Cilt 5 Bölüm 22 [ Alelade Bir Yanıt ]

avatar
4878 4

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 22 [ Alelade Bir Yanıt ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Buna bir hava savaşı denebilir miydi?

 

Reinhardt Sirius’a doğru sıçrayıp rakibini kuleden düşürmüş ve göğe doğru uçurmuştu.

 

Sirius: “Hahaha! Ah, ne kadar da etkileyicisin!”

 

Kahramanca figür kendisine doğru havalanırken sesini yükselten kadın, kendinden geçmiş bir şekilde kollarını sallamıştı. Bileklerinden çözdüğü zincirlerin kulak tırmalayıcı sesleri de bu hareketlere eşlik etmekteydi.

 

Bu tamamıyla açık haliyle zincirlerini kırbaç gibi de kullanabilecekti, gerçi zincirin bir silah olarak değeri işlevselliğinden ziyade kışkırtıcı görünümünden ve şiddetli sesinden geliyordu. Böyle bir silah seçen kişi bariz şekilde genel kanının dışında olurdu.

 

O demir yılanın pek çok kişinin kanının tadına baktığına şüphe yoktu ve an itibarıyla da rutin avının bir parçası olarak rakibini demir dişleriyle parçalamaya teşebbüs ediyor, çıkardığı rüzgâr sesi alkışı andırıyordu.

 

Ancak ses hızına yaklaşabilen o duygusuz yılanın bile habersiz olduğu bir gerçek vardı.

 

— Bu dünyada Sirius’la aynı bağlamda olağan seyrinden ayrılan bir insan daha bulunuyordu.

 

Reinhardt: “Bir zincir, amma can sıkıcı.”

 

Mücadeleye dahil olan zincirin sesini işiten Kılıç Azizinin kaşları çatılmış, sıkkın bir şekilde mırıldanmıştı.

 

Böylesi yoğun bir mücadele esnasında, dersler arasındaki kısa molalara uygun olacak şekilde şikâyet ediyor gibi görünüyordu.

 

Sirius: “Hahaha!”

 

Soluğu kesilmek üzere olan Sirius ise gözlemcilere tutkulu gülümsemesini sunuyordu.

 

Tabii ki bu kaçınılmazdı. Ancak Sirius’un neşesinin ardındaki mantık gizemini koruyordu. Çaresizlikten mi, içten bir mutluluktan mı kaynaklandığı bilinmese de herkesin gözünde net olan bir şey vardı.

 

Bu, yalnızca Sirius’un gülebileceği bir durumdu.

 

Reinhardt: “——”

 

Sirius havaya uçurulmuştu ve Reinhardt onu aşağıdan takip etmekteydi.

 

Bu esnada Reinhardt’ı gören Sirius hızlı, kusursuz bir darbe savurdu. Ancak Reinhardt, yaklaşan zincir saldırısı karşısında belinde asılı olan kılıca uzanmadı.

 

Eğer uzun zaman önceki sözleri doğruysa kılıca uzanmama sebebi bunu istemiyor olması değil, yapamıyor olmasıydı. Reinhardt’ın efsanevi kılıcı yalnızca gerçekten değerli düşmanlar karşısında kullanılabilirdi.

 

Öyleyse Reinhardt, bu korkunç psikopat karşısında silahsız olmaya mahkumdu. Ve Subaru’nun nihai güven beslediği Reinhardt bile acı bir mücadele vermek zorunda kalacaktı — belki de Subaru’nun beklentilerini karşılayamayıp insani bir zayıflık bile sergilerdi.

 

Öyleyse güveni pek yakında kırılabilir demekti.

 

Reinhardt’a ikinci kez saldırmaya hazırlanan kadından tiz bir ses yükselmişti.

 

Şok dalgaları ve kıvılcımlar dans etmekteydi. Subaru ve diğer gözlemcilere gökyüzünde şimşekler çakıyor gibi geliyordu.

 

Bu tarz bir büyücülük sergileyebilmesi, Reinhardt’ın insani yeteneklerin sınırlarının ötesine geçtiğinin kanıtıydı.

 

Zincirle buluşan Reinhardt kendisini savunmak adına bacağını kaldırmıştı.

 

Bu saldırı öylesine şaşırtıcıydı ki bir kahkahayla sonuçlandı. Hemen ardından Reinhardt, dikkatini zinciri ayağına sararak hür iradesiyle hareket ettirmeye verdi.

 

Bu hareketin özel bir yanı yoktu. Yaklaşan zinciri sağ bacağıyla yakalamış ve ayağının etrafına sarıp geçici bir silah haline dönüştürerek devamını getirmişti.

 

Kısacık bir süre içerisinde defanstan atağa rahatlıkla geçiş yapmıştı.

 

Herkesin bu mücadeleye tanıklık edemeyeceğini söylemeye gerek yoktu. Yalnızca tecrübesi olan az sayıda kişi bu hızlı, daimî saldırıları takip edebiliyordu.  

 

Bu süreç insanda kahkaha atma dürtüsü doğuruyordu. Uzunca bir iç çeken Subaru omuzlarını gevşetmişti. Neyse ki Reinhardt yoldaşıydı, yani bu düşünceler yersizdi. Düşmanı olsaydı şimdiye omuzları, dizleri ve mesanesi tamamen kendini bırakmış olurdu.

 

Sirius: “Haha, hahaha! AHAHA, HAHAHAHA!!”

 

Sirius kuvvetli kahkahalar atıyor, sağ kolu bir hortum misali delice dönüyordu.

 

Sol kolu Reinhardt tarafından yakalandığı için tek opsiyonu sağ kolunu kullanmaktı. Ancak tıslayan yılanı göğü yarsa, dört bir yana uçsa da Reinhardt’ın sağ ayağındaki zincir tarafından engelleniyor ve tiz bir ses ile kıvılcım yağmurları doğuyordu.

 

Mavi gökte dans eden tüm kıvılcımlara alana nüfuz eden metalik bir ses eşlik ediyor, kırmızıyla sarının dolanmış performansı gözler önüne seriliyordu.

 

Bir darbeyi bir diğeri takip ediyordu ve Reinhardt bu süreçte Sirius’la arasındaki mesafeyi iyice kapatmıştı. Birbirini izleyen birkaç darbeden sonra da hedefine ulaştı.

 

Sirius: “Ne kadar da beklenmedik! Buraya kadar geldin cidden! Harika!”

 

Reinhardt: “Bu işte bir hayli uzmanlaşmışsın. Kendini kötülüğe adamış olman çok yazık.”

 

Bu anlarda birbirine saldıran ikilinin arasında böyle bir sohbet dönüyordu.

 

Sağ bacağını hızlıca geri çeken Reinhardt, parmaklarını hizalamış olduğu sol elini uzatırken Sirius bunu kolunu güçlü bir şekilde savurarak karşıladı ve dalgalanan zincir, dişlerini Sirius’a geçirmeye çalıştı.

 

Reinhardt ise çelikten yapılı olmasına rağmen elini bir bıçak gibi kullanarak zinciri ikiye ayırdı.

 

Subaru, zamanında bütün haldeki ahşap yemek çubuklarının mükemmel bir şekilde ayrılışına tanık olmuştu— bu bir parti şovuydu. Reinhardt o performanslara dahil olsaydı çelik bir bıçağı kâğıt misali kesebilirdi. Kılıç oyunlarının harikulade bir temsiliydi.

 

Zincirin kopan kısmı saldırının sağladığı momentumla saat kulesine girerken şiddetli çarpışma binanın duvarlarından birini parçaladı. Dumanların ve molozların meydana inişiyse Subaru’yu sarsarak transtan çıkarttı.

 

Tamamıyla büyülenmişti.

 

Reinhardt ve Sirius’un mücadelesi, yo, Reinhardt’ın mücadelesi onu büyülemişti. Tabii bu büyülenmenin kıskançlıktan mı korkudan mı kaynaklandığı bambaşka bir meseleydi.

 

Subaru: “Bu işi Reinhardt’a bırakabilirim. Öyleyse ben…!”

 

Boş boş durmaya ve körü körüne mücadeleyi izleyip bir sonuç beklemeye devam edemezdi.

 

Kalabalığın arasında bir boşluk bularak kuledeki açıklığa doğru koşmaya başladı. Sirius’un konuşmasının bir parçası olması planlanan Lusbel, Reinhardt’ın geri çekilmeyişi nedeniyle saat kulesinde terk edilmiş olsa gerekti.

 

Onu kurtarmak Subaru’nun endişelerini giderecekti.

Böylelikle Sirius Reinhardt’tan kurtulsa bile Lusbel’in güvenliği garanti altında olacaktı. Subaru bu düşünceyle karanlık, nemli havaya rağmen tedirginlikle spiral merdivenleri tırmanıyordu.

 

Tabii kule, Sirius’un zincirinin dağıttığı duvarlardan sızan ışıklar sayesinde on beş dakika önceki halinden çok daha aydınlıktı.

 

Merdivenlerden güvenle çıkmayı tamamlayan Subaru, Lusbel’i en üst katta bulmuştu. Yüz üstü yere bırakılan çocuğun gözyaşları göle dönmüştü ve hıçkırıkları Subaru’yu derinden etkiliyordu.

 

Subaru: “Lusbel! Artık güvendesin, endişelenmene gerek yok!”

 

Diyen Subaru zincirlere sarılı Lusbel’i şefkat dolu bir şekilde kollarına aldı.

 

Gözyaşlarının doğurduğu ıslaklığı görmezden gelerek Lusbel’in çaresiz, dehşet dolu bakışlarına rahatlatıcı bir bakışla karşılık verdi.

 

Lusbel: “Mmm!”

 

Subaru: “Sorun yok, ben yanındayım. O yaratıksa şu anda güvenilir bir kahramanla dövüşüyor. Yani bu anı fırsat bilerek seni buradan çıkartacağız.”

 

Lusbel: “Mmm.”

 

Subaru tam bir samimiyetle konuşuyordu. Lusbel’in çırpınan bedeni gücünü yavaşça yitirmişti ve Subaru’ya çevrilen suratı yaşlı ama net bir ifadeye bürünmüştü.

 

Subaru’nun bu meraklı bakışlara başını sallayışından sonraysa öncekinden farklı bir sebepten ötürü ağlamaya başladı.

 

Subaru: “Dur bir dakika. Seni şu zincirden kurtarayım.”

 

Ağlamakta olan oğlanın kafasına kibarca dokunan Subaru, zincirler üzerinde temkinli bir şekilde çalışmaya başladı.

 

Zincir omuzlardan bileklere sıkıca bağlanmış, ayrıca ağzına tıkılmıştı. Çocuğa zarar vermemek için dikkatli davranan Subaru zincirleri çözmeyi tamamladığındaysa, 

 

Subaru: “Tamamdır, çıkarttım. Ayağa kalkabilir misin? Kalkamazsan seni taşıyabilirim.”

 

Lusbel: “E-endişelenme, şey… teşekkür ederim… hk.”

 

Lusbel sarsakça ayağa kalkar ve kaskatı kesilen bacaklarını sallarken minnettarlığını dile getiriyordu. Yüzü yaşlarla ıslanmış olsa da güçlü bir çocuktu. Bunu düşünen Subaru bir kez daha başını okşadı.

 

Sonra da kulenin yakınlarında gerçekleşen şiddetli mücadeleyi düşünerek,

 

Subaru: “Burada kalmak güvenli olabilir ama yine de ne olur ne olmaz diye çıkalım bence. Yürüyebilir misin? Acıyan bir yerin var mı?”

 

Lusbel: “Sağ elim çok azıcık acıyor…”

 

Lusbel kaşlarını çatarak itaatkâr bir şekilde yarasını Subaru’ya gösterdi.

 

Uzattığı elde yılanı andıran bir silah tarafından açıldığı bariz, derin bir kesik mevcuttu. Yaradan sızan kanları görerek rahatsız olan Subaru’nun surat ifadesi değişmişti.

 

Subaru: “Piç işte. Ufacık bir çocuğu bağlıyor, bir de bunu yapıyor.”

 

Lusbel: “Yo, yo. Elim ben bağlıyken bir anda… bir anda acımaya başladı.”

 

Subaru: “Bir anda mı?”

 

Bağlıyken kısmı Subaru’nun dikkatini dağıtmıştı.

 

Hiç değilse zincirleri çözme sırasında ona zarar vermemiş olduğu barizdi. Temkinli davranmıştı ve Lusbel’in ciddi bir yarası olsaydı bunu fark ederdi.

 

— Bu düşünce Subaru’nun içinde korkunç, uğursuz bir his doğurmuştu.

 

Subaru: “…her halükârda burada kalamayız. Hadi gidelim.”

 

Lusbel’in yaralanmamış sol elini tutan Subaru, spiral merdivenlerden inerek kuleden çıkmalarını sağladı.

 

Meydana döndüğünde işittiği şeyse,

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

Kalabalık çılgına dönmüş bir şekilde hınçlarının alınmasını istiyor, yakalanan manyağın idam edilmesini hevesle bekliyordu.

 

Gözleri kana susamışlıkla dolmuş, ağızları alaylı şekilde bükülmüştü ve cinayet arzuları işitiliyordu.

 

Kötülere duyulan sonu gelmez tiksinti. Doğal olmayana yönelik inanılmaz nefret. Psikolojik olarak kabul edilemeyen bir düşmandan kurtulma arzusu. Öldürme güdüsü denen duygu.

 

Peki bu duygunun adı neydi?

 

— Öfkeydi.

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

Birbirine tamamen yabancı bir topluluk yoldaşlar gibi yan yana duruyor, aynı hedef uğruna heyecana kapılıyordu.

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

İyi ve kötü karşısında kalpleri bir olmuştu.

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

Birlik olmayı seçerek zorladıkları limitse—

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

Sirius: “Hislerinizi bir bütün haline getirmek… bu şeyin Sevgi olduğu kesin, haksız mıyım? Ehh, bunun yalnızca Sevgiyle elde edilebilecek bir manzara olduğuna hiç şüphe yok, sizce de öyle değil mi?”

 

Sirius bir plan oluşturmak yerine olağan bir ses tonuyla bu şekilde mırıldanmıştı.

 

Kahraman tarafından kulenin yan tarafına bastırılmış durumdaydı. Etraftaki kalabalıksa bu doğal olmayan şahsın ölümü için hevesle tezahüratta bulunuyor, Kılıç Azizlerinin o tiksinç şeyi öldürecek güce sahip olduğu herkesçe biliniyordu.  

 

Zavallı Sirius sol elindeki zinciri bile yitirmişti. İki elinde de silahı yokken kendisini Reinhardt’ın bıçak misali eline karşı savunması mümkün değildi.

 

Çıkmaz yolun sonuna geldiği barizdi — lakin Sirius her zamanki dingin gülümseyişini sürdürüyordu.

 

Reinhardt: “Söylemek istediğin son bir şey var mı?”

 

Sirius: “Teşekkür ederim. Müsaadenle sana bir tavsiyede bulunayım. Diğer başpiskoposlar benim kadar uysal olmayabilir, o yüzden onlara da son sözlerinin ne olduğunu sorarsan sorun yaşayabilirsin.”

 

Reinhardt: “— Bunu aklımda tutacağım.”

 

Sirius, Reinhardt’ın samimi nezaketi karşısında sakin bir tavırla konuşmuştu. Rızasını belli ederek başını sallayan Reinhardt ise bir adım öne çıkmış ve kadını bıçağı andıran eliyle idam etmeye hazırlanmıştı.

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

Kalabalığın sesi yoğunlaştıkça Sirius’un kaderi kesinleşiyordu. Bu kadarı barizdi, peki öyleyse neden?

 

Yarısı yıkık kulenin girişinde duran Subaru, kalbi parçalanacakmışçasına bir ürperti hissediyordu.

 

Neden? Bu ne anlama geliyordu? Çaresizce konuşmak istiyor ama ağzı kımıldayamıyordu. Konuşmaya başladığı takdirde ne diyeceğini biliyordu.

 

Kesinlikle kalabalığın kuvvetli “Öldür onu!” nidalarına katılacaktı.

 

Sirius: “Birbirimizi tanıyoruz. Karşılıklı tevazu besliyoruz. Karşılıklı takdir duyuyoruz. Birbirimizi bağışlıyoruz. Sevginin doğru şekli tam da bu.”

 

Bastırılmış haldeki Subaru’yu görmezden gelen Sirius, vaazını vermeyi sürdürüyordu.

 

Sözleri ilk başta anlamlı gelse de söyleyen kişinin o oluşu hesaba katılınca savı ve mevcut atmosfer işi nahoş bir hale getiriyordu.

 

Reinhardt: “——”

 

Reinhardt da Subaru’yla aynı kanıdaymış gibi görünüyordu.

 

Sirius’un daha fazla konuşmasına müsaade etmenin anlamı yoktu, bu yüzden Reinhardt bir adım ilerledi. Fakat Sirius, onun kendisine ulaşmasından hemen önce gülümseyerek kollarını havaya kaldırdı.

 

O anda çatırtı sesleriyle birlikte paltosunun manşetinden zincirler çıktı ve kollarıyla savurduğu zincirleri kuleye sararak bir kez daha uçmaya başladı.

 

Kaçmaya niyetliydi — ancak Reinhardt buna müsaade etmeyerek ayağını yere geçirdi ve şok dalgaları bir patlama misali yukarı yayıldı.

 

Ardından elini kadına doğru rahatlıkla kaldırdı. İşte o anda Sirius’un hayatının sonuna gelinmişti.

 

Kalabalık: “—Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu! Öldür onu!”

 

Ve bu sonuç kalabalığın çığlıklarını teşvik etti.

 

Subaru’nun kalbi korku doluydu. Ani bir dürtüye kapılarak,

 

Subaru: “REINHARDT!!”

 

Kahramanın ismini söylemiş ama kalabalığı bastıramamıştı.

 

Subaru: “—ÖLDÜR ONU!!”

 

Reinhardt kesiğini attı.

 

Temiz bir kesik, Sirius’un sol omzundan sağ yanına rahatlıkla ulaştı.

 

Kesik öylesine derin ve şiddetliydi ki Sirius’un bedeninin tepki verebilmesi için birkaç saniye geçmesi gerekmişti. Bedeni nihayet yaranın farkına vardığındaysa yere yığıldı ve kanları fışkırmaya başladı.

 

Sirius: “… Ah, bu hassas dünya.”

 

İç organları dökülen Sirius’un bedeni ikiye ayrılmıştı.

 

Üst bedeni yukarı doğru süzülmeyi sürdürüyor, kanlar sıçratıyor, organları havaya yayılıyordu. Alt bedeniyse yerinde kalmış ve bir fıskiye misali alanı kanlarla ıslatmaya başlamıştı.

 

Cehennem dünyaya gelmişti adeta.

 

Hiç kimse bu dehşete doğrudan tanık olmaya katlanamıyordu. Ancak hiç kimse gözlerini de kaçırmıyordu. Bunu yapabilecek olan yoktu.

 

Reinhardt: “…olamaz.”

 

Yere inen Reinhardt sersemlemiş bir şekilde mırıldandı.

 

Subaru ise o mavi gözlerin kederle sarsılışını, hoş, yakışıklı suratını sarmalayan çaresizce gölgeyi gördü.

 

— Ve daha fazlasını görmesi mümkün olmadı.

 

Subaru: “——”

 

Subaru da kalabalığın geri kalanı da kan gölüne dönen meydana sere serpe dağılmıştı. Sol omuzlarından sağ taraflarına ulaşan kesikler onları ikişer parçaya ayırmıştı.

 

Subaru: “——”

 

Kanlar ve iç organlar dökülürken Subaru’nun bilincinin, ölümün kollarına çekildiğini idrak edecek vakti olmamıştı. Tam da bunun yaşanışından önce başka bir şey hissetti.

 

Aynı kendisi gibi parçalanmış olan bir oğlanın sol eli kendi elini sımsıkı tutmuş ve gözleri kurtuluş arzusuyla Subaru’ya çevrilmişti.

 

Bu duyguyu daha önce de bir yerlerde hissetmiş olmalıydı.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Liliana: “Şarkı bittikten sonra tekrar konuşmaya başlayacakları için onlara yiyecek ve içecek bir şeyler hazırlamamız gerekmez mi? Tatlı atıştırmalıkların onları havaya sokup aralarındaki mesafeyi kapatacağı kesin, sence de öyle değil mi?”

 

Subaru: “——ghk!”

 

Beatrice: “Ouv! Ouv, acıdı! Acıdı doğrusu, SUBARU!!”

 

Gözlerini hızla kırpıştıran Subaru az önce işitmiş olduğu şey karşısında şaşırmışa benziyordu.

 

Bilincindeki ani değişimle Ölümden Dönüşünden önceki el ele tutuşma faslını sürdürerek Beatrice’in elini sertçe sıkmıştı.

 

Bu ani şiddetin acısıyla gözleri yaşaran Beatrice’ten tekme yedikten sonraysa acı içerisinde toparlanarak elini gevşetti.

 

Liliana: “B-b-bunu neden yaptın ki? Neden bir anda Beatrice-sama’nın sevimli ellerine saldırdın? Onları mahvedeceksin… ama neyse, sorun değil ben… b-ben o elleri öper ve kendine getiririm, ha… haha.”

 

Beatrice: “Gerek yok, sanırım! Bu çok iğrenç olurdu, doğrusu!”

 

Eli Liliana tarafından kavranan Beatrice panikten kıpkırmızı kesilerek Subaru’nun arkasına saklandı. Eli onun tarafından yaralanmış olsa da partnerine olan güvenini kaybetmemişti.

 

Emilia: “Subaru, sen iyi misin? Az önce suratın pat diye solgunlaştı…”

 

Subaru: “E-Emilia-tan…”

 

Endişeye kapılan Emilia yanına gelerek bir elini alnına uzatmıştı. Onun menekşe gözlerindeki yansımasını gören Subaru ise rahat bir nefes aldı.

 

Geri dönmüştü.

 

İkiye ayrılmak üzere olan omuzlarını ve göğsünü vurarak kontrol etmeye başladı. Karnı kesilmiş, kafası ezilmişti. Ölümler konusunda tecrübeli olsa da kafası ilk defa kopmuştu. Hayret ve kayıp hissi acının önüne geçmişti, Ölümünden haberdar olmak Subaru’nun yüreğini cız ettiriyordu. Yine de bu, ölümlere sık sık maruz kalan Subaru’nun kabul edebileceği bir ölümdü.

 

Subaru: “Neden basit bir sonuca varamadım ki…”

 

Hafızasına kazınan anıları toparlamış ve bu Ölüm, ona Sirius’un gücünün gerçekliğini göstermişti.

 

Büyük bir acı hissetmemiş olsa da o kayıp ve şok hissi Subaru’ya ardı ardına vurmuş, bu fenomen üzerindeki kısmi anlayışı kuvvetlenmişti.

 

Bu defa ölüm sebebi—

 

Subaru: “Mide bulandırıcı…”

 

Sebebi çoktan anladığını söylemeye gerek yoktu.

 

Subaru’nun kafası kesilmiş, Sirius’la tıpatıp aynı şekilde ölmüştü. Başka bir deyişle, kabaca ifade edilirse, Sirius’la aynı ölüm cezasını tatmıştı. İlk reenkarnasyondan otuz dakika önce de Lusbel’in ölümüne neşeyle tanık olmuş ve kendisi de ölmüştü. Böylece o ana dek bilmediği ölüm sebebi de netleşmişti.

 

— Sirius yakınlarındaki bir Ölümü başkalarına transfer edebiliyordu.

 

Yalnızca duygu değişimleri aracılığıyla beyin yıkamakla yetinmiyordu. Bedenlerdeki değişimler de paylaşılabiliyordu. Beyin yıkama değildi, vücutlar da işin içindeydi. Yoksa ruhlar mı demeliydi?

 

Her halükârda onu öldürmek demek, alandaki herkesi öldürmek demekti.

 

Subaru: “Peki ne yapacağız?”

 

Sirius’i kaba kuvvetle mağlup etmenin tek yolu Reinhardt’ı çağırmaktı.

 

Ancak bunun bedeli de meydandaki tüm hayatlardı. Haliyle sonuç, Sirius’un niyetlendiğinden pek de farklı olmuyordu.

 

Yani Reinhardt’ı çağırmak ilk bakışta kestirme ve anlaşılır bir çözümden ibaret görünse de esasında yanlış çözümdü. Öyleyse Subaru ne yapabilirdi?

 

Subaru: “Reinhardt’ı çağırıp kadını canlı yakalamasını söylesem…?”

 

Bu ihtimal düşüktü fakat imkânsız olmayabilirdi.

 

Reinhardt Sirius’u öldürebildiğine göre etkisiz hale de getirebilirdi. Fakat sorun şuydu ki onu canlı yakaladığı takdirde ruhsal kontrolünü sonlandırmak mümkün olmayacaktı.

 

Subaru Sirius ve Lusbel’le temasa geçip delirerek ölmüştü. Bu hain, delice etki tekrarlandığı takdirde Sirius’u rehin almak fayda etmezdi.

 

O ölürse geri kalan herkes de beraberinde ölüyordu.

 

Yakalanırsa da bulaşıcı etkilerini yayma olasılığı devam ediyordu.

 

Var oluşu bile onu başkalarının gözünde bir tehdide çeviriyordu, bombadan farksız bir varlıktı. Günah Başpiskopos unvanını gerçekten hak ediyordu.

 

Subaru: “Başka ne yapılabilir?”

 

İlerleme kaydedemeyen Subaru kendisini bir çıkmazda bulmuştu.

 

Reinhardt’ın çağrıldığı takdirde Sirius’u öldürebileceği veya dizginleyebileceği kesindi. Peki delirme olasılığını hiçe saymak uygun olur muydu?

 

Subaru: “——”

 

Subaru tüm bunlar üzerine kafa yorarken vakit ilerliyordu.

 

Sessizleşen Subaru’yu görmek etrafındakileri tedirgin etmişti. Bu sırada Subaru onları endişelendirmemek veya olanları anlamamalarını sağlamak adına surat ifadesini hızlıca değiştirerek,

 

Subaru: “Ah, doğru ya. Şey… evet, bir anda sabahki ızgara et yüzünden kusacakmışım gibi geldi. Göğsümde hala ufak bir rahatsızlık var.”

 

Liliana: “Ah, anlıyorum, anlıyorum. Benim de sık sık midem bulanır, buna da bir sürü gaz eşlik eder…”

 

Subaru: “Orada dur lütfen. Nasıl davranırsan davran bir kızsın sonuçta.”

 

Subaru Liliana’nın şakalarını bir gülümsemeyle geçiştirerek Emilia’ya dönmüştü. Bunu gören Emilia da bakışlarını eğerek,

 

Emilia: “Subaru öyle diyorsa inanırım. Ama… bu sefere mahsus, tamam mı?”

 

Subaru: “Mm, teşekkürler… öyleyse ben gidip Liliana’nın önerdiği gibi tatlıları alayım. Emilia-tan, sen şarkının tadını çıkarmaya devam et lütfen.”

 

Subaru Emilia’nın nezaketi sayesinde toparlanarak duyurusunu yapabilmişti. Sonra da yeniden Beatrice’in elini tutarak,

 

Subaru: “Beako. Sen de benimle alışverişe gelsene. Hep yaptığımız gibi yürür ve biraz laklak ederiz.”

 

Beatrice: “Neden bir anda — Mm. Anladım, doğrusu.”

 

Beatrice Subaru’nun suratındaki ifadeyi görünce olağan tavrını bir kenara atmıştı. Daha doğrusu onun yalvarırmış gibi görünen suratına dayanamayıp teklifini kabul etmişti.

 

Böylece kafası karışan Beatrice’in elini tutan Subaru, dördüncü defa parka doğru koşmaya başladı.

 

Bu sefer Beatrice’i geride bırakmak yerine güvenilir partnerini yanına almayı seçmişti. Yine de herhangi bir fikir bulabilmiş değildi.

 

Priscilla: “—Hmm.”

 

— Uzaklaşmakta olan Subaru ve Beatrice’e bakan kırmızılı kadınsa ikiliyi düşünceli bir ifadeyle izlemekteydi.

 

#Yeni bir hafta arası sürprizi geldi :) 
Bu döngümüz/denememiz de mutsuz sonlandı. Aslında Reinhardt umut vaat etmişti ama Sirius'un gücü o seçeneği geçersiz kıldı. Açıkçası Sirius karakterini görür görmez wikiden güçlerine bakmıştım, duygu aktarımından da ölüm aktarımından da haberdardım. O yüzden öldürülmesinin doğuracağı sonucu biliyordum. Bu bölüm Subaru'yla birlikte herkes öğrenmiş oldu. Peki onu nasıl alt edeceğiz? Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyorum. Öyleyse Beatrice'li yeni bir deneme için salı günü görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr