordu. Hatta çakmaklı tüfekleri ve toplarıyla şeytani canavarları ve Dük Ryan’ın birleşik kuvvetlerini mağlup etmişlerdi. Carter, Roland Wimbledon’un Gökhisar tahtına oturacağına kesin bir şekilde inanıyordu.

 

15 metre uzaklıktaki insan şeklindeki hedef avucu kadar büyükmüş gibi görünüyordu. Prens’in talimatlarını takip ederek,  hedefe tam olarak nişan alabilmek için üst vücudunu yan tarafa hafifçe döndürdü ve tetiği çekti.

 

Duman ve kıvılcımlar tabancanın her iki tarafından dışarı fırlamış ve sağır edici sesi kulaklarında ağrıya neden olmuştu. Sanki birisi onu sert bir şekilde geriye itmiş gibi hissediyordu. Kolları bu güçlü geri tepme yüzünden yukarıya doğru savrulmuştu. Bununla birlikte, barut dumanı yok olduktan sonra hedef hala sapasağlam bir şekilde karşısında duruyordu.

 

Roland: “Devam et.” dedi.

 

Carter derin bir nefes aldı ve kalan mermileri ateşledi. Ama dört atışından hiçbiri hedefe ulaşmadı.

 

“Bu...” Carter Majesteleri’ne baktığında, Roland’ın sonucu çok da umursamıyormuş gibi göründüğünü fark etmişti.

 

“Tabanca, kısa namlusu yüzünden atış menzili ve isabet konusunda asla bir tüfekle rekabet edemez. Tabancayı kullandığında hedefi kaçırman çok tuhaf bir şey değil. Kalibresi yaklaşık 12 mm. Bu yüzden geri tepmesi çakmaklı tüfekten çok daha fazla.” Carter, Roland’ın açıklamasının anlaşılmasının zor olduğunu düşünüyordu. “Basitçe söylemek gerekirse, öğrettiğim adımları takip ederek beş merminin beşi de hedefe isabet edene kadar pratik yapmaya devam et. Düelloyu kazanmanın tek yolu bu. Bu arada... Tüm kovanları toplamayı unutma. Yeniden doldurulabilir ve birçok kez tekrar kullanılabilirler.”

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44343 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr