Bölüm 108 - Ayrılık (2)

avatar
363 0

Ejdertanrı Efsanesi - Bölüm 108 - Ayrılık (2)


Damon özünde bir ruh olmasına rağmen “Yarı Tanrı Ruhu” olarak sayıldığından kendini tıpkı bir canlıymış gibi maddeleştirebiliyordu. En azından ölümlü dünyasında durum böyleydi. Bu yüzden Satou, doğal olarak ustasına sarılabilmişti.


Pullu omzuna yüzünü gömerken, ilk kez gözlerinden yaşlar akmaya başladı.


“Usta… Ben koruyamadım. İlk kez, ilk kez bu kadar zayıf hissettim… Ne yaparsam yapayım, önümde kayıp gittiler.”


Satou hüzünle içini boşaltırken Damon’un ilk başta gözleri şaşkınlıktan genişledi. Ardındansa yüzünde anlayışlı bir ifade belirdi. Siyah pullarla kaplı kolunu, Satou’nun sırtına götürdü ve sarılmasına karşılık verdi.


“Sen ejderhasın. Kaderin zirvede olmak evlat. Sadece kendini çok ihmal ettin. Yeterli çabayı sarf ettiğinde zirvede senden başkası olmayacak. Bir daha böyle hissetmeyeceksin. Tek yapman gereken çaba sarf etmek.”


Damon bunları söylerken, Satou’nun sırtını sıvazlıyordu. Elinden geldiğince ağlaması, içini dökmesi için teşvik etmeye çalışıyordu. Çünkü bir daha böylesine ağlamaya fırsatı olmayabilirdi.


‘Umarım yokluğumda boşluğa düşmezsin evlat.’


Bunu umarak Satou’nun iyice içini dökmesini bekledi. Bu hamle aslında ona oldukça zarar vermesi gerekirdi. Fakat birbirlerine bu kadar yakın olmaları sayesinde Damon gerekli ruh gücünü Ölümsüz Ruh Sarayından çekebiliyordu.


Böylece Satou daha da rahatlayana kadar kalabildi.


Satou ise biraz daha iyi hissettiğinde sonunda ustasından birkaç adım uzaklaştı. Damon onun yüzüne bakarken çok daha kararlı bir yüz gördüğünden sevindi.


“Güzel… Daha iyisin anlaşılan. Bu iyi. Yokluğumda bu kararlılığını korumanı istiyorum. Anladın mı?”


Satou kafasını sallarken, gözleri mor bir ışıkla parladı.


“Bana güvenebilirsin usta. Söylediğin gibi yapacağım. Zirvede durmak için elimden geleni yapacağım!”


Satou, ustasının dedikleriyle sonunda ne yapması gerektiğini anlamıştı. Bunca zamandır soyunun gücüne güvendiğinden oldukça rahattı ki bu doğaldı. Onu yenebilecek birini bırakın, denk birini bulması bile mümkün olmamıştı. Adeta kıtanın tek hâkimi gibi hissediyordu.


Bu gerçeklik onun yüzüne vurduğunda kavrayışa erişti.


O zirvede durmalıydı. Ona denk kimse yok gibi gözükse bile daha da yükselmeliydi ta ki kimsenin istese de ulaşamayacağı bir konuma ulaşana kadar!


Mücadele etmeliydi!


Bunların getirdiği kavrayışla birlikte gözleri kararlılık ve cesaretle parlıyordu.


Damon bunu gördüğünde yüzünde tatminkar bir ifade belirdi.


“Aferim evlat. İşte böyle.”


Gülümserken yavaşça, Satou’nun ruh sarayına doğru ruhu girmeye başlamıştı bile.


“...Öyleyse artık huzurla dinlenebilirim. Cornel’in bıraktığı gibi bende sana küçük bir not hazırladım. Bu nota ideal bir çalışma yeri bulduğunda bak. Tamam mı?”


Satou yavaşça başını salladı.


“Tamamdır usta. Sen dinlenmene bak. Benim için endişelenme.”


Satou’nun eskisi gibi canlılığının yerine geldiğini gören Damon daha da rahat bir şekilde ruh sarayına doğru girerek kayboldu.


Böylece Satou artık tamamen yalnızdı.


“Hah, yalnız kaldım, değil mi?”


Hiçbir ses gelmedi. Bununla birlikte yüzünde acı bir gülümseme belirdi.


“Ustamın önünde böylesine aciz davrandığıma inanamıyorum. Mars, avcılar… Her neyseniz sizleri yok edeceğim!”


Öldürme arzusu katılaşacak raddede yayılırken öfkesiyle siste kısa bir anlığına da olsa delik dahi açabildi. Fakat o bunu fark etmedi.



Beyaz toprak olan bu başıboş yerde, gözün görmesi imkânsız, sisin arasında aniden bir göz belirdi. Bu dikey elips göz bebeğine sahip gözün rengi tıpkı sis gibi griydi. Göz her şeyi bilebilecekmiş gibi rahatsız edici bir hava veriyordu.


Bu göz hafifçe kapanıp açılırken, göz kapağındaki gri pullar bir süreliğine de olsa görülebilir oldu. Sanki etrafta bir şey arıyor gibiydi. Kısa bir süre etrafa bakındıktan sonra gözle birlikte oldukça yorgun bir yaşlı adamın sesine benzer bir ses duyuldu.


“Bu aura da neyin nesi?”


Etrafına bakış atmak için boynunu yavaşça hareket ettirirken kafasının etrafını kaplayan sis ortadan kalktı ve onun asil görüntüsünün bir kısmını açığa çıkarttı.


Kendisi bir ejderhaydı. Uzun yılana benzer boynuyla, kafasını havaya kaldırdı ve bu auranın kaynağına bakmaya başladı.


“Hmm… Genç bir ejderha mı?”


Bunu hafif bir tonda mırıldansa da kısa bir süre sonra bu fikri eledi.


‘Neslimiz tükeneli binlerce yıl oldu.’


Öyleyse bunun ne olabileceği konusunda emin değildi. Tıpkı bir keşiş gibi ağarmış, ince ama uzun bıyıklarından birisini hafifçe pençesiyle okşarken düşündü.


‘Ejder soyu elde etmeyi başarmış bir yeni yetmedir belki. Her neyse… Bu beni ilgilendirmez. Umarım böyle saçma bir hareketle uykumu daha fazla bölmez.’


İlk başta merakla ne olduğunu anlamaya çalışan yüzü, bu düşünceyle birlikte hızla umursamaz bir hale büründü ve daha önceki gibi yatıp sisle birlikte gözden kayboldu.


O sırada rüyasında neler gördüğünü kimse bilemezdi.



Gökyüzünde rengârenk ve çeşit çeşit ejderhalar uçuyordu. Kimisi tıpkı bir yılana benzer şekilde görünüp, nasıl uçtuğu tam bir bilinmez iken kimisi dört ayağa sahip kanatlı ejderhalardı.


Bazılarının etrafından ölüm aurası yayılırken, bazılarından ateş, su, toprak, karanlık ve aydınlık gibi elementlerin auraları yayılıyordu.


Fakat tüm bu ayrılıklarına rağmen dikkat çekici bir ortak yanları vardı. Hepsi yerdekilere tehditkâr bir şekilde bakıyordu.


Yerdiklerse diğerleri gibi elemental bir aura salmak yerine, normalde karşılarındakilerin de salması gereken saf ejderha aurası yayıyordu.


Yerdeki ejderhaların çoğu belirli bir yeri korumaya çalışıyor gibi görünüyordu. Ne yazık ki korunan yer, parçalanmaması için üst üste binilen korumalar nedeniyle gözle görülmez haldeydi. Hem bir sisle kaplıydı hem de çok katmanlı enerjilerle korunuyordu.


Burayı koruyan ejderhalarsa gökyüzündeki süzülenlerden çok daha azınlıktaydı. Bazıları gökyüzünde süzülenler gibi daha çok kertenkeleye benzer kanatlı ejderhalarken bazıları tam ejderha bile değildi. Daha çok ejderha soyu elde etmiş kaplan, kurt veya buna benzer canavarların bir birleşiminden oluşuyordu.


Fakat ironik bir şekilde yukarıda süzülen ejderhalardan çok daha fazla ejderha hissiyatı veriyorlardı.


Tüm bu yerde savunanların arasında gri renkte bir ejderha öne çıkıyordu. Çin ejderhasına benzer bir şekle sahip olan bu ejderhanın bıyıkları daha oldukça kısaydı. Genç olduğu bıyığının boyundan anlaşılabiliyordu. Bunun dışında gri gözleri öfkeyle doluydu.


Yukarıda süzülen ejderhalara liderlik yapan siyah dev ejderhaya tehditkâr bir şekilde bakıyordu.



“Neden? Neden Tanrımızı terk ediyorsun Collapse? Bunu yaparsan ne olacağını bilmiyor musun? Hadi bunu kabul edebilirim. Fakat neden? Neden bizim inancımızı yok etmek istiyorsun!? Bu sana ne kazandıracak!? Bu sadece tüm ejderha ırkının sonunu getirecek!”


Bu fikirlerinden vazgeçmesi için hepsine doğru bağırsa da sadece birkaç ejderhanın yüzünde tereddüt izi belirir gibi oldu. Fakat sonra Collapse dedikleri devasa ejderha kibirle karşılık verdiğinde hepsi sessizliğe gömüldü.


“İnanç mı? Siktir oradan! Şu zamana kadar bir kez bile yüzünü göstermemiş bir Tanrı’ya ibadet etmemi mi bekliyorsun? Gücünü ispatlamamış sahte bir tanrıyı reddediyorum! Ben Sonsuz Cehennem Ejderhası Collapse kimseye boyun eğmem! Bu kendi Tanrım olsa bile!”


Kibirle kükrerken vücudunda bir şeylerin çatladığını hissedebiliyordu. Fakat pekte umursuyor gibi gözükmüyordu. Aksine tamda istediği şey buymuş gibiydi.


“Haha! Beni cezalandırıyor musun? Cezalandır! Senden korkmuyorum!”


Havaya doğru alayla kahkaha attıktan sonra gri ejderhaya döndü.



“Erel, dostum. Sen bilge birisin. Böylesine sahte bir tanrıya güvenmemelisin. Bana katıl ve birlikte ejderhaların hak ettiği hükümdarlığı kuralım!”


Erel ismindeki gri ejderha, buna karşı öfkeyle karşılık verdi.


“Aptal! Hepimizin sonunu getireceğinizden haberiniz yok! Sence Tanrı bize boşuna mı bunları buyurdu? Bunlara karşı çıkanların sonunu hepimiz görmedik mi? Neden hayatlarınızı boşluğa sürüklüyorsunuz?”


Genç Erel sebebini merak ederek kükredi. Bunun üstüne Collapse pençesiyle bir alev küresi oluşturdu.


“Ben de bunu sormanı bekliyordum. Bunu görüyor musun Erel? Bu bizim ejderha özümüz. Yaşamımızın kökü, soyumuzun özü.”


Bunu gösterirken yavaşça üzerinde detaylar gözükmeye başladı. Çeşitli zincirler görünür hale gelmişti.


“Bu bizim soyumuz. Görüyor musun? Sende en az benim kadar bilgiye sahipsin.”


Erel orada gördüğü sınırlamalarla şaşırdı.


“Onlar sınırlamalar…”


Collapse kafasını usulca sallarken, aynı anda diğer ejderhalara yavaşça etraflarını sarmalarını emretti. Erel’in gördüğü şeyden sonra pes edeceğine emindi.


“Evet dostum. Bunlar kısıtlamalar. Tanrının bize koyduğu kısıtlamalar! Uzun zamandır güçlenemememin sebebini arıyordum. Egemen Canavarın ötesine çıkamamamın sebebini merak ediyordum. Sebebi bu lanet şey!”


Gösterdiği şeye lanet ederken Erel kaşlarını çattı. Collapse’in bunu öğrenmesini beklemiyordu. Kendisi de daha önce zaten araştırmıştı ve şu konuda emindi. Bu kısıtlamalar Collapse’in düşündüğü sebepten değildi. Tam aksine tanrının onları kendi gücünden korumak için koyduğu kısıtlamalardı.


Collapse ise devam etti.


“Bu bağları kırmanın iki yolu vardı. Birinci yöntem soyumu yakmak ki bu yapacağım en son şey. Canımı hala seviyorum. İkinci yolsa onu elde etmekti. Ne olduğunu çok iyi biliyorsun.”


Erel duyduğuyla gözleri genişledi.


“Yapamazsın! Onu ne sen ne de buradaki herhangi bir ejderha kullanabilir! Sadece seçilmiş olan çağrıldığında. Kehaneti biliyorsun! Bunun için ırkımızı riske atmana gerek var mı!?” 


Collapse ise Erel’in yanıtı karşısında sadece iç geçirebildi.


“Dostum, beni anlamanı beklemiştim… Bu benim ve hatta ırkımızın yükselişi için tek şans. Ötelerde çok daha fazlası varken neden bu aciz ölümlülere hükmetmekle yetinelim ki? Son şansın. Benimle misin? Değil misin?”


Erel, bunun cevabını zaten çok önceden vermişti. Gözlerini hırs bürümüş bu dostunu ne olursa olsun durdurmalıydı. Kendi ırkının iyiliği için!


“Hayır! Yaptığın şey sadece ırkımızın sonunu getirecek! Seninle asla aynı safta durmayacağım Collapse!”


Bunun üstüne sanki Collapse içinde bir şeyler kopmuş gibi garip bir ifade gösterse de bu ifadesini çabucak gizledi.


“Ne yazık ki…  Öyleyse daha fazla konuşmanın anlamı yok. SALDIRIN ÇOCUKLAR!”


“ROAR!”


“SALDIRIN YENİ TANRIMIZ İÇİN!”


“HÜKÜMDAR İÇİN!”


Çeşitli ejderha kükremeleri duyulabilirdi. Gökyüzündeki hemen hemen her ejderha tek bir isme sadıktı. Collapse’ye.


Erel ve yoldaşları ise yapabilecekleri tek bir karşılığı verdi.


“Tanrımız bizi koruyacaktır! Sonuna kadar savunacağız! Burayı, tanrının bize bıraktığı tek şeyi Antik Ejder Taşı’nı sonuna kadar savunacağız!”


Böylece yeryüzünün şeklini değiştiren büyük savaş başladı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44431 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr