162. Bölüm: Üç Uçlu İşkence

avatar
1282 10

İnatçı Yükselen - 162. Bölüm: Üç Uçlu İşkence


Hapishane, diğer adıyla zindanlar özellikle karanlık yapılır. Kişi karanlıkta, bir başına kaldığında, zamanın geçişini unuturdu. Bir hafta, bir gün, zaman kavramı tamamen giderdi. Her gün aynı karanlığı görmek bir süreden sonra mahkumun akıl sağlını etkilerdi.


Ayrıca her an, bedenine etki eden bir acı varsa akıl sağlığı daha da kötüleşir, düşünceleri bulanırdı. Normal bir zindan böyle olmalıydı. Kişiyi yalnızlık, karanlık, kasvet, bitmeyen zihinsel kargaşa, her an gelebilecek olan işkence ustalarına karşı tedirginlik gibi duygularla baş başa bırakırdı.


Ancak Erthyo'nun zindanı böyle değildi.


Bir ve İkinin türü geçmişin hayaleti olarak adlandırılırdı. Geçmişte yaşamış herhangi bir ruhu yiyerek gelişiyordu, özellikle ne kadar yaşlı ise o kadar yüksek bir etkiye sahip oluyordu.


Bir ve İki, kendi ırklarında üst düzey kişilerden sayılabilirdi. Bunun sebebi ise yedikleri ruhlardı. Ateşin söylediğine göre bu ikili, geçmişte büyük ve güçlü bir İmparatorluğun tüm ruhlarını yemişlerdi. İmparatorun ruhu da dahi.


Bu yüzden, ordu yönetimi, ceza ve ödül sistemi, tarım, satış sistemleri, yönetimler, kale yapıları, ev düzenleri... bir sürü şey hakkında bilgililerdi. Güçlü bir İmparatorun, İmparator ve önemli kişilerinin ruhlarını yedikleri için onların tarihsel birikimlerine de sahiplerdi. 


Sırf bu bilgileri sayesinde, eski üstleri bu ikiliyi geri dönmeye ikna edemediklerinde, zorla geri götürmeye bile çalışmışlardı. Fakat bunu yapabileceklerini tahmin eden ikili, Ay Zindanına kendilerini öyle sıkı bağlamışlardı ki, zorla götürüldüklerinde ölebilirlerdi. İkilinin ölmesini istemeyen üstleri de, zorlamamaya karar vermiş ve akışı zamana bırakmıştı.


Ancak bu iki hazine, şu an Erthyo'nun elindeydi. 


Erthyo tüm işlerini bu ikiliye bırakmasına rağmen, her yaptıklarının raporlarını almayı ihmal etmiyordu. Zihnindeki anılarla karşılaştırıp, en iyi seçimleri yapmalarını sağlıyordu.


Bu hapishane bir ve ikinin ürünüydü. Sundukları rapora göre, imparatorluk hapishaneleri  karanlık yapmak yerine, aydınlık yapıyorlarmış. Etraftaki tüm taşları ve demir parlaklıkları benzer yapıp, dışarıdan gelen ışığı hep beyaz tonda tutarak, içeride kalan kişilerin zaman ve mekan kavramlarını yitirmelerine neden oluyorlarmış.


Ayrıca sürekli rüzgar bıçak büyüsü ile bedenlerine vurarak, kapanan yaralarını açıyor ve sonsuz bir acı içine sürüklüyorlardı.


Erthyo bunu ilk duyduğunda onları övmeden duramadı. Sonsuz ve çoklu bir yıpratma döngüsü ile, ölümüne düşman olduğu rakiplerine böyle şeyler yaparak, içindeki sıkıntıyı silmiş oluyordu.


Erthyo ilerlerken tatmin olmuş bir şekilde kafasını salladı. Ortam aydınlık olsa da kasvetliydi. Hapishane duvarları koyu yeşil taşlardan yapılmıştı, ayrıca ıslakmış gibi parlıyordu, eğer bir süre odaklanırsa burada olan kişilerin bağırmalarını hissedebiliyordu.


Erthyo ilerlerken etrafı inceledi. Odanın sonuna vardığında ise önünde döndü.


Kapı normalde olacak şekilde demirden değildi, aslında ortada kapı bile yoktu. Önünde koca bir duvar vardı. Eğer ikili nasıl açılacağını söylemese, Erthyo ruhu ile taramadığı sürece burayı bulamazdı.


Elini çevirdiğinde, elinde ıslak bir yeşil tuğla belirdi. Bu tuğla duvardaki, gizli boşluğa tam uyan bir taş idi.


Erthyo elini ileri itmesiyle, taş havada süzüldü ve gizli boşluğa girdi.


Brrrr!


Duvarın hareket ettiğinde, hapishanede titremeye başladı. Erthyo'nun önündeki duvar yere sürterek, sürtme sesi çıkararak hareket etti.


Erthyo kapı açıldığında içeri girdi fakat duvarı kapatmadı. Buraya gelecek kişiler anahtara sahip değillerdi, Erthyo çıkmadığı sürece içeri giremezlerdi, Erthyo onların işini kolaylaştırmak için duvarı açık bıraktı.


Odanın içerisi dışarı ile aynıydı, tek farkı içeride insanlar vardı.


Wiar'ın elleri ve ayakları Mana-Karşıtı demirlerden yapılmış kazıkları ile sabitlenmişti. Ayrıca kolları, bacakları ve boğazı zincirler ile tutturulmuş bir şekilde duruyordu.


Odada sadece o yoktu. 3 Prenses, Ay, Büyü, Çekiç Ülkesinin Prensesleri ve Solver hariç tüm kahramanlar buradaydı. Onlarda Mana-Karşıtı Demirden yapılmış zincirler ile duvara yapıştırılmıştı, ne olur ne olmaz diyerek, bir ve iki onları güçlü bir çelikten oluşmuş zincirlerle de sarmıştı.


Ancak odada Tüccar Ülkesinin prensesi yoktu. Hamile bir kadın olarak burada kalması, karnındaki bebeğe zarar verebilirdi. Bu yüzden Erhyo onu bir suçlu olarak görmemiş, ev hapsine göndermişti. 


Ayak seslerini duyan prenses ve kahramanlar, seslerin geldiği yere döndü. Wiar kafasını kaldıramayacak kadar yorgun ve bitkindi, ancak sesleri duyduğunda tepki olarak başını oynatmıştı.


''Sen...''


''Alçak Şeytan. Hemen bırak bizi!''


Kahramanlar Erthyo'yu gördüğü anda kükremeye başladı. Kutsal Elementlerini toplamaya çalışıyorlardı fakat mana-karşıtı demir yüzünden yapamıyorlardı.


Erthyo onlara ilgisiz bir şekilde baktı. Kafasını çevirdi ve onlara daha fazla dikkatini vermedi. Gözleri bugünün ana kahramanları olacak dörtlüye çevirdi. Scarlett, Tina, Francesca ve Wiar'a. 


Erthyo küçümseyen şekilde onlara baktı ve Scarlett'a döndü.


''Biliyor musunuz? Aslında sizden ilk tanıştığımızda çekiniyordum, sonuçta soyum şeytandı ve sizde kendi krallıklarınızda Kutsal Kızıl Ejderha Prensesi, Çekiç kahramanı, Mühür Erbabıydınız. Eğer benim soyumun şeytan olduğunu öğrenseydiniz, beni orada öldürebilirdiniz. Fakat Mira ile arkadaş olduğunu için size güvenmeyi seçtim ve sır olarak sakladığım soyumu size söyledim. Bilinmeli ki, sırf bu soy yüzünden Pylos Akademisinden ayrıldım. Ancak ne oldu?'' Erthyo'nun sesi giderek soğumaya başladı. Artık iliklere işleyen bir tonda konuşuyordu.


''Güvendiğim kişiler bir bok parçasından bile iyi değillermiş, prenses olarak düşündüğüm kişiler hayduttan farksız çıktı. Çok ilginç değil mi?''  Dudakları yukarı kıvrıldı, yüzünde küçümseyici bir gülümseme oluştu.


''Ve sen Wiar.'' Erthyo kafasını çevirdi. Wiar'a baktığı anda ortamın derecesini düşürecek kadar büyük bir öldürme niyeti ortamı doldurdu. Öldürme niyetini hisseden kahramanlar, zar zor nefes almaya başladı.


''Seninle alakalı olmayan bir konuya bulaştın. Sırf  sen ve kardeşin, altınızdaki uçkurusunun, beyninizi ele geçirmesi yüzünden kendinizi ölüme ittiniz. Sizinle hiçbir ilişkim yoktu fakat geldiniz ve benim için önemli olan, bana ait olan 2 kişiyi benden aldınız. Ayrıca silahımı ve bağlı olduğum Ortağımı da açgözlüce kendinize almaya çalıştınız. Bu yüzden bu yaşadıklarının tek hatalısının sen olduğunu unutma.''


Erthyo sustuğunda, ortama ölüm sessizliği hâkim oldu. Tüm sözleri yavaşça sindiren Wiar, hiddet, öfke ve öldürme niyeti dolu bir homurtu çıkardı ve kurumuş dudaklarından iki kelime çıktı.


''Öldür beni.'' Artık yaşamının bir anlamı yoktu. Buraya girdiği anda tüm meridyenleri koparılmıştı, mana ruhu yok edilmişti, ayrıca tüm uzuvları kırıktı. Geleceği yoktu, tutunabileceği bir şeyi kalmamıştı. Tek istediği ölmekti.


''Ölmek? Evet öleceksin, tüm yaptıklarından sonra ölmeyi hak ediyorsun fakat şimdi değil. Önce acı çekmen gerekiyor.'' 


Erthyo başka kelime etmeden üç kıza döndü. 


''Erthyo! Acele hareket etmemeni öneririm, eğer bizi öldürürsen, eninde sonunda bağlı olduğumuz krallıklar seni avlamaya gelecektir. Sen ve halkındaki her bir birey katledilecek.''


Erthyo'nun gözlerindeki öldürme niyetini görünce, Scarlett tırsmıştı. Kendini koruyabilecek tek şey, Krallığının prensesi olmasıydı. Erthyo'nun güçlü olduğunu biliyordu, düşündüğünden bile katlarca güçlüydü fakat yeterince değildi. Hâlâ krallığının misillemesine karşılık verecek kadar güçlü değildi, ordusu da güçsüz ve yetersizdi.


Erthyo'nun sözlerini ciddi bir şekilde düşündüğünü görünce Scarlett rahat bir şekilde iç çekti. En azından öldürülmekten kurtulmuştu.


Ancak Erthyo'nun katil gülümsemesinin görünce, içindeki tüm rahatlık gitmişti.


''Evet, seni öldüremem. Ancak bu acı çekmeyeceğin anlamına gelmez.'' Erthyo elini kaldırdı ve kızın suratını tutmak için bir pençe haline getirdi. 


''Hayır, yaklaşma, yapma...'' El suratına yaklaştıkça, Azrailin tırpanı boynuna geliyormuş gibi hissetmişti. Kendini itebildiği kadar geri itti fakat duvar onun geri gitmesini engeleldi.


Erthyo tam suratına dokunacak iken arkasından bir ses geldi.


''Lordum At Prensini getirdi-'' Kioz, Erthyo'ya rapor verdiğinde zamansız girdiğini anladı. 


''Özür dilerim Lordum. İş üstünde olduğunuzu bilmiyordum. Hemen çıkıyorum.'' (Kioz)


''Hayır, gerek yok. Eninde sonunda acı çekecek, birkaç saniye gecikme sıkıntı değil.'' Erthyo ayağa kalktı ve elindeki tılsımla oynamaya başladı.


''Sanırım ne işe yaradığını anladım. Bu tılsımın içinde çeşit çeşit, işkence yöntemleri olan odalar var, ayrıca içinde dağ büyüklüğünde bir uzaysal boyut var. İçindekilerin ne işe yaradığını bilmiyorum, araştırmam için biraz zaman lazım fakat özellikle 2 tanesini şimdi kullanabilirim.''


Erthyo manasını Ruhsal Eziyet Hapsine yönlendirdi. Elindeki sade mühür tılsımı küçük bir parıltı yaydı ve tüm kişilerin gözlerini birkaç saniyeliğine kör etti.


Tekrar gözlerini açtıklarında artık hapishanede değillerdi. Tam ortadan ikiye ayrılmış bir dünyada idiler.


Bu dünyanın bir yarısı, korkunç derecede sıcak, kan kızılı bir lav bulunan gölete sahip, gökyüzünde parlak şimşekler çakan ve mavi, yeşil bir duman bulutuna sahip bir ortamdı. Bu duman bulutu açıkça zehirdi.


Diğer yarısı ise nispeten sade idi. Açık ortamda sadece bir masa, masanın üstünde bir şişe vardı, şişenin içinde ise zümrüt yeşili bir sıvı vardı.


''Lordum, maruz görün fakat bu astınızın dünya görüşü çok dar. Acaba bunların ne işe yaradıklarını açıklayabilir misiniz?'' Kioz uzun bir süre yaşamıştı. Yaşı kırkı çoktan geçmişti fakat ilk defa böyle bir ortam görüyordu. Ortamda bulunan şeyler ise nispeten garipti.


Erthyo zincirlere gitti ve Wiar'ın üstündeki kazıkları sökmeye başladı. Kazıkları çıkarırken de sorusuna cevap verdi.


''Bu tılsımla yaklaşık 2 saatten fazla bir süredir etkileşimdeyim. Olayını fazla anlamasam da, isminin ne anlama geldiğini öğrendim. Ruhsal Eziyet Hapsi, Kişinin ruhuna işkence ettiği için değil, işkence yöntemlerinin ruhun en derin kısmına kazındığı ve gelecekte kişinin ruhuna eziyet etmeye devam ettiği için bu ismi almış. Bu iki yöntem ise sırasıyla orta seviye ve düşük seviye işkence yöntemleri. Üç Uçlu İşkence ve Zehir işkencesi.''


Erthyo sonunda Wiar'ı duvardan sökebilmişti. Adamı omzuna aldı ve lav akıntısına doğru ilerledi.


''Üç Uçlu İşkence, Beden, Ruh ve Mana Ruhuna işkence eden bir yöntem. Kızıl Lav, Kan Lavı olarak bilinir ve Kan Özünü bile eritebilecek kadar güçlü bir lavdır. Yıldırımlar normal yıldırım olsa da, her saldırısı ruha yapılan Ruhsal Yıldırım olarak bilinir ve zehir, Yoldan Çıkmış Mana Zehri olarak bilinen, direkt manaya etki eden bir zehirdir. Bu da Üç Uçlu İşkence yöntemini oluşturur.''


Erthyo bunları normal bir tonda söylemiş olsa da, prenses ve kahramanlar tir tir titremeye başlamıştı. Kioz bile bir adım geri atmıştı. Bu hayatında gördüğü en canice yöntemdi, At Prensine yapılan çorba bile bundan daha insaflı idi.


Erthyo ruhunu yönlendirdi ve elini ileri sapladı.


Pu çi!


Eli diğer tarafından çıktı fakat Wiar'ın herhangi bir yarası yoktu. Erthyo'nun eli diğer tarafından çıktığında elinde 2 beden vardı. Birisi yarı saydam bir Wiar bedeni, diğeri mavi manadan oluşmuş, ruh gücüyle sarmalanmış bir Wiar idi.


''Bu İşkence yönteminin asıl önemli tarafı, kişinin bilincinin ana bedende kalabilmesidir. Eğer kalmaz ise ana beden hiç acı çekmez ve bu Üç Uçlu İşkence almaya layık olmaz. Bu yüzden Üç Uçlu İşkenceyi uygulayacak kişi bilinç üzerinde kontrole sahip olmalı.'' Erthyo Wiar'ın alnında dokundu ve parmağını çekti. Parmağında, parlak beyaz, örümce ağı gibi bir iplik çıktı. Erthyo ipliği mana ruhu ve ruhun alnına dokunarak yapıştırdı.


Bilinç Bağlan!


Erthyo kükrediği anda, Üç iplik süt beyazı bir parlaklık yaydı. Ana bedenden uzanan ipliğin üstünde arada bir parlaklık çıkıyor, mana ruhuna ve ruha doğru ilerliyordu. İçlerine girip, orada olduklarını doğruladıktan sonra geri dönerek, Ana bedene iletiyordu.


''Güzel.'' Erthyo Ruhu koluyla tuttu ve gerindi. Koluna güç verdi, ileri birkaç adım attı ve Ruhu üstündeki kara bulutlara fırlattı.


Mana Ruhunu ise bir sineği kovalarmış gibi dikkat etmeden Zehrin içine attı.


''Eğlenmene bak. Ölüm gününe kadar burada kalacaksın.'' Erthyo boş bedenin kulağına fısıldadı. Artık ilgisi kalmadığı için bir çöpü tekmeler gibi bedeni tekmeledi, tekmesinden önce ise sadece koluna bir Mithrilden yapılmış zincir bağladı.


''Tüm bedenin erimesi 35 saat alır. Böyle kanlı olayları göremeye alışmış birkaç kişiyi çağır ve her 24 saatte bir bedenini yenilesinler. Bu Kan Lavı, Mithrili eritecek kadar güçlü değil, ancak onu aşındıracaktır, 35 saatin sonunda mithril zincirleri yenileyin.''


''Emredersiniz.''


''Size gelince.'' Erthyo korkudan titreyen gruba döndü.


''İlk kim olmak ister?'' 


***


Gece olduğunda Erthyo tılsımdan çıktı. Ancak girdiklerinde oldukları kadar çok değillerdi. Sadece Kioz ve O kalmıştı.


Erthyo gerindi. Şu anki seviyesinde birkaç gün uyumadan bir sıkıntı çekmeyecek olsa da, güçlü düşmanlara karşı savaştığı için ruhu yorulmuştu. Bu yüzden bugün sadece uyumak istiyordu.


''İyi iş çıkardın. Eğer istediğin herhangi bir şey varsa, bir ve ikiye söyle bana iletsinler.'' Erthyo, Kioz'un omzunu okşadı. 


''Ayrıca yakında Bilge seviyesine geçecek gibisin, hangi niteliklerde Bilge Kitabına ihtiyacın varsa onlara ilet. Ben halledeceğim.''


''Teşekkürler Lordum.'' Koiz minnettar bir şekilde diz çöktü.


''Ayrıca aklındakileri uygulayacaksan yarın yapmak senin tek şansın. Yakında ikinci büyü halkasını üretmek için odama kapanacağım. Yani başkalarını dinleyecek zamanım pek olmayacak.'' Erthyo imalı bir şekilde güldü ve odadan çıktı.


Erthyo odaya girdiği ve üstünü çıkardı. Üstünü değiştirmeden kendini yatağa attı, hareket edemeyecek kadar yorgun olmasa da, çok yorgundu. Sadece derin bir uyku çekmek istiyordu.


Yatağa girdiğinde direkt uykuya dalmadı. Kapıya doğru baktı ve konuştu.


''İkiniz odaya girecekseniz girin.''


Erthyo'nun sesi odada yankılandı. Fazla zaman geçmeden odanın kapısı açıldı ve iki kız içeri girdi.


Bu iki kızdan birisinin, kedi kulağı ve kuyruğu vardı, diğerinin ise kafasında küçük doğal bir taç vardı. Üstlerinde rahat pijamaları ile kapının önünde durdular.


Bunlar Hiori ve Ermy idi.


''Büyük kardeş....Seninle yatabilir miyim?'' Ermy utangaç bir şekilde konuştu, Erthyo ile özel bir bağları olsa bile, hâlâ genç bir kızdı. Bir erkeğe bu kadar cüretkar bir teklifte bulunmak onu utandırmıştı.


''Erthyo Abi, Sakıncası yoksa bende...'' Hiori sürekli Erthyo ile uyusa da, bu genelde başka şansı olmadığı içindi. Artık kendine özel odası olsa bile uzun bir süredir Erthyo'dan ayrıydı ve onu özlemişti.


''Gelin'' Erthyo iki kolunu açtı. Fark ettirmese de, o da iki kızı özlemişti..


İki kız ne hızlı ne yavaş bir şekilde ilerledi, kendilerini hazırladıklarında Erthyo'nun iki yanına uzandılar. Kendilerini Erthyo'ya yaklaştırdıktan sonra kollarını uzatıp, onun belini sardılar.


Erthyo kollarını kapattı ve iki kızı kendine sonuna kadar yakınlaştırdı.


İki kız şaşırsa da, karşı koymadılar. Erthyo'nun erkeksi kokusunu içine çektiler, onun güven verici kaslarını hissettiler, onun dünyayı tutan bir sütun gibi kalın ve güçlü kolunun, kendilerini sarmasını ve özlemini gidermesini hissettiler.


Odada hiçbir ses yoktu. Sadece üçlünün hızlı atan kalpleri ve birbirlerine karşı olan güven ve aşk vardı. 


Erthyo kızı tutuşunu biraz sıkılaştırdı ve gözlerini kapattı. Onların sonunda yanında olduğundan emin olduğunda, yorgun zihni kendini rüyalar diyarına bıraktı. Odada ışık yoktu fakat eğer olsaydı, iki kız Erthyo'nun suratındaki rahatlamış gülümsemeyi görecekti.


İki kız, Erthyo'nun güçlü nefesinin, yavaşladığını ve daha düzenli olduğunu hissettiğinde, Erthyo'nun uykuya daldığını anladı. Yüzlerinde güller açan bir gülümseme ile Erthyo'nun iki yanağına bir öpücük kondurdular.


''İyi uykular.'' Sonunda zihinlerindeki düğümler çözülmüştü. İkili, sevdikleri adama kavuştuklarını hissettiğinde rüyalar aleminin kapılarını araladı.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44422 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr