Cilt 6 Bölüm 23 [ Üçüncü Kat Taygeta Kütüphanesinin Değerlendirilişi ] (2/2)

avatar
3606 18

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 6 Bölüm 23 [ Üçüncü Kat Taygeta Kütüphanesinin Değerlendirilişi ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



ーーBir kadın, yalnız bir kadın belirdi.

 

İnsanın kadın derken bile tereddüt edeceği kadar genç bir kadın.

 

Cılız bir bedenin üzerinde mütevazı kıyafetler, güneş yanığı ten ve beraberinde yeşil saçlar.

 

Küçük bir kız denilebilecek yaşta görünen bir kadındı, lakin kalbi sonu gelmez bir sıkıntının buyruğu altındaydı.

 

Hiçbir şekilde yanıt bulamayan kadın için bu içindeki, doğuştan gelen bir çekişmeydi.

 

“ーーーー”

 

Zihninde oldum olası, hiç tükenmeyen mühim bir çekişme vardı.

 

Dünyanın her yerinde ve her zaman var olan mantık, siyah ile beyazın zıtlığıーー başka bir deyişle, iyi ile kötünün.

 

Doğrular, hatalar.

 

Dünyada sayısız seçim yapılsa da en nihayetinde tüm eylemlerin ya pozitif ya da negatif kutupta olduğuna karar verilirdi.

 

Daha çok genç olan bu kadının bu mantık nedeniyle ıstırap çekmesininse bir sebebi vardı. Onun için kaçınılmaz bir şeydi.

 

Bu kadının dünyasını siyah ve beyaz, iyi ve kötü, adil ve günahkar olarak ayıran kişi babasıydı.

 

“ーーーー”

 

Kadının babası günahkarların kellelerini vurur ve geçimini insanların hatalarına uygun cezalar vererek sağlardı.

 

Günah işleyen günahkârlara hayatlarının sonunu teslim etmek, hatalarına uygun cezaları vermek babası için bir geçim kaynağı anlamına geliyordu.

 

“ーーCellat.”

 

Kadın, bahsi geçen babasının eylemlerine ve infaz alanında yaşananlara gençliğinden önce bile tanık olmuştu.

 

Tiksindirici ve acımasız eylemlerdi, günahkarların ölüm çığlıkları hesaplarını kapatırken infaz alanına kan ve ölüm hükmediyordu.

 

ーーKadının orada『Ölüme』 tanık olmasına sebep olansa babasının hür iradesinden başka bir şey değildi.

 

İşlenen günahların cezalandırılması, kötü eylemlerin kötü eylemler yoluyla sonuçlandırılması.

 

Babası, bir cellat olarak kadına dünyadaki iyiliğin ve kötülüğün adil işleyişini aktarmaya çalışmıştı.

 

Bir babanın asil arzusu olan bu, kuşkusuz ki saf bir ideolojiydi.

 

Ancak kadının gençliği ve gururlu görünümü hesaba katılınca henüz ideallerin peşinde koşması için erkendi.

 

Kadın pek çok ölüme kendi gözleriyle tanık olmuş, kanın pis kokusunu içine çekmiş ve günahkarlara verilen cezaları hafızasına kazımıştı.

 

Sonucundaysa daha hayatın anlamını ve yaşam ile ölümün prensiplerini derinlemesine inceleyemeden günahlara uygun cezaları öğrenmişti.

 

İyilik iyiliği doğururdu, hatalar kötülüklerden doğardı, günahkarların ruhlarıysa yozlaşmış ve cezalandırılmaya layıktı.

 

Babasının öğretilerini bu yorumlamayla kavrayan kadın,『Günahlara Uygun Cezalar』konusunda bir yerindelik arayışındaydı. Bunun için de yol gösterici bir prensip olacak, kötülükleri kötülük olarak saptayacak bir erdem dengesi bulmaya çalışıyordu.

 

“ーーーー”

 

Ancak aradığı o denge, aradığı sınırlar içerisinde bulunmuyordu.

 

İyilik ve kötülüklerin basit bir yanıtı yoktu fakat düzelme, günah ve cezaların belirlenmesinde pek çok faktör söz konusuydu.

 

“ーーーー”

 

Lakin hala genç olan ve taviz veya feragat nedir bilmeyen kadın, dur durak bilmiyordu.

 

Cevabı bulmak zorundaydı. Yüreğinde iyi ve kötüye uygun bir denge yaratmak zorundaydı.

 

Göğsünün içerisinde var olan o çözümsüz şüpheye bir yanıt sunmak zorundaydı.

 

“ーーーー”

 

Istırap dolu günler devam ediyordu ancak bir gün, bizzat gökler tarafından kutsanmışçasına ansızın o yanıta erişivermişti.

 

Babasının şarap kadehini kıran kadın, işlemiş olduğu günah karşısında büyük oranda dehşete düşmüştü.

 

Ve kellesinin alınmasına hazırlanmış olarak günahını babasına itiraf etmişti.

 

“ーーGünahlarını itiraf etmek ve bu konuda özür dilemek doğru bir davranıştır.”

 

Gülümseyerek böyle söyleyen baba, kızının hatasını affetmişti.

 

Babasının gülümseyişini gören ve kafasını okşayan avcu hisseden genç kadın ise anlamıştı.

 

ーーİşlenen günahın ağırlığını ölçmek için gereken denge başka bir yerde değil, bizzat günahkarın kalbindeydi.

 

Başka hiç kimse tanık olmasa dahi günahkarın kalbi, kendi günahını bilirdi.

 

İyiyi veya kötüyü anlamıyordu. Karmaşık şeylerdi. Düzeltmelerin, cezaların kesin yönergeleri yoktu. Bulunamazlardı.

 

Fakat günah bilinci kişinin benliğindeydi.

 

Günahlara uygun cezaların bir standardı yoktu. Lakin günahların cezayı hak ettiği bilinci insanın içerisinde mevcuttu.

 

Kadın bunu anlamış, doyuma ulaşmış ve nihayet dengesine kavuşmuştu.

 

Yaşamın değeri ve insanın yaşamı ile ölümünün prensiplerinden bihaber genç kadın, günahlara yaraşır cezaları açığa vurmuştu.

 

“ーーーー”

 

Günlerin ışığında, cellat babasının günahlara uygun cezalar verişini gözlemleyip bilgilenerek yürümüştü.

 

Cezaya layık olduklarına hükmedilen o günahkarların kalplerini açığa çıkartmıştı.

 

“ーーーー”

 

Onun gözünde iyi ile kötünün, düzeltmelerin, içtenlik ve yalanların ikiye ayrılıyor olması doğal düzenin sonucuydu.

 

Genç kadının sorduğu soru karşısında kimileri gülümsüyor, kimileri sıkıntıya giriyor, kimileriyse hayrete düşüyordu.

 

Ancak kadının sorusuna verdikleri cevabın sonucu her defasında aynı oluyordu.

 

ーーCezaya layık günahlar benliklerde yatar.

 

Etrafına bakınıyordu. Hiç kimse yoktu. Artık ceza çeken günahkarlar dışında kimsecikler kalmamıştı.

 

Ufak parçalara ayrılmış insanların ve son olarak da babasının parçacıklarının üzerinden geçen kadın, kendisine bahşedilen uzun vadeli arzuyu yerine getirmek uğruna cezalandırılmaya layık günahlar peşinde yürümeyi sürdürüyordu.

 

ーー『Gurur Cadısı』 günahları sorguluyor, ceza veriyor ve günahkarları yargılıyordu.

 

Tanıdığı [Cadının] bu hale gelme serüvenini gören Subaru’nun bilinci, bir acıyla birlikte normale döndü.

 

Subaru: “Aaaa―!!”

 

Bir pat sesiyle birlikte bilinci kitaptan ayrıldı. Bir yandan harici olarak parçalara ayrılma, bir yandan da kanının çekilmesi hissini yaşıyordu.

 

Acı, başında veya bedeninde değil, ruhunda yankılanıyordu.

 

Ruhun kitaba girişiyle birlikteyse acı verici bir kopuş gerçekleşti.

 

Emilia: “Subaru!”

 

Subaru: “―Aaaa!”

 

Subaru’nun yanından gelen çığlıkla birlikte bileği sert bir darbe aldı. O darbe, Emilia’nın bileğine gerçekleştirdiği keskin bir vuruştu.

 

Bu vuruşun etkisiyle Subaru’nun eli sarsılırken tutmakta olduğu kitap yere düştü. O yüzüstü yere serilirken de Subaru, raflara doğru sendeledi.

 

Subaru: “Oh, ah?”

 

Emilia: “Sen, sen iyi misin? Az önce aaaaacayip rahatsız görünüyordun…”

 

Subaru: “Bir şekilde, sona erdi gibi… değil mi? Ben de pek anlayamadım.”

 

Gözlerinde bir tedirginlikle kendisine destek olan Emilia’ya başını sallayan Subaru, nefesini toparladı. Koşmuş falan olmasa da kalbi çılgınca çarpıyordu.

 

Kalp atışlarının verdiği hissi almak için bir elini göğsüne koyan Subaru, derin bir nefes aldı. Ve etrafta gezdirdiği gözleri nihayet Emilia’yı buldu.

 

Emilia: “Her şey yolunda mı?”

 

Subaru: “Emilia-tan’ın yüzüne bakmak beni rahatlatıyor. Bir el atabilir misin?”

 

Emilia: “Tabii. Ne oldu?”

 

Subaru’nun iltifatını alan Emilia, omzuna destek olarak bu soruyu sordu. Onun sorgusu devam ederken Beatrice de bir elini yerdeki kitaba doğru uzattı.

 

Beatrice: “Az önce bu kitaba dokunur dokunmaz ifaden tuhaflaştı…”

 

Subaru: “Bekle, Beatrice! Dokunma ona!”

 

Beatrice: “――?”

 

Subaru kitaba uzanan Beatrice’i durdurmak için seslenirken Beatrice, buna fırsat tanımadan kitabı kucağına yerleştirdi. Ve kafasını eğerek Subaru’nun öfkeli bakışları eşliğinde kitabın başlığını yüksek sesle okudu.

 

Beatrice: “―Typhon. Bu Subaru’nun tanıdığı birinin ismi mi, sanırım?”

 

Subaru: “Evet, acaba sen…”

 

Subaru’nun Beatrice’in sorusuna vermek istediği karşılık ‘Acaba sen tanımıyor musun?’ idi. Fakat cevabın olumlu mu olumsuz mu olacağı başından belliydi, bu yüzden şimdi ne söylemeliyim düşüncesiyle kaşlarını çattı.  

 

Beatrice ise bu süreçte kitabın içeriğini kontrol etmeye başlamıştı bile.

 

Subaru: “Aptal―!”

 

Beatrice: “Aptal çok kaba bir kelime, doğrusu. Bu kitabın hiçbir özel yanı yok, tıpkı diğerleri gibi, sanırım.”

 

Beatrice de Subaru’yla aynı şok edici tecrübeyi yaşayacak olmalıydı ― beklenen bu olsa da kitabın içeriğine dair hiçbir tepki vermemişti. Sonra da hayal kırıklığına uğratacak şekilde kitabı Subaru’ya geri itti.

 

Beatrice: “Gerçi Subaru henüz diğer kitapların hiçbirini okumadı… öyle görünüyor, doğrusu.”

 

Subaru: “… Evet. Ama neden sadece ben?”

 

Emilia: “Acaba odadaki bilmece gibi bu da yalnızca Subaru’nun görebileceği bir şey olabilir mi? Ya da bilmeceyi çözdüğü için sadece Subaru’ya işliyordur belki…”

 

Subaru: “Öyleyse bu kişinin karakteri giderek daha da çarpık bir hale geliyor, ha…”

 

Emilia’nın sözlerini değerlendiren Subaru, içine doğan nahoş his yüzünden kafasını salladı. Her halükarda kendisine itilen kitabı bir kez daha inceleyecek cesareti yoktu.

 

― [Kadının] anıları bizzat yaşamışçasına, son derece canlı şekilde zihninde dolanıyordu.

 

Kokular, havanın tadı, toprağı çiğneme hissi ve bir hayatı dağıtmanın ağırlığı.

 

[Bir insanın] anılarına bu derece daldıktan sonra uyanmak gerçekten bir mucizeydi.

 

Bir başka insanın hayatını içmek gibi bir histi.

 

Tecrübeyle var olan bu dehşet ve tiksinti, hayallerin ötesindeydi.

 

Emilia: “Subaru, bu Typhon denen kişi nerede?”

 

Subaru: “Adamakıllı açıklamak zor… yo, aslında Emilia-tan için o kadar da zor olmayabilir? Belki de onu mezarda görmüşsündür?”

 

Emilia: “Mezarda―”

 

Bu kelimeyi işiten Emilia ve Beatrice aynı anda donakaldı.

 

[Mezar] Subaru’nun yanı sıra Emilia ve Beatrice için de önem taşıyan bir yerdi.  Dolayısıyla, o antik mezarda gerçekleşen [Cadıların Çay Partisini] düşününce diğer ikisinin de Typhon’u tanıyor olması çok tuhaf olmazdı.

 

Gerçi Echidna Emilia ile o kadar yakınlaşmamış olabilirdi ve muhtemelen Beatrice de Subaru’dan farklı bir Echidna tanıyordu.

 

Subaru: “Typhon tarihi [Cadılardan] biri. Beako gibi loli görünümlü, koyu tenli [Gurur Cadısı]. Fakat masumca zalim sözleri somutlaştırabilen bir çocuktu.”

 

Subaru’nun açıklamasını işiten Emilia ve Beatrice ikilisi bir müddet düşünerek kafa salladı.

 

Görünen o ki Echidna’nın cadı sergisi Subaru’ya mahsus bir şeydi. Tek amacı Subaru’yu kullanmak olsa da işin içerisinde büyük bir hazırlık olduğu kesindi.

 

Subaru: “Masumca zalim, ha…?”

 

Konuşmayı sürdüren Subaru, Typhon ile yalnızca kısacık bir etkileşimleri olduğunu anımsıyordu.

 

Bu etkileşim fiziksel dünyada gerçekleşmese de kollarının ve bacaklarının parçalanma hissi affedilemezdi. Sonrasında hemen iyileştirilse de uzuvlarının elinden alınma hissi tüm gücüyle etki göstermişti.

 

Fakat [okudukları] aracılığıyla kızın anormal geçmişine bir göz attığı kadarıyla bu tavırların altındaki sebep açığa çıkmıştı. Tabii ki bu karmaşık ve incelikli sebepleri anında anlamak öyle kolay bir iş değildi.

 

Subaru: “Her neyse, az önce okuduğum kitap Typhon isimli çocuğun… hatıraları mıydı? Hayatı mı? Kökeni mi? Özetle tüm hayat tecrübeleriydi. Kolay kolay kabul edilebilecek bir şey değildi.”

 

Emilia: “Subaru’nun tepkisinden belliydi zaten… bir başkasının anılarını yaşamak ha. Bunun da bir çeşit [Yargılama] olduğu hissi giderek yoğunlaşıyor.”

 

Subaru: “Öyle ya da böyle o yalnızca kendi anılarınla verdiğin bir mücadeleydi. Ee~h, pek zor bir şey değildi.”

 

Emilia: “Do, doğru. Kolay bir galibiyetti.”

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamalar, ardı ardına gelen sayısız başarısızlık, baskıdan çöken zihinler… Subaru ve Emilia ikilisi başlarını sallayarak bunların bahsini hiç açmamayı seçmişti.

 

Onların bu tavrı karşısında gözlerini deviren Beatrice ise kitabın üzerindeki tozları sildi.

 

Beatrice: “Başkalarının hatıralarını gösteren bir kitap… başka bir deyişle bir geçmişe erişme yolu, sanırım. Öyleyse bilmemiz gereken şey bu kütüphanede olabilir…”

 

Subaru: “Beako, aklına bir şey mi geldi―”

 

Beatrice’in mırıldanmalarını işiten Subaru, ayaklanarak ona ne düşündüğünü sormaya yeltendi. Fakat onun cümlesini bitirme şansı olmadan bir başkasının sesi çınladı.

 

Julius: “――”

 

Sesin geldiği yön, diğer rafları inceleyen Julius grubunun bulunduğu noktaydı. Bağırış sesinin ardından görünen manzara ise elinde bir kitapla yere diz çökmüş olan Julius’a aitti.

 

Yanı başındaki Anastasia, şövalyenin omzunu sarsarak kitabı elinden almıştı.

 

Anastasia: “Julius? Julius, topla kendini! Beni duyabiliyor musun?”

 

Julius: “… Anastasia, -sama.”

 

Anastasia: “Benim, oh iyi. Yavaş, derin nefesler al… İyi misin?”

 

Tam da Subaru’nun yaşadığı gibi Julius’un bilinci mevcut ana geri dönmüştü. Onun bu bitkin halinde bile bir zarafet varken Anastasia’nın yüzüne bir rahatlama yerleşmişti.

 

‘Her şey yolunda mı?’ diye seslenen Subaru, ikiliye doğru koşturdu.

 

Subaru: “Ağır bir kitabı okuduktan sonra başın mı döndü? Anlıyorum, anlıyorum.”

 

Julius: “Sahiden son zamanlarda hiçbir şey okuyamadım. Toplumsal meseleler ve savaşlar konusunda bilgili olması gereken bir şövalye için acınası bir durum. Senin gibi rahatlıkla bilmece çözebilen birinden bir şeyler öğrenmem gerekiyor.”

 

Subaru: “Şu halinle ağzından dökülen kelimelere bak…”

 

O da Subaru’yla aynı şeyleri hissettiyse ruhuna ağır bir yük binmiş olmalıydı. Buna rağmen böylesine zarif olmayı sürdürebilmesi hiç hoş değildi.

 

Subaru’nun kalbi konuyla alakasız düşüncelerle dolarken Emilia, elinin tersini kafasına indirdi.

 

Subaru: “Gah!”

 

Emilia: “Refleks olarak kötü şeyler söyleyemezsin. Julius, gerçekten her şey yolunda mı?”

 

Julius: “Sizi endişelendirdiğim için içtenlikle özür dilerim. Böyle abartılı bir tepki gerçekten mazur görülemez… Yine de kalp için sahiden nahoş bir tecrübeydi.”

 

İçindeki bitkinliği gizleyen Julius’un Emilia’ya verdiği yanıt da zarif olmuştu. Fakat alnından akan ince ter damlası, gizleyemeyeceği bir şokun kanıtıydı. Anastasia parmak uçları üzerinde yükselerek Julius’un alnına bir mendil bastırırken Julius, afallamış bir kafayla, telaşla kafasını eğdi.

 

Anastasia: “İnatçılık erkekliğin doğasında olsa da kendini kötü hissettiğin zaman söylesen olmaz mı? Seni aşan bir şeyler yapmakta ısrarcı olursan geri kalanların da başına dert açarsın.”

 

Julius: “Doğru. İlginiz için minnettarım.”

 

Emilia: “Mmm, tam da Anastasia-san’ın söyledi gibi. Değil mi, Subaru?”

 

Subaru: “Neden benden onay alman gerektiğini bilmiyorum ama öyle tabii!”

 

İki grubun efendi ve astları arasındaki etkileşim sona ulaşırken herkesin dikkati Anastasia’nın elindeki kitaba kaydı.

 

Julius kitabın içeriğine bakmış ve belki de Subaru’yla aynı tecrübeyi yaşamıştı. Cilde bakınca görünen başlık―

 

Emilia: “― Balroy Temegrif. Tanıdığın biri mi?”

 

Subaru: “Benim duyduğum bir isim değil. Orası kesin.”

 

Subaru hemen yanında kitabın başlığını yüksek sesle okuyan Emilia’yı kendinden emin bir şekilde yanıtladı.

 

Sahiden de mükemmel hafızasından çok emindi. Söz konusu bu dünyada kurduğu ilişkileri anımsamak olduğunda Arlam Köyündekilerden başkentteki meyve satıcısına dek atladığı tek bir kişi dahi yoktu.

 

Ve hafızasındaki bu listenin içerisinde Balroy ismi yer almıyordu. Ancak Anastasia, bu ismi işitmesinin ardından düşünceli bir ifadeyle birlikte kafasını çevirdi.

 

Anastasia: “Bu ismi, duymuştum. Belki de… hmm, doğru ya. Umm… evet. Vollachia İmparatorluğu generalinin ismi değil miydi?”

 

Julius: “―Daha açık olmak gerekirse, eski generalin.”

 

Julius, Anastasia’nın belli belirsiz hatıralarından doğan yanıtına bir ilavede bulundu. Bu kelimeleri kim işitse Julius’un o kişiyle bir ilişkisi olduğunu tahmin ederdi.

 

Subaru’nun kaşlarını çatmasına yol açan şey ise bu ilişkinin yakınlığıydı.

 

Subaru: “Vollachia, güneydeki şehir mi? Oradaki bir generali bile tanıyor musun yani?”

 

Julis: “Tekrar ediyorum, eski general. Bu kadar mı tuhaf ki? Sonuçta ben de kraliyet şövalyelerinden biriyim. Lugnica ve Vollachia İmparatorluğu komşu olduğu için tek taraflı olarak bir isim bilmemin beklenmedik bir tarafı olmamalı.”

 

Subaru: “Yani tek taraflı tanıdığın biri… ha.”

 

Julius’un açıklamasını kabullenen Subaru, başıyla onay verdi. Sonra da hafifçe bir nefes vererek bir anda uzandığı gibi Balroy’un kitabını Anastasia’nın elinden aldı.

 

Anastasia: “Natsuki-kun?”

 

Subaru: “Seni ürküttüğüm için üzgünüm. Ama kontrol etmem gereken bir şey var.”

 

Kitabı elinden kapılan Anastasia’nın gözleri irileşirken Subaru, önce kitabın kapağını kontrol etti, sonra da içeriğini okumak için açıverdi.

 

O anda hemen ardından gelebilecek olan [dolaylı yaşama] farkındalığına hazırlıklıydı. Fakat [belki de olmaz] fikrini de aklından geçirmişti. Doğru yanıtsa ikincisi çıktı.

 

Subaru: “Ben de tek taraflı olarak ismini bildikten sonra okumayı deneyeyim dedim ama hiçbir şey olmadı.”

 

Julius: “… Subaru.”

 

Subaru: “Şu anda en mühim şey aramızdaki güven, haksız mıyım? Senin ve benim aramdaki güven… böyle bir şey yoktu da yalnızca ben mi var olduğunu düşündüm yoksa?”

 

Julius: “―Ne korkunç bir ifade şekli.”

 

Kendisine delici bakışlar atan Subaru karşısında gözlerini kapatan Julius, bu yanıtı verdi.

 

Ve kakülleriyle oynayarak devam etti.

 

Julius: “Buradaki insanlardan daha çok güvenebileceğim hiç kimse yok. Anastasia-sama’nın ve Reinhard’ın bile yapamadığını yapan senin desteğini elbette kabul ederim.”

 

Subaru: “… Benden bu şekilde bahsedilmesi ister istemez midemi bulandırdı.”

 

Julius: “Bunu söylemek benim dilimi de bir tuhaf yaptı.”

 

Subaru burnunu kaşırken Julius gözleri kapalı halde kakülleriyle oynamayı sürdürdü. Sonra da Anastasia ile Emilia’nın önünde resmiyetle eğildi.

 

Julius: “Düşüncesizce takındığım saldırgan tavır için özür dilerim, Anastasia-sama, Emilia-sama. Az önce hislerimin yanıtımı gölgelemesine izin verdim. Bu şartlar altında kitabın içeriği herkesle paylaşılmalı ve dolayısıyla tavrım bağışlanamaz.”

 

Anastasia: “Bağışlanıp bağışlanmayacağın benim ve Emilia’nın mizaçlarına bağlı. Sen ne dersin?”

 

Emilia: “Benim söylemek istediklerim Subaru ve Anastasia-san tarafından çoktan söylendi. Yani şu anda asıl yapman gerekeni düşünmelisin. Hepsi bu.”

 

Emilia ve Anastasia’nın özrünü hızlıca kabul edişinin ardından Julius, bir kez daha hafifçe eğildi. Subaru, Julius’un kalbinden neler geçtiğini gayet iyi biliyordu.

 

Bir hata yaptıktan sonra özrünü kabul eden kişi tarafından yatıştırılmak, bağışlanabilecek bir zayıflıktı. Subaru daha önce bizzat tecrübe ettiği bu hissi anlayabiliyordu.

 

Julius: “Balroy Temegrif. Bir Vollachia İmparatorluğu generali… ölü bir adam. Ve canını alan kişi de benden başkası değildi.”

 

Anastasia: “Başka bir ülkenin generalini öldürmüşsün. Amma büyük bir şok.”

 

Julius: “Anastasia-sama… yo, az önce duyduklarını unut lütfen.”

 

Anastasia: “――”

 

Anastasia, Julius’un dürüstçe tarif ettiği hatıraları karşısında gözlerini kısmıştı.

 

Julius’un tepkisine bakılırsa bu, Julius’a ait anıları silinmeden ve bedeni Echidna’nın kontrolüne geçmeden önce Anastasia’yla paylaşmış olduğu bir şeydi.

 

Doğal olarak bunu ilk öğrenenin Anastasia olması şaşırtıcı değilken Subaru ve Emilia bir hayli şaşırmıştı.

 

Emilia: “Şey, çalışmalarımdan hatırladıklarım doğruysa Lugnica ve Vollachia arasındaki ilişki gee~rçekten kötüydü ama…”

 

Subaru: “Bir imparatorluğun generalini öldürmenin savaş falan başlatması gerekmez miydi?”

 

Çiftin bu samimi ve basit soruları karşısında Julius, daha da kendinden emin bir ifadeyle hafifçe başını salladı.

 

Julius: “Çok hassas bir durumun sonucuydu. Reinhard ve Ferris de bu işin içine sürüklenmişti, doğrudan ifade etmek gerekirse general, imparatorlukta bir isyan başlatmak üzereydi. Ve ben de onunla yüz yüze gelip kısa bir süreliğine imparatorlukta kalmıştım.”

 

Subaru: “O ikili de oradaydı yani. Reinhard’ın ihraç edilmesi yasak değil miydi?”

 

Julius: “Yabancı imparator onunla tanışmak istediği için izin verilmişti… ayrıca ihraç etme kalıbı biraz yersiz olmadı mı?”

 

Subaru: “Dilim sürçtü yalnızca. Hem başka ne diyecektim ki? Kaçakçılık mı?”

 

İhraç edilemeyen bir şey için böyle bir tabir kullanmakta bir yanlışlık yoktu. Açıkçası Pristella’daki mantığa meydan okuyan savaşma kabiliyetini gördükten sonra Reinhard’ın diğer ülkelerin güçlerinin mücadele edemeyeceği bir kabus olduğunu hayal etmek pek zor değildi.

 

Onun sınıra yaklaşmasına izin verilmemesi, uluslararası anlaşmalar için gayet anlaşılası bir maddeydi.

 

Julius: “Özetle o generalin ismi Balroy Temegrif’ti. Özür dilerim. Meselenin hassasiyeti gereği olaya dair detayları paylaşamıyorum, ayrıca benim için de acı verici hatıralardı.”

 

Subaru: “Yani açıkça konuşulamayacak bir şey, ha. Anlıyorum. Çenemi kapalı tutacağım.”

 

Emilia: “Mm, anlaşıldı. Ben de bir sır olarak saklayacağım.”

 

Julius’un şartlarının netleşişinin ardından Subaru ve Emila bu bilgiyi kendilerine saklama konusunda yemin etti.  

 

Ve ayrıca Julius’un [dolaylı yaşama] sebebi de netleşmiş oldu―

 

Beatrice: “Şimdi anlam kazandı, doğrusu. Buradaki kitaplar okuyucusunun [tanıdığı kişilerin] hayatlarını tecrübe etmesine imkan tanıyor, sanırım.”

 

Subaru: “Ben [Cadıyı] gördüm, Julius da generali. Kulağa doğruymuş gibi geliyor.”

 

Anastasia: “Duymazdan gelemeyeceğim bir şeyler işitmiş gibi hissediyorum. Natsuki-kun, bir cadıyla ilişkin mi oldu? Böyle ilişkiler iyi değildir. Onların hepsi Cadı Tarikatıyla ilişkili.”

 

Subaru: “Benim de fazlasıyla ödüm kopuyor zaten ama onunla aramdaki ilişki sığdı, yani için rahat etsin lütfen. Son zamanlarda can sıkıcı bir iletişimimiz olmadı.”

 

Subaru Anastasia’nın sözleri karşısında omuz silkti. Fakat Emilia, Beatrice ve hatta Julius’un surat ifadeleri bile ekşi bir şey yemiş gibiydi.

 

Bu beklenmedik tepki Subaru’nun kaşlarının çatılmasına yol açarken Anastasia derin derin iç çekerek devam etti.  

 

Anastasia: “Kitapların ve kitaplığın anlamı şimdi netleşti. Paylaşmak adına korkutucu bir şey söyleyeceğim, sorun olur mu?”

 

Subaru: “Bunu duymak gerçekten rahatsız edici olacak ama ne söylemek istiyorsun?”

 

Anastasia: “Bu kitaplıktaki her kitabın bir adı var, değil mi?”

 

Herkesin bildiği bir gerçeği dile getiren Anastasia, devam etme izni almak için Subaru’ya baktı. Başını sallayıp onay veren Subaru ise az sonra söyleyeceği korkutucu kelimelerin ne olabileceğini düşünmeye başladı.

 

Derken Anastasia, Balroy’un kitabı ve Beatrice’in tutmakta olduğu Typhon’un kitabına birer parmağını uzattı.

 

Anastasia: “İmparatorluk generali ve Natsuki-kun’un [Cadı] dostu.”

 

Subaru: “Hey, dostluk falan yok!”

 

Anastasia: “O [cadı] dostun kitabıyla aralarındaki ortak nokta, ikisinin de ölmüş kişilere ait kitaplar olması.”

 

Subaru: “――”

 

Typhon’u ölü olarak adlandırmak birazcık rahatsız edici olsa da cadıların mezarlıktaki çay partisinin gerçekleştiği noktanın artık yerinde olmadığı hesaba katılınca Typhon’un da tamamen gittiği düşünülebilirdi.  

 

Echidna’ya gelince, Kürkdona/Tilkidona hakkında pek çok şüphe varken Subaru’nun içi o konuda rahat edemiyordu.  

 

Onun içsel düşüncelerini şimdilik bir kenara bırakacak olursak Anastasia, ellerini tüm kütüphaneyi işaret edecek şekilde iki yana açarak konuşmaya devam etmekteydi.

 

Anastasia: “Buradaki kitaplar, bu dünyada geçmişten bugüne dek yaşamış her ama herkesin ismini mi taşıyor sahiden? Öyleyse… spesifik bir kitabı bulmak, ne kadar vakit alacak?”

 

― Düzeltme. Bu kitaplığı yapan kişi kötü karakterli değildi.

 

― Ondan kötüsü yoktu.

 

#Güzel bir bölümdü. Bir anda Gurur Cadısı gibi birinin hayatını okumamızı ve böyle çarpıcı olmasını beklemiyordum. Çocuğunu infazlara götüren cellat baba da bir tuhafmış gerçekten. Neyse. Peki bizimkiler istedikleri ismi/isimleri bulabilecekler mi, bulacaklarsa nasıl ve ne kadar sürede? Ve bu süreçte yeni ilginç bilgiler edinecek miyiz? Cidden iyi gidiyor bu ara bölümler. Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr