Bölüm 124.1 : Külhanbeyi Taburu Komutanı! (1)

avatar
5326 9

Heavenly Jewel Change - Bölüm 124.1 : Külhanbeyi Taburu Komutanı! (1)


Çevirmen : Clumsy 

 

Tam set zırhını giyinerek iri bir atın üzerine binen Zhou Weiqing’in yüzünde barışçıl bir ifade vardı. Hatta Uzaysal Yüzüğünden bir bisküvi çıkararak yemeye başlamış ama Fei’er’e uzattığında tripli bir şekilde reddedilmişti. Shangguan Fei’er’in bu tavrının sebebi ise sabahki mevzu değildi, Weiqing’in fazla yumuşak davranıyor oluşuna tepkiliydi. Korumaların alaycı tavrına karşılık vermemesi sinirine dokunmuştu.

 

Shen Bu’nun şahsi korumaları, alayın içerisinden özenle seçilmiş elit askerlerdi. Çoğu Fiziksel Cevher Ustasıydı ve yetişim seviyeleri de fazla yüksek değildi. Ancak Cennetsel Yay İmparatorluğunda olsaydılar, rütbeleri kesinlikle çok daha iyi olurdu.

 

Yirmi iki atın birlikte gerçekleştirdiği yolculuk iki saatten fazla sürdü ve bu sürenin sonunda kampın görüntüsü gözler önüne serildi.

 

İçinden hızlı bir hesap kitap yapan Zhou Weiqing, en az 300 li ilerlemiş olduklarını düşündü. Külhanbeyi Taburu gerçekten de izole edilmişti.

 

Amaen azından kamp açık bir arazide yerleşik değildi; sonuçta ZhongTian ve WanShou İmparatorluklarının sınırıydı. Çevresi tepeliklerle doluydu ve bu tepeler pek uzun olmasa da araziyi karmaşıklaştırmak için yeterliydi.

 

Zhou Weiqing, Külhanbeyi Taburu kampının büyük bir çoğunluğunun bu tepelerin arasında olduğunu, bu yüzden belli bir mesafeden rahatlıkla görünebildiğini fark etti. Dağınık ve özensizce yerleştirilmiş çadırlar bir hayli pis ve yırtık pırtıktı. Görünürde tek bir ordu bayrağı dahi yoktu. Küçük tepede biraz yeşillik olsa da kampın tamamı ıssız bir çöl izlenimi veriyordu.  

 

“DURUN!” Kampa beş yüz metre kala, sessizlik ani bir bağırışla bozuldu. Bir an sonra ise kayaların arkasından bir düzine civarı erkek çıktı.

 

Bunlar cidden asker mi?! Zhou Weiqing ilk görüşte afallamıştı. Bu adamların hiçbiri doğru düzgün giyinmemişti, üniformaları darmadağın ve eksikti. Pek çok yerleri yırtık olan kıyafetlerin bazı kısımlarına saçma şekillerde yama yapılmıştı. Deri, zincir veya herhangi bir çeşit zırhtansa eser yoktu. Hatta üzerlerindeki tek düzgün ekipmanın üç kişinin sahip olduğu uzun mızraklar olduğu söylenebilirdi. Kalanların ise yalnızca ahşap çubukları vardı.

 

Yine de bu berbat ekipmanlara rağmen güçlü ve gaddar görünüyorlardı. Yaşları 25 ila 35 arası olan adamların hepsi uzun ve yapılıydı. Yırtık pırtık kıyafetlerinin ardından sergilenen bronz ve kaslı bedenlerine eşlik eden katı ve dik surat ifadeleri vardı. Onlara asker yerine haydut demek daha uygun olabilirdi.

 

Korumaların lideri kırbacını havada şaklatarak sessizliği bozdu. “Ne durması?! Sizi düzenbazlar ve külhanbeyleri, şu halinize bir bakın, dilenciye benziyorsunuz! Buraya gönderilmenize rağmen doğru düzgün insanlar olmayı öğrenemediniz mi? Biz On Altıncı Alay Komutanı Shen Bu’nun şahsi korumalarıyız ve yeni Tabur Komutanınızı getirdik. Buyrun, Tabur Komutanı Zhou. Acele edin ve onu selamlayın.”

 

Uzun, görkemli atına yerleşmiş olan koruma lideri, üstün ve havalı bir tavırla Külhanbeyi Taburu askerlerine tepeden bakıyordu. Tüm korumalar kaliteli zırhlar içerisindeydi, kritik bölgeleri titanyum alaşımlarla kaplıydı, ellerinde uzun kılıçlar ve sırtlarında yaylar vardı. Hatta atları bile deri zırhlarla kaplanmıştı. Ve Külhanbeyi Taburu askerleriyle aralarındaki fark dünyayla cennet kadardı.

 

Zhou Weiqing gıkını çıkartmıyor, Külhanbeyi Taburu askerlerinin ne yapacağını bekliyordu.

 

Külhanbeyi Taburu askerlerinin lideri kuvvetli bir şekilde bağırdı ve çok kısa bir süre içerisinde yeni kafalar belirmeye başladı. Berbat ekipmanlara sahip gaddar ve iri yapılı yüz küsür adam, kana susamış auralarla ortaya çıkmıştı. Onlara bakmak bile yirmi korumanın kalplerinin korkuyla dolması için yeterliydi. Sonuçta buraya gönderilen külhanbeylerinin pek nazik olmadığı ortadaydı!

 

“Külhanbeyi Taburumuza gösteriş yapmaya mı geldiniz? Ne hata ama! Pabucumun Tabur Komutanı! Nereden bulduysanız geri götürün. Biz uzun zamandır terkedilmiş adamlarız, herhangi bir lidere falan ihtiyacımız yok. Kaybolmak için bir dakikanız var, aksi takdirde elimizden bir ‘kaza’ çıkabilir.”

 

Konuşan kişi, teni güneşten neredeyse siyaha yaklaşmış olan iri, kaslı bir erkekti. Bir tepenin yukarısında dikilmekteydi. Güneşin ışıkları korkunç kaslarını parlatıyor ve kaslarının görüntüsü, elindeki iki buçuk metrelik çivili sopayı bile gölgede bırakıyordu.  Ayrıca kanlı gözlerinde zalim bir kurdu andıran parıltılar mevcuttu.

 

Şahsi korumalar yirmi kişiden oluşsa da yetenekli ve iyi donanımlıydı. Eğer doğru düzgün ekipmanı olmayan yüz sıradan askerle karşı karşıya olsaydılar, acımasızca ilerler ve rakibe bir ders verirlerdi. Ama sebebini bilemeseler de bu yüz adamın kana susamış aurası onları korkutmuş ve kibirli hareketlerden men etmişti.

 

Korumaların lideri ciddi bir şekilde konuştu: “Yeni Tabur Komutanını getirme emri tüm kuzeyin komutanından geliyor ve biz de yalnızca bize verilen talimatları yerine getiriyoruz. Ona eşlik ederek görevimizi tamamladık, gerisi size kalmış. Biz artık gidiyoruz.” Bu sözlerden sonra atını döndürerek adamlarıyla birlikte gitmeye yeltendi. Kaybedecek bir şeyi olmayan Külhanbeyi Taburu askerleriyle daha fazla vakit geçirmek istemiyordu.

 

“Korkarım ki bu şekilde ayrılmanız mümkün değil.”

 

O anda yükselen ve herkesin ilgisini çeken tembel sesin sahibi Zhou Weiqing’ti.

 

“Bir şey mi vardı Tabur Komutanı Zhou? Ne yazık ki çok geç kaldınız, burada yaşamak zorundasınız.” Korumaların lideri olan adam, Zhou Weiqing’in korktuğunu düşünmüş ve küçümseyici bir tonla konuşmuştu. Tabii ki yeni bir emir almadığı müddetçe Zhou Weiqing’i geri götürmeyecekti.

 

Zhou Weiqing göz kırparak konuştu: “Korktuğumu mu sandın? Korkacak neyim var ki? Demek istediğim şey şu ki… hepiniz Taburuma ve yoldaşlarıma ulaştırdığım tanışma hediyelerisiniz! Bu şekilde ayrılmanız hiç hoş olmaz! Önce şu giydiğiniz parlak zırhlara bir bak, sonra da benim kardeşlerimin üzerindekine! Heh… geride bırakabileceğiniz ne varsa bırakacaksınız.”

 

Bu sözlerden sonra atından atladı ve korumaların liderinin önünde belirdi.

 

Lider, şaşkınlık içerisinde bağırdı: “Tabur Komutanı Zhou, ne yapıyorsunuz?!”

 

Zhou Weiqing otuz iki dişiyle sırıttı. “Kampa döndüğünüzde Alay Komutanı Shen Bu’ya şu sözlerimi iletmeyi unutmayın… Sizin Babanız, Ben, hiçbir zaman iyi bir insan olmadım… Ben de özümde bir külhanbeyiyim!” Bu sözlerden sonra da korumaların liderini kavradı.

 

Shen Bu’nun şahsi korumalarının lideri olan adamın, doğal olarak belli bir seviyede gücü ve yeteneği olmalıydı. Lider, hızlıca kalın bir Cennetsel Enerji aurası saldı ve 4 Cennetsel Cevherini gözler önüne serdi. O da bir Cennetsel Cevher Ustasıydı!

 

Ne yazık ki ona saldıran kişi, kendi seviyesindekiler arasında yenilmez sayılan Zhou Weiqing’ti. Zhou Weiqing, rakibinin Niteliklerine bakma gereği dahi duymadan Rüzgarın Prangalarını salmıştı.

 

Lider 4-Cevherli olabilirdi ama her Cennetsel Cevher Ustasıyla aynı sıkıntılardan mustaripti. Yani Birleştirilmiş Ekipman ve Yetenek Depolama… Elde edebilmiş olduğu az sayıda Ekipman ve Yetenekle nasıl Zhou Weiqing’e rakip olabilirdi ki? Bu yüzden yüksek derecelendirmeli Rüzgarın Prangalarına tepki verecek vakit dahi bulamadan Weiqing’in avcunu suratına yemişti. Zhou Weiqing’in kuvveti, rakibini tek darbede atından düşürüp bayıltmaya yeterli olmuştu.

 

“Hmph, Sizin Babanız, Ben, başından beri size bir ders vermek için yanıp tutuşuyordum. Eğer ekipmanlarınız olmasaydı size bu kadar katlanır mıydım?! Tcheh!” Zhou Weiqing, küçümseyici bir şekilde tükürdü.

 

Olayların bu ani dönüşü tüm korumaları şok etmişti. Zhou Weiqing’in böyle bir şey yapabileceğine hiç ihtimal vermiyorlardı.

 

“Zhou Küçük Şişman, askeri mahkemeden korkmuyor musun?”

 

“Kafana aç sen askeri davayı! Senin Baban, Ben, zaten buraya gönderildim, kim takarmış artık mahkemeyi falan! Fei’er, ne bekliyorsun, harekete geçsene!”

 

Zhou Weiqing bu sözle birlikte yıldırım gibi ileri atıldı. Yalnızca Rüzgar Niteliğini kullanabilmesine rağmen bu korumalar ona denk olamazdı. Gümüş İmparator Yıldırım Delişinin hızı ve Gümüş İmparator Kanat Kesiğinin yıkıcılığı eter de artardı bile. Buna bir de savaş alanında panter kesilen Shangguan Fei’er eklenince, yirmi korumanın yere yapıştırılması çok sürmemişti.

 

Neyse ki kana susamış insanlar değillerdi, bu yüzden askerleri öldürmek yerine bayıltmakla yetindiler. Tabii ki bazı yaralamalar kaçınılmazdı.

 

Zhou Weiqing, işini bitirmiş bir adamın edasıyla ellerini birbirine sürterek tozlarını döktü.

 

Etrafa ölümcül bir sessizlik hakim olmuştu. Külhanbeyi Taburu askerleri tüm mücadele boyunca hiç hareket etmemiş, katılmak istediklerini belli etmeden soğuk bir şekilde izlemekle yetinmişti.

 

Bu öfkeli ve gaddar askerlere bakan Zhou Weiqing, başını tatmin olmuş bir şekilde sallayarak lafa girdi: “Hiç fena değil, anlaşılan doğru yere gelmişim.” Bu sözlerden sonra kıyafetlerine uzanarak sabah teslim aldığı plaketi çıkarttı.

 

“İyi bakın millet, bu benim Tabur Komutanı Plaketim. Kuzey komutanının emriyle gönderildim. Bugünden itibaren Eşsiz Tabur 1’in yani sizin Komutanınız olacağım. İsmim Zhou Küçük Şişman ve bana istediğiniz şekilde seslenebilirsiniz. Ee, ne bekliyorsunuz? Bu 22 at bundan sonra sizin. En… zırhlar, kıyafetler, başlıklar, silahlar, hepsi sizin, hiçbirini ziyan etmeyin. Oh bir dakika, Külhanbeyi Taburu olsak da On Altıncı Alayın biraz yüzü kalsın. Donlarını bırakın…”

 

#Weiqing'in bu kadar sakin kalmasının altında bir bit yeniği olmalıydı zaten. 
Son darbeyle hem intikamını aldı hem de taburuyla güzel bir başlangıç yaptı. Ama adamları tavlaması bu kadar kolay olmaz diye düşünüyorum. 
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44329 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr