Bölüm 124.2 : Külhanbeyi Taburu Komutanı! (2)

avatar
5257 9

Heavenly Jewel Change - Bölüm 124.2 : Külhanbeyi Taburu Komutanı! (2)


Çevirmen : Clumsy 

 

Zhou Weiqing’in sözleri tüm Külhanbeyi Taburu askerlerini afallatmıştı. Yıllardır başlarına verilen Tabur Komutanlarının hiçbiri burada kalmayı başaramamış, hatta Shen Bu’nun da bahsettiği gibi bir tanesi canından olmuştu. Tabii bu Komutanların hiçbiri Zhou Weiqing değildi.

 

Bu Külhanbeyi Taburu askerleri kibirli düzenbazlar olabilirdi ama hiçbiri görevdeki askerlere saldırmaya cüret etmezdi. Sonuçta kuzey ordusu İmparatorluğun elit bir kesimiydi. Külhanbeyi Taburuna ise suçlu gözüyle bakılıyordu. Orduyu biraz daha kızdırmak intihar anlamına gelirdi. Zaten buraya gelerek isimlerini normal ordudan sildirmişlerdi, işleri daha kötü hale getirmeye gerek yoktu.

 

Az önce aşağıya seslenmiş olan adaleli asker, çivili sopasını omzuna atarak Zhou Weiqing’e doğru yürümeye başladı. “Zhou Küçük Şişman’dı değil mi? Az önce yaptığın şeyle hepimizi öldürdüğünün farkında mısın? Onlar On Altıncı Alaydan gelen şahsi korumalar, onları donlarına kadar soysak bile daha fazlası geri gelmeyecek mi? Biz buraya sürüldük ve hepimizi öldürseler kimsenin ruhu duymaz… umurlarında da olmaz.”

 

Külhanbeyi Taburunun kalan askerleri de yaklaşmaya ve Zhou Weiqing ile Shangguan Fei’er’i sıkı bir çembere almaya başlamıştı.

 

Zhou Weiqing, bakışlarını üzerlerinde gezdirirken küçümseyici bir ifadeye büründü. “Yıllardır doğru düzgün bir sığınağınız, kıyafetiniz ya da yemeğiniz olmadan burada yaşamanıza şaşmamalı. Hmph, bir de kendinize Külhanbeyi Taburu diyorsunuz… bu acınası cesaretle nasıl kendinize külhanbeyi diyebildiniz?”

 

“Küçük velet, canına mı susadın sen?!” Kara asker, sopasını kaldırarak öfkeyle bağırmıştı.

 

Ancak tam da o anda tüm askerleri oldukça şaşırtacak bir şey yaşandı.

 

Zhou Weiqing tek bir hareketle silkindi, zırhını attı, başlığını, bilekliklerini ve eldivenlerini çıkarttı.

 

Sonra da üniformasını çıkartarak karşısındaki adam gibi üstü çıplak bir hal aldı.

 

Zhou Weiqing bile ebat olarak bu askerin yanında küçük kalıyordu. Ancak kasları gayet yerli yerinde ve orantılıydı.

 

Shangguan Fei’er, hafif bir humph eşliğinde kafasını çevirdi. Ama maskesinin altında gizlenen yüzü hafifçe kızarmaya başlamıştı.

 

“Ne yapıyorsun? Bedenini satmaya falan mı çalışıyorsun? Buraya sürülmüş olsak da erkeklere ilgi duyacak hale gelmedik.” dedi siyahlı adam soğukkanlı bir şekilde.

 

Zhou Weiqing kafasını sallayarak yanıtladı: “Az önce söylediklerine bakılırsa hepiniz ölmekten korkuyor olmalısınız, haksız mıyım? Bunda bir sorun yok, insan dediğin ölümden korkar. Ben de sizden farklı değilim, ölmekten çok korkarım. Ama sözlerimin kar etmeyeceğine karar verdim, bunun yerine eylemlerimle konuşacağım. Hani On Altıncı Alayın intikam almasından korkuyorsunuz ya, size şöyle söyleyeyim. Bugünden sonra emirlerime itaat etmezseniz tek başıma tüm Külhanbeyi Taburunu dünyadan silebilirim.”

 

“Hahahahaha.” Siyahlı adam kahkahalara boğulmuştu. “Cidden yirmi korumayı bayılttın diye bizim taburumuzda böyle rol kesebileceğini mi sanıyorsun? Bizi dünyadan silecekmiş! Dikkat et de palavra atmaktan dilin şişmesin! Hahaha.”

 

Siyahlı adamın güçlü sesi bir anda kesildi. Çünkü Zhou Weiqing’in kırmızıya dönen gözleriyle yüzleşmişti. Taze Kan Kırmızısına.

 

Zhou Weiqing’ten tarif edilemeyecek bir aura yayılıyor, kasları genişliyor ve siyah kaplan dövmeleri bedeninde bir su misali akıyordu. Eğer Külhanbeyi Taburu askerlerinin aurasına vahşi denirse, Zhou Weiqing’inkine tamamen öldürme güdüsüyle dolu demek bile kafi gelmeyebilirdi.

 

*Swoosh* Zhou Weiqing’in sağ ayağı hiçbir uyarı vermeden havalandı ve bir an sonra herkesin görebileceği şekilde gaddarca yere saplandı.

 

Weiqing’in gücüne aşina olan Shangguan Fei’er ise hızlıca bir metre geri sıçramıştı. 

 

*BOOOOM*

 

Sanki beş bin kiloluk bir çekiç vurulmuşçasına, kulakları sağır edici bir patlama yaşandı. Zhou Weiqing’e en yakın olanların beyinleri şok dalgaları yüzünden uyuşmuştu.

 

Yüz adam. Hepsi birlikte sonbahar yaprakları gibi yere savruldu. Zeminde çatlak üzerine çatlak açılıyor, kaplumbağa kabuğunu andıran bir desen, neredeyse yüz metreye kadar yayılıyordu.

 

Patlamanın yarattığı yankı devam ederken, Zhou Weiqing’in iri eli, bir kaplan pençesi edasıyla ileriye atıldı. Kimse hareketini net olarak görememiş olsa da iriyarı adamın çivili sopası artık Zhou Weiqing’in ellerindeydi.

 

Ve Zhou Weiqing, almış olduğu sopayı kaldırarak kendi bedenine geçirdi. Herkesi şok eden metalik sürtünme sesleri sonrasında sopanın çivili kısmı kırılmış ve paramparça olmuştu.

 

Weiqing sopayı rahat bir tavırla bir kenara fırlattığındaysa hastalıklı bir gürültü duyuldu ve sopa, zeminde siyah bir delik bırakarak gözden kayboldu.

 

Bırakın Külhanbeyi Taburu askerlerini, 22 savaş atı bile Zhou Weiqing’in darbesine karşı ayakta duramamıştı. Herkes yerde yatıyor ve titriyordu. Weiqing’in sağ bacağı bile hepsinin gözlerini şokla doldurmak için yeterli olmuştu.

 

Şeytani ve kanlı gözler tüm kalabalığı tarayarak kara askerin önünde durdu. “İsmin ne?”

 

Siyahlı asker sert bir şekilde yutkundu. “Sen gerçekten insan mısın?”

 

Bir saniye sonrasında, adam Zhou Weiqing tarafından havaya kaldırılmıştı. “Burada soruları ben sorarım. İsmin ne?”

 

“Herkes bana Kara Ayı ya da Büyük Ayı der. Gerçek adım Xiong Guangming.” Bir külhanbeyi olmak, intihara meyilli olmak demek değildi ve tüm bu askerler ölmekten korkuyordu. Zhou Weiqing’in Şeytani Değişim Aşamasına tanık olmak da fazlasıyla boğucu bir baskıydı. Bu şartlar altında küstah olma ihtimalleri yoktu.

 

Zhou Weiqing, başını salladıktan sonra adamı yere indirdi: “Çok iyi. Tamamdır, bugünden sonra bana karşı planladığınız her şeye varım. Ama şimdilik emirlerime itaat edeceksiniz. Şimdi ganimetlerinizi toplayın ve beni kampa götürün.”

 

“Hepiniz kalkın, ölü taklidi yapmaya devam mı edeceksiniz? Acele edin de Tabur Komutanımızın sözlerini dinleyin.” Büyük Ayı, hiç tereddüt etmeden arkadaşlarına emir vermiş ve yüzüne saygılı bir ifade yerleştirmişti. Mutlak gücün karşısında durmaya çalışmak aptallık olurdu ve ölmeye hiç niyeti yoktu. Saygısının gerçeklik oranı ise Zhou Weiqing’in pek umurunda değildi. Weiqing’in önceliği, Tabur Komutanlığı pozisyonunu sağlamlaştırmaktı. Bu adamları kendine bağlamak için fazlasıyla fırsatı ve yolu olacaktı. Sonuçta Tanrı Gözlü Düzenbazın öğrencisiydi! Sıradan askerler bu taburla baş edememiş olabilirdi ama Weiqing, kendisi için sorun olmayacağına inanıyordu. Neticede kendi hareketlerinin ve düşünce tarzının da bu düzenbazlardan pek farkı yoktu.  

 

Dakikalar içerisinde On Altıncı Alay korumaları donlarına kadar soyulmuş, kıyafetleri, zırhları ve silahları alınmıştı. Sonra da atların dizginlerini tutan askerler eşliğinde kampın yolu tutuldu.

 

Zhou Weiqing, Şeytani Değişim Aşamasından çıkmış olmasına rağmen kıyafetlerini giymemişti. Üstü çıplak bir şekilde Shangguan Fei’er’le birlikte ilerliyordu.

 

Xiong Guangming dedi ki: “Tabur Komutanım, benim çadırımda dinlenebilirsiniz. Uzun zamandır bir Tabur Komutanımız olmadığı için özel bir çadırımız yok.”

 

Zhou Weiqing başını sallayarak onayladı: “Tamamdır, şimdilik senin çadırını kullanayım. Sen Taburumuzun Bölük Liderlerindensin herhalde? Gidip diğer Bölük Liderlerini de topla ve onlara olanları anlat. On Altıncı Alayla ilgili bir problem çıkarsa ben halledeceğim. Bugünden sonra Külhanbeyi Taburu Komutanıyım ve tüm sorunları çözmek benim işim. Böyle bir şeye cüret etmek için sebeplerim olduğuna emin olabilirsin.”

 

“Evet tabii Tabur Komutanı Zhou kesinlikle bilgece davrandı.” Xiong Guangming gibi bir adamın böyle saygılı bir ifadeye bürünmesi komikti. Ama bu, Zhou Weiqing üzerinde iyi bir etki bırakmıştı. Sebebi basitti; Zhou Weiqing boyun eğmeyen karakterlerden ziyade kırılmaktansa eğilmeyi tercih edenlerden hoşlanırdı. Çünkü boyun eğmeyenler fazla yaşamazdı. Onun ihtiyacı olan şey zeki bir orduydu, kendisini aptalca öldürecek bir topluluk değil.

 

Tepelerin arasına yerleştirilmiş olan kamp, fazla uzakta değildi. Yaklaştıkça etrafın dağınıklığı ve çadırların üzerindeki delikler daha çok dikkat çekmeye başlamıştı. Burası kuzeyin ucuydu ve hava oldukça soğuktu. Gündüzleri fena değildi, özellikle de Zhou Weiqing gibi Cennetsel Enerjisi olanlar için sorun olmazdı. Ama geceleri sıcaklık iyice düşecekti ve bu çadırların soğuk rüzgarları engellemesine imkan yoktu. Kampı tepelerin arasındaki bir vadiye kurma sebeplerinden biri de rüzgarı kesmek olmalıydı.

 

Xiong Guangming, Zhou Weiqing’i göreceli olarak sağlam bir çadıra götürdü. Yalnızca on metrekarelik çadırın üzerinde altı-yedi büyük yama vardı. Yine de diğer çadırlara kıyasla gayet sağlam görünüyordu. Buna rağmen içeriye adım atıldığında dışarıdaki rüzgarın her yerden sızdığını hissedebiliyordunuz. Gerçi bu da havalandırma konusunda beklenmedik bir fayda sağlıyordu.

 

Zhou Weiqing kaşını kaldırarak Xiong Guangming’e döndü: “Hadi Bölük Liderlerini topla, sizi burada bekliyorum.”

 

Xiong Guangming arkasını dönerek çadırdan çıktı. O anda gözlerinde soğuk bir ışık parlıyordu. On Bölük Lideri arasında en düşük rütbelisi oydu.

 

Az önce Zhou Weiqing tarafından dövüldüğü ve tehdit edildiği için itaat etmekten başka şansı kalmamıştı. Ama şimdi döndükleri yer Külhanbeyi Taburuydu… hmph… yalnızca yirmi yaşında bir çocuk onlara emretmek istiyordu öyle mi? Hayal görüyor olmalıydı.

 

Adamın çıkmasıyla Zhou Weiqing ve Shangguan Fei’er baş başa kalmış oldu. Fei’er kızgın bir şekilde bakarak lafa girdi: “Ne yaptığını anlayamıyorum, neden tanrının bile unuttuğu, kuşların bile sıçmaya tenezzül etmeyeceği bir yere geldik ki?! Burada ne yapabiliriz, nasıl gelişebiliriz? Buradan ayrılmazsan sonsuza dek bir Tabur Komutanı olarak kalacaksın.”

 

Zhou Weiqing hafifçe gülümsedi: “Burası umduğumdan daha dağınık ve bakımsız çıksa da sorun yok. İhtiyacım olanın ZhongTian İmparatorluğuna ait bir ordu olmadığını anlaman gerekiyor. Bana lazım olan şey, gücünü kendi yararıma kullanabileceğim bir topluluk. Ya bu topluluk Külhanbeyi Taburuysa? Burası tam da gücümü geliştirebileceğim yer, bekle ve gör.”

 

#Kimsenin dokunmayacağı, ıssız bir alan ve her türlü pisliği yapabilecek bir topluluk. Gerçekten de tam bizim keratanın amaçlara uygun. 
Tabii önce bu ısınma sürecini atlatmak lazım. Adam çadırdan 'az sonra görürsün sen' bakışıyla çıktığına göre yeni bir kapışma izleyebiliriz gibi. E hadi bakalım okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44352 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr