Bölüm 87: Canavar Bilgini

avatar
340 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 87: Canavar Bilgini


Hey Alastair,

Bu mektubu ben, Khan, yazıyor ve yazarken o kadar mutluyum ki sanırım yazım biraz kaymış olabilir ama tekrar yazmakla uğraşmayacağım çünkü mutluyum! Gülümsemeden duramıyorum!

Sen çözersin bir şekilde.

Aslında uzun zamandır senden haber alamadığımız için mektubu yazacaktım. Neredesin? Ne yapıyorsun? Neler yaptın şu ana kadar?

Nasıl mektup yollayabildiğimi merak ediyorsan da Başrahibe Ellien’den öğrendim. Kendisi zamanını ayırıp özenle anlattı. Oldukça iyi kadın kendisi.

Her neyse… Olay burada sana mektubu nasıl gönderdiğim değil. Yazarken bile heyecanlanıyorum! Söylemesi daha da hoştu! Özellikle de ilk duyduğumda…

Bu yüzden şu anda elimde koca bir yara oluştu. Kılıcımı elimden düşürdüm, ayak baş başparmağımı da kestim bunun yüzünden ama sıkıntı yok. İyileşeceğim, sıkıntı yok!

Baba oluyorum! Baba! BABA!

Jade hamile ve baba oluyorum!

Kendine iyi bak!

Mektubu okuyan Alastair’in yüzünde gülümseme oluşmuştu ancak mutluluktan çok üzüntüyle doluydu, kırıktı ve parçalanmış türdendi. Gerçekten sevinmişti ancak elinde olmadan üzülmüştü de.

Khan’ın avamlık yaparak geçirdiği hayatta şu anki rahat hayatlarına yükselmiş olmalarıyla birlikte gelen bu haber, onların tamamen kurtulmuş olduklarına dair mükemmel bir işaretti ve bunu devam ettireceklerine dair tatlı bir hediyeydi.

Alastair, Khan’ın aile kurabilmiş olmasının verdiği mutluluğu yaşıyordu ama aynı zamanda içinde güçlü, kuvvetli bir hüzün yer alıyordu.

Alastair için aile kavramı pek de iyi şeyler çağrıştırmıyordu ve kendisine uzak kalıyordu. Yer ve gök arasındaki devasa fark bile gözünde kendisiyle aile kavramı arasındaki farktan daha azdı.

Alastair annesine dair hiçbir şey hatırlamıyordu, sanki hiç yaşamamış ve hayatında var olmamış gibiydi. Tek aklında kalan ismiydi, onu da unutabilmesine imkân yoktu. Elindeki sayılı ve değerli olan birkaç şeyden biriydi.

Annesinin hangi soylu aileden olduğuna dair bir fikri yoktu, eski soyadını hiç öğrenememişti çünkü babasının kendisine zorla yaptırdığı çalışmalar meşguldü. Gözlerinin veya saçlarının rengini hatırlamıyordu, doğum gününü bilmiyordu. Annesinin şu an kaç yaşında olması gerektiğini bilmiyordu, mezar taşına hiç gitmemişti ve bir tahmini dahi yoktu.

Alastair için annesi sadece var olduğunu bildiği bir bireyden ibaretti. Yengesi, amcası veya büyükbabası ondan hiç bahsetmezdi. Ephios’un ağzından bile duyduğu şeyler kendisine hakaret olaraktı sadece, onlardan da bir şey öğrenemiyordu.

Nedenini bilmiyordu ama babasıyla alakalı olduğuna emindi. Çünkü babasının anılarda hâlâ kristal berraklığındaydı.

‘Aynı anneni terk ettiğim gibi.’

Çelik soğuğuna sahip acımasız ve yürek burkan sözler zihninde bir kere daha yankılandı, için buz tutmasına sebep olurken aynı zamanda yıkıcı bir öfkenin tekrar yeşermesini sağladı.

Babasının bu cümleyle ne demek istediğine dair bir bilgisi veya tahmini yoktu ama içten içe babasının annesinin ölümüyle bir alakası olduğuna dair bir içgüdüsü, bir inancı vardı.

Babası oldukça sert, acımasız ve soğuk bir adamdı. Kendisini herkesten uzaklaştırmış, belli bir mesafeyi koruyarak onlarla iletişim kurmaya devam eden biriydi.

Kendi amacına ulaşabilmek için Alastair’i sert koşullar altında canını alma niyetindeymişçesine zorlu eğitimlere tabi tutmuş ve onun masumiyetini taş atılmış cam gibi parçalamış, kendisini şu anki haline getirmişti.

Alastair’in babasına olan sevgisi hiç oluşmamıştı, başlamadan bitmişti de denilebilirdi. Ondan hep korkmuş ve imkânı olduğu her saniyeyi onun görüş açısına girmemek için kullanmıştı ama nihayetinde başarısız olmuştu.

Babası, Alastair altı yaşına bastığı anda kendisini cehennemin dibine sürüklerken ruhunu da beraberinde parçalamış ve istediği şekilde en baştan bir kere daha şekillendirmeye başlamıştı.

Bir bakıma başarılı da olmuştu ama kendisi bunu görebilecek kadar yaşayamamıştı. Yarattığı çocuğun neler yaptığına dair bir bilgisi de olmayacaktı artık.

Yengesi ve amcası, büyükbabasıyla birlikte kendisinin iyi bir şekilde yetişmesinden ve sağlıklı, refah bir hayat yaşaması için çalışmış olsalar bile babası, Alastair’in ruhunu geri döndürülemez dereceye kadar yaralamıştı.

Aile, Alastair için oldukça yabancı ve bilinmeyen bir bulmacadan ibaretti.

Alastair’in yüzünde buruk bir ifade oluştu ve mektubu katladı, ardından da çekmecesine koydu. Şu an mektup yazmak ile uğraşacak değildi ve yazmaya başlasa bile içeriğinin ne hakkında olacağı konusunda bir fikri yoktu, doğaçlama olarak bir şey yapmak da istemiyordu.

Bununla uğraşmak yerine şu anki hedefine odaklandı: Profesör Damasis’den alacağı bilgi.

---

Tak! Tak! Tak!

“Gir!”

Güçlü ve tok sesin izniyle Alastair sert adımlarla içeri girdi.

Uzamış saçlarını özenle toplamıştı. Özenle ayırmış olduğu saçları ve küçük topuzu oldukça yakışmıştı kendisine ve özel olarak üstündeki kıyafetlerini de düzeltmiş, daha şık bir şeyler tercih etmişti.

Ela gözleri genelde takındığı soğuk ifadesiyle birlikte buz gibiydi ancak bir parça kararlılık da bulunuyordu bu sefer. Gözleri akıl hocası rolünü üstlenen Damasis’in üzerindeydi.

Yavaşça masasının önüne kadar ilerledi ve durup hocasının önündeki kağıtlarla olan işinin bitmesini bekledi.

“Evet?” diyerek başlattı diyalogu Damasis, gözleri hâlâ masanın üstündeki kağıtlarındaydı ve kaşları hafiften çatılmıştı. “Ziyaretini tam olarak neye yormalıyım Alastair?”

Adamın sesi güçlüydü ve hikâyelerde anlatılan yaşlı ama bilgi adamlar gibi duru ve sakindi.

Alastair, Damasis’in sahip olduğu üç öğrencisi arasında hiç yapmadığını biliyordu ve buna göre ekstra bir davranış da göstermezdi. Ayrıca Damasis’in kimseye karşı ses tonunu pek de değiştirmediğine de şahit olmuştu. Soylu veya sıradan bir insan fark etmeksizin herkese aynı davranırdı.

Oldukça düz ve soğuktu. Kurmuş olduğu kesin bir duvarı vardı ve kimsenin onun ötesine geçmesine izin vermeden iletişimini kuruyordu. Alastair de bu yüzden ona saygı duyuyordu.

“Efendim işinizin bitmesini beklemeyi umuyordum ama madem konuyu siz açtınız, o zaman söylemem de bir yanlışlık olmayacaktır,” diyerek cevap verdi Alastair ancak saygılı bir şekilde devam etti, yanlış bir harekette bulunup adamın gözünden düşmek istemiyordu. “Yine de sizden izin isteyeceğim. İzin verir misiniz?”

Damasis’in kaşları hafifçe kalktı ama yüz ifadesinde büyük bir değişiklik olmadı. Eliyle Alastair’e izin verdiğini işaret etti, deri sandalyesinde yaslanarak rahat bir şekilde önündeki öğrencisinin diyeceklerini dinlemeye başladı.

“Daha önceden baha canavar defteri hakkında bahsettiklerinizi iyice ve sonunda gerçek bir Canavar Bilgini olma yolunda ilerlemeye karar verdim. Sizden bunun için gereken bilgileri almaya geldim efendim.”

Her öğrencisiyle olduğu gibi Alastair ile de bu konu hakkında konuşma yapmıştı. Öğrencileri kendisinin altında çalışıyor olabilirdi ancak bu konuda vereceği bilgiler özeldi ve dışarıya anlatılamazdı.

Damasis gözlerini kıstı ve bir süre önündeki çocuğu inceledi.

Önündeki çocuğu diğer iki öğrencisiyle karşılaştırdığından Canavar Bilgini olma yolunda en çok umutlandığı kişiyi ama bunu hiçbir zaman diğerlerine söylememişti. Alastair’in kendisinden daha da iyi olma ihtimali vardı çünkü anlamadığı bir şekilde odadaki canavarlar kendisine oldukça iyi bir yaklaşım sergiliyordu.

Duruşunu dikleştirdi, ses tonu ciddiyetini korudu. “Sana o bilgileri verecek olsam bile bunu gerçekleştirebileceğine dair olan inancın nereden geliyor? Bana herhangi bir somut kanıt bulup öne sürebilecek misin?” Yoksa ben seçtiğim için bu yönde ilerlemek istiyorsun? Benim takdirimi kazanarak bir şeyler elde edebileceğini mi düşünüyorsun?”

Alastair de aynı ciddiyetle duruyordu, ela gözleri soğuk bir şekilde parlarken Damasis’in yüz hatlarında gezdi ve ardından aynı tonda karşılık verdi.

“Buna olan inancım, akademinin başından beri benimle Yıldızkanat Baykuşu’ndan ve sizin öğrenciniz olabilmek için vermiş olduğunuz sınavdan başarıyla ayrılmamdan geliyor. Bunlar, size sunabileceğim tek somut kanıttır,” dedi ve ardından derin bir nefes aldı, sözcüklerini kafasında tekrar tarttıktan sonra devam etti. “Ayrıca beni seçmenizle sizin yolunuzdan yürüyecek olsaydım şu an çalışmalarımı sürdürdüğüm diğer konularım olmazdı ve sadece buraya odaklanmış olurdum. Özür dileyerek söylemeliyim ki sadece bu dala odaklanarak belli bir figür olamayacağımın farkındaydım. Bu dal, bir süreden sonra o kadar da anlam ifade etmeyecektir ve benim dış dünyada korunmamı tek başına sağlayabilecek bir şey de değil.”

Alastair tekrar derin bir nefes aldı ve bekledi, ela gözleri Damasis’in üzerindeydi. Onun söyleyeceği bir şey var mı diye bekledi ancak adamın taştan farksız suratından başka bir şey yoktu.

“Sizin son sorunuza cevap olarak da söylemem gereken tek bir şey var: neden sizin takdirinizi kazanmak ile uğraşayım ki? Evet, belki benim yükselişimi daha da hızlandırabilirsiniz ama sorun şu ki sizin kişiliğinizi göz önünde bulundurduğumda böyle bir şeyi düşünmek bir saçmalık ve hayalden ibaret. Ve ben kendini beğenmiş bir soylu da değilim. Açıkçası benim bir soylu da değilim ve daha önce de belirtmiş olduğum gibi… Neden sizin takdirinizi kazanmak ile uğraşayım ki?”

Damasis gözlerini kıstı. Önündeki çocuğun dediklerindeki haklılık payını kabul etmek zorundaydı.

Sadece Canavar Bilgini olmak kişiye dış dünyada o kadar da çok yardım etmezdi. Yine de önündeki çocuğun bunu hiç korkmadan dillendirmiş olması biraz kendisinin kötü hissetmesine sebep olmuştu ve aynı zamanda sinirlendirmişti.

Canavarları küçümsüyormuş gibiydi!

Öte yandan aynı zamanda çocuğun kendisine yaranmak gibi bir hedefinin olmayışının da uzun zamandır farkındaydı ama yine de çocuğun üstüne gitmek için söyledikleri sayesinde çocuğun düşüncesini de öğrenmişti. Fakat çocuğun gözlerindeki soğuk bakışın ve duruşun nasıl bir etki yaratacağı konusunda bir fikri yoktu.

Bunu kötüye yormamaya ve olumlu bir şekilde düşünmeye çalıştı.

“Pekâlâ… Beni ikna ettin ve sana bilgiyi vereceğim,” dedi ve çekmecesini açıp yeşil renkte, yumruk büyüklüğünde olan bir küre çıkartıp masanın üzerine koydu, arından da işaret etti. “Elbette bilgi için gereken miktarı karşılayabilirsen tabii. Ve bu miktar da 180 büyü kristali.”

Alastair fiyatı durduğunda irkilmese de fiyatın uçukluğunun gayet farkındaydı ve içten içe de acı çekiyordu. Bu kadar fazla büyü kristali harcamak kesinlikle kendisi için iyi değildi, sağlığının hızla kötüye gideceğini düşünüyordu.

Alastair elini cübbesinin içine attı ve ardından içinden iki tane kese çıkardı. Keselerden birinin ağzını açıp içinden birkaç büyü kristalini aldı ve cebine attı. Diğer keseyi de masanın üzerine koydu.

Damasis büyü kristallerinin miktarını kontrol etmekle uğraşmadı bile, Alastair’in yalan söyleyecek tarzda biri olmadığını farkındaydı ve öyle bir şey yapmaya cesaret edecek kimse de yoktu akademide.

Küreyi Alastair’e uzattı ve ardından tekrar sandalyesine yaslanıp son sözlerini söyledi.

“Akademinin büyüler konusunda pratik yapılan odaları bulunuyor. Canavar Defteri’ni oluştururken orayı kullanman senin işine yarayacaktır. Ayrıca bir daha konuşmanı yaparken kelimelerin konusunda daha dikkatli ol, canavarları küçük görmen hiç de iyiye işaret değil.”

“Biliyorum. Karşımdaki siz olmasaydınız öyle bir cümle kurmazdım zaten. Canavarların bir şekilde biz insanlar tarafından daima alt edildiğini düşünürsek bence pek de yanlış sayılmaz ama dediğinizin ardındaki niyetin farkındayım. Onlara karşı daha iyi bir yaklaşımda bulunacağımdan emin olabilirsiniz.”

Ardından Damasis önündeki kağıtlarına geri döndü ve Alastair de odadan çıktı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44451 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr