Bölüm 215

avatar
8909 18

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 215


Bölüm 215: Kafanı Kaldır



Meng Hao bir an duraksadı. Bu diğer insanlar tarafından fark edilemezdi. İfadesinde en ufak bir değişim olmadı ve tabii ki tıbbi bitkiyi hızlandırdıktan sonra onu Simyacı Li’ye teslim etti.



Ölümsüzler mağarasına giren kadına bakmadı.



Kadının üzerinde beyaz bir elbise vardı ve güzelliği rakipsiz bir seviyedeydi. Ona bakan herhangi bir erkeğin anında aklı çelinebilirdi.



Cildi çok narindi, sakin bir nefes bile ona hasar verebilir gibiydi. Kadın uzun ve inceydi, cildi beyaz ve pürüzsüzdü, gösterişli saçları tıpkı bir pelerin gibi başının etrafından salınıyordu. Kadın sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi bir havaya sahipti ve içeri girdiği anda Ölümsüzler Mağarası hoş bir kokuyla dolmuştu. Simyacı Li bile o girince hap ocağını bırakarak onu izlemiş, ağır ağır nefes almaya başlamıştı.



Chu Yuyan!



Kaşları hafifçe kırıştı ve yüzü her zamanki gibi güzel olsa da içinde ufak bir hoşnutsuzluk barındırıyordu. Hafifçe iç çekmesine neden olan acılığı gizleyecek ne bir peçe vardı ne de bunu dağıtacak bir rüzgar. Son zamanlarda katlandığı baskıyı ve kaçak bakışları sadece o anlayabiliyordu



Yarım yıl önceki Song Klanı olayından sonra Meng Hao’nun ismi aniden tüm Güney Diyarına yayılmıştı. Bu sırada tabii ki onun ismi de bu olaydan geçmişti. Wang Tengfei’nin Song Klanı damat arayışına katıldığı gerçeğini de ekleyince bu mesele Chu Yuyan’ın ezen bir fırtınaya dönüşmüştü. Chu Yuyan ile Wang Tengfei arasındaki nişan aniden büyük bir şakaya dönüşmüştü.



Tüm bunlar Meng Hao yüzündendi.



Chu Yuyan Wang Tengfei’den nefret etmiyordu. Wang Tengfei’nin neden ona güvenmediğini ve Song Klanı damat arayışına katıldığını anlayabiliyordu. Chu Yuyan yanlış kişiyi seçmişti. Neyse ki ikisi sadece nişanlıydı ve resmi olarak sevgili olmamışlardı. Chu Yuyan yine de ister istemez duygulu bir iç geçirdi. Durum ne olursa olsun en nihayetinde Wang Tengfei’nin aslında nasıl biri olduğunu görmüştü.



Bu sonucu kabullenebilirdi. Wang Tengfei’ye herhangi bir şey açıklamasına gerek yoktu. Song Klanındaki olayın ardından hemen Wang Klanıyla olan nişan anlaşmasını bozarak bu çocukça işe bir son vermişti.



Onun gerçekte nefret ettiği kişi Meng Hao idi. Öyle bir nefret ki tam kemiklerine kadar işlemişti bu nefret. Fakat buna karşın hala volkandaki olaylarla ilgili rüyalar görmeye devam ediyordu. Bu durum Chu Yuyan için rahatsız edici bir işkenceye dönüşmüştü.



Selamlar Kıdemli Kız Kardeş Chu.” dedi Lu Song hemen. Simyacı Li de ellerini kenetleyerek onu selamladı. Bai Yunlai’nin bir an nefesi kesildi ve başını eğerek onu selamladı. Meng Hao da içten içe biraz vicdan azabıyla ona selamlarını sundu.



Nasıl biraz da olsa vicdani rahatsızlık duymazdı? Gerçekte bu durum tıpkı Lu Song ile Qian Shuihen meselesiyle aynıydı. Fakat Mor Felek Tarikatındaki insanlar arasında karşılaşmak istediği son kişi Chu Yuyan’dı.



Meng Hao içten içe onunla arasındaki olayda biraz aşırıya kaçtığını hissediyordu. Fakat o zamanki şartlar gereği fazla bir seçeneği yoktu. Ayrıca eğer Chu Yuyan onu takip edip öldürmeye çalışmasaydı tüm bunların hiçbiri yaşanmayacaktı.



Yine de Meng Hao kendini biraz kötü hissediyordu.



Bu işin ardından size bakmaya gelecektim.” dedi Lu Song. “Lanet Meng Hao ile ilgili bir çok araştırma yaptım, ama sanki yer yarılıp da içine girmiş gibi.” Meng Hao ismini telaffuz etmesiyle birlikte dişlerini gıcırdattı. “Onunla ilgili en ufak bir iz dahi yok. Aslında bazı Tarikatlar onunla arkadaş olan kişileri izliyor, ama yarım yıldır hiçbir şey olmadı. Bir çok kişi o lanet olası, rezil, sefil hayvanın Güney Diyarını terk ettiğini düşünüyor. O herif bin bıçak kesiğiyle ölmeyi hak ediyor!”



Chu Yuyan kaşlarını çattı. Son yarım yıldır sürekli onu aramak için insanlar görevlendiriyordu. Fakat tüm bunlara rağmen herhangi bir iz bulamamıştı.



Güney Diyarından nasıl ayrılabilir?” diye düşündü Chu Yuyan. “Onun bütün eski Tarikat üyeleri burada. Bazı onarılamaz, vahim felaketlere neden olmadıkça neden ayrılsın ki? Aslında Song Klanında olanlar onun adına iyi bir talihti. Herhangi bir Tarikata katılabilir, Yüce Ruh Yazıtını teslim edebilir ve tehlikeli durumu güvenli bir pozisyona döndürebilirdi. Meng Hao çok kurnaz bir piç, bu noktayı düşünememesine imkan yok değil mi?



Tahminlerime göre o hala Güney Diyarında. Nerede saklandığını daha bilmiyoruz. Eğer onu bulursam….” Dişlerini sıktı. Tam arkasını dönüp ayrılmak üzereyken bakışları Meng Hao’nun üzerine düştü. Ona dik dik baktı ve ardından aniden konuştu. Sesi artık sıcak değildi, aksine soğuk bir tonla doluydu. “Kafanı kaldır.



Meng Hao şaşırdı. “Dış görünüşümü değiştirdim.” diye düşündü. “Fakat yine de bana odaklandı.” Şaşkınlığına rağmen ona doğru bakarken yüzü boş ve karmaşık bir ifadeyle doluydu.



Chu Yuyan’ın kaşları kırıştı. Neden olduğunu bilmiyordu ama bu genç adama bakınca kalbi açıklanamaz bir rahatsızlıkla dolmuştu. Fakat onu daha önce bir yerde görmediğinden de emindi.



Düşünürken gözleri titreşti. “Bir şeyler yanlış. Daha önce görmediğim birine bakınca neden aniden sinirlendim?” Chu Yuyan bir süre onu incelese de bir faydası olmadı.



Meng Hao içten içe sızlandı. “Bu kız nasıl bu kadar keskin zekalı olabilir?” diye düşündü. Dış görünüşünün değişmiş olması ve ortamda başka insanların da olmasına rağmen dikkati onun üzerine yönelmişti. Kalbi aniden hızlandı. Aniden bakışlarını onun göğsüne doğru kaydırdı ve ardından bilerek yutkundu.



Yüzü biraz çirkin bir ifadeyle kaplandı ve bilerek yüzünü kızarttı. Şu an şehvet düşkününden çok ilk defa güzel bir kadın gören bir delikanlıya benziyordu. Böyle bir durumda bu tepki oldukça normal karşılanacaktı.



Meng Hao’nun bu ifadesi Chu Yuyan’ın kaşlarını iyice çatmasına neden oldu. Yüzünde bir iğrenme ifadesi belirdi ve içinde yükselen huzursuzluk hissini önemsemeden daha fazla konuşmayarak Ölümsüzler Mağarasından ayrıldı.



Chu Yuyan gittikten sonra Ölümsüzler Mağarasının içindeki herkes rahat bir nefes aldı. Lu Song hemen ana kapıyı mühürledi ve Simyacı Li başını sağa sola salladı. Onun ne düşündüğün söylemek zordu, ama bir kez daha iç geçirdikten sonra hap yapımına devam etti.



Kıdemli Kız Kardeş Chu son zamanlarda çok değişti.” diye mırıldandı Bai Yunlai. “Eskiden böyle değildi. Şu an tamamen soğuk ve kasvetli biri haline geldi. Biraz önce korkudan titredim resmen.



Hepsi Meng Hao denen herifin yüzünden.” dedi Lu Song, dişlerini gıcırdattı. “O lanet olası rezil pislik binlerce, on binlerce bıçak kesiğiyle ölmeyi hak ediyor! Eğer onunla karşılaşabilirsem, onu paramparça edeceğim! Dişlerimle etlerini kemiklerinden ayıracağım ve kemiklerini un ufak edeceğim!” İçindeki derin nefret çok bariz bir şekilde görülüyordu. Konuşmasını bitirdikten sonra tuhaf gözlerle Meng Hao’ya baktı, ardından aniden iyi niyetli bir şekilde gülümsedi ve başını salladı.



Belli ki Meng Hao’nun sıradan bir çırak simyacı olmadığını fark etmişti ve onun ileride usta simyacı olma şansı düşük değildi. Onunla kısa sürede arkadaş olmanın iyi olacağını düşündüğü açıktı.



Meng Hao kuruca öksürdü. O kesinlikle narin bir insan değildi. Fakat, biraz önce nefretle dişlerini gıcırdatan ve lanetler yağdıran Lu Song ondan biraz sonra iyi niyetli bir görüntü sergiliyordu. Meng Hao böyle şeylere alışması gerektiğini düşündü.



Hap yapımı tam bir gün boyunca sürdü. Hap ocağından hoş bir aroma yükselirken ay gökyüzünde yükseliyordu ve Lu Song’un ihtiyacı olan tıbbi haplar ortaya çıkmıştı.



Nispeten hızlı bir yapma sürecinden dolayı 7-8 hap üretebilecek tıbbi bitkilerden sadece iki tane hap çıkmıştı. Meng Hao bunun Simyacı Li’nin tekniğiyle alakalı bir şey olduğunu kolayca anlamıştı.



Meng Hao ilk defa bir hap yapımına katılmıştı. Bu işlem boyunca Simyacı Li’yi izlemiş ve bir şeyler öğrenebilmişti. Dışarısı gittikçe kararmaya başlamıştı. Lu Song onları mutlu bir şekilde Ölümsüzler Mağarasından Doğu Hap Dağına kadar götürmüş ve ellerini kenetledikten sonra oradan ayrılmıştı.



Onu takip eden günlerde Meng Hao kendini tamamen tıbbi bitki çalışmasına vermişti. Fakat, Simyacı Li’nin üzerinde derin bir etki bırakan Meng Hao yeni bir günlük göreve sahipti. Simyacı Li kendi Ölümsüzler Mağarasında yada başka yerde olsun hap yaparken asistan olarak yanına daima Meng Hao’yu alıyordu. Li Tao, yanında Meng Hao olunca hap yapımının daha hassas ve pürüzsüz gittiğini fark etmişti.



Bunun dışında Li Tao simya ile ilgili ona sık sık öğüt ve tavsiyeler veriyordu. Meng Hao bir süre sonra artık kendini simyaya yabancı hissetmemeye başlamıştı. Buna git gide alışıyordu. Daha fazla gördükçe daha fazla öğreniyor ve kendini yavaş yavaş geliştiriyordu.



Diğer insanlarla muhatap olmak karmaşık bir mesele değildi. Örneğin, Meng Hao’nun Li Tao ve Bai Yunlai ile ilişkisi oldukça basitti. Bu ilişki tamamen birbirlerine nasıl yardım edecekleri üzerineydi.



Eğer Meng Hao’nun çırak simyacı olarak yetenekleri iyi olmasaydı, Li Tao ondan etkilenmeyecek ve sürekli asistanlık için yanına çağırmayacaktı.



Üç ay boyunca günler böyle geçmeye devam etti. Meng Hao artık Mor Felek Tarikatındaki hayatı tamamen özümsemişti. Burada geçirdiği süre boyunca bir çok insanla karşılaşmış ve bir çok insan da onun ismini öğrenmişti.



Ne zaman dışarı çıksa tanıdık insanlarla karşılaşıyor ve onlarla sohbet edip şakalaşıyordu. Her şey düzenli ve huzurluydu. Herkes onu ellerini kenetleyerek selamlıyordu. Hiç kimse bu geleceği parlak çırak simyacı Fang Mu’nun, aylar önce Güney Diyarında bir fırtınaya sebep olan Meng Hao olduğunu bilmiyordu.



Bir gün Meng Hao kendini Li Tao’nun ölümsüzler mağarasında ona hap yapımında yardım ederken buldu. Hap yapımı bittikten sonra Li Tao ona mağaranın ağzına kadar eşlik etti. Bunun ardından aniden konuşmaya başladı.



Fang Mu, şunu bilmeni istiyorum ki sen benim için bir çırak simyacı değilsin. Bana göre tıbbi bitkiler konusundaki yeteneklerin usta simyacı sınıfında.



Meng Hao yürümeyi kesti ve Li Tao’ya baktı. Ellerini kenetledi ve selam verdi. Bu selam son derece içtendi. Li Tao Erken Temel Kurulum aşamasındaydı ama beraber geçirdikleri süre boyunca Meng Hao onun soğuk ve kibirli değil, aslında oldukça cana yakın ve hatta nazik olduğunu fark etmişti.



Aralarındaki bu ilişki sayesinde Meng Hao’nun simya ilmiyle ilgili bildikleri önemli ölçüde artmıştı.



Bir ay sonra...” diye devam etti Li Tao hevesli bir ses tonuyla. “Bir terfi sınavı olacak. Biraz araştırma yaptım ve terfi için bir çırak simyacı seçileceğini öğrendim. Eğer başarılı olurda usta simyacılığa yükselirsen, artık Mor Felek Tarikatının gerçek simya Tao’sunu öğrenmeye başlayabilirsin. Eğer bir usta simyacı olabilirsen kendi Ölümsüzler Mağaran olacak ve kendi ateş ocağına sahip olacaksın. Artık tıbbi bitkilere çalışmak yerine hap yapabileceksin!



Tek can sıkıcı nokta...” diye devam etti içten bir sesle. “Bu sınava katılabilecek kişiler on yıldır çırak simyacı olan kişilerden oluşacak. Ama katılmak gibi bir düşüncen olursa sana sınavdan bir yer ayarlamaya çalışabilirim. Bunu düşün. Belki de katılabilmek için kendin başka yöntemler bulabilirsin. Eğer böyle bir fırsat eline geçerse kendini on yıl beklemekten kurtarabilirsin.



Meng Hao’nun kalbi güm güm atmaya başladı ve bir kez daha Li Tao’ya baş selamı verdi. “Çok teşekkürler Kıdemli Kardeş Li.



İkili biraz daha konuştuktan sonra Meng Hao artık onu selamlayarak oradan ayrıldı. Meng Hao dağ yolu boyunca yürürken aya doğru baktı ve gözleri ışıl ışıl parladı.



On yılımı çırak simyacı olarak harcayamam.” diye düşündü. “Bu fırsatı kullanmanın bir yolunu bulmalıyım. Tarikatta şimdiye kadar yaptıklarım biraz dikkat çekmiş olmalı…” Bu meseleyi düşünmeye devam eden Meng Hao Mıntıka Bir Vadi Bire girdi. Tam avlusuna girdiği anda yüz ifadesi değişmese de kalbi titredi. Kapıyı iterek açtıktan sonra içeride beyaz saçlı bir adamın durduğunu gördü. Hemen yüzüne şaşırmış gibi bir ifade takındı.



Bu yaşlı adam Doğu Hap Dağına girdiği gün onun saklı yeteneğini test eden kişiydi. O, Wang Fanming isimli bir Ocak Lorduydu. Olduğu yerde Meng Hao’nun tıbbi bitki bahçesine bakıyordu. Meng Hao avluya girdiği anda ardına döndü ve Meng Hao’nun gözlerinin içine baktı.



—–









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr