Lms 16.5 : Zhuge Liang'ın Stratejisi

avatar
2795 27

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 16.5 : Zhuge Liang'ın Stratejisi


Çevirmen : Clumsy-nim



Weed ittifak kabileleriyle birlikte bir kez daha Embinyu Kilisesinin kalesine doğru ilerlemeye başladı. Hızlıca ilerleyebileceklerinden emin olmak adına bu defa mancınık yapmamıştı.

 

"Vaahh."

 

"O kale fazla güçlü. Kazanamayacağız."

 

İttifak kabilelerine geniş çapta bir kötümserlik yayılmıştı! Kabile üyeleri 140 kişi kadar azalmıştı. Kolay kolay umutlarını yitirmeyen saf insanlardı ama tek taraflı bir saldırı sonrası neredeyse hiç hasar veremeden mağlup oldukları için bu sonuç kaçınılmazdı.

 

Weed ittifak kabileleri fertlerini cesaretlendirmek için motivasyon takviyesi yapmaya bile kalkışmamıştı.

 

"Gerçekçi konuşursak düşmanı indirip kaleyi ele geçirmeleri zor."

 

Bingryong, Anka Kuşları ve Sarı Oğlanı da kasten getirmemişti. Güçlerini maksimize edebilmeleri için bol bol dinlenmelerini istemişti.

 

Salmere Kabilesi öncüleri eğilip büzülmüş, morallerindeki düşüş omuzlarını da düşürmüştü.

 

Bununla birlikte Weed ve ittifak kabileleri kaleye yaklaştığında bir karşılık almıştı. Duvara yerleştirilen birliklerin sayısı artmıştı ve kuleden saldırıyı haber eden dumanlar yükseliyordu.

 

Weed'in gözleri ışıldadı. 'Embinyu Kilisesi, komutası altındaki tüm vahşileri çağırıyor.'

 

İlk keşif çatışması sonrası Bingryong ve Anka Kuşlarını ufak bir incelemeye göndermişti.

 

"Bu alandaki Embinyu Kilisesi komutası altındaki vahşiler çok güçsüz."

 

Feryat Nehri yakınlarındaki diğer kabileler Matallost Kilisesiyle ittifak oluşturan Lekiye, Salmere ve Vejague kabilelerinden çok daha güçsüzdü.

 

"5 kişi kaybederek 10 kişi öldürürsek kaba hesapla 27 birlik karımız olur."

 

İnanılmaz absürt bir hesaptı!

 

İşaret dumanı yükseldikçe ve vakit ilerledikçe vahşi kabileleri akın etmeye başlıyordu. Bambu mızraklar, baltalar ve ilkel oklar kuşanmışlardı.

 

Weed kaleyi değil, yeni beliren vahşi kabilelerini işaret ederek talimatını duyurdu. "Embinyu Kilisesi kulları. Öldürün onları."

 

Ve ittifak kabilelerinin rahatça yerine getirebileceği basit bir emir verdi. "Vejague Kabilesi, HÜCUM!"

 

İlk başta ittifak kabileleri de diğer vahşiler de eğitim almadıkları için herhangi bir formasyon veya taktiksel hamle sergilemedi.

 

"UAAAH!"

 

"HEPSİNİ ÖLDÜRELİM HADİ!"

 

Kaslı Vejague Kabilesi Savaşçıları koşturdu. Her Savaşçı 100 kişilik bir orduya bedeldi!

 

"Salmere Kabilesi, sıra sizde."

 

Weed Salmere Kabilesine hareket emri verdi. Salmere Kabilesi de karakteristikleri gereği düşmanları bulup avlamak adına dağıldı. Zehirli oklar atan ve anormal derecede sivri, uzun mızrakları olan birinci sınıf Avcılardı!

 

Lekiye Kabilesiyse vahşilere Kafa Karışıklığı uğursuzlukları yıkma görevini üstlenmişti. Vahşilere Alan Etkili Kafa Karışıklığı uğursuzlukları ve lanetleriyle bombardıman yapıyorlardı.

 

"Başım dönüyor. Zemin sallanıyor."

 

Etrafları normal olsa da vahşiler savaş alanının ortasında sendelemeye başlıyordu.

 

"Baltam. Baltam ağırlaştı."

 

Normalden 2-3 kat daha ağır hale gelen taş baltalarını bile kaldıramıyorlardı.

 

Lekiye Kabilesinin bu yardımının Vejague ve Salmere Kabilesinin rollerine büyük katkısı dokunuyordu.

 

İttifak kabilesi üyeleri vahşiler karşısında olağanüstü yetkinliklerini sergiliyordu!

 

"Hepsini öldürün."

 

"Geride tek bir kişi bile bırakmayın."

 

10 bin komşu kabile vahşisi 6,000 civarı ittifak kabilesi üyesi tarafından köşeye sıkıştırılmıştı. Cesetler yığılıyor ve ittifak kabileleri savaş tecrübeleri arttıkça daha da güçleniyordu.

 

Dürüst olmak gerekirse Weed ittifak kabilelerinin gelişmesini planlamıştı ama çok da önemi yoktu.

 

"Artık gelişmeleri için çok geç."

 

6,000i aşkın ittifak üyesi olunca onları bir anda şekle sokmak fazla zorlu bir işti!

 

Birliklerinin gücünü maksimize edemezse o da daha tehlikeli bir şahmerdan bulurdu.

 

"Normal kuşatma savaşından uzaklaşacağız. Dezavantajlı bir savaşa girmenin anlamı yok. Düşmanların sayısı artsa… ve cehennem gibi bir çarpışma olsa bile lehimize bir ortamda çarpışacağız."

 

Weed savaş alanı kurallarını değiştirmişti ve kaosla her şeyin altını üstüne getirmeyi planlıyordu.

 

Ayı ve leopar derisi giymiş dövmeli, yaralı ve kaslı vahşiler hayatta kalabilmek adına çarpışıyordu.

 

*Tınn.*

 

Weed arpını çıkartarak hafifçe tıngırdatmaya başladı. Ve arpın net sesi savaş alanı boyunca yankılandı.

 

Ah. Karanlıkta bir şeyler parıldıyor.

Oh. Oh. Oh. Oh!

 

Bu bronz bir ganimet.

Parlayana dek temizleyelim paslıysa~

Böylece satabilirsin dükkanda.

 

Aç gözlerindeki ışığı ve araştır~

Gözden kaçıramazsın tek bir tanesini bile.

Hadi toplayalım ganimetleri ve kazanalım paraları~

 

Yüz yıllık arpa ekmeği alacak kadar birikim yapmalı

Ah. Ah. Ah.

 

Öğe!

Eşsiz bir öğe.

Ne heyecanlı. Hadi dans edelim. Bugün cidden gözünden vurduk turnayı.

 

Weed'in doğaçlama arp performansı zirveye ulaşırken ittifak kabileleri ve vahşiler arasındaki mücadele de sürüyordu.

 

Lekiye, Vejague ve Salmere kabileleri vahşileri tamamıyla ezip geçiyordu. Bingryong ve Anka Kuşları orada olmasa da İnanç Kardeşleri heykelinin sağladığı güç artışının bir hayli yardımı dokunuyordu.

 

*Güümm!*

 

İttifak kabileleri heyecanla vahşileri avlarken Embinyu Kilisesi kalesinde bir değişiklik gerçekleşti. Kapı kuvvetli gümbürtülerle yavaşça açılmaya başladı. Ve kapının boşluğundan savaşa hazırlanan Karanlık Şövalyeler ile Askerler göründü. Zırhları ilahi gücün sağladığı koruma ve kutsamalarla ışıldıyordu.

 

Kimsenin bulmadığı bir yerde avlanacağız~

Issız Avcının yolunda.

 

Zengin ganimet hasadında zorunlu bu ıssızlık~

Ummuyorum beni anlayan birini.

Benim umduğum şey yalnızca para~

 

Arpını çalan Weed'in eli giderek daha hızlı, daha gösterişli bir hal alıyordu.

 

Sebep yalnızca Karanlık Şövalye ve Askerlerin hücuma geçmek üzere oluşu değildi.

 

*Guuuurrr!*

 

Milyonlarca Won değerinde lüks bir saatten daha isabetli bir saat olan midesi, Weed’e vaktin geldiğini söylüyordu.

 

"Buraya ulaşma vakti geldi sonunda."

 

Diyen Weed, arpını çalarak savaş alanını gözlüyordu.

 

Adeta tarihi savaş romanları ya da filmlerdeki askerler gibi orduya muhteşem bir şekilde komuta ediyordu! Ya bir yelpaze ya da enstrüman kullanarak romantikleştirilmiş bir komutan görünümünü doğrudan kopyalıyordu. Eylemleri, film ve romanların çıplak gerçekliğinin bir insanı nasıl mahvettiğini yansıtıyordu.

 

*Güm güm!*

 

Kapıların tamamen açıldığı esnada Weed’in dudaklarından tüm kudretiyle bir Aslan Kükreyişi yükseldi.

 

Az önce şarkı söylerken sergilediği kötü melodi ve şarkının aksine bu seferki hiddetli bir kükreyişti!

 

"MÜTTEFİK KABİLELER, VARINIZ YOĞUNUZLA KAÇIN!"

 

Bu sinyalle birlikte ittifak kabileleri alandaki vahşilerin cesetlerini bırakarak gelgit misali geri çekildi.

 

Karanlık Şövalyeler ve Askerlerin kapının açılışıyla öne atılmak üzere olduğu andı—!

 

İşte o anda savaş alanına muazzam bir Mana çöktü.

 

Kara büyünün bastırdığı karanlık Manayla birlikte bir fırtına ve girdap çıktı.

 

GRAAAAAUUR!

 

Korkunç hayalet çığlıkları ve iniltileri yükseldi.

 

Etraf karararak kara bulutlarla örtüldü.

 

GÜM— ÇA-ÇA-ÇA-ÇA-ÇAT!

 

Şiddetli yıldırımlarla birlikte gök gürüldedi.

 

Embinyu Kilisesi kalesinin önünde, ittifak kabileleri ve vahşilerin savaştığı alanda yer yarıldı. Ve Weed, iki kolunu iki yana genişçe açtı.

 

"Nihayet geliyor!"

 

Kurtarıcı Gücüyle çağırdığı ilk canavarı içtenlikle karşıladı.

 

"Çabuk gel!"

 

Ve yerdeki çatlaktan, cüppe giyinmiş bir iskelet yavaşça yükselmeye başladı.

 

Ölümsüz Lejyonunun lideri. Yasaklı bölgelerin derinliklerine sızan ve Ruh Çağıranların en kötüsü olan Balkan Demoph belirmişti.

 

* * *

 

Balkan ne af ne merhamet bilirdi. Embinyu Kilisesi hakimiyet ve yayılma için hiçbir yöntem veya araçtan kaçınmazken Balkan bambaşka bir varlıktı.

 

Karanlığın gücüne tabiydi ve hiçbir canlıya tahammülü yoktu. Yaşayanlara karşı şiddetli bir nefret besliyordu!

 

Yalnızca varlığı bile dondurucu bir soğuk yaymaya yetiyordu. Birinci sınıf bir canavardı, ortaya çıkışı bile atmosferi boğucu hale getirmişti. Fırtına misali bunaltıcı bir hava gelip yerleşiyordu.

 

Weed Balkan’ın belirişini dikkatlice gözlemliyordu. Çürük kemiklerle dolu ihtiyar bir liç. Görünüş olarak çırağı Liç Shire’dan pek farklı değildi. Birazcık uzundu ve çene kemiği daha kalıncaydı fakat Shire’la bizzat yüzleşmiş olan Weed, aradaki ufak farklılıkları seçebiliyordu.

 

"Gerçekten zengin bir liç olduğu söylenebilir."

 

Liç Balkan, birinci sınıf kılık kıyafetler içerisindeydi. Bedeninden kasvetli, karanlık bir aura sızıyordu. İnanılmaz kaliteli materyallerden yapılı ama yüz yılı aşkın süredir kullanıldığı için çaputa dönen cüppesi ufak bir müdahaleyle yeni gibi görünürdü.

 

"Aslında tüm lüks mallar böyle."

 

Başının üzerinde mücevherlerle süslenmiş bir taç bulunuyordu. Taca gömülü ördek yumurtası büyüklüğündeki taşlar ışıl ışıldı. Elinde tuttuğu asanın ucundaysa bir kartalın kafatası vardı. Taç ve kafatasının birleşimi Balkan’a mükemmel uyum sağlıyordu.

 

Weed tek bakışta bile üzerindekilerin eşsiz öğeler olduğunu anlayabilmişti. Liç Shire da inanılmaz öğeler kuşanmıştı fakat ustası ondan üstündü.

 

"Büyücü ailelerinde epey para oluyor sonuçta. Ama..."

 

Weed’in dikkatini bilhassa çeken bir silah vardı. O da Balkan’ın göğsüne saplı kılıçtı! Karanlık auranın kaplayamadığı tek nokta orasıydı.

 

Weed, "Kılıç Versailles Kıtası savaşında saplanmış olmalı." tahmininde bulundu. Kabzasındaki dizayna dayanarak yaptığı tahmin, bir Lu Kilisesi kutsal emaneti olduğu yönündeydi.

 

Kutsal kılıç, Balkan’ın muazzam kara büyüsünü kısıtlıyormuş gibi görünüyordu. Balkan tamamlanmamış bir diriliş halindeydi!

 

"Defolu mal mı getirmişim?"

 

Weed birazcık endişe ederken Balkan’ın karizmasının altında ezilen ittifak kabileleri kuyruklarını döndürmüş kaçışıyordu.

 

Taşlı dağın arkasında gizlenmiş olan Weed savaş alanını dikkatle inceliyordu. İttifak kabileleri o noktada tamamıyla geri çekilmişti.

 

Balkan'ın bakışlarıysa yakınlardaki vahşilerin üzerindeydi. "Solucanlar. Sizin gibilerin nefesinin ve kanının akmasına inanamıyorum."

 

Balkan karşısındakilerin kim olduğunu sormadı. Fazlasıyla eşsiz, küstah tavrıyla bir elini etrafındaki vahşilere doğru uzattı.

 

"Gök Gürültülü Fırtına!"

 

ÇA-ÇA-ÇA-ÇA-ÇAT!

 

Kara bulutlar akın etti, sayısız yıldırım vahşilere doğru alçaldı.

 

Karşılığında bir zamanlar canlı varlıklar olan vahşilerin bedenleri öylece patladı. Ve hiçbir büyü direnci gösteremeden katledildiler.

 

"Bir zamanlar yaşadığınız ve hareket ettiğiniz yere dönün. Burası karanlık. Kötü ve kokuşmuş bir arazi. Karanlığın asla yok olmayacak kanunu var olsun ki hepsi geri dönebilsin. ÖLÜLER YÜKSELSİN!"

 

Balkan'ın tüyler ürpertici Ruh Çağırma büyüsü başlamıştı.

 

Kıyamet Şövalyeleri ve Ölü Şövalyeler vahşilerin cesetlerinden takırtılarla yükselmeye başladı. Liç Balkan, 300 seviyenin üzerinde 100ü aşkın Kıyamet Şövalyesi çağırmıştı!  

 

"Bu topraklarda benim karanlık kanunum hüküm sürecek. Ebedi, ölümsüz bir güç tarafından yönetilecek. Karanlık Hüküm!"

 

Balkan’ın tutmakta olduğu kafataslı asa yere saplandı. Ve o civarda toprak koyu kırmızıya döndü. Ardından kalan cesetler de yavaşça yükseldi.

 

Her gök gürültüsü ve yıldırım şok edici bir manzara teşkil ediyordu.

 

Bir zombi ve hortlak lejyonu söz konusuydu. Sayısız Dullahan ve İskelet Asker!

 

"Ölüler yükseliyor. Kaçın!"

 

Kalan az sayıda vahşi dağılıp kaçmaya çalışsa da Balkan buna izin vermedi. Kemik parmağıyla vahşileri işaret etti.

 

Ve Ölümsüz ordusu barbarları katletmeye başladı. Ölü vahşiler de otomatik olarak İskelet veya Dullahan olarak yeniden yükseldi.

 

Karanlık Hüküm büyüsünün korkunç gücü buydu.

 

Bizzat Balkan tarafından yazılmış Ruh Çağıran Büyü Kitabına sahip olan Weed, büyüyü tanımıştı. "Balkan’ın üç büyüsünden biri."

 

Yalnızca en üst kademe bir Ruh Çağıran tarafından kullanılabilen, büyü gücüyle tüm cehenneme hükmedebilen ve sayısız Ölümsüz yükseltebilen özel bir büyüydü.

 

Vahşiler, Kıyamet Şövalyeleri, Ölü Şövalyeler ve Hortlaklar tarafından tamamen avlanıyordu. 10 bin Ölümsüzü yükseltmek 10 dakika bile almamıştı.

 

Weed’i Balkan’ın göğsüne saplanan kılıçtan kaynaklı endişeleri yüzünden utandıracak güçte bir Ölümsüz Lejyonu doğmuştu.

 

"Balkan'ın aurası. Ölüm Aurası muhtemelen."

 

Sahiden de yalnızca en üst kademe bir Ruh Çağıranın yapabileceği bir büyüydü. Ölümsüz Lejyonunu güçlendiren, Kuvveti, Zekayı, Defansı, Direnci ve Büyü Gücünü arttıran bir büyüydü. Karanlık aurayla sarmalanmış Ölümsüzler bir İskelet Şövalye veya Okçudan çok daha güçlü hale geliyordu. Muhtemelen yüksek rütbeli, canavarlarla kaplı Ölümsüz Lejyonunun dengi değillerdi fakat muazzam bir güç oldukları kesindi.

 

Karanlık auranın gerçekten tüyler ürperten farklı noktaları da vardı.

 

Komuta edilen Ölümsüzü güçlendirme etkisi olsa da savaşırken elde edilen Sağlık da Liç tarafından çekiliyordu. Üstelik Liç’in sınırsız Mana ve Sağlığının kaynağı olarak hareket ediyor ve ilahi büyü saldırılarını güçsüzleştiriyordu.

 

Vahşileri katletmeyi tamamlayan Balkan’ın bakışları Embinyu Kilisesi kalesine çevrilmişti. Cüppeli iskelet büyücü Liç’in bakışları karizma saçıyordu!

 

Weed ise içten içe büyük endişeler taşıyordu. 'Korkup kaçmaz, değil mi?'

 

Ölümsüz Lejyonunun lideri olsa da Weed’in onun gerçek değerini teyit etmesi gerekiyordu. Balkan bir sebep görmeyerek savaşmayı reddederse yapılabilecek hiçbir şey olmazdı.

 

'İsmen hala bir Ölümsüz Lejyonu, yani… bir selam verip kaçmayacaktır. Yo, kaçmayacaktır. Evet.'

 

Bu sırada Balkan Demoph, Weed’in beklentilerini seve seve karşıladı. Bu defa da kemik parmağını kaleye çevirdi.

 

"Kua."

 

"KUUUEEEEEEL!"

 

Ve Ölümsüzler kaleye doğru hücuma geçti.

 

İskeletlerin, Dullahanların, Ölü Şövalyelerin, Hayaletlerin ve Kıyamet Şövalyelerinin korkusuz hücumu! Karman çorman ola ola ve eze çiğneye, gürültüyle ilerliyorlardı.

 

Balkan, Ölümsüzlerin gözünde bir baba figürüydü. Dolayısıyla o emir verir vermez tüm Ölümsüzler kaleye doğru hareketlenmişti.

 

Kıyamet Şövalyeleri bağırıyordu. "Yüce hükümdar Balkan-nim emrini verdi! O kalede taş üstüne taş bırakmayın!"

 

Böylece Balkan'ın ulu ordusu Embinyu Kilisesine karşı savaş ilan etti.

 

GÜÜÜÜM!

 

İskelet Sihirbazlar birleştirdikleri kollarını salladılar. Yeşil, mavi ve beyaz ışık huzmeleri kalenin duvarlarına ulaştı!

 

İskelet Sihirbazların gücü Weed’in yaptığı mancınıkların yarısı kadar bile yoktu. Fakat binlerce İskelet Sihirbazın büyüsü duvarı sarsmak için fazlasıyla kafiydi. Kırık kaya parçaları yağmaya başlamıştı.

 

Derken nihayet Embinyu Kilisesi kalesinden bir karşılık geldi. Embinyu Kilisesi fazlasıyla küstahtı ve dünyadaki tüm ırklar ile canavarlara hükmetme gayretindeydi. Rahipler ve Karanlık Şövalyelerin kendilerine meydan okuyan hiç kimseye toleransı yoktu.  

 

"Ölümsüz cinsleri Embinyu topraklarını kirletmeye cesaret ediyor, ateeeş!"

 

Karanlık Şövalyenin komutuyla Kilise Askerleri oklarını yerleştirdi. Ve oklar duvarlardan ateşlenerek göğü yoğun şekilde kapladı.

 

Karanlık aurayla çevrelenmiş Ölümsüz Lejyonuna saldırıyorlardı!

 

Hücumdaki Ölümsüzler okları yiyerek yere devriliyordu. Fakat canlı askerler olmadıkları için normal bir ok saldırısından pek hasar almıyorlardı.

 

"KUO!"

 

İskelet Askerlerse Ölü Şövalyelere saplanan okları çıkartıyordu.

 

Son derece duygusal bir manzaraydı.

 

İskeletler sararmış dişleriyle metal ok başlarını ısırıyordu.

 

ÇAAATIRRTT!

 

Dişlerinin kırılmış olmasının doğurduğu şok bile iskeletleri duraksatmıyordu. Gümüş kaplama oklar olsalar da tam isabet yapmadıkları iskeletleri öldüremezlerdi.

 

"Kaleyi ele geçirin."

 

"Kaleyi ele geçirirsek kullarımızın sayısını arttırabiliriz."

 

" Balkan-nim'in emrine uyun!"

 

Zırhları ve kalkanları oklarla dolan Ölü Şövalyeler ilerlemeyi sürdürüyordu. Kıyamet Şövalyeleri de kılıçlarını savurarak okları havada kesiyordu.

 

"Ateş etmeyi kesmeyin!"

 

Kale duvarlarında beliren sayısız noktacık, birer ok şeklinde uçuyordu.

 

"Kutsal Cümbüş!"

 

"İlahi Darbe!"

 

Büyücü ve Rahiplerin ofansif büyüleri şekilleniyordu. İlahi güçlü saldırılardı.

 

İlahi büyü, Ölümsüzlerin doğal düşmanıydı.

 

Her darbede çok sayıda Ölümsüz ya imha ediliyor ya da gücünü yitirip yere yığılıyordu. Fakat hasar almalarına rağmen istikrarlı bir şekilde ilerleyen Ölümsüzlerin duvarın yakınlarına ulaşması çok sürmedi.

 

Rahipler çaresizleşiyordu. "Bırakın şarkı söyleyelim. Bir ilahi söyleyelim!"

 

— Bize özgürlüğün tadını çıkarma şansı tanıyan ve güç bahşeden Embinyu Tanrısıdır.

 

Rahiplerin söylediği ilahi! Karanlık Şövalyeler, Askerler ve Rahiplere Kuvvet katan bir şarkıydı.

 

Gövdeleri birbirine dolaşan iskeletler duvarın üzerinde ilerliyordu.

 

"Gı-gı-gıcırt."

 

"Yukarı çıkın. Yukarı çıkın."

 

Hortlaklar bedenleriyle duvarı dövüyordu.

 

Vahşilerin imhası sonrası 10 bin kişiyi aşkın bir Ölümsüz Lejyonu oluşmuştu. Ve duvarın dibinde yoğun bir şekilde birikip bir kuşatma savaşı başlatıyorlardı.

 

Duvardaki Okçular doğrudan aşağıya oklarını gönderiyor, ilahi güç saçılıyordu.

 

* * *

 

Weed içten bir kahkaha patlattı. "Balkan’dan da daha azı beklenmezdi."

 

Tek bir Ruh Çağıran böylesine tüyler ürpertici bir güç sergileyebiliyordu.

 

"Ölümsüz Lejyonuna liderlik etme hakkı olduğunu söylediğine göre bu seviyede olmalı."

 

Taşlı dağın ardında gizli şekilde savaşı izlemekle yetinmekten daha heyecan verici bir şey olamazdı.

 

Mööööööööööö!

 

Sarı Oğlan kafasını kaldırıp dilini çıkarmış şekilde mutluluktan böğürüyordu. O saf ve basit Kore ineği Weed’in fenalığından yavaş yavaş nasibini alıyordu.

 

"Duvarlar. Duvarları aşın."

 

"Yukarı çıkıp çarpışın. Bu Balkan-nim'in komutu."

 

Duvara tırmanırken yere çakılan iskeletler çok geçmeden kırık kemiklerine rağmen yeniden işe koyuluyordu. Hortlaklar da yüzlerce ok tarafından delinip geçilmelerine ve düşmelerine rağmen tekrar ayaklanıyordu.

 

"Kuuaaaah." Bedenlerine saplanan okları çekip çıkartıyor, uçlarına basıyor ve duvarı dövüyorlardı.

 

Embinyu Kilisesi Rahipleriyse ilahi güçlerini kullanma konusunda yoğun çaba sarf ediyordu. "Oh Embinyu Tanrısı, bu merhamet bilmezleri cezalandır."

 

Duvarın dibinde ilahi güç alevleri hayat buluyordu. Mavi alevler tarafından arındırılıyorlardı! Dullahan, İskelet ve Hortlakları kasıp kavuran alevler Ölümsüz topluluğunu eritiyordu. Bu defa tamamıyla, yeniden dirilmeleri mümkün olmayacak şekilde yok oluyorlardı.

 

Freya Kilisesi Rahiplerinin ilahi gücü de harikaydı fakat Embinyu Kilisesi Rahiplerinin ofansif gücü üst sınıf Büyücüler olarak görülebilmeleri için yeterliydi.

 

Okçular oklarını atıyor, Karanlık Şövalyeler kılıçlarını savuruyordu. Ölümsüzler sürü halde duvara tutunmuştu fakat duvarın tepesinde olmalarının sağladığı avantaj ve Rahiplerin yardımı sayesinde Embinyu Kilisesi kolay kolay püskürtülemezdi.

 

Embinyu Kilisesinin emri altındaki Şeytani Ruhlar da emir alarak sağlam bir mücadele veriyordu. Ancak Ölümsüzlerin sayısını birazcık azaltmaktan öteye gidemiyorlardı.

 

Ölümsüzler, Karanlık Şövalyeler veya Askerler tarafından püskürtülseler ve duvarın dibine itilip ezilseler bile hızlıca tekrar ayaklanıyordu. Kutsal büyü tarafından imha edilmedikçe ölmüyorlardı. Savaşta ölen ve arındırılmamış olan Embinyu Kilisesi Asker ve Rahipleri Karanlık Hükümle Ölümsüze dönüşüyordu. Müttefikler yaralarıyla savaşırken bir anda birer Ölümsüz oluyordu!

 

Balkan da boş durmuyor, savaşa aktif olarak katılıyordu.

 

"Zehirli Kelepçeler!"

 

Bu komutla duvara tırmanan Ölümsüzlerin bedenlerinden koyu mavi bir kötülük yayıldı. Şeytani bir Ruh Çağıran büyüsü, etrafını kirletip çürüttü!

 

Ve Ölümsüzleri engellemeleri adına duvara yerleştirilen Embinyu Askerleri yere yığıldı.

 

"Kitle Laneti. Kitle Güçsüzlüğü."

 

Bu sefer sıra, alan etkili lanetlerdeydi!

 

Lanetler kutsal büyü gerçekleştiren Rahiplerin başına aksilikler getiriyor ve Karanlık Şövalyelerle Okçuları güçsüzleştiriyordu.

 

Balkan tepeden tırnağa bir Ruh Çağırandı. Kendi ofansif büyüsünü kullanmaktansa Ölümsüzlere hükmediyordu ve alan etkili lanetlere odaklı bir uzmanlığı vardı.

 

Bu da Weed’i duygusallaştırıyordu. "Aynen öyle, bu dünyayı özel uzmanlıklara sahip olanlar yönlendiriyor."

 

*Go-stoptan çok daha eğlenceli bir savaş izliyordu! Taşlı dağın ardına gizlenmiş şekilde hisli hisli Balkan ve Embinyu Kilisesi mücadelesini seyrediyordu. (Bir Kore kart oyunuymuş ve ortam çok kızışıp heyecanlı olabiliyormuş.)

 

Ölümsüzlerin inatla duvara tırmanışı tüylerini ürpertiyordu, Embinyu Kilisesinin kudretiyse şaşırtıcıydı. Daha önce Odin Hisarı kuşatmasında yer almış olsalar da bu defa yaşananlar o oyunculara gösterdiklerinden çok farklıydı.

 

Ölümsüz Askerlerinin çarpışmasında bir inat ve yoğunluk vardı.

 

"Onlar gibi kalabalık bir birliğim olabilseydi..." diye düşünen Weed, pişmanlık içerisinde dudaklarını ısırdı.

 

Embinyu Kalesini ele geçirmek için başka bir plana gerek dahi olmazdı. Sonuçta daha yüksek seviyelerde bir Ölümsüz lejyonuna liderlik edebilen bir Ruh Çağırana tek kişilik dev kadro denilebilirdi!

 

Oyuncular arasındaki pek çok Büyücü bu hayalle Ruh Çağıran olmuştu. Ruh Çağıranların Versailles Kıtasının ana akımına dahil olması uzun sürecek olsa da bir Golem alarak avlanma sahalarını sarsan başlangıç seviyesi Ruh Çağıranları bulmak kolaydı.

 

Weed savaş alanını soğuk gözlerle gözlemliyordu. "Embinyu Kilisesi bu seviyeyle kolay kolay alt edilmez."

 

Balkanın yükselttiği Ölümsüzler gerçekten güçlüydü. Ve 10 bin Ölümsüzün bir anda yükseldiği de doğruydu. Balkan’a Ölümsüz Lejyonunun efendisi demenin hiçbir yanlış tarafı olmazdı. Yüksek büyü gücüyle Ölümsüz yaratma kabiliyeti inanılmaz heyecan vericiydi.

 

Fakat temelde, canlı Ölümsüzlerin Sağlığı üzerinde büyük bir etki söz konusuydu. Ölümsüzlerin düşük seviyeli vahşilerden yapılabilmesiyle ilgili bir sınır vardı. Temel olarak düşük kalitede cesetleri kullanıp etkileyici bir Ölümsüz Lejyonu yapabilmek resmen saçmalıktı ama pozisyonlarının verdiği dezavantaj da eklenince Embinyu Kilisesi kalesini ele geçirmek için yeterli değillerdi.

 

"Ama mücadele burada başlıyor."

 

Weed'in midesi yine çalkalanıyordu. Mide saati ona vaktin geldiğini söylüyordu.

 

Tokluk %30un altına düştü.

Maksimum Canlılık ve Sağlık azalacak.

Rahatlıkla yorulacak ve güçsüz hissedeceksiniz.

 

Weed önceden kuruttuğu domuz etinden birazcık kemirdi. "İki numaranın vakti geldi."

 

O saniyede Embinyu Kalesi üzerindeki hava büyük bir bozulma yaşadı. Ve Liç Balkan’ın çağrılışına benzer şekilde muazzam bir Mana akışı oldu.

 

Beslenmek için savaşı gözlemleyen kargalar hep birlikte gökte uzaklaşmaya başladı. Uğursuz kargaların bile tehdit olarak görmeden edemeyeceği bir şey vardı.

 

Kalenin üzerinde bir çağrılma kapısı açılmış ve içerisinden inanılmaz irilikte bir canavar çıkmıştı.

 

Gelen 9 Başlı Hidra Kralıydı.

 

* * *

 

Pale takım arkadaşlarıyla birlikte 'Yurokina Kara Ten' isimli bir tavernaya girdi. Bar Karanlık Elfler tarafından işletiliyordu.

 

Gelen Orklara ekstra %100den fazla fiyat çekiliyordu ama insanlar yalnızca ekstra %30 ödeme yapıyordu. Yurokina Dağlarına seyahat eden Maceraperestler, Paralı Askerler ve Dövüşçülerin dinlenip yemek yediği popüler bir tavernaydı.

 

"Çoktan başlamış herhalde." dedi Surka gerginlikle.

 

"Evet, daha hızlı gelmeliydik."

 

Romuna tüm grubun oturması için boş koltuklar buldu. Tavernaya hem bir şeyler yemek hem de yayını izlemek için gelmişlerdi. Tavernaya inşa edilen büyülü cam aracılığıyla televizyon izlenebiliyordu.

 

Televizyon izlemeye gelen Maceraperestler, Karanlık Elfler ve Orklar yüzünden Yurokina Kara Ten tavernasında pek fazla boş masa yoktu.

 

S sınıfı zorlukta bir zincir görev. Embinyu Kilisesi Savaşı!

 

Haberler Versailles Kıtası boyunca yayılmıştı. İşin doğrusu geniş şehirlerin, Krallık başkentlerinin, kalelerin ve kalabalık köylerin barlarının önünde akın eden müşterilerden uzun sıralar oluşmuştu. Mekanların içi dolunca da dışarıya geçici masalar atılmıştı. İnsanlar Versailles Kıtası tavernalarında toplandıkça kalelerin önlerindeki başlangıç seviyesi avlanma sahaları ve köyler epey sakinleşmişti.

 

"Hehehehe." Pale yayın camını izlerken gülmeden edemiyordu. Ünlü Maylon’un yorumcu olduğu her seferde gözleri yayına kilitleniyordu. O ne zaman bluzu ve entelektüel görünümüyle ferahlatıcı bir şekilde gülümsese Pale’in ağzı kulaklarına varıyordu.

 

Irene iç çekti. "Önce sipariş vermemiz lazım... ama bu kalabalıkta doğru düzgün sipariş bile verebilecek miyiz ki?"

 

Derken Zephyr hafifçe elini kaldırdı. "Narin gülümsemeli ve gözleri siyah incilerden de kuvvetle ışıldayan Karanlık Elf hanımefendi!"

 

Karanlık Elf garson anında dikkatini Zephyr'in masasına verdi.

 

"Tüm masaya birer bira ve Surka için de portakal suyu alalım, lütfen. Atıştırmalık olarak da Kara Orman Kebabı iyi olacaktır. Mutlaka hızlıca getirirsiniz, değil mi?"

 

*Göz kırpış*

 

Zephyr içki sipariş ederken bile içgüdüsel olarak gözleriyle gülüyordu! Durum ne olursa olsun kadınlarla yakınlık kurabilme gibi bir yeteneğe sahipti. Yakışıklı görünüşü, özgüvenli hareketleri ve en ufak detaylara bile gösterdiği özen sayesinde rahatlıkla kalpleri kazanıyordu. Elbette bunun birkaç ciddi yan etkisi de oluyordu.

 

Hwaryeong sırıtarak kafasını salladı.

 

"Zephyr-nim."

 

"Efendim?"

 

"Henüz yeterince dayak yememişsin sen."

 

"Öhöm!"

 

Zephyr Geomchiler için bir kum torbası olmuştu! Kızlara ilgi gösterdiği her seferde Geomchiler kendisini izliyor mu diye tir tir titriyordu.

 

Sipariş vermeyi tamamlayan grup yeniden büyülü cama odaklanmıştı.

 

Yaptıkları görevde takım arkadaşları olan Da'in de onlarla birlikteydi.

 

* * *

 

KMC Medyanın geleceği bilhassa bu yayına bağlıydı.

 

Düzenli yayınlarını iptal etmişlerdi ve Weed programını canlı olarak yayınlıyorlardı. Başarısız olurlarsa yayıncı olarak imajlarının zedeleneceği ve güvenilirliklerinin inanılmaz düşeceği kesindi, dolayısıyla bu işe tüm işgüçlerini yatırmışlardı.

 

Özel efekt takımı, ses takımı, altyazı takımı ve kamera direktörlerinin tamamı yayını destekleme konusunda yerlerini almıştı. Metin oluşturma takımı da işe koyulmuştu fakat zaman kısıtlaması nedeniyle bir metin yoktu.

 

Önceden belirlenmiş bir metin olmadığı için de kalifiye yorumcular olan Shin Hye-Min ve Oh Joo-Wan ayarlanmış ve özel konuk olarak da Lee Jin-Gun davet edilmişti.

 

Lee Jin-Gun Kraliyet Yolu listesinin ilk 400ünde yer alan ünlü bir oyuncuydu. Bir Maceraperest olarak pek çok görev tamamlamıştı. Yayın için aceleyle ayarlanan davetli bir misafirdi.

 

An itibarıyla Ecel Eller müsabakası, Işığın Kanatlarının yapılışı ve Cüce Kendellev’in su heykelinin onarılışı yayınlanıyordu.

 

İzleyiciler de Heykellere sıcak bakıyordu.

 

— ? Güzelmiş.

 

— Oymacıların keşfi falan mı bu? Böyle programları daha sık yapın lütfen.

 

— Bunun göz ardı edilen mesleklere ilgi duyulmasını sağlayacak bir fırsat olmasını dilerim.

 

Kraliyet Yolunda oyuncuların büyük bir çoğunluğunun seçtiği ana meslekler haricinde de pek çok meslek vardı. Uzmanlıklar ırka ve gizli mesleklere dayanarak ayrılırdı! Bu tarz uzmanlıkları seçmiş olan izleyicilerin tepkileri iyiydi.

 

— Esas içerik ne zaman yayınlanacak?

 

—Embinyu Kilisesi görünecek mi görünmeyecek mi? Bu şekilde devam edip geri kalanını yarın yayınlamayacaksınız, değil mi?

 

— Bir an önce zincir görevin içeriğini görmek istiyorum.

 

— Sanırım Ecel Ellerle yapılan heykel müsabakası zincir görevin bir parçası.

 

— Öyle olmalı. Ama bir Oymacı nasıl görev yapabilir ki? Oymacıların savaş gücü berbat.

 

— Ecel Ellerin yaptığı heykel Diriliş Kilisesinin sembolüne çok benziyor. Bu konuda bir şey bilen var mı?

 

İzleyici forumu tartışmalar ve spekülasyonlarla dolup taşıyordu. S sınıfı zorluktaki ilk görev olduğu için fazlasıyla dikkat çekmesi normaldi.

 

— Peki ya kim bu Oymacı Weed?

 

—Yakın zamanda yayınlanan 'Weed' programının ana karakteri. Vampir Krallığına da gitmişti.

 

— Ah, düşük reytingli şu program... ama pek fazla Oymacı gördüğümü sanmıyorum.

 

— O Morata Lordu.

 

— Piramidi ve Işık Kulesini yapan Ulu Oymacı.

 

Oymacı Weed’i sorup soruşturan hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Pek çok kişi hala Oymacı Weed’i tanımıyordu. Işık Kulesi ve Morata’yı biliyorlardı ama heykelleri yapan kişinin ismini işitmiş olmalarına rağmen önem vermeden hızla unutmuşlardı. Yaratıcının hüzünlü kaderi işte!

 

Shin Hye Min’in yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

Oyun yayınlarını izleyen herkes Savaş Tanrısı Weed’i— Büyü Kıtasının mutlak varlığı olduktan sonra Kraliyet Yolunda da güçlü varlığını yücelten karizmatik bireyi az çok tanırdı. Başlı başına tanınmışlığı ve şöhretiyle Hermes Loncasına liderlik eden Bardray’ın seviyesine ulaşmıştı.

 

'İnsanlar onun Savaş Tanrısı Weed olduğunu öğrenince nasıl bir tepki alacak acaba?'

 

En ufak bir endişesi yoktu. İzleyicilerin vereceği tepkilerin yayın kanalının ana sayfasını doldurup taşıracak derecede yoğun olacağı kesindi!

 

Bir yorumcu olarak bu sırrı hala kendine saklıyor olmak Shin Hye-Min’in üzülmesi için yeterliydi. Kanalda bile Weed’in gerçek kimliğini bilenler yalnızca direktörler ve olayla ilişkili personelden ibaretti. Diğer yorumcu Oh Joo-Wan ve özel konukları Lee Jin-Gun da bu gerçekten haberdar değildi.

 

Kurueso yayınının ardından Shin Hye-Min, "Bu seferki görev bize Oymacılar hakkında pek çok yeni gerçeği açıklayacak, peki ya siz ne düşünüyorsunuz Bay Oh Joo-Wan?" dedi.

 

"Şaşırtıcı. Weed Kuzey Morata Bölgesi Lordu ve harikulade heykellerin yaratıcısı. Aslında onun Oymacıları temsil eden figür olduğunu söyleyemez miyiz? Böyle birini bir savaş görevi üzerinde izleme düşüncesi beni geriyor."

 

"İzleyiciler de aynı düşüncededir, haksız mıyım? Ama Oymacı Weed, tuhaf, korkutucu bir güç olan Embinyu Kilisesine karşı bir savaş kazanabilecek mi?"

 

Oh Joo-Wan hızlıca yanıtladı: "Merak ediyorum doğrusu. Bunu nasıl yapacağını hayal etmekte bile zorlanıyorum. An itibarıyla çok zor göründüğü doğru ama nasıl bir yöntem ve yol kullanacağı konusunda meraklanıyorum."

 

"Kısaca umudumuzu kaybedemeyiz, değil mi?"

 

"Görevi kabul ettiyse elinden gelenin en iyisini yapmaya niyetli demektir. Görev sırasında bir çeşit güç veya otorite kazanmış olabilir ve sonuçta başarısız olsa bile bu mücadelenin kendisi büyük bir anlam taşıyacak."

 

Shin Hye Min bu defa ilgisini sol yanında oturmakta olan Lee Jin Gun’a çevirdi. "Bay Lee Jin-Gun, siz bu görev hakkında ne düşünüyorsunuz?"

 

Lee Jin-Gun karara varmış şekilde gülümsedi. "Tabii ki başarısız olacak."

 

"Ne?"

 

"Eğer düşündüğüm Embinyu Kilisesiyse başarısız olacağı kesin. Bu işin altından kalkması kesinlikle mümkün değil."

 

"..."

 

"Mücadelesi anlamlı olabilir ama yine de yalnızca şansı yaver giderek zor bir görev almış. Embinyu Kilisesi mi? Tanımlanamayan muazzam bir güç."

 

Lee Jin-Gun homurdana homurdana Weed’i yerin dibine gömüyordu. "Hmph! Üstelik görevi alan kişi bir Oymacı. Yetenekleri Oymacılık alanında tanınmış olabilir ama macera tecrübesi kıt ve kabiliyet eksikliği de ortada. Başarısızlık kesin yani."

 

Bunlar bir Maceraperest ve Versailles Kıtasının yüksek rütbeli, tanınan bir oyuncusu olmanın doğurduğu kibrin sonucuydu. Ayrıca Lee Jin-Gun eski kafalı biriydi, kendisi dışında birinin bir görevde başarılı olacağını hayal dahi edemiyordu.

 

"Oh amanın. Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?" diyen Shin Hye Min şen şakrak bir kahkaha attı.

 

Normal şartlarda bir ara verileceğini duyurur ve yayındaki hakaretlerinden ötürü Lee Jin-Gun’u sertçe azarlardı. Girişte bir miktar eleştiri yapılması izleyicileri hayal kırıklığına uğratmaz ve görev başarılı olursa çarpıcı bir etki doğurabilirdi. Fakat Lee Jin-Gun yayının tadını tuzunu kaçırmıştı. İzleyiciler onun sözlerini işitip de görevin tamamen başarısız olacağında karar kılarsa yayını izlemek için bir sebepleri kalmayabilirdi!

 

Lee Jin-Gun’a bir konuk olması gereği Weed’in Kurtarıcı Gücünü kullandığı söylenmemiş olsa da durum iyi değildi. Böyle önemli bir yayının başarısız olması büyük bir felaketten başka bir şey olmazdı.

 

Fakat Shin Hye Min kahkahasını tutuyordu. O yorumcu pek yakında ağzının payını alacaktı!

 

Shin Hye-Min onun son yayındaki Okçular ve Korucuları ne kadar küçümsediğini de unutmamıştı.

 

— Okçular mı? Korkaklar için iyi iş, bu sayede canavarları yaklaşmadan öldürebilirler. Ama bilinmez tehlikelerle dolu mekanlara atılan Maceraperestler için farklı bir standart söz konusu.

 

Shin Hye-Min Okçular ve Korucuların intikamını almaya kararlıydı!

 

Gizli hedeflerle dolu bir yayındı ama Weed’in savaş görevinin nerelere varacağı konusunda da fazlasıyla meraklıydı. Weed'in gerçek zamanlı videosu alınıyor ve üretim departmanının yetenekleriyle en iyi şekilde düzenleniyordu. Yayını takip edip yorumladığı ve canlı akışı izleyemediği için Shin Hye-Min de bir an önce olacakları görmek istiyordu.

 

#Çağırdığı üç canavardan biriyle bağlantısı olduğunu okuyunca böyle bir şey beklemiştim zaten. Ama diğer ikili hakkında hiçbir fikrim yoktu, en azından birinin 9 başlı bir Hidra olduğunu öğrendik. Üçüncüyü de bir sonraki bölümde görürüz muhtemelen. Bu gidişle bu işin altından kalkar bizimki, şu kibirli konuk yorumcunun da ağzının payı verilir.
Bu arada Weed’in arkadaş grubunun sürekli beraber olması ve görev bahanesiyle Da’in’in de onlara katılmış olması çok iyi. Weed’in görevini bitirip o kızla karşılaşacağı zamanı merakla bekliyorum, umarım yıllarca beklemeyiz. Her neyse, hadi bir sonraki bölümde yeni heyecanlarla görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr