Bölüm 96: Yaprak

avatar
3573 14

Release That Witch - Bölüm 96: Yaprak


 

 Çevirmen: Lodos

Yaprak bir kasabaya tekrardan adım atabileceğini hiç düşünmemişti. Her yerde koşturan, bir şeylerle uğraşan insanları vardı. Sınır Kasabası’nda, tozlarla kaplı, bir katlı tuğla binalar birbiri ardına dizilmişti. Geçilmez Dağ’a kaçmasının üstünden sadece altı yıl geçmesine rağmen, yine de tamamen başka bir dünyaya adım atmış gibi hissediyordu.

 

Şeytan Ayları sona ermişti. Ve genelde Şeytan Ayları bittikten, kış geçtikten sonra insanlar yiyecek ve giyecek bakımından dara düşerler ve bedenleri de çok kötü bir halde olurdu. En azından Yaprak’ın Batı’ya olan yolculuğunda Gümüş Şehri’nin gecekondu bölgelerinden geçerken gördüklerinden hatırladığı şey buydu. Soğuk ya da açlıktan ölen insanlar her yerdeydi ve yaşıyorlarsa bile hala ceset gibi yürüyorlardı. Boş bakışlarlarla, yavaş ve kararsız adımlarla ilerliyorlardı.

 

Ancak burada gördüğü insanların çoğunda bir canlılık vardı. Bazıları evlerinin girişinde balık kurutuyordu, bazıları hasarlı kiremitleri onarmak için çatılarının üzerine tırmanmıştı, gençler de çapa ve çekiç taşıyordu. Kasabanın kuzeyine doğru yürürken konuşuyor ve gülümsüyorlardı. Başkalarının onunla konuşmaya çalışmasını önlemek için Yaprak şapkasını mümkün olduğunca aşağı çekmişti.

 

Kale çok çarpıcı bir bölgede duruyordu. Güneybatıdaki bir tepenin üstünde bir köşeye yapılmıştı. Etrafında bitki yoktu, bu yüzden kaleye gizlice girmek oldukça zor olurdu. Bir ağacın gövdesinde saklanmak iyi olabilirdi, ama ayağa kalkıp yürüdüğü an bile çok belli olurdu.

 

Bir cadı olarak, vücudunu saklamakta pek başarılı değildi. Seçenekleri dikkatli bir şekilde değerlendirdikten sonra Yaprak, kendisini saklamaktan ziyade kaleye açıkça yürümesi gerektiğini düşünüyordu. Bülbül eğer ona yalan söylemediyse, ana girişten girse bile herhangi bir sorunla karşı karşıya kalmazdı.

 

Ve Bülbül’ün onu kandırıp Cadı Birliği’ne ihanet etmiş olması durumunda da girişteki iki muhafızdan kaçabileceği konusunda kendisine güveniyordu.

 

Tabii ki, bu en kötü senaryo idi. Bülbül herkese ihanet etmişti ve Prens için çalışan bir cadı bile aslında yoktu. Durum böyleyse, muhtemelen ölecekti. Üst düzey bir savaş cadısı olan Bülbül eğer onları öldürmek isterse çok az insan kaçabilirdi. Muhtemelen Cara’dan daha güçlüydü. Birbirleriyle savaşırlarsa, kimin kazanacağından emin değildi.

 

Yaprak kendisini zaten en kötü durum için hazırlamıştı. Eğer geri dönemezse Scroll Efendi görevini üstlenecek ve son kalan kız kardeşlerine gelecekte liderlik edecekti. Hedeflerinin neresi olduğuna ya da sonlarının ne olduğuna dair soruların cevabını kimse bilmiyordu.

 

Yavaş yavaş tepeden yürüdü, kalenin kapısına yaklaştı. Çok geçmeden onu fark eden muhafızlar ellerini kılıçlarının kabzasına koydular ve bir tanesi yüksek sesle bağırdı: “Burası Prensin sarayı, eğer işin yoksa, çabucak geri dön! Durakladı ve sonra ekledi: “Eğer rapor etmen gereken önemli bir şey varsa, sola doğru git ve caddeyi belediye binasına gelene kadar takip et, sizi orda karşılayacak insanlar olacaktır.”

 

Yaprak derin bir nefes aldı, sonra başlığını çıkardı. Normal olduğu gibi, yüzlerindeki şaşkın ifadeyi fark etti. Diğer tarafın duyularını geri kazandığını gördüğünde, açık açık konuşarak: “Ben bir cadıyım.” dedi.

 

Cümleyi söylediği anda diğer tarafın kılıçlarını çekmesini bekliyordu. Ancak iki muhafız birbirlerine bakmıştı, cadı olduğunu duyduklarında nefret duygularını gizleyecek sıradan bir insan olamazdı. Ancak yüzlerinde sadece merak gözüküyordu. Onlardan biri ilgiyle: “Cadı mısın? Ne tür bir yeteneğin var? diye sordu.

 

Onların tepkisini duyduğunda kalbi daha hızlı bir şekilde atmaya başladı. Heyecanını bastırmaya neredeyse gücü yetmiyordu. Sesini sakinleştirmeye çalışarak: “Bülbül, Anna veya Nana’yı görürsem daha iyi olur.”

 

Bülbül’ün hikayesine göre, cadılar kalenin sık ziyaretçileriydi. Prens özgürlüklerini kısıtlamamamış, sadece koruyucu gibi davranıyor hatta istedikleri zaman ayrılıp geri gelmelerine bile izin veriyordu. Ama Bülbül’ün hikayesi doğru olmasaydı, muhafızlar kesinlikle adlarını duymamış olmalıydılar.

 

Bekçi partnerine döndü, daha önce yüksek sesle konuşan muhafızın omzuna vurdu ve: ”Onu burada beklet. Ben Majestelerine haber vereceğim.” dedi.

 

Yaprak kapıdan geçip yürümesini izlerken muhafız bahçe tarafına gitti ve gözden kayboldu.

 

Şimdi ne olacağını beklerken ihtimalleri düşünüyordu. Sonuçta, Bülbül ya kız kardeşi gibi onu selamlayacaktı ya da muhafızlar etrafını saracaktı. Yoksa gölgelerin içinden bıçakla bir saldırıya uğrayabilir miydi?

 

Açıkçası, Bülbül’e inanmak istediği için garip bir çelişki içindeydi. Fakat cevaba yaklaştıkça hayal kırıklığına uğramaktan çok korkuyordu. Belki Bülbül gizli bir ajandı? Anna ve Nana’nın isimlerini uydurmuş olamazdı, değil mi? Veya…

 

Hayatının hiçbir anı bu kadar yavaş geçmemişti! Her kalp atışı sanki yüz yıl gibiydi. Kaderiyle karşılaşana dek beklemek zorunda olması onun için çok uzun sürmüştü.

 

Kapıdan tanıdık bir figür çıkmıştı. Bu Bülbül idi. Hemen ona doğru koşarak sıcacık kolları ile ona sarıldı ve: “Yaprak, eve hoşgeldin!” dedi.

 

Bülbül bir yandan konuşuyor bir yandan da dolabını didik didik ediyordu: “Bu yedek üniformam. Şimdilik bunu giyebilirsin. İşte ceket, ayakkabı… burada da bir gecelik ve banyo havlusu var.”

 

“Bu kadar heyecanlanma. Wendy yüzünde bir gülümsemeyle başını sallıyordu. “Majesteleri hazır olana kadar beklemelisin, o zaman her şey halledilecektir.”

 

Bülbül’ün onunla ilgilenmek için bu kadar uğraştığını gören Yaprak’ın duygulanmıştı ve gözyaşlarını bastırmaya çalışarak derince bir nefes aldı.

 

Başlangıçtan itibaren Bülbül onlara asla yalan söylememişti, gerçekten de cadıları ciddiye alan bir Prens vardı.

 

“İlk önce banyo yapmak ister misin?” diye soran Bülbül, havluyu ve bornozu doğrudan yanına yerleştirdi. “Şu an Majesteleri uyuyor, uyandığında seni memnuniyetle karşılayacaktır. Kutsal dağı bulabildiniz mi? Sen ve diğer kız kardeşlerimin yolculuğu nasıl geçti?”

 

Bu cümleyi duyduğunda, Yaprak’ın görüşü aniden bulanıklaştı, artık dayanamıyordu. Kollarıyla Bülbül’e sarılarak, kalbinin içindeki bastırılmış acıyı serbest bıraktı.

 

Uzun süre ağladıktan sonra Bülbül’ün göğsü çoktan gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Fakat en azından Yaprak nihayet sakinleşmeyi başarmıştı.

 

Sonra onlara son görüşmelerinden sonra neler olduğunu anlatmaya başladı, yaşadıkları acıyı tüm biçimiyle anlatmıştı.

 

Kız kardeşlerinin vahşi doğada gömüldükleri olaya geldiğinde Bülbül’ün elini çektiğini ve yumruk şeklinde sıktığını hissetmişti.

 

Yaprak, hikayesinin sonuna geldiğinde, Wendy yıkılmış görünüyordu: “Cara’nın Cadı Birliği’nin sonunu getireceğini hiç düşünmemiştim… Kırk iki kız kardeşten sadece yedi kişi… Bülbül’ün yanında kararlı bir şekilde durmak benim sorumluluğumdu… ”

 

“Bu senin hatan değildi.dedi Bülbül üzgünce. “Kimse geleceği tahmin edemez. Şimdi önemli olan, bir sonraki adımda ne yapacağımıza karar vermek.” Yaprak’a baktı ve: “Hayatta kalan altı kız kardeşin olduğunu söylemiştin, şimdi neredeler?” diye sordu.

 

“Kanyonun girişinde benden bir mesaj bekliyorlar. Daha önce buluşmamızı ayarladık, eğer geri dönemezsem, Scroll onları buradan uzaklaştırır. Belki aşırı güneye gider, belki de denizden geçer… ”

 

O zaman hemen kanyona gidip onları alalım. dedi Bülbül heyecanlı bir şekilde. “Şimdi ayrılıyorum. Wendy burada kalıp sana göz kulak olacak. ”

 

Wendy ısrarla konuştu: “Bir dakika, sana inanmazlarsa ne yapacaksın? Yaprak  ve Şimşek de seninle gitmek zorunda. Şu anda Uzun Şarkı yolunda uçma eğitimi yapıyor olmalı. Yanında bir kaç tane de at al. Geri dönerken kız kardeşlerimiz ata binip gelirler.”

 

“Ama Majesteleri… hala uyumuyor mu?” Yaprak şaşkına dönmüştü: “Önce onun onayını almak zorunda değil misiniz?”

 

“Bana güven.Bülbül rahatlatıcı bir şekilde konuşuyordu: ”Majesteleri bunu bilseydi korkarım ki, şimdiye dek bile beklemiş olmamızdan dolayı delirirdi.”

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr