Bölüm 86: Kış Mevsimi ve Gelişmeler

avatar
353 4

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 86: Kış Mevsimi ve Gelişmeler


Kış mevsiminin gözdesi olan ocak, gaddar soğukluğu ve ona eşlik eden yürekleri ısıtan güzelliğiyle Sekiz Yaprak Adası’na kadar ulaşmış ve kendisinin ilk gösterilerine başlamıştı bile.

Canavarların ve hayvanların birçoğu zorlu kışın kendilerine yarattığı sıkıntılara karşı gelebilmek için olabildiğince yemek toplamış ve inlerine çekilmiş, kendilerini güvence altına almışlardı. Artık tek yapmaları gereken kış mevsiminin çabucak geçip gitmesini izlemekti.

Bu kural her hayvan ve canavar için geçerli değildi. Kış aylarının en ürkütücüsü olan ocak ayına rağmen hâlâ yemek aramakta olanlar da bulunuyordu. Bu da vahşi hayatının hiçbir sıkıntı olmadan işleyişine devam ettiğine dair bir göstergesiydi, aynı zamanda tehlikeli duruşunu koruduğu anlamına geliyordu.

Kış ayları geldiğinde daha tehlikeli sıkıntıların da gelmiş olduğu anlamına geliyordu ve bu da akademilerinin ellerinin dolu olacağına bir işaretti.

Kış aylarının zorlu olmasının birçok ürkütücü ve iç karartan sebebi vardı.

Bunlardan biri yaşanan hava olaylarının sertliğinden kaynaklanıyordu. Özellikle de yaşıyor oldukları adada mevsimler krallığın asıl topraklarında geçtiğinden daha sert ve güçlüydü.

İlkbahar aylarına girildiğinde dâhi karların erimesi uzun sürüyordu, yaz aylarına kadar erimediği bile görülmüştü ve bu oldukça sıkıntı yaratıyordu oranın sakinleri için.

Bu zamanlarda dışarıda kalmaya devam edip hayatta kalmaya çalışan canavarların yemek arayışları oldukça vahşi ve gaddar sahnelerin hayat bulmasına neden olur, acımasızlığın dünyada hâlâ kol gezdiğine dair bir işaret görevi görürdü.

Adanın sakinleri tarafından kurulan kasabalar bu aylarda büyük zararlar tecrübe etmek durumunda kalıyorlardı çünkü canavarların açlığı kendilerinin kasabalara inmesine ve onların yiyecek kaynaklarına -ağıllarındaki ve ahırlarındaki hayvanları, tarlaları- saldırmalarına sebep oluyordu.

Bu durumdan kurtulmak için bazı kasabalarda kalıcı olarak bulunan büyücüler canavarları püskürtmeye çalışıyordu ancak aynısı büyücü sahibi olmayanlar için geçerli değildi. Onlar da akademilere görev gönderisinde bulunuyordu ve bu şekilde çözmeye çalışıyordu ancak bu da kolay sayılmazdı çünkü yollar da bir o kadar tehlikeli bir hâl alıyordu.

Yollarda kaybolmak gayet kolaydı, ormanlar ise hiç de güvenilir yerler değildi. Tekinsiz görünen ağaçların altında kurulan kampların çoğunun kanlı bir şekilde sonuçlanması gayet beklendik bir olasıydı. Ormanda rahatça gezinen canavarlar her an insanların boğazına çökmek ve onları öldürüp yemekleri niyetine kullanmak üzere onları bekliyordu.

Karanlık tarafın büyücülerinin de bu kış ayın da kendilerine zorluk çıkarıyor olduğu da bir başka sebepti ve bu sebep kolayca kenara atılabilecek bir türden değildi. Kendileri, kış aylarının getirdiği zorlukları lehlerine kullanarak tehlikeli bile olsa da aydınlık tarafı zarara uğratacak işlere girişiyorlardı.

Büyücü adaylarını kaçırmak, onları öldürüp soymak veya birçok ağza dahi alınmayacak kötülükler… Bunların hepsi her zaman yaşanan olaylardı ancak kış aylarında karanlık taraf daha da cesaretlenerek eylemlerinin artmasını sağlıyordu.

Büyücülük yolunda ilerleyen bireyler olarak oldukça zorlu ve sıkıntılı bir ay olacaktı onlar için, normalden daha fazla efor sarf etmeleri gerekecekti ve dikkatli olmak için ellerinden geleni yapmak zorundalardı.

Adada kış ayları ne kadar zorlu geçiyor olursa olsun büyücüler için bu zorluk pek de bir şey ifade etmiyordu ve hatta aksine, bu onların gözlerinin parıldamasına ve salyalarının şelalelerden akan su gibi akmasına sebep oluyordu. Bunun nedeni oldukça basitti: büyücü adaylarına gelecek olan görevler.

Büyücülük yolunda ilerleyen ve büyü kristali kendileri için elzem bir ihtiyaç olan büyücü adayları, kış aylarının gelmesini içtenlikle bekler ve görevlerinin de bir o kadar verimli olması için dua edip dururdu.

Bu, özellikle de fakir ve kötü durumlardaki adaylar için geçerliydi.

Ne kadar zor durumda olacak olurlarsa olsunlar para kazabiliyor olup hayatlarını devam ettirebildikleri sürece onlar için herhangi bir sıkıntı yoktu.

Bu, Alastair için de aynı şeyi ifade ediyordu: daha çok büyü kristali!

Geçen iki ay boyunca yaptığı işler sayesinde kendine küçük bir servet edindiğini söyleyebilirdi ama bu onun için hiç de yeterli sayılmazdı. Alastair’in gözü yükseklerdeydi ve elindekinden daha fazlasını istiyordu ama tabii ki limitlerinin de farkında olarak bunu kendi yapabileceği sınırlar içerisinde gerçekleştirmeye çalışıyordu.

Özel öğretmenlik de bu işlerden bir tanesiydi.

Paisley’nin kendi ayağına kadar gelip yaptığı teklif ile Alastair hafta içlerini daha da doldurmuş ve özel dersler vermeye başlamıştı. Bu dersler sayesinde kendisine küçük bir gelir kapısı açtığını söyleyebilirdi ve ilerde yapacakları için gerekecek olan parayı da bu şekilde biriktirmeye başlamıştı.

Saatliği bir büyü kristaline anlaşmış olarak ilk başta üç kişiye ders vermeye başlamıştı ve bunu her gün ikişer saat şeklinde yapıyordu. Günde altı büyü kristali hiç de fena değildi ve Alastair’in bundan fazlasında gözü yoktu çünkü kendisini gün içinde fazlasıyla yormak anlamına geliyordu.

Lakin ardından bir sürü talep gelmeye başlamıştı ve Alastair’in de açlığının kendisinden üstün gelmesiyle teklifler kabul edilmiş, gelirinin daha da artmasını sağlamıştı.

Paisley ve arkadaşlarının dışında iki kişi daha katılmış ve gelirinin günlük 10 büyü kristaline çıkmasını sağlamıştı.

Tabii ki Alastair her konuda bilgisi olan biri olmadığından dolayı gelirini daha da arttırabileceği bir yolu yoktu. Bunun yüzünden de sadece kendisinin ilgi alanı olan konularda yardım edebiliyordu.

Alastair de daha fazla konu hakkında bilgi sahibi olmak ve gelirini arttırmayı düşünmüştü en başında ancak ardından ana odağının fazlasıyla dağılmasına sebep olması olasılığından dolayı böyle bir şey yapmamayı seçmiş, kendisine uygun olduğunu düşündüğü yolda ilerlemeye devam etmişti.

Alastair Canavaroloji ve İllüzyon konularının kendisinin ana odağı olduğunu belirterek diğerlerinin kendisine ne tür konuları akıllarında bulundurarak gelmesi gerektiği konusunda önden uyarmıştı. Bu derslere ek olarak büyü enerjisinin kontrolü için olan dersler konusunda da yardımı dokunuyordu.

Pek sık olmasa da Damasis’in kendisine atamış olduğu birkaç küçük görev aracılığıyla da büyü kristali kazanabiliyordu.

Damasis’in odasının temizliği ve canavarların bazılarının yemeklerini hazırlamak dışında aynı zamanda kendisine yavru bakımı görevleri de verilmişti. Buna kendilerine sınav olarak verilen yumurtalardan çıkan iki yavru da dahildi ve birkaç farklı canavar yavrusu da vardı. Kendisinin bakıyor olduğu baykuş sayesinde bu onun için biraz rahat gelmiş, görevini hataları olsa da sıkıntısız bir şekilde yerine getirmişti.

Ama bir gün bir başka Yıldızkanat Baykuşu’nun bakımını üstlenmişti bir haftalığına ve bunun oldukça eğlenceli geçtiğini söyleyemezdi, direkt sıkıntılarla dolu bir hafta geçirmişti.

Kendisiyle yaşıyor olan baykuş ve bakımını üstlendiği baykuş arasında kıskançlık yüzünden birkaç çatışma ortaya çıkmıştı ve her vakit rekabet edip duruyorlardı kendisinin sevgisini kazanmak için ama nihayetinde zaferle ayrılmıştı.

Elbette bu görevden sonra bir süre boyunca kendisiyle birlikte yaşıyor olan baykuş tarafından göz ardı edilmiş, sadece yemek sırasında yanına gelmişti ama barışmaları uzun sürmemişti.

Artık ona isim bile vermişti: An.

Büyü konusundaki gelişimi konusunda ise yaptığı planlamaya göre ilerleyememişti ve düşündüğünden daha da gerisin de kalmıştı. Planı tamamen çöp olmuştu.

Verdiği özel derslerin kendisinden aldığı saatler yüzünden gelişimi konusunda yavaşlamıştı ama bunun suçunu tamamen bunun üzerine de atamazdı. Kendisi seçmişti böyle bir şekilde ilerlemeyi ve artık bu konuda laf yapamazdı. Olan olmuştu ve zaman geriye alınamazdı.

Alastair Acemi 2. Seviye bir büyücüydü ve ikinci büyü çemberini daha yeni çizmeyi bitirmişti. Bu onun kötü olduğunu göstermezdi ama Alastair biliyordu ki kendisi bundan daha iyisini yapabilirdi. Özellikle Arashi ile kendisini kıyasladığında tamamen kötüymüş gibi geliyor ve morali biraz bozuluyordu.

Arashi Acemi 2. Seviye büyücüydü ancak son çemberindeydi ve küçük bir atlamayla 3. Seviye’ye adım atacaktı. Şu anda görevlere çıkıp oldukça rahat bir şekilde geçimini sağlıyordu. Büyük bir ilgi odağı olduğunu da eklemeden geçmek olmazdı.

Alastair derince bir iç çekti ve masasının üstündeki küçük, kırmızı renkteki sandığa baktı. Sandık oldukça sıradan ve önemsiz gözüküyor olsa da içinde Alastair için oldukça değerli olan şeyler vardı: büyü kristalleri.

Alastair sandığı açtı. Gök mavisi renginde, işaret parmağı boyutunda olan ve etrafına mavi renkte hafif ışık huzmeleri yayan altıgen şekildeki kristallere baktı bir süre.

Kütüphaneden almış olduğu kitaplar, akademinin pazar alanından satın almış olduğu bazı malzemeler ve ücretli dersler için vermiş olduğu büyü kristallere rağmen hâlâ sandığında 430 büyü kristali bulunuyordu.

Alastair genç büyücüler arasında zengin olarak görülebilirdi ama Alastair biliyordu ki bu büyü kristallerinin birçoğu birazdan eriyip gidecekti.

“2. Seviye olarak artık büyü yapmaya başlayabilirim! Yine de etraftan topladığım bilgilere göre bu büyüler pek de güçlü değiller ama yine de görevlerde yardımı dokunan tarzdan büyüler,” dedi kendi kendine kristallere bakmaya devam ederken. “180 büyü kristal kadarı Damasis’den alacağım bilgi için ve görevlerde kullanacağım büyüler içinde yüklü bir miktar harcayacağım sanırım.”

Pat! Pat! Pat!

Alastair hızlı bir şekilde sandığı kapatıp kilitlemiş ve üstüne çekidüzen verdikten sonra ayağa kalkmıştı.

Kapıyı açtığında kahverengi saçları dağınık, kendi yaşlarında bir çocuk ile karşılaşmıştı.

“Alastair Abner, sen misin?” dedi kaşlarını çatarak ve ardından gözlerini kısıp oda numarasına baktı.

“Eve---” diye cevaplamaya çalıştı ama sözü çocuk tarafından kesildi.

“Evet, sensin. Bir dahakine söyle, mektubun gönderileceği yere odanın numarasını da yazsınlar!” demiş ve mektubu alelacele bir şekilde, sanki sıcak demiri çıplak elleriyle tutuyormuş gibi Alastair’in ellerinin arasına sıkıştırmıştı.

Ardından dönerken de yakınmayı es geçmemişti.

“Sizin gibiler yüzünden bir o tarafa, bir bu tarafa dört dönüp duruyorum!”

Alastair hissettiği şaşkınlıkla kaşlarını çatmış bir şekilde kapının önünde öylece duruyor ve kendisini azarlayan çocuğun gittiği yöne bakıp duruyordu.

‘Ha?’

Kendisine dönen meraklı gözleri hissettiğinde kafasının iki yana sallayarak odasına girdi ve dikkatini elindeki zarfa odakladı.

Zarfın üstünde kendisine ulaşabilmesi için yazan adresten başka bir şey yazmıyor oluşu kendisini tedirgin etti ve kaşlarının çatılmasına sebep oldu.

Küçük sandığını kenara çekti ve gözlerini kısarak mektubu inceledi.

Kendisinin tanınmadığından emindi. Eğer tam aksi olsaydı şu ana kadar kendisi birçok kez öldürülmüştü veya kendisini Ephios ile Mennas’ın önünde bulmuş olurdu.

Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmemişti ve hâlâ da hayattaydı!

Ek olarak sadece saçını boyaması ve soyadının değişmesiyle birlikte oldukça rahat bir şekilde yeni bir hayat kurabilmiş, kimse de onu tanımamıştı.

Bunun nedenini hep kendisinin küçük bir kasabada soylu olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyordu; lakin Ephios’un şu an yükseklerde bulunması sebebiyle kendi adının da birkaç kere anılmış olduğunu ve tanındığını da düşünmüyor değildi.

Bu yüzden tedirginlik kendisinin damarlarında zehir gibi akmaya başlamıştı.

Ya kendisinin gerçekten hayatta olduğunu bulabilmişlerse?

“Öleceksem bile meraktan ölecek değilim!” dedi ve kararlılıkla açtı zarfı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44478 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr