Bölüm 86 - Olaylar

avatar
868 7

Ejdertanrı Efsanesi - Bölüm 86 - Olaylar


Sonunda dışarı çıktıklarında kızların da tıpkı onların savaştığı gibi namevtlerle savaştıklarını gördüler.


Roselia rüzgar büyüleriyle onları biçiyor, Yuzuru ve Hana’ysa hem yakından hem de uzaktan büyülerle dehşet saçıyorlardı. Rose ise… Onun doğru dürüst bir savaş deneyimi olmadığından pek bir şey yapamıyordu.


Fakat yine de oldukça iyi idare ediyor gibiydiler.


“Gerçekten… Etkileyici.”


‘Evet öyle. Her biri tıpkı senin gibi canavar.’


‘Bu kadar kıza gerçekten gerek var mı?’


İki ihtiyarı görmezden geldi. Bunun yerine ellerini pençe haline getirip öne doğru atıldı.


“Satou!”


“Oh! Tanrı’ya şükür iyisin!”


“Dikkatli ol!”


“...”


Üç ayrı ses duyulurken Satou hızla saldırdı. Pençeleri bu sıkıntılı varlıkları hızla biçiyordu. O kadar hızlıydı ki bunlarla uğraşan kızlar şaşkına döndü. Bu şaşkınlıkları esnasında ise aniden bulundukları yerin etrafında oldukça büyük bir alev örtüsü belirdi ve onların etrafında olan namevtler acı verici şekilde yanmaya başladılar.


Şaşkınlıkları daha da artarken bunu yapan kişiyi görünce şaşkınlıklarının yerini zafer hissi aldı.


Onların ifadesini gören Elisa iç geçirdi.


Tabii aynı esnada Satou kalan namevtlerin çoğuyla ilgilendi. Aslında bazılarını ilk başta kontrol etmeye çalışıp çalışmama arasında git gel yaşasa da denemekten vazgeçti. Kontrol edip edemeyeceği ayrı bir muamma iken çaba sarf etmesine gerek yoktu. Nasıl olsa ileride kendisi de böyle namevtler yapacaktı.


Her ne kadar kendi oluşturduğu namevt sayısı sadece bir olsa da…


Olumsuz düşünceleri zihninden attı. Bunun yerine kalanları öldürmeye odaklandı ve çabucak tamamı bir kez daha ölüme kucak açtı.


Sonunda temizlemenin verdiği rahatlıkla herkes bir rahatlama yaşadı. O rahatlık anında ise Satou birçok soruya tutuldu.


“Orada ne oldu?”


“Bir yerine bir şey oldu mu?”


“Ölüm manasına ne kadar dayanabildin?”


Bu soruların arasındansa Hana’nın kısık bir ses tonuyla söylediği şeyi duymak oldukça güçtü.


“Hayatta olmana sevindim.”


Neyse ki Satou herkesin söylediğine eşit derece de dikkatliydi de ne dediğini duyabilmişti. Ona bir gülümseme yollarken sorularını kısaca yanıtladı. Orada elde ettiği miras dışında her şeyi anlattı. Saklamasına Elisa da ayak uydurup herhangi bir şey söylemedi.


Aralarında bir süre daha sohbet devam etti. Fakat sonra Elisa ayağa kalktı ve “Artık bence buradan ayrılmalıyız. Yakında burası kendi bölgesine dönecek.” dedi.


Satou ve diğer kızlar hiçbir şey anlamadı. Bu yüzden Satou inisiyatif alarak sordu.


“Kendi bölgesi derken?”


“Gezegenine. Bulunduğumuz yer ölü gezegenlerden birisine bağlı. Bahsedildiği kadarıyla burayla ölü gezegen arasında bir bağlantı varmış ve bu bağlantı her ortaya çıktığında daha da güçleniyormuş. Son çıktığında yani şu an oluyor bu, burayı ölü varlıklar işgale gelecek.”


Onun dediğini duyan Satou heyecanlandı. Ölü gezegenleri elbette biliyordu. Onlar sözde ‘doğru’ yol nekromansisinin temeliydi. Doğru nekromansırlar o ölü gezegen gibi ölü gezegenlerden namevt çağırırlardı. Şimdiyse bunlar onlara saldıracaktı. Nasıl da heyecanlanmasın? Eğer yeteri kadar şanslıysa istediği türde bir namevt bile bulabilirdi!


Satou’nun neden heyecanlı olduğunu az buz anlayan Elisa acı bir şekilde gülümserken Roselia da zaten ölüm büyücüsü olduğunu bildiğinden acı bir iç geçirdi. Diğerleri ise Satou’nun bu tavrını anlamlandıramadı.


“Her neyse, işin özü: Sevdiğiniz herkes tehlikede. Bu yüzden geri dönmeli ve çok geç olmadan bu bilgileri ulaştırmanız lazım.”


Rose, Elisa’nın konuşma tarzını duyunca dayanamayıp sordu.


“Peki ya siz?”


Elisa cevap vermeden önce tereddüt etti.


“Ben mi? Ben… Ben de kendi imparatorluğumu bilgilendirmeye gideceğim.”


Satou yalan söylediğini biliyordu. Bu yüzden sessiz kaldı. Bunun yerine şu anda ayrılıp haberleri yaymanın daha uygun olacağını bilerek “Öyleyse buradan itibaren dağılalım. Herkes en yakın olduğu yere gitsin ve bunları yaysın. Herkesin tetikte olacağı küçük bir söylenti çıkarsak bile yeterli olur.” dedi.


Satou’nun dediğine oradaki hemen hemen herkes hak verdi ama Rose ve Roselia haklı olduğunu bilmelerine rağmen oldukça isteksizlerdi.


Onları böyle görünce dayanamayıp, başlarına nazik bir öpücük kondurdu.


“Merak etmeyin. Uzun süreli bir ayrılık olmayacak.”


Onları biraz yatıştırdıktan sonra onlardan biraz uzaklaşarak: 


“Pekâlâ öyleyse. Benim başka işlerim olduğundan klanıma bilgi yollayamıyorum. Bu yüzden Rose onunla sen ilgilenmelisin. Sana güveniyorum. Ayrıca sana yardımcı olması için Hana’yı yormak zorundayım. Rose’u güvenlice götürür müsün? Ondan sonra istediğin yere gidersin.” diye Hana’ya sordu.


Açıkçası birlikte geçirdikleri zaman zarfınca Hana’nın oldukça güvenilir birisi olduğunu öğrenmişti. Bu sebeple ondan bunu rica ediyordu. Aksi takdirde düşünmeden ilk yapacağı Rose ile birlikte gitmek olurdu.


Hana ona bu kadar güvenmesini şaşkınlıkla karşıladı ama yine de belli etmeden ifadesiz bir sesle “Tamam, sorun değil.” dedi.


Daha sonra ise Roselia’ya döndü.


“Muhtemelen krallığına döneceksin değil mi? Dönerken dikkatli ol.”


Aslında ilk düşüncesi Yuzuru’yu da yanında yollamaktı. Fakat bu onun gücüne inanmadığı anlamına gelir diye bir şey söylemedi. Ne de olsa Roselia kendi başının çaresine bakabilecek bir kızdı. Biraz saf olsa da salak değildi. Bu yüzden Satou sorun olmayacağına inanıyordu.


Roselia her ne kadar istemese de ailesi için endişelendiği doğruydu. Bu yüzden kabul etti.


“Yuzuru sen benimle kalıyorsun zaten. Bu yolda beraberiz.”


Onun dediğini duyan ifadesiz Yuzuru’nun yüzünde ilk kez gülümseme belirdi.


“Evet, beraberiz.”


O sırada Elisa onlara tuhaf bir şekilde baktı. Satou’nun daha önce bir köle aldığını duymuştu. Tavrından kölesi olduğunu anlayabiliyordu. Fakat aralarında ki ilişki köle sahip değil de arkadaş ilişkisi gibiydi.


Kendi kendine ‘Biraz fazla garip ama her neyse sonuçta bu Satou.’ diye düşünüp kıkırdadı.


O sırada sonunda herkes ayrılmaya hazır olduğunu görünce Satou önceliği alıp yavaşça onları aşağı indirdi. Rose ve Roselia’yı indirirken onlara verebileceği en sevgi dolu sarılmasını ve en içten öpücüklerini verdi ve sonra ikisinin de kulağına kızaracakları bir şey söyledi.


Sonrasında ise tıpkı çıkarttığı zamanki gibi olaysız ve sessiz bir şekilde indiler.


Elisa ona yardım teklif etse de o reddetti. Nedenini ilk başta anlamadı. Fakat sonra ne olduğunu anlayınca öfkeyle karışık bir utanç hissetti.



Tüm bunlar olurken kıtanın bazı yerlerinde;


“Efendim, efendim! Saldırıya uğruyoruz!”


Şehir lordu gelen adama bitkin bir sesle karşılık verdi.


“Yine mi? Bu sefer kim tarafından?”


Adam yanıtlarken korkudan kekeledi.


“Na-namevtler!”


“Namevtler mi? Herhangi bir ölü çağıran kızdırdığımızı hatırlamıyorum. Kim çağırmış? Görüşelim onunla.”


“Ef-efendim. Bu namevtlerin görünürde bir ölü çağıranı yok.”


Şehir lordu anlamadı.


“Nasıl yani?”


“Bas baya efendim! Yaşayan ne görürlerse saldırıyorlar. İnsan, hayvan fark etmeksizin önlerine geleni öldürüyor ve kendi saflarına katıyorlar. Çoktan binlik bir orduya dönüştüler ve gittikçe çoğalıyorlar!”


Şehir lordu o an korkudan ne yapacağını bilemedi.



Adam tepeden gelen namevtleri izlerken mırıldandı.


“Demek sonunda bir olay oldu. Kutsal kitabımızda yazan kehanetin buna sebebiyet vermesini beklemiyordum.”


O sırada arkasında yüz kişilik bir birlik vardı. Her birinin elinde oldukça güçlü, kutsal bir aura saçan silahlar ve zırhlar vardı.


Aynı şekilde bu adamda da o zırh ve silahlar vardı. Fakat onunkiler diğerlerinin yanında oldukça sade duruyordu.


“Beyler Aydınlık Kilisesinin elit şövalyeleri olarak hepsini yok edecek miyiz?”


Hepsi tek bir ağızdan kükrediler.


“Öyleyse saldırın!”


Askerler cesurca kükreyerek saldırıya geçerken aynı şekilde liderleri olan adamda koşuyordu. İşte bu Aydınlık Kilisesinin en vahşi ve güçlü birliklerinden birinin namevt ordusuyla ilk karşılaşmasıydı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44350 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr