Bölüm 19: Arena

avatar
433 3

En Güçlü Olacağım! - Bölüm 19: Arena


Akhan, güneş tepesinde yerini aldığında Doğu Kütüphanesi’nden ayrıldı. Zihnine doluşmuş bilgilerin verdiği özgüveni bir tek dövüş sanatı çalışırken alırdı. Lanetli Dokunuş’a yaklaşık bir haftadır çalışıyordu ve kat ettiği ilerleme inanılmazdı. Aynı şekilde Doğu Kütüphanesi’nde bir haftada okuduğu kitapların sayısını bilmiyordu.

 

Akhan’ın hafızası saçma derecede güçlüydü. Bir kez gördüğünü bir daha unutmuyor ve hızla analiz edebiliyordu. Bu tıpkı Akın Melih’in vücuduna benziyordu. Yaptığı hareketleri hiç unutmuyor ve zamanla daha da iyileşerek hareketleri güçlendiriyordu. Bu yüzden bir dövüş sanatını kolaylıkla öğrenebiliyor ve hızla güçlenebiliyordu.

 

Lanetli Dokunuş’a çalıştığı süre boyunca kimseyle görüşmemiş, her şeyi gizlilikle yapmıştı. Kendine oluşturduğu yoğun program sayesinde hızlı gelişiyor ama bir o kadar da yoruluyordu. Bunun sebebi kaynaklarının son derece az olmasıydı.

 

Her ne kadar Yoban Soyu şehre yerleştiği gibi para kazanmaya başlamış ve işlerini sağlama alarak bir gelir kapısı oluşturmuş olsa da, soya giren para onun yönetimi için harcanıyordu. Yüksek nitelikli bir savaşçı yetiştirmek için gerekli o kaynaktan yoksundu.  

 

Haplar, tıbbi bitkiler, canavar etleri, çekirdekler, teknikler, okul ücreti, hazine fiyatı… Bunlardan bir tanesi bile astronomik değerlere erişiyordu. Bu yüzden burs çok önemliydi.

 

Akhan kütüphanenin ana yolundan sola saptı ve ilerlemeye devam etti. Bildiğine göre bugün büyük bir etkinlik vardı ve onun gibi yumruklarını kullanabilenler için mükemmel bir yerdi. Hem tecrübe hem de para kazanabileceği bir yerdi. Neresi miydi?

 

Arena!

 

Akhan heyecanla dört yüz metre ötedeki büyük arena sahasına yol aldı. Burası birçok iri yarı adamın biraları kafaya gömdüğü bir hana sahipti. Akhan, hanın önündeki maskeleri görünce handan içeri girdi.

 

Maskülen bir kokunun etrafında toplanan bira kokusu suratına çarptı. Üstün körü bir bakış attı. Yirmiden fazla masanın hepsi iri yarı savaşçılarla doluydu. Önlerinde ki tahta bardaklar sarı renkli, ucuz bira ile doluydu.

 

“Hahaha! Kılıç Prensesi’nin maçı bir saate başlayacak! Oranlar oldukça iyi diyorlar! Bu sefer kesinlikle yenilecek!” Kaslı göğsünü gözler önüne seren, büyük ve heybetli bir savaşçı yanındaki ağır kılıcı dürterken kükredi. Anlaşılan karşısındaki üç kişi ile hararetli bir tartışma içindeydi.

 

Karşısında ona benzer bir kel adam vardı. Kollarını bağlayıp geri yaslandı. Yüzünde sarkastik bir gülümse ile konuştu. “Bu seferde tüm paranı kaptıracaksın. Vaz geç bu sevdadan. Kılıç Prensesi’nin yenilmesi imkansız. Tüm maçları bir senaryoyu takip ediyor.

 

“Heh! En büyük beş arenadan birisinin yükselen çaylağına laf atmak… Sesini biraz kıs. Şikayet ederlerse arenanın kölesi olursun.” Diye uyardı, heybetli savaşçı.

 

Kel adam dudaklarını büzdü. “Heh, ben yüce bir savaşçıyım. Tengri’den başka kimseden korkmam!”

 

O sırada bir genç onlara yaklaştı. “Pardon abiler, Kılıç Prensesi kimdir? Buralarda yeniyim de…”

 

Heybetli savaşçı gence baktığında dilini tıklattı. “Burası senin gibi narin kızların yeri değil. Bir kurt tarafından avlanmadan önce babanın evine dönsen iyi edersin.”

 

“Ne dedin lan dalyarak? Kafanı kaldır ve yüzüme söyle!” o anda gencin sesi değişti. Heybetli savaşçı çenesinin kasıldığını hissettiğinde, ipi kopmuş bir uçurtma gibi duvara çakıldı.

 

Boom!

 

Kel savaşçı kalbinin atmayı bıraktığını hissetti. Hızla genci inceledi. Bir cam gibi berrak mavi gözleri, ipek gibi gür saçları vardı. Teni en nadir yeşimden yapılmış gibi pürüzsüzdü. Yüzü gençliğin verdiği hafif tombulluğun etkisiyle çok şirindi.

 

Kel savaşçı onun kadar güzel çok az kız biliyordu. Derken bir yumrukta onun burnunun ortasına indi. Burada bitmedi. Genç öfkeli bir boğa gibi diğer iki adamı da kolaylıkla onların üzerine fırlattı.

 

“Narin kız senin babandır! Orospu evladı! Evveliyatını sikmeden önce gözümün önünden kaybol. Yoksa seni annenin tanımak istemeyeceği duruma gelen kadar döverim!” Akhan öfkeyle masayı kaldırdı ve adamların kafasına geçirdi. Burnundan adeta duman püskürüyordu. Bir kadın olarak görülmüştü! İnanamıyordu!

 

“Hop, hop! Ne oluyor?”

 

Çin mantılarını andıran şişko bir adam endişeyle oraya geldi. Kısa siyah saçları ve oldukça büyük bir göbeği vardı. Oraya geldiği gibi bir Akhan’a, bir de duvara yapışmış dört adama baktı. Kavga olduğunu anlamıştı ve tutması gereken tarafı da.

 

Hızla Akhan’a eğildi. “Bir sıkıntı mı oldu, efendim? Bugünlük bizdensiniz. Lütfen daha fazla olay çıkarmayın.”

 

“Ne diyon, amına koyayım? Ben buraya maske almaya geldim.” Akhan cebinden birkaç gümüş çıkardı ve adama attı. “Dışarıdan bir maske aldım. Üstü kalsın. Masraflar yerine say.” Dedikten sonra arkasını döndü ve öfkeli bir şekilde oradan ayrıldı.

 

“Ne hırçın bir kadın… Tanrım, nasip etme.” Diye mırıldandı şişko adam, Akhan’ın arkasından.

 

****

 

Akhan siyah renkli bir maske aldıktan sonra arenaya gitti ve basit protokollerden geçerek, kendisini kayıt ettirdi. Bu kadar kolay olmasına şaşırmıştı. Bir gümüş kayıt ücreti ve on bronzluk düello ücreti ödemişti. Ardından bir takma isim seçmişti. Bundan sonra da seviyesini ölçtürmüştü. Kim olduğunu kimse umursamamıştı.

 

“Numara 311, Vahşi Haydut’a karşı. Benim oranım…” Akhan ona verilen bilete baktı. Üstünde karşılaşması hakkında basit bilgiler yazıyordu. “…1’e 27’mi? Karşı taraf ise 5’e 1! Siktir, bir gümüş verirsem yirmi yedi gümüş alırım!”

 

Bir gümüş, yüz bronz ediyordu. Basit bir savaş tekniği 1000 gümüş ediyordu. Eğer böyle devam ederse, günlük on karşılaşma yapsa, arenanın verdiği para da eklenince kolaylıkla kazanabilirdi.

 

“Acaba kendimize bahis yatırabiliyor muyuz?” Akhan dövüş sahasının etrafını çevrelemiş koltuklardan birisine oturdu. Şuan da saha da iki kişi birbirini parçalarcasına saldırıyordu.

 

Birisi iki metreyi aşan boyuyla, ağır kılıcını savuran heybetli bir savaşçıydı. Vücudundan yayılan aura öyle kuvvetliydi ki Akhan en ufak bir şansının bile olmadığını hissetti.

 

Savaşçının karşısında ise esmer tenli, uzun siyah saçları olan yeşil gözlü bir kadın vardı. Elinde iki hançeri ile adeta dans ediyordu. Ondan yayılan aurada savaşçıdan aşağı değildi.

 

Akhan yanındaki birisine sordu. “Amca, şu kadın buralardan değil mi? Ayrıca seviyesi ne? Buralarda yeniyim de…”

 

Yanında sarı cüppeli bir yaşlı adam oturuyordu. Akhan’ın sorusuna sakince cevap verdi. “Şu kadın iki aydır buraya geliyor ve neredeyse her gün ondan fazla maça çıkıyor. Buradaki lakabı Sonsuzluk Elçisi gibi şaşalı bir isim. Ama kendisi Kuçkar Şehri’ne giren yeni bir soyun prensesi… 3. Seviyeye yeni geçti. Eşlikçi Ruhu’da var. Ama bu arenada belirli maçlar haricinde onları kullanmak yasak.”

 

“Hm… Bugün kaçıncı maçı bu?” Akhan, Sonsuzluk Elçisi lakaplı kadını dikkatle inceledi.

 

Yaşlı adam yanıtladı, “Bugün 7. Maçı bu, yıllar boyu avlanarak güçlendiğinden dolayı 4. Seviye birisinden daha dayanıklı bir vücuda sahip. Atalarından kalma bir Vücut Tekniği’ne sahip sanırım.”

 

“Karşısındaki adam da birkaç maça çıktı sanırım.” Akhan savaşçıya ve kadına tekrardan baktı ve gülümsedi. “Bahis oranları hakkında bilginiz var mı?”

 

“Ne oldu velet? Bu küçük yaşta kumar mı oynayacaksın?” dedi Yaşlı adam.

 

“Evet, paraya ihtiyacım var.”

 

“Sonsuzluk Elçisi’nin oranı; 1’e 0,75. Karşısındaki adamın ise 1’e 5. Oranlardan bile kimin kazanacağı belli, bu arena sahipleri çok kurnaz.”

 

“Teşekkürler, amca. İzninle.” Akhan izin istedikten sonra oradan kalktı ve bahislerin toplandığı yere gitti. Bahisler arena tarafından yürütüldüğünden dolayı son derece güvenilirdi. Bu yüzden Akhan güvenmekte sıkıntı çekmedi.

 

Bahilserin yatırıldığı yerde kalabalık birbirini eziyordu. Savaşçının tablosunun önünde altınlar hava da uçuşuyordu. Akhan bile bu kadar kişi olmasına şaşırdı.

 

“Sonsuzluk Elçisi’nin oranları düşüyor! Maçın bitmesine son iki dakika!”

 

“Heybetsiz Savaşçı’nın oranları 1’e 10! Bu fırsatı kaçırma! Zengin olma fırsatı ayağınıza geldi!”

 

İki personel ellerini açarak son sesle bağırıyorlardı. Ancak Sonsuzluk Elçisi’nin önünde kalabalıklar oluşurken, Heybetsiz Savaşçı’nın önünde kimse yoktu. Akhan şaşkınlıkla Heybetsiz Savaşçı’nın önüne gitti ve tezgâha yaklaştı.

 

Personel Akhan’ın küçük bir bahisçi olduğunu gördükten sonra özel bir muamele göstermedi. Bir kişiyi oltaya düşürmüştü. Bu oldukça iyi bir şeydi.

 

Akhan bunu umursamadı. Buraya ilişki kurmaya gelmemişti sonuçta. Para kazanmak için buradaydı.

 

“1.5 Gümüş yatırıyorum.

 

“Emin misin?”

 

“Evet.”

 

“Peki, buyur makbuzun.”

 

Akhan kağıt parçasını aldıktan sonra ardını döndü ve eski yerine gitti. O gittikten sonra bahisler kapanmıştı zaten.

 

***

 


  






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44787 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr