Bölüm 206

avatar
9556 21

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 206


Bölüm 206: Huang Klanının Beş Ölümsüzü



Meng Hao depolama çantasına vurarak kan renkli maskeyi çıkartarak ona bir süre baktı. Gerekmedikçe et peltesine tekrar bulaşmak istemiyordu.



O can sıkıcı olmak konusunda korkunç bir seviyeye ulaşmıştı, Meng Hao bunun birinci elden tecrübe etmişti. Bir süre düşündükten sonra Ruhsal Duyusuyla maskenin içine baktı.



İçerisi karanlıktı ve Meng Hao içeri girdiği anda Mastifin aurasını hissetti. Bu aura giderek güçleniyordu ve Meng Hao’nun biraz sakinleşmesine neden oluyordu.



Kan Mastifi onun en güçlü ve ölümcül dostuydu. Onun uyanmasını ve köpek yavrusuyken olduğu gibi yanında durmasını iple çekiyordu. O kafasını gökyüzüne kaldıracak ve kükreyecekti.



Meng Hao Ruhsal Duyusunu hareket ettirdi, bir an duraksadıktan sonra üç şeritli bayrağın üzerine geldi. O değerli bir hazineydi ama şu an onu kullanamıyordu.



Meng Hao daha sonra Ruhsal Duyusunu Li Klanı Patriğine yöneltince şaşkınlıkla bakakaldı.



Adam öncekinden daha ince ve soluktu. Son derece zayıftı ve her an yok olup gidebilirdi. Gözleri umutsuzlukla dolmuştu. Meng Hao bir an et peltesinin korkunçluğunu hafife aldığını hissetti.



Et peltesi papağan şu an Li Klanı Patriğinin omuzundaydı ve konuşurken gözleri parlıyordu. Her nefeste Li Klanı patriği irkiliyordu.



Meng Hao önce tereddüt etti, daha sonra dişlerini sıktı ve yavaşça yaklaştı. Bunun üzerine et peltesi yukarı baktı ve Meng Hao’nın Ruhsal Duyusunu hissedince bir çığlık attı.



Eee? Sen de mi geldin? Neden bize katılmıyorsun? Yaşlı adam ve ben yetmiş bin yıl önceki bir gün batımını tartışıyorduk. Daha bitirmedik ve o sonuna kadar dinleyeceğine söz verdi.” Et peltesi Meng Hao’nun da tartışmaya katılma ihtimaliyle heyecanlandı.



Meng Hao’nun kalbi titredi ama daha ağzını açamadan Li Klanı Patriği ona doğru baktı. Sanki bir akrabasını görmüş gibi gözleri parıldadı ve heyecanlı bir çığlık attı.



Bu çığlık sanki pervasız bir terk ediliş ile dolu gibiydi.



Benim adım Li Xuefeng! Ben Li Klanının yedi bin yıl önceki Patriğiyim. Kan Ölümsüzü Miras turnuvasının içindeki İlahi Gözcülerden birine sahibim.  Sana yalvarıyorum, şu kuşu başımdan al. Sana her şeyi anlatacağım. İstediğini sorabilirsin, ne bilmek istiyorsun…? Li Klanına ait teknikler, ilahi beceriler biliyorum. Ne istersen iste sana yardım edeceğim. San her şeyi söyleyeceğim. Lütfen onu götür, lütfen….



Kapa çeneni!” dedi et peltesi kızgın bir şekilde. “Büyüklerine hiç saygın yok! Ben gerçekten de can sıkıcı mıyım? S… Sen, sen ahlaksızsın! Sen benimsin!” Ciddi bakışlarını Meng hao’ya çevirdi. “O benim! Onu daha habis yoldan çeviremedim. Daha yetmiş bin yıl önceki…



Tamam o senin! Senin!” dedi Meng Hao hızlıca, sesi çok keskindi. Hiç tereddüt etmeden devam etti, “Sana garanti veriyorum. O kesinlikle sana ait!



Tamam o zaman. İyi bir ruh halinde gibisin, bu yüzden şu anki tartışmaya katılmana izin vermeyeceğim. Bu yaşlı adama vermem gereken birkaç ders var.” dedi kızgınca. “Beni gammazlamaya çalıştığına inanamıyorum. Gammazlamaktan nefret ederim, bu son derece ahlak dışıdır…” Sesi öfkeli görünse de gözleri heyecanla dolmuştu. Bu aniden ortaya çıkan yeni konuşma konusu onu oldukça ateşlendirmişti.



Li Klanı Patriğinin yüzü umutsuzlukla doldu. Meng Hao’ya yalvarırcasına baktı, gözleri pişmanlıkla doluydu. Daha önce neden inat etmişti ki? Eğer daha önce teslim olsaydı, bu korkunç kuşun işkencesiyle yüzleşmek zorunda kalmayacaktı.



Onun hayatı son zamanlarda adeta cehenneme dönmüştü, ölümden bir daha kötü olan bir kabus gibiydi. Tüm Vücudu aniden sallandı.



Meng Hao boğazını temizledi.



Sözlerini titizlikle seçerek konuştu: “Kıdemli, senin şekil değiştirme formun hakkında düşünüyordum. Kısa bir süre sonra bu küçük bir Tarikata sızacak. Kıdemlinin şekil değiştirme formunun gücünü bana biraz ödünç vererek yardım etmesinin bir yolu var mı?” Meng Hao konuştuğu anda yavaşça geriye doğru hareketlendi.



Et peltesi arkasını döndü ve Meng Hao’ya şaşkınca baktı.



Ne yapacaksın? Yoksa bazı kötü işler peşinde misin!?



Tabii ki hayır!” Sesi erdemli bir havayla doluydu, sonra devam etti: “Bildiğiniz üzere o Tarikatta son derece habis insanlar var. İçeri sızarak bu kötü adamları yakalamak istiyorum. Böylece kıdemli onları eğiterek habis yoldan dönmelerini sağlayabilir.



Et peltesi aniden heyecanlandı. “Oh, demek planın buydu! Pekala, pekala. Meng Hao, gerçekten de doğru şeyi yapıyorsun. Böyle kötü insanlar benim tarafımdan eğitilmeli… Fakat….” Aniden tereddüt etti.



Meng Hao’nun sıradaki sözleri büyüleyici bir tonla söylendi. “Kıdemli, şu na ne dersin: önümüzdeki bir kaç gün içinde, senin yardım ve rehberlik etmen için gidip bir kaç zorba insan yakalayacağım.



Oh!?” Et peltesi daha da heyecanlandı ve tereddüdü kaybolmaya başladı.



Meng Hao demir tavında dövülmeli diye düşünerek devam etti. “İki zorbaya ne dersin?



Et peltesi titredi ve kanatlarını heyecanla çırptı. Fakat hala biraz tereddüt içindeydi.



Meng Hao dişlerini sıkarak devam etti, “Beş zorba! Bana bir kaç gün lazım, ama senin için beş tane zorba bulabilirim.



Et peltesi keyifli bir viyaklama sesi çıkarttı. Tüm vücudu sarsıldı ve gözleri heyecandan kıpkırmızı oldu. Nefesi hızlandı ve Meng Hao’ya bakarak. “Bana üç zorba getir!!” diye bağırdı. Meng Hao’ya gerin bir şekilde baktı, sanki anlaşamayacaklarından endişeleniyor gibiydi.



Huh? Üç mü?” Meng Hao şaşırdı. En başta et peltesinin daha fazlası için pazarlık edeceğini düşünmüştü. Ama beklediğinin tam tersi olmuştu.



Üç!” diye kükredi et peltesi. “Bana üç tane zorba getir, ben de sana yardım edeyim. Eğer üçten az olursa anlaşma yatar!” Et peltesi sanki bu teklifle her şeyi riske ediyormuş gibi hissediyordu.



Meng Hao bu durumu son derece tuhaf bulsa da yine de başını aşağı yukarı salladı. “Tamam, sana üç tane zorba getireceğim. Bir tane bile eksik olmayacak!” Bununla birlikte Ruhsal Duyusunu geri çekti. Yüzünü tuhaf bir ifade kapladı.



Acaba et peltesi sayıları mı bilmiyor? Ben beş önerdim ve ardından üç tane istedi ve sanki riskli bir hareket yapıyormuş gibi davrandı….” Kendi kendine mırıldanan Meng Hao maskeyi yerine koydu ve Ölümsüzler Mağarasından ayrıldı. Yağmur dineli çok olmuştu. Hemen beyaz bir ışık ışınına dönüşerek uzaklara doğru fırladı.



İki gün sonra.



Bir dağ yolunda otuzlu yaşlarında iri yarı bir adam yürüyordu. Üzerinde sarı bir elbise vardı ve yüzünde de bir gülümseme vardı. Bıyıkları “八” karakterine benziyordu. Onun yanında yürüyen genç adama gülümseyerek konuştu: “Küçük Kardeş Meng, az kaldı. İlerde büyük kardeşimle benim oturduğumuz yer var. Oraya vardığımızda bir süre orada kalabilirsin. Seninle hemen iyi geçinmeye başladık değil mi? Kesinlikle kılıç kardeşleri olacağız. Biliyorsun, Huang Klanının Beş Ölümsüzleri bu bölgede iyi tanınır. Sana gerçekten de yardımcı olabiliriz!



Genç adamın yüzünde mahcup bir ifade vardı. Gelişim Merkezi sekizinci Qi Yoğunlaştırma seviyesindeydi, sarı cübbeli adamdan bir seviye üstündü.



Teşekkürler büyük kardeş Huang,” dedi genç adam utangaç bir tonla. “Tarikatımdan ilk kez ayrıldım, seninle karşılaşmak benim için büyük bir şans oldu.



Tarikatından dışarı çıktığında arkadaşlara bel bağlamalısın. Bunda kötü bir şey yok. Büyük kardeşim ve ben konuksever insanlarız. Küçük kardeş, sen bu kadar genç olmana rağmen yüksek bir Gelişim Merkezine sahipsin. Geleceğin cidden çok parlak! Eminim ki bir gün Güney Diyarında tanınmış bir isim olacaksın. Hatta Seçilmişleri bile gölgede bırakabilirsin. Biliyorsun büyük kardeşim ve ben arkadaş edinmek konusuna çok önem veririz ve bunu yapmaktan çok mutlu oluruz.” Sarı cübbeli adam içten bir kahkaha attı ve ardından Meng Hao’nun omuzuna hafifçe vurdu. Fakat gözlerinde küçümseyici ve aç gözlü bir ışık parlıyordu. Gözleri bariz bir şekilde Meng Hao’nun depolama çantasındaydı.



Daha önce böyle bir depolama çantası görmemişti, sıra dışı olduğu çok belliydi.



Tabii ki onun gibi biri böyle bir çantayı asla göremezdi. Bu çanta Kozmos Çantasıydı ve bu genç adam da Meng Hao idi.



Bu sabah vahşi dağlarda karşılaşmışlardı. Adam Kozmos Çantasını gördüğü anda ona göz koymuştu. Ama Meng Hao’nun Gelişim Merkezini görünce onu çalma fikrinden vazgeçmişti. Bunun yerine bir süre küçük bir muhabbete girişmişlerdi.



Adam Meng Hao’ya doğru gülümseyerek düşündü, “Tarikat öğrencilerinin ilk defa kendi başlarına dışarı çıktığını duydum. Onun gibi biri yanında kesinlikle Tarikattan aldığı bazı hayat kurtarıcı hazinelere sahip olmalı. Fakat o tecrübesiz. Sadece birkaç süslü sözle onu kandırdım.” Adam aklınca rakibi hakkında her şeyi öğrendiğini düşünüyordu.



Meng Hao her zamankinden daha fazla çekingen göründü. Fakat içten içe neşe içindeydi. Birkaç yerel zorba gelişimci bulmak sadece iki gününü almıştı. Dahası bu adam onu et peltesinin en sevdiği tip olan zorba insanların bulunduğu bir yere götürüyordu.



Muhabbet ederek yürürlerken aniden ilerde bir dağın dibinde bir Ölümsüz Mağarası belirdi. Mühürlü olan ana kapısı devasaydı ve sağlam kireç taşından yapılmıştı. Görünüşe bakılırsa Ölümsüzler Mağarası dağın içine doğru yarısına kadar uzanıyor olmalıydı. Ana kapının iki kenarında sanki canlı gibi görünen iki taştan yapılmış nöbetçi aslan vardı. Çevreyle pek uyumlu değillerdi, sanki buraya başka bir yerden getirilmiş gibilerdi.



Ayrıca Ölümsüzler mağarasının girişinin kenarında iki tane kule vardı. Bu kulelerin yapım malzemesi tahta ya da toprak değil kemikti. Bir çok insan ve hayvan kemiği bir araya getirilmişti. Bu insanın tüylerini diken diken eden bir görüntüydü.



İşte geldik küçük kardeş!” dedi sarı cübbeli adam kahkaha atarak.



Meng Hao kaşlarını çattı. “Burası….”



Ne düşündüğünü biliyorum...” dedi adam. Sert bir sesle devam etti: “Ama biz vahşi doğada yaşıyoruz. Başkalarıyla bir problemimiz olmasa da bazı tedbirli yöntemler izlemeliyiz. Böyle dekorasyonlar hırsızları ve kötü insanları korkutmak amacıyla yapıldı.



Meng Hao cevap vermedi, ama gözlerinde soğuk bir ışık parıldadı.



Sarı elbiseli adam onun bakışını fark etmemişti. Elbise kolunu fiskeledi ve bir tane uçan kılıç ortaya çıktı. Onun üstüne atladı ve renkli bir ışık ışınına dönüşerek Ölümsüzler Mağarasına doğru süzüldü.



Meng Hao’da soğuk gözlerle onu taklit etti.



İkili ana kapıya yaklaştıklarında sarı cübbeli adam elbise kolunu fiskeledi. Parlak bir ışık fırlayarak kapıya indi. Kapı gürledi ve ardından yavaşça açılmaya başladı.



Kapı açılmaya başladığı anda içeriden üç tane gelişimci çıktı. Hepsi de kırklı yaşlarındaydı ve Gelişim Merkezleri Qi Yoğunlaştırmanın dokuzuncu seviyesiydi. İki tanesi vahşi bir duruşa sahipken diğeri cılız ve sıskaydı, gözlerinde haince bir ifade vardı. Elinde bir yelpaze tutuyordu. Meng Hao’ya doğru gülümsedi.



O sırada sarı cübbeli adam o üçünün yanına gelerek bir kahkaha patlattı. Arkasına döndü ve gülümseyerek Meng Hao’ya baktı, “Büyük kardeşler, bu sabah gelirken Meng isimli arkadaşla karşılaştım. İlk defa Tarikatından dışarı çıkmış. O yüzden onu buraya davet ettim. Lütfen benimle birlikte ona samimi bir hoşgeldin diyin!








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44296 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr