Bölüm 14: Kabiliyet

avatar
4395 29

Release That Witch - Bölüm 14: Kabiliyet


 

 Çevirmen: Lodos

  Karl sordu: “Majesteleri bu şehir duvarını ne kadar yükseklikte ve genişlikte yapmayı düşünüyorsunuz?''

 

 “En az beş metre yüksekliğinde, iki metre genişliğinde. Dört insanın yan yana yürüyebileceği genişlikte.”   Roland, Karl’ın önce inşaat hakkında bazı veriler sorup devamında onaylamasından onun bir profesyonel olduğunu anlamıştı.

 

  “Daha sonra da duvarın üst kısmını dengelemek için bir adam boyunda bir hendek kazmak lazım. Aynı zamanda eğer duvarın üst kısmının genişliği iki metre ve uzunluğu da beş metre olacaksa alt kısmın genişliğinin bunun iki katı olması lazım.” Karl hızlıca cevapladı: “Hendek kazma işlemi için çok büyük insan gücüne ihtiyacımız var.  Majesteleri, eğer bana yüz elli adam verirseniz, hendeği Şeytan’ın Ayları gelmeden bitiririm.”

 

  Roland kayıtsızca: “Bir oluk muhtemelen şeytani canavarları durduramaz.” dedi.

 

  “İşte bu yüzden üst kısmı taşlarla döşemek üç yıl alır. Amaç sadece canavarları durdurmak ise o zaman o kadar yüksek bir sur inşa etmemize gerek yok. Dört metre işimizi görür. Ayrıca genişliği de üçte bir oranında küçültebiliriz ve aşağı kısmı da yirmi metreye çekebiliriz. Hendek kazma ve taş işleri eş zamanlı yürüyebilir. İşçi sayısını iki yüze çıkarırsak… böylece, önümüzdeki senenin Şeytan Ayları’na kalmadan bitirebilirim.”

                                                                                             

  Karl bir an durdu ve sonra devam etti: “ Açık sözlülüğümü mazur görün Majesteleri ama şu anda inşaata girişmek için iyi bir zaman değil. Eğer suru zamanında örmezsek, hendek kazılmış bile olsa kışa girdiğimizde yağmur ve kar sularını emerek orijinal fonksiyonlarını kaybedebilir. Bundan sonra da hendeği temizlememiz ve daha da derine kazmamız gerekir ki bu da çok daha fazla işgücü ve geçen süre demek.”

 

  “Senin planını uyguladığımızı varsayalım ve şehir surlarını dört metre uzunluğa iki metre genişliğinde ördük. Hendeği bitirmek ne kadar sürer?”

 

  Karl cevapladı: “Bir-bir buçuk ay arası sürer.”

 

  “O zaman bu plana uyuyoruz. Hendeği kazıp sur inşasını da eş zamanlı olarak yürütüyoruz ve Şeytan’ın Ayları gelmeden inşaat işini bitirmiş oluyoruz.” Roland eliyle Karl’ın konuşmasına izin vermedi: “Endişelerini anlıyorum. Önce buna bir bak, Gökhisar’daki simya atölyesinden gelen yeni bir ürün.”

 

  Tabi ki Karl’a göstermek için iki tuğlayı bir araya getirip bir gece bekleyecek kadar vakti yoktu. Önceden birleştirdiği o iki tuğlayı getirip gösterdi. Neyse ki; hiç kimse Prens’i sorgulamaya kalkışmadı. Karl bu çimento adlı alşimik yapıştırıcının bir gecede üst düzey bir şekilde yapıştırma gücü olduğunu öğrenince afalladı.

 

  Hayatının yarısını Taş Ustaları Birliği’ne adayan Karl bu icatın ne kadar sarsıcı olduğunu fark etmişti. Taşları yapıştırma dışında daha da önemlisi herhangi bir şekle girebiliyordu.

 

  Roland Karl’ın yüzünü zevkle izleyerek sordu: “Ne düşünüyorsun? Üç ay yeterli olur mu?”

 

  Karl van Bate sesi titrer bir şekilde sordu: “Eğer bana söylediğiniz doğruysa, yani hayır… hayır… eğer simya atölyesi bu şey hakkında doğru söylediyse, ben…  Ben denemeye varım”

 

  “Ne güzel, çimentoyu kullanabilmene yarayacak detaylı bir belgeyi yazmak için birilerini bulurum ben. Herhangi başka bir ihtiyacın olursa da Maliye Bakanım ile konuşabilirsin.”

 

  Roland gülümsedi. “Bay Karl. Şu andan itibaren sen de Belediye’nin bir üyesisin.”

 

  Roland öğleden sonra Nana ile görüştü. Genç kız şaşkın şaşkın Anna’ya bakıyordu. Kıyafetlerini düzeltti ve sonunda doğru düzgün bir cümle kurabildi: “Ben… Ben öldüm mü?”

 

  Roland Nana ile tanıştığında itiraf etmesi gerekiyordu ki: Cadı güçleri onlara sadece inanılmaz yetenekler değil aynı zamanda da hoş bir aura veriyordu. Nana Anna’dan çok daha farklıydı ama ikisinde de aynı çekicilik bulunuyordu. Böyle duyguların yaş veya hayat tarzlarıyla ilgisi yoktu. Anna hapishanede ölümünü beklerken bile ondan yayılan ışık hiç fena değildi. Bütün hafızasını tarayan Roland böyle hislere hiç rastlamamıştı. İster sokağın yanında bekleyen fahişe olsun isterse de soylu bir metres. Hiçbiri böyle hissettirmemişti.

 

  Eğer Roland bir tanım yapacak olsaydı; cadıların siyah beyaz fotoğraflar olarak betimlenmiş normal kızların yanında rengarenk göründüklerini söylerlerdi.

 

  Nana’ya eşlik eden Karl, kendini affetmişti. Şimdi orada sadece Roland, Anna ve Nana kalmıştı.

 

  “Sen hayattasın. Anna da dipdiri burada.” Roland gülümsemelerini bastırmaya çalışıyordu: “Ben Prens Roland Wimbledon, ve sen de…”

 

  “Ben Nana Pine.”  Genç kız Anna’nın ölmediğini duyunca eski normal haline dönmüştü. Nana Gökhisar Prensi Roland’ı tamamen görmezden gelerek Anna’ya doğru koştu ve çığlık atmaya başladı. Roland kesinlikle on dört yaşındaki bir genç kızın küstahlığı konusunda pazarlık yapmak istemezdi. Kendisine bir bardak bira doldurdu ve iki cadının günlük rutinini izlemeye başladı.

 

  Görünen o ki: Anna Nana’dan böyle bir arkadaşlık görmeye alışkın değildi. Nana dur durak vermeden konuşurken Anna ara sıra cevap veriyordu. Anna sadece on yedi yaşındaydı ama şimdiden bir abla gibi görünüyordu. Roland Anna tamamen büyüdüğünde ne kadar güzel görünebileceğini düşünmeden edemedi.

 

  Nihayet Nana konuşmasını yavaşlattığında Roland öksürdü ve sordu: “Bayan Pine, öğretmeninize göre bir cadı olarak uyanmışsınız. Doğru mu?”

 

  Genelde insanlar cadı olunması konusunda düşmek fiilini kullanırlar. Ama Roland uyanmak kelimesinin daha iyi uyabileceğini düşündü. Naif bir şekilde bütün cadıların masum ve saf olduğunu düşünmüyordu. Felaketlere sebep vermek için bu gücü kullananlar; işte onlar gerçek kötüydü. Bu aynı anda hem şiddete yol açabilen hem de şiddete son verebilen bir silaha benziyordu. Asıl mesele silahı kullan kişiydi. Ama belki de Kilise’nin cadıları bu kadar kötülemesinin bir kanıtı vardı. Yine de bunu bütün cadılara genellemek hatalıydı.

 

  Nana’nın ifadesi bir anda sertleşti ve usulca geveledi: “Beni asacak mısınız?”

 

  “Tabi ki hayır. Darağacına gönderilenler kötü ve aşağılık insanlardan. Siz onlardan biri değilsiniz Bayan Anna. O yüzden bu konu hakkında endişelenmeyin.”

 

  Nana derin bir nefes aldı ve başını salladı: “Emin değilim… Öğretmenim şeytan tarafından tuzağa düşürülen cadıların kötü güçleri olduğunu söylemişti. Ama, ama ben hiç şeytan görmedim!”

 

  “Farklı olduğunu ne zaman anladın?”

 

  “Bir hafta önce.”Nana fısıldayarak konuşuyordu. “Bacağı kırılmış bir kuş gördüm ve gerçekten ona yardım etmek istedim. Sonra… Ellerimden gelen bir şey hissettim.”

 

  “Ellerinden gelen neydi?” Roland soruyordu: “Daha sonra ne oldu?”

 

  “Umm… birden elimden gelen şey kuşu çepeçevre sardı. Yapışkan bir sıvı gibiydi sanki.” Nana kafasını eğdi ve hatırlamaya çalıştı. “Her şey bittiğinde de kuşun bacağı iyileşmişti.”

 

  “Onun güçleri iyileştiren türden mi?” Roland’ın kalp atışları hızlandı. Bu gücün ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Antibiyotik veya diğer sağlık malzemelerinin olmadığı böyle günlerde insanlar bir sakatlık veya enfeksiyondan bile ölebiliyordu. Hem bu güç sadece bu medeniyete yardım etmeyecekti her insan için önemliydi.

 

  Roland aniden kapıya doğru yürüdü. Ve şövalyeye canlı bir tavuk getirmesini emretti. Eğer sözlerinin doğruluğunu kanıtlayabilirse belki Sınır Kasabası’ndaki cadılar hakkındaki kötü izlenimi de kırabilirdi.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr