Bölüm 33: Barut

avatar
4102 29

Release That Witch - Bölüm 33: Barut


 

 Çevirmen: Lodos

Demir Balta ellerini çırpıp bağırdığında daha on beş dakika bile dinlenmemişlerdi: “Herkes kalksın. Prens Roland geliyor.”

 

Vaner hemen yerine döndü. Aldığı özel eğitim onu komutlara karşı refleks sahibi yapmıştı. Neredeyse bilinçsizce mızrağını aldı ve saldırı için uygun hazırlanma duruşuna geçti.

 

Prens Rolan ve beraberindekiler şehir duvarının üstünden yürüyerek birliğin arkasından geçtiler. Vaner gözlerinin kenarı ile Prens Roland’ın kendi yanından geçerken yavaşladığını fark etti.

 

Roland’ın kalbi sızladı. Bu tıpkı “Geç uyanmak sabahınızı mahveder, erken kalkmak ise bütün gününüzü.” aksiyomu gibi bir şeydi. Kaleye yapılan baskının enkazını yeni toparlayabilmişti ve gelip birliği teftiş etmek istemişti. Zavallı adam bütün gece uyumamıştı ve şimdi çok uykusu vardı. Ama hazır birlik antrenmandayken gelip görmesi gerekiyordu. Bir komutan olarak, uzun süren yokluğu varlığının unutulmasına ve birliğin moralinin düşmesine neden olurdu.

 

Roland’ın kalbi sızladı. Bu tıpkı “Geç uyanmak sabahınızı mahveder, erken kalkmak ise bütün gününüzü.” aksiyomu gibi bir şeydi. Kaleye yapılan baskının enkazını yeni toparlayabilmişti ve gelip birliği teftiş etmek istemişti. Zavallı adam bütün gece uyumamıştı ve şimdi çok uykusu vardı. Ama hazır birlik antrenmandayken gelip görmesi gerekiyordu. Bir komutan olarak, uzun süren yokluğu varlığının unutulmasına ve birliğin moralinin düşmesine neden olurdu.

 

Kaslı bir elemanın sırtını sıvazlayarak planını uygulamaya karar verdi.

 

Geçmişte okuduğu haberlerin verdiği deneyimden dolayı Roland gencin kendisine yüksek sesle haykırarak “Hiç yorulmadım, gayet iyiyim!” şeklinde bir cevap vermesini bekliyordu. Ama genç Roland’a dönüp dönmez diz çöktü ki bu da Roland’ı biraz şaşırttı.

 

Vaner, Prens Roland ona bu kadar nazik bir tonda yorulup yorulmadığını sorunca kendisinin cennette olduğunu sanmıştı. Kraliyet ailesini geç, sıradan soylular bile halktan kimselerle konuşma konusunda isteksiz olurlardı. Tamamen refleks sonucu Prens Roland’ı onurlandırmak için Şövalye selamını taklit etmişti. Bunu yapmanın uygun olup olmayacağını düşünmemişti bile. Vaner’in aklında olan tek şey evine döndükten sonra önemli biri sayılacağıydı.

 

Roland, ona kalkmasını söyleyince aklının karıştığını hissetmişti. Sorularına nasıl cevap vereceğini bile hatırlayamıyordu.

 

Sonunda Majesteleri Vaner’in eğitim hakkındaki görüşlerini sordu. Vaner hızlıca zihnini boşalttı ve: “Bu harika bir fırsat. Eğer ben Majesteleri’ni bu birliğin tek başına şehir duvarlarını koruyamayacağına ikna edersem belki de kalmak ya da kaçmak konusunda kaygılanmama gerek olmaz.” diye düşündü.

 

Kelime seçimini iyice düşündü ve: “Saygıdeğer Majesteleri.. birlikteki insan sayısı az. Eğer biz bu şekilde eğitime devam edersek şeytani canavarlar saldırdığında şehir duvarlarının en fazla üçte birini savunabiliriz. Acaba düşünmez mis…”

 

Prens Roland daha fazla adam alsa bile eğitim için zaman olmayacak, diye düşündü Vaner. Ayrıca silahları çok pahalı olur. İki ay içinde Sınır Kasabası’nda üç yüz adama yetecek kadar mızrak bulmak epey zor olur. Yüz mızrağı bir araya getirmek bile zor. Bu yüzden tahta çubuklarla eğitim görürler.

 

Eğer Prens Roland bunu fark ettiyse belki de öncelikli savunma için diğer kasabalardan paralı asker alabilir. En azından paralı askerler eğitim olmadan savaş alanına çıkabilirler. Onların kendi zırhları ve silahları var. Sadece belki fiyat biraz fazla olur.

 

Roland bir an düşündü ve başını salladı: “İyi noktaya değindin. Bu birliğin tek başına bütün duvarı koruması biraz hayalî olur.”

 

Vaner memnun olmuştu. Majesteleri onun düşüncelerine katılmıştı.

 

Ama Prens Roland Vaner’in istediği şeyleri söylememişti tam olarak. Onun yerine Demir Balta’yı çağırmış ve: “Bir açıdan Şeytani Canavarlar sadece mutasyon geçirmiş hayvanlar ve düşünme kabiliyetleri yok, değil mi?” demişti.

 

“Evet.. Majesteleri. Sıradan Şeytani Canavarların güçlü hayvanlardan farkı yok. Neredeyse alışkanlıkları bile aynı… Şeytani melezlere gelince ise, onlardan çok görmedim o yüzden emin değilim.”

 

“O tamam. Kızıl Su Irmağı’ndan Kuzey Yamaç Dağı’nın eteklerine kadar altı yüz metre olsa da Şeytani Canavarlara özel yerlerde saldırarak onları tuzağa düşürebiliriz.”

 

Demir Balta sordu: “Yani siz baya tuzak kurmaktan mı bahsediyorsunuz?”

 

“Evet, tuzak. Ama o avcıların her zamanki gibi kullandıklarından değil. Standart tuzaklar gizli kapaklı bir şekilde avları yakalar. Ben tam aksini yapmak istiyorum. Şehir duvarına uzak mesafelerde barikatlar kuracağım. Çitler, yamaçlar veya çukurlar gibi. Bunlar da bu aptal şeytani canavarların dolanmalarını sağlayacak. Bu tuzaklar avları belirlediğimiz bölgelere yönlendirecek ve en sonunda savunma alanında da hazırlıklı olmuş olacağız.” Roland, Demir Balta’ya baktı. “O canavarları tuzaklama konusunda da sanırım en iyisi sensin.”

 

Demir Balta bir an düşündü. “Bu iyi olur. Şeytani kurtlar suyu sevmez, şeytani yaban domuzları ışıktan korkar. Diğer bütün canavarların farklı zaafları var. Ama Majesteleri bu şekilde bütün canavarları altı yüz metrelik bir alana toplamış oluruz. Sizce de bu biraz tehlikeli olmaz mı?”

 

“Eğer yalnızca mızraklarımız ve yaylarımız olursa evet.” Roland kendine güvenerek konuşuyordu: “Ama artık yeni bir silahımız var.”

 

Ayrılma vakti geldiğinde Prens bir kez daha Vaner’in yanına geldi ve omzunu sıvazladı: “Gözlemlerin iyi. Adın ne senin?”

 

"Van-Vaner, Majesteleri."

 

“Baş Şövalye’me sizi Mızrak Takımı’nın Komutan Yardımcısı yapmayı önereceğim Bay Vaner. Daha büyük başarılara imza atmanızı bekliyorum.”

 

*******************

 

Roland bahçeye kar tozu-diğer adıyla barut-üretmek için bir kulübe inşa etmişti.

 

Bu üç yüz metrelik kare evin tek bir girişi vardı ve iyi şekilde korunuyordu. Girişi koruyan iki muhafız vardı. Eve herhangi yanıcı bir madde sokmamak için gelenlerin hepsinin kayıt edilmesi ve güvenlik kontrolünden geçmesi gerekiyordu.

 

Roland tarafından çağrılan Carter siyah tozu eline aldı parmaklarıyla oynadı ve kokladı: “Bu sizin bahsettiğiniz yeni silah, değil mi? Kar tozu?”

 

Belki Demir Balta bilmiyordu. Ama Carter çok kez kraliyet törenlerine katıldığı için doğal olarak kar tozunun insanların tören varillerine koyduğu bir şey olduğunu biliyordu. Alşimi atölyesinin en çok gurur duyduğu icadıydı ve reçetesi yabancılara gizli tutuluyordu. Neyse ki Prens; tuttuğunu koparan bir insandı.

 

“Evet, bu kar tozu ama tam olarak aynısı değil.” dedi Roland: “Bu alşimi atölyesinin en son çalışması. Ben buna barut diyorum.”

 

Barut, seri üretim için gizli silah olarak biliniyordu. Malzemeleri de gayet kolay bulunan şeylerdi. Üç malzemeye ihtiyaç vardı: sülfür, kömür ve güherçile. Barut yalnızca bu üç ürünü 1:1:5:7:5 oranında karıştırarak yapılıyordu. Yani teknik hiçbir aksaklık olmuyordu.

 

Kar tozu ise yüzde altmış oranında kömür, yüzde yirmi oranında sülfür ve güherçile ve yüzde yirmi oranında da cıva, tereyağı, bal vs. gibi garip malzemeler içeriyordu. Yavaş yanma hızı ve yetersiz gaz salımı yüzünden baruta göre çok işlevsiz kalıyordu. Roland alşimistlerin diğer reçeteleri de test ettiğini biliyordu. En fazla otuz yılda barutun reçetesi icat edilirdi.

 

Tarihte barutun icadından sonra insanların eksi silahları bırakması epey zaman almıştı. Bunun sebebi barutun tarifi ve silah üretimindeki durgunluktu.

 

Ancak birçok insan barutun ateşli silahlarda kullanılmadan bile müthiş bir silah olabileceği gerçeğini göz ardı etmişti.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr