Bölüm 52: Değerlendirme (1)

avatar
433 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 52: Değerlendirme (1)


14 yaşındaki biri için fiziksel olarak birazcık daha gelişmiş görünüyordu; boyu gayet normaldi ve hatta Alastair’den iki-üç santim kadar daha uzundu. Kendisinin bir tür antrenman programını düzenli bir şekilde takip ediyor olduğu kolayca anlaşılıyordu.

Yüz hatları keskindi ve yüzünde neredeyse hiçbir kusur da yok gibiydi; ne bir cilt sorunundan muzdarip gibi görünüyordu ne de bir başka kusuru vardı. Tek kusuru çenesinin sağ tarafında yer alan ve boynuna doğru uzanan ince ve uzun kesikti. Bu onun görüntüsünü pek etkilemiyordu çünkü kıyafetlerinin altında kalıyordu bir kısmı.

Çocuğun kahverengi saçları hafif dalgalıydı ve çenesine kadar uzanıyordu. Küçük bir at kuyruğu şeklinde bağlamayı tercih etmişti ama ufak bir tutamının da sağ gözünün hemen yanına düşmesine de izin vermişti. Kaşları ise hafif kıvrık ve dairemsiydi. Kaşlarının altındaki kurşuni mavi gözleri, avını yakalamaya çalışan bir avcı gibi kararlıydı ve durgundu.

Beyaz, kısa kollu sıradan bir gömlek giyiyordu ve güneşin bunaltıcı sıcaklığından dolayı, gömleğinin ilk iki düğmesini açıkta bırakarak kendini rahatlatmaya çalışmıştı.

Kahverengi pantolonu kırışıksızdı. Ek olarak gümüş tokaya sahip sıradan inek derisinden yapılma siyah renkte bir kemer takıyordu. Ayakkabıları da siyah renkteydi ama buraya gelirken kaldırmış olduğu tozdan dolayı hafifçe kirlenmiş ve ihtişamını lekelemişti.

Çocuğu göz ucuyla incelemeyi bitirmesinin ardından kilesinin bahçe kapısını aralamış ve fazla sessiz çıkarmamaya özen göstererek içeri girmişti. Duvarlar yüzünden göremediği bahçeyi görme imkânı yakalamışken hemen incelemeye başladı.

Sağ tarafında birkaç farklı sebze türünün bulunduğu küçük bir tarla bulunuyorken sol tarafında ise ağaç olma yolunda ilerleyen sağlıklı fidanlar hizalanmıştı. Bahçede bunların dışında birkaç farklı renkte güller bulunuyordu ama Laila yengesinin bahçesini görmüş birisi olarak bundan pek de etkilenmemişti.

Alastair’e göre beyaz bir tuvalin üstüne birkaç damla boya damlatılmış gibiydi. Özen gösterilmemiş ve ekildiği andan beri öylece bırakılmışlar gibiydi.

‘Eğer çekidüzen vermek gibi eylemlere girişmeyeceksen ne diye çiçek ekmekle uğraşırsın ki?’ diye düşündü yaşanmış olan zaman kaybının gereksizliğini kınarken ve hayal kırıklığıyla ekledi. ‘Malikanedeki bahçeyle burayı kıyaslamaya çalışmak bir eşek ile bir tek boynuzlu atı karşılaştırmak gibi olur.’

Ancak bahçesi dışında kilisenin herhangi bir kötü yanı yok gibi görünüyordu. Gayet işe yarar, amacını yerine getirebilecek bir alan gibiydi.

Kilisenin kapısının önünde hiç ses çıkarmadan etrafını incelemeye devam ederken kendini rahatsız hissetmiş de olsa bunu belli etmemiş ve ne kadar pek incelenecek bir şeyi olmasa da yalandan incelemesine devam etmişti.

Kısa bir sonra kilisenin kapısı ellili yaşlarında bir kadın tarafından yavaşça açılmıştı.

Kadının çilli yüzündeki kırışıklıkları oldukça belirgindi ve kendisini olduğundan daha yaşlı bir şekilde gözükmesine sebep oluyordu. Kırışıklıklar onun zorlu bir hayat geçirdiğine işaret ediyordu.

Minyon tipli kadının kahverengi gözleri görüntüsüne tamamen ters bir şekilde genç birinin yaşam ışıltısına sahip gibi parıldıyordu ve hâlâ kendisinde birkaç numaranın saklı olduğunu gösteriyor, kendisinin öne çıkmasını sağlıyordu. Güler yüzlü ifadesi ve parıltılı gözleriyle birlikte kendisinin cana yakın ve sıcak biri olduğu rahatça anlaşılabiliyordu.

Hayal kilisesinin rahibi olan kadın neredeyse gayet sade bir cübbe giyiyordu. Cübbenin etekleri kollarının ucu ve düğmeleri koyu mavi renkte bir çizgiye sahipken başlığı ve düğmelerin bulunduğu alan koyu gri renkteydi. Cübbenin etekleri kadının kısa boyundan dolayı yerlere değiyor ve kirlenmesine sebep oluyordu.

Cübbe yüzü ve boynunun bir kısmı dışında tamamen vücudunu kapatıyor, bir kaplumbağanın kabuğu gibi sarıp sarmalıyordu.

“Merhaba genç ruhlar,” deyip selamladı önündeki ikiliyi rahibe cana yakın bir şekilde gülümserken. “Ne için uğramıştınız?”

Kurşuni mavi gözlü çocuk ciddi bir tonda ilk adımı atarak, “Kilisenin baş rahibi tarafından yapılan büyü değerlendirmesi için gelmiştim.”

Yanındaki çocuğa kıyasla kendisi sıcak bir gülümseme sunmuş ve onun dediklerinin bir benzerini söyleyerek soruya cevap vermişti Alastair.

Büyüye yatkınlığının bilincinde de olsa Jade’in de yardımıyla etraftan aldığı bilgililerin doğrultusunda kiliseden yardım almayı seçmişti ama aslında pek de bir şansı yoktu bir akademiye gidebilmek için.

Kendisine en yakın olan ve bu işlemi olabildiğince kolay bir şekilde halledebileceği yer büyü topluluğuyla bağlantısı olan Hayal Kilisesi’ydi. Tam olarak bağın ne olduğunu bilmiyor da olsa, edindiği bilgilere göre büyü akademilerinden biriyle oldukça yakın bir bağı olduğuydu. Onlar aracılığıyla bir değerlendirmeden geçebilecek ve istediğine ulaşabilecekti.

Alastair olabildiğince hızlı bir şekilde bir büyü akademisine gitmeyi ve kendisinin tamamen kurtarmayı amaçlıyordu ama bundan dolayı aynı zamanda kendisini kısıtlayacağını da düşünmüyor değildi. Hayal Kilisesi’nin bağlantısını kullanarak kendisinin zorunlu olarak bir şeyler yapması gerekmesi durumu olasıydı.

Ancak, Alastair’in başka da çaresi yoktu. Sonuçta ne kendisini destekleyebilecek bir zenginliğe sahipti ne de kendisini destekleyebilecek bir zengin aileye sahipti. Alastair tam anlamıyla normal biriydi şu an.

Şayet ki Ephios onu öldürmemeye çalışmamış olsaydı muhtemelen benzer bir olay Loer ailesinin yardımlarından dolayı yine başına gelecekti. Onların ayak işlerine koşup kölelerinden birine dönüşmüş olacaktı ve kilise de buna benzer bir şey yapabilirdi ancak Alastair biliyordu ki o gece yaşananlar düşünüldüğünde Loerlerin ona bir domuzdan farksız bir şekilde davranacağından emindi.

Her iki şekilde de birilerinin altında olmuş olacaktı ama iki sıkıntı arasından en hafifini seçmesi gerekirse kesinlikle kiliseyi tercih ederdi.

‘Ne tür bir kısıtlama olabilir ki?’ diye düşündü Alastair olasılıkları göz önünde bulundurmaya çalışırken.

Eğer ilerideki günleri yaşayabilecek kadar hayatta kalabilirse yeterince güçlü ve saygın bir büyücü olabildiğinde onların elinden kurtulması için bir imkânın olabileceğine dair bir umudu vardı.

Bir aileye katılarak kendisini bu kısıtlamalardan kurtarma fikri de aklından geçmişti ama sonrasında aileden de kurtulması gerekecekti. Ve onlardan kurtulmaya çalışmak, ölümden geri gelmekten daha zor olurdu ve Alastair’in aile işleriyle uğraşmak gibi bir isteği de yoktu. Özellikle de soylu kesimin kaprisli tavırlarını tekrar çekmek…

‘Kendimi başkasının altında tarumar edip kısıtlayacak değilim!’

Kurşuni mavi gözlerin sahibi Alastair’e yandan bir bakış attı ama dikkat çekmemek için kısa sürdürmüştü.

Kendisiyle buraya kadar yolculuk etmiş olan birinin kendisiyle birlikte aynı amacı kovalıyor oluşunun tesadüfünü düşündü ve sessiz, derin bir nefes aldı. Anılar tekrar zihnini doldururken dişlerini sıktı ve kalbini sıkan kara düşünceleri aklından çıkarmaya çalıştı.

Alastair’in kendisine bir müttefik olabileceğini hayal etti ama bu konunun şu anlık düşünülmemesi gerektiğine karar verdi ve önündeki gerçekliğe odaklandı. Her şey atılacak adımlara bağlıydı ne de olsa.

“Oh,” diye bir şaşkınlık nidası kaçtı kadının ağzından ikilinin cevaplarını duyduğunda gülümsemesi daha da genişledi.

İkiliyi tepeden tırnağa incelemeden edemedi ve ardından hızlıca ikiliyi içeriye davet etti.

İçi de dışarısı kadar gösterişliydi kilisenin.

Toplu dua törenlerinin sıkıntısız bir şekilde geçmesi için yerleştirilmiş olan uzun oturaklar yepyeni gibiydi ve bütün kasabayı alabilecek kapasite gibi duruyordu, belki de daha fazlaydı. Her biri meşe ağacından yapılmış olan oturaklar sade bir güzelliğe sahipti.

Yerdeki damarlı mermerler düzensiz ama göz yormayan garip bir desenin parçası gibiydiler. Bej rengi duvarlardaki vitray pencereler çeşitli hikayelerin anlatıcılığını üstleniyor veya başka varlıkların resimleriyle varlıklarını hatırlatıp güçlendirerek hatırlatıcı olma görevini üstlenmekteydiler.

Tanrının veya tanrıların varlığına inanmayan biri olarak kendisini garip hissetmeden duramamıştı kısa bir süre. Büyükbabasının zorlu denemeleri sayesinde gitmiş olduğu Küçüktoz’daki kilise sayesinde dine dair bilgiler öğrenmiş de olsa, kendisinin düşünceleri ve babasınınkilerle birlikte tamamen dine bağlılığını kaybetmişti.

‘Büyükbabam mutlu olurdu benim buraya girdiğimi gördüğünde muhtemelen,’ diye düşündü Oriol’un görüntüsü zihninde canlanırken ve gülümsedi.

Kadın onları baş rahibin töreni yönettiği kürsüye kadar takip etmelerini söylemiş ve ardından kendilerinden kısa bir süre beklemelerine isteyerek hızlıca yanlarından ayrılmıştı.

Kadın adımları hızlıydı ve heyecanlı bir aceleciliğin yaşattığı tatlı telaşın ifadesi yüzünde yerini almıştı.

‘Neredeyse on yıldır büyücü ortaya çıkmamıştı! Belki onlar…’ diye düşünmeden alamadı kendisini kadın.

Kürsünün çaprazında bulunan demirle güçlendirilmiş tahta kapıdan geçen kadın kapıyı ardından kapatmış ve meşalelerin yardımıyla aydınlatılmış koridor boyunca ilerlemeye devam etmişti. Benzer bir tahta kapıyla tekrar karşılaştığında kapıya iki kez vurdu ve kazandığı bu kısa sürede nefesini düzenlemeye çalıştı.

“Gir!” diyen güçlü bir kadın sesi duyuldu kapının diğer tarafından.

Kadın heyecanını beceriksiz bir şekilde gizlemeye çalıştı ve ardından aynı beceriksizlikle adım atarak içeri girdi.

İçerisinin normal bir çalışma odasından farkı yoktu.

Kapının tam karşısında sıradan, söğüt ağacından yapılma beyaza boyanmış bir çalışma masası ve üstünde kalemler, kitaplar ve birçok mühürlü ve mühürsüz parşömen bulunuyordu. Bunların hepsi düzenli bir şekilde ayrılmış ve düzenlenmişti.

Sağ tarafta ise birkaç kitabın ve garip eşyaların bulunduğu koyu kırmızı renkte bir kitaplık bulunuyordu. Sol tarafında ise de kilitli büyük bir sandık duruyordu ve hemen onun yanında da yaşlı kadının giydiği cübbenin bir benzerinin asılı olduğu ayaklı giysi askılığı bulunuyordu.

Dalgalı, at kuyruğu şekilde bağlanmış ve mısır rengini andıran sarı saçlarını at kuyruğu şeklini tercih ederek bağlamayı seçmişti. Kadının kemikli, gergin ve soğuk ifadesinin açıkça görülebilmesini sağlamıştı. Koyu kahverengi gözleri sakin ve duru bir şekilde bütün ciddiyetiyle kadının gülümseyen yüzüne dikilmişti.

Kırmızı dudaklarının açık rengi, kolayca aldatıcılık rolünü üstlenebilirdi. Çıkacak kelimelerin sertliği yüzünden anlaşılsa bile, bu dudaklardan çıkacak kelimeler bir melodiden farksız gibi hissettirebilecek gibiydi.

Kadının yüzü oldukça temiz ve pürüzsüzdü, alt dudağının hemen sağında küçük bir ben yer alıyordu.

Üstünde ayak bileğinin birkaç karış üstünde duran, sıradan ve sade, beyaz renkte bir elbise bulunuyordu. Elbise, gerdanının birazının açığa çıkmasına sebep olmuştu ama kadının bundan rahatsız olduğuna dair işaret yoktu yüzünde ve hareketlerinde.

Giydiği hafif ökçeli ayakkabısıyla birlikte sıradan halktan birinin havasını yayıyordu etrafına ama güzelliği ve duruşu bu tahminleri çürütme rolünü gayet iyi bir şekilde yerine getirmekteydiler. Boynunda iki sıralı, kanat şekli verilmiş gümüş bir kolye ve sıradan düz bir bileklik takıyordu aksesuar olarak.

Kadının olağandışı bir güzelliği vardı ve bunun saklamaktan çekinmeyen doğası onun kendisine olan güveninin ve gizlemekte olduğu gücünün göstergesi gibiydi. Yıkılmaz, iddialı ve cesurluğunu gizlemiyordu.

“Evet, bir şey mi oldu?” diye sordu genç kadın sakin ve duru sesiyle duruşundan bir şey kaybetmeden.

Gözleri ışıl ışıl parıldarken kadın anında heyecanla anlatmaya başladı, “Evet efendim, çok iyi bir şey oldu. Bugün iki genç bizim kilisemiz tarafından büyü yatkınlığını test ettirmek için istekte bulundu.”

Genç kadının ince kaşları kalktı ve ardından oturduğu sandalyesinde ciddi bir ifadeyle geriye yaslandı. Kollarını bağladı, kafasını hafifçe yana eğdi ve gözlerini kıstı.

Yaşlı rahibe kadının düşünceli duruşunu izlerken hafiften korkmuştu ve meraklanmıştı ama bir şey demedi ve üstü olan kadını izlemeye devam etti.

“Pekâlâ, gelsinler de görelim,” diyerek cevapladı aklından geçenleri göz önünde bulundurmaya devam ederken.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44457 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr