Bölüm 64: Mahremiyet Lütfen!

avatar
381 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 64: Mahremiyet Lütfen!


Gecenin mutlakmış gibi görünen hakimiyeti ayın ayrılmasıyla birlikte bitmiş, güneş gökyüzünü aydınlatmak için yerini almıştı.

Sabah vakti ikamet alanının en meşgul olduğu zamanlardan biriydi. Aşçılar yemekleri hazırlıyor ve hizmetçiler de yemeğin hazırlığını yapıyordu. Devriye görevlisi olan şövalyeler mesailerini değiştiriyor, atanmış oldukları bölgeleri geziyorlardı.

Hâlâ uyumakta olan büyücü adaylarının horultuları, yemeklerin kokuları ve uyanmış olanların gürültüleri bir olup ahenkten yoksun bir müzikal oluşturuyorlardı.

Sisli sabahın görüntüsüne bakan orta yaşlı adam bıkkınlıkla iç çekti. Hâlâ uyanmamış olan birkaç büyücü adayı olduğunu fark etmişti. Kafasını iki yana salladı ve bir kere daha iç çekti.

Sol elinde bronzdan yapılma bir plaka, sağ elinde de demir çubuk bulunuyordu.

DONG! DONG! DONG! DONG!

Duyduğu sinir bozucu sesle birlikte uyanan Alastair başını ovuştururken dişlerini sıktı ve homurdandı.

Yavaşça yatağında oturur bir pozisyona geçti ve gerindi. Vücudundaki her bir kemik teker teker kütürdedikçe yüzündeki gülümseme genişliyor, vücudunun rahatlamasıyla birlikte o da rahatlıyordu.

Perdeyi hafifçe yana çekti ve arabanın penceresinden dışarı baktı bir süre. Sisli sabahın depresifliği karşılamıştı kendisini.

Gözlerini birkaç saniye yattığı yerde gezdirdi.

‘Yola çıktığımdan beri ilk rahat uykum!’

Arabanın içindeki hareketlilikle birlikte anında dikkat kesildi. Gözleri yavaşça kısılırken dünün anıları beyninde bir şelale gibi aktı. Arabada kiminle kaldığını hatırlayınca rahat bir nefes aldı, perdesini tamamen kenara iterken esnedi.

“Günaydın,” dedi Alastair gözlerindeki çapakları temizlemeye uğraşırken.

“Sana da pamuk prenses.”

Arashi’nin elindeki torbayla sırtındaki havluyu sonradan fark edebilmişti, “Bir yere mi gidiyorsun?”

“Adam sana söylemedi mi?” diye sordu ama kendisine tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakması cevaplamıştı sorusunu. “Duş almak için akademi yakınlara kendi alanını kurmuş.”

Adam sadece yemek kısmını anlatmış, sonrasında kendisini bırakıp gitmişti. Adamı suçlayacak değildi.

'Geç olsun, güç olmasın!'

“Teşekkürler.”

Arashi cevap olarak başını sallamış ve arabadan çıkmıştı.

Alastair gülümsedi. Rahat uykusunun yanı sıra duş da alabilecek olması kendisini sevindirmişti. Konvoy ile gelirken yüzünü yıkayacak anı bile zor bulmuştu ve şimdi rahattı.

‘Boyayı da yenileyeyim her ihtimale karşı.’

Alastair ‘in o sırada kaşları çatıldı, “Duş için malzemeleri nereden bulacağım ki?”

Sesli bir şekilde düşünürken kafasını iki yana salladı ve arabadan çıktı.

Masalar dünkü gibi soylular ve sıradan halk olarak ikiye ayrılacak şekilde doldurulmuştu.

Sınıfsal ayrımcılığın gösterisi devam ediyordu.

Soylular aldıkları tahta tabldot tabağa bakarken burun kırıştırıyor, yemek hakkında yorumlar yapıyor ve kendi evlerinde neler yiyeceklerini diğerlerini anlatıyorlardı. Diğerleri de yemekle ilgili herhangi bir yorum yapmak yerine ellerindeki yetinmeyi biliyorlardı. Bu yüzden şükrederek yemeklerini yerken birbirleriyle olan konuşmalarına devam ediyorlardı.

Dün hiç görmediği standın varlığını yeni fark etmişti. Dün akşam stant olmadığından ve yemekler direkt olarak hizmetçiler tarafından servis edildiğinden dolayı şaşırmıştı.

Aynı şekilde yapacaklarını düşünmüştü.

‘Önünde hiç sıra olmadığına göre her akademi kendi yemek dağıtımını yapıyor,’ diye bir çıkarımda bulundu.

Arabadan çıkarken kendisine çekidüzen vermiş ve adımlarını yemek standına yöneltmişti. Ceketinin iç cebinden gümüş cep saatini çıkartıp zamanını kontrol etti.

Daha güneş bile doğmamıştı. Yemek yedikten sonra duş alıp rahatlayabileceği bolca zamanı vardı.

Acılı patates püresi, bir elma, iki küçük yarım ekmek ve bir bardak portakal suyu bugünün menüsüydü. Sıradandı ama yeterliydi. Abartılacak kadar fazla değildi ama insanın idare edebileceği kadardı.

Yemeğini alırken standın yanında temizlik malzemeleri de sattığını da görmüştü. Sorup soruşturarak etrafta aramaya çıkıp kendisini yormayacaktı.

Orta yaşlı adama teşekkür etti ve dünkü tanıştığı dörtlünün yanına ilerledi.

"Günaydınlar," diyerek herkesi selamlamış ve parlak gülümsemesiyle Paisley’nin kendisi için açtığı yere oturmuştu.

"Günaydın."

Yemek gayet sakin ve garip bir sessizlikle geçmişti. Kendisinin gelmesiyle masadaki diğer erkekler pek konuşmamış, kendilerine direkt olarak soru sormadığı sürece cevap vermemişlerdi. Göz ardı etmişlerdi onu.

Alastair bunu umursamadı. Hatta yemeğin uzamasını engellemiş oldukları için teşekkür etmişti içinden.

“Size iyi günler,” diyerek masadan kalkmış, Paisley’nin kendisine karşılık verişini dinlemeden ayrılmıştı.

Tabldotunu yemek standındaki diğer boşların üzerine koyduktan sonra adama döndü ve saygılı bir şekilde sordu, "Efendim temizlik malzemelerini soracaktım. Yardımcı olur musunuz?"

Adam çocuğa bıkkın bir bakış atmış, ardından tezgâhın yanında bir kâğıt torba çıkartıp çocuğa göstermişti.

“35 gümüş shinin,” dedi monoton bir ses tonuyla.

Alastair elini ceketinin iç cebine atmış ve cep saatinin hemen altında bulunan küçük keseyi çıkartıp parayı adam uzatmıştı. Adama iyi günler dileyerek yanından ayrılırken aklından hesaplama yapıyordu.

‘Khan ve Jade bana 150 altın shinin verdiğini düşününce para konusunda pek de dikkat etmem gerekmiyor,’ diye düşündü ama hiç de mutlu değildi. ‘Ne kadar süre burada kalacağım belli değil ve ben bu kadar malzemeye para verdim.’

Alastair birkaç adım daha attıktan sonra durakladı aniden gelen aydınlanmayla, ‘Duş alınan alanın nerede olduğunu sormayı unuttum! Hava değişikliği bana yaramamış. Akademiyi düşünmekten aklımı toparlayamaz hâle geldim.’

"Sen de mi duş almaya gidiyorsun?" diye sordu Paisley nazik gülümsemesiyle.

Alastair kızın mavi gözlerine baktı kısa bir süre. Gülümsemesinin arkasına gizlemiş olduğu uğursuzluk gözlerinde açıkça görülebiliyordu.

Alastair’in hayatı soyluların sahte davranışlarıyla ve babasının kendisine öğrettikleriyle geçmişti. Saklanan duyguları ve niyetleri tahmin edebilme konusunda nispeten yetenekli olduğunu düşünüyordu.

Önündeki kızın isteklerini saklamıyor oluşu onu düşündürüyordu, ‘Belki birazcık eğitimle mükemmel bir şekilde herkesi parmağında oynatabilir.’

“Evet,” dedi ve mahcup bir şekilde kafasını kaşıyarak devam etti. “Ama nerede olduğunu bilmiyorum.”

Alastair'in son söyledikleriyle, Paisley'nin gözleri parıldadı ve gülümsemesi genişledi.

“İstersen seni oraya götürebilirim. Zaten yakın sayılırlar. Sadece yol bir yerden sonra ikiye ayrılıyor o kadar.”

“Teşekkürler ama bir saniyeni alacağım. Arabadan birkaç eşya almam gerekiyor.”

Ardından hiç arkasına bakmadan Alastair Paisley’i arkasında bıraktı. Onun gülümsemesi ve söylediklerini düşünürken bir tiksinme dalgası bütün kemiklerinin titremesine sebep olmuştu.

Alastair satın aldığı eşyaların bulunduğu büyük poşetin içine duştan sonra giyeceği kıyafetleri, saçını ve kaşlarını boyamak için kullandığı boyayı attıktan sonra Paisley’nin yanına geri döndü.

“Hazır mısın?” dedi Paisley elindeki poşetini arkasına alıp tatlı bir gülümsemeyle.

Su erişiminin kolayca yapılabilmesi için duş alanı bir nehir kenarının yakınına kurulmuş ve iki farklı alana ayrılmıştı.

Cinsiyetlere göre ayrılan bölmelerin her birinde sekiz kabin bulunuyordu. İki metre uzunluğunda ve genişliğinde bulunan kare şeklindeki kabinlerin arasında üçer metrelik boşluklar bulunuyordu. Kabinlerin üstü kapalı olması, onların küçük bir kutudan farksız kulübeler gözükmesine sebep oluyordu.

Mahremiyet konusu için uğraşılmış olsa da kişinin kendisine bağlı olduğundan neler olabileceği konusunda akademiler hiçbir şey yapmamayı tercih ediyorlar, büyücü adaylarıyla uğraşmayı istemiyorlardı.

“Üstünde kırmızı belirteçler olanlar dolu, yeşiller de boş,” dedi ve kendisine ayartıcı bir akış atıp seke seke kızların olduğu bölüme doğru ilerlemişti. Ardından kendisine el sallamış, hangi kabinde olduğunu gösterdiğinden emin olmuştu.

Onun kabinine girişine kadar gülümsemesini korumaya devam etti. Sonrasında iğrenen yüz ifadesiyle kendi tarafındaki kabinlere doğru yürüdü.

‘Cidden buna düşeceğimi falan mı düşündü bu?’ dedi Alastair ilk boş bulduğu kabine girerken. ‘Dikkatimi dağıtacak herhangi bir işte bulunmamayı tercih ederim.’

Kapının arkasındaki belirteç olarak kullanılan kâğıdı kırmızı olanıyla değiştirdi ve yeşil olanı kabindeki minik kutunun içine koydu. Kutunun içinde bulunan anahtarı alıp kapıyı kilitledikten sonra rahat bir nefes aldı.

Kabinin köşesinde kişinin oturabilmesi için tabure, nehirden su çekmesine yarayan bir çeşme ve suyu doldurabilmek için de bir kova bulunuyordu.

Alastair bunlara bakarken dişlerini sıktı. Soğuk suyla duş almak istemiyordu. Soğuk sudan nefret ediyordu.

‘Rahatlığı konusundaki düşüklüğüne bir şey diyemem ama sıcak su…’ diye düşündü ve kafasını iki yana salladı. Ağlamak istiyordu.

Kafasını iki yana sallayıp önce ayakkabılarını çıkardı ve ıslanmamaları için yapılmış olan küçük bir kutunun içine koydu. Ardından üstündekileri çıkartıp kapındaki askılığa asmıştı düzgün bir şekilde.

Düşmeyeceklerinden emin olmak istiyordu.

Derin bir nefes alıp kendisine verilen ceketini taburenin üstüne koydu ve poşetteki temizlik malzemelerini yerleştirdi: lif, kalıp sabun ve güzel kokunun bulunduğu bir şişe. Poşetin içinden çıkan iki farklı havluyu da askılığa asmıştı.

‘Soğuk sudan nefret ediyorum!’ diyerek tekrar isyan etti ve nehirden su çekmeye başladı.

“İşte böyle! Evet, evet! Aynen öyle!”

“Ha… Ha… Ha…”

İlk ses inceydi ve bir kıza aitken ikinci kişinin derin nefeslerini duyabiliyordu. Sesler gittikçe daha gürültülü bir hâl alırken kullanılan sözcükler daha da çirkinleşiyordu. Seslerden biri cesaretlendirmeye çalışırken diğerinden sadece derin nefesleri duyuluyordu.

Alastair bunları duyduğu için kulaklarını söküp atası gelmişti ama elinden bir şey gelmiyordu.

‘Cidden…’

İçinde karşı konulması güç bir kahkaha isteği oluştu, dudaklarını ısırıyordu. Eğer gülerse bütün kabinlerdeki ilgi kendisine çekilecekti ve isteyeceği son şey buydu.

‘Azgın, genç asiller…’ diye düşündü yaşıyor oldukları sıcak dakikaların seslerine şahit olurken.

Duyabildiği seslerin varlığını yok etmek istese de bunu yapamadığından zihninde bir melodi tutturmaya çalıştı. Pek de işe yaradığı söylenemezdi ama elinden bir şey gelmiyordu.

İki saatlik duş sefası tam anlamıyla rezalet bir şekilde geçmişti. Sadece o ikilinin seslerine şahit olmakla kalmamıştı. Buna yenileri de eklenmişti ve soğuk su da eklenince her şey eziyetten farksız bir süreç haline gelmişti.

Saçları tamamen dağılmıştı ve havluyla kurulamasına rağmen hâlâ nemliydi. Saçlarının ve kaşlarını boyasını yaparken harcadığı bir buçuk saat kendisini oldukça zorlamıştı.

Boyama işlemi olmasaydı o seslere daha az maruz kalacağı aklına gelince daha da kötü hissetti.

Üstüne sıradan siyah renkte düz bir kumaş pantolon ve beyaz, uzun kollu bir gömlek ile siyah renkte bir ceket giyinmeyi tercih etmişti. Ceketin iç bölümünde ikisi sağ, biri solda bulunmak üzere üç tane iç cep yer alıyordu.

Yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve gözlerini etrafında gezdirmeye devam ettirdi.

‘Eğer akademinin arabaları ve kabinleri olmasaymış oldukça güzel bir mekanmış.’

İçinden söyledikleriyle etrafındaki ormanın ve nehrin güzelliğini izliyor, kendisini yaşadığı cehennem gibi tecrübeden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

On dakikalık yürüyüş sırasında birçok kişinin elinde poşetlerle kendisi gibi duş alanlarına gidiyor olduğunu gördüğünde garipsemişti. Pasiley’le beraber yürürken bu kadar çok insan görmemişti, belki bir veya iki kişiydi.

'Bir şeyler mi oluyor?'

Kaşlarını çatmış ve adımlarını hızlandırmıştı. Beş dakika sonra hafif koşar bir şekilde ilerleyerek akademinin ikamet alanına ulaşmıştı.

Alastair tanıdık yüzlerin yanına ilerledi direkt olarak. Heyecanlı bir şekilde birbirlerine bakıyorlar ve bir şeyler anlatıyorlarmış gibi gözüküyorlardı. Arashi’yi de görememişti masaların olduğu bölümde.

“Bir şey mi oldu?” deyip konuşmalarını böldü Alastair, kaşları çatılmıştı.

"Akşam vakitlerinde akademiye doğru yola çıkılacakmış," diye yanıt verdi Jonnah ve diğer ikili de gülümseyerek başların sallayıp destekledi.

"Teşekkürler," diyerek geri çekilmiş ve kaldığı arabaya çevirmişti adımlarını.

'Sonunda! Sonunda! Sonunda!'

Alastair'in ruhu sevinçle tutuşurken vakit sonunda yaklaşıyordu!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44467 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr