Bölüm 43: Kedi Maskeli (1)

avatar
397 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 43: Kedi Maskeli (1)


Genç kadın başındaki bez parçasını düzeltti ve masaları silmek için kullandığı sarı elbezini ayağının dibindeki su kovasının içine attı. Olduğu yerde gerindi ve etrafındaki tek tük insanlara ve ardından henüz temizlenmiş, boş olan masalara baktı bir süre.

Yorulmuştu ama şikâyet edecek değildi. Kendisi bu işi bulabildiği için bile şanslıydı yoksa ne bu zamana kadar hayatta kalabilirdi ne de ailesinin hayatta kalmasını sağlayabilirdi.

Müteşekkirdi durumu için ama geceleri olan laf atmalardan dolayı iğrenç hissettiğini ve bunun için defalarca uyarılar yapmasına rağmen devam eden bu sataşmalardan bıktığını itiraf etmesi gerekiyordu.

Su dolu kovasını aldı ve hanın mutfak bölümüne doğru ilerledi.

Mutfak genişti ve rahatlıkla birçok kişinin etrafta koşuşturması için özellikle ayarlanmıştı.

Mutfağın tam ortasında uzun bir masa bulunuyordu. Masanın üzeri oldukça doluydu ama karışık değil, tamamıyla düzenliydi ve kişi rahatlıkla istediğine ulaşabilecek gibi duruyordu. Malzemelerin doğranması için tahtalar, unlu mamuller için çeşitli boylarda oklavalar ve kaplar bulunuyordu.

Baharatlar, kurutulmuş meyve ve sebzeler, kaplara konulmuş soslar ve zeytin, ayçiçek ve mısır yağlarının bulunduğu variller gibi birçok yemek malzemesi tam karşıdaki duvarda yerlerini almıştı. Sol taraf ise mutfak alet edevatlarıyla doluydu: tabaklar, kepçeler, çaydanlıklar, kaşık, çatal ve bıçaklar.

Sağ taraftaki duvar ise tamamen pişirmeye harcanmıştı. İki tane duvara gömülü büyük fırın ve iki de devasa kazan bulunuyordu. Kazanlar rahatlıkla içine insanları alabilecek boyuttaydı.

Genç kadın içeriye adımını attığı anda birbirleriyle konuşan mutlu insanlara başını sallayarak selam verdi ve mutfağın en köşesinde bulunan temizlik malzemelerinin bulunduğu yere yöneldi. Kovanın içindeki pis suyu odanın içinde bulunan banyo tezgahına boşalttı ve ardından elbeziyle birlikte kovayı güzelce yıkamaya başladı.

“Ee, hayat nasıl gidiyor, Shelly?”

“İyi gibi. Pek bir sıkıntım yok. Bilirsin… Onun dışında,” diye can sıkıntısını göstererek söyledi ama devamını getirmedi.

Aralarında birkaç konuşma daha geçti diğer mutfak çalışanlarıyla ve temizleyip yıkadığı elbeziyle birlikte kovasını alıp tekrar lokanta bölümüne döndü.

Lokanta bölümüne girdiğinde hâlâ boşalmamış olan masalara bir göz attı ve elindekileri bar masasının üzerine koyup taburelerden birine oturdu. Gençliğinin getirisi olan güzelliği, üstüne çökmüş olan bitkinlik yüzünden gölgelenmişti. Omuzları hafif bir üzüntüyle düştü. Kollarını masaya dayadı ve yorgun gözleriyle han sahibinin oğluna baktı.

“Hâlâ kitap mı okuyorsun? Baban iş başındayken sana kitap okumanı yasaklamamış mıydı?” diye hatırlattı patronunun uyarılarını.

Genç bakışlarını okuduğu kitaptan isteksizce çekti ve derin bir nefes alıp genç kadına çevirdi. Çimen yeşili gözlerindeki bıkkınlık rahatça görülebiliyordu. Yüzündeki rahatsız olduğunu gösteren ifadeyle birlikte masaları işaret etti.

“Bu saatte kimsenin olmadığını görebiliyorsun, değil mi? Neden yasak diye bu boş anın yok olup gitmesine izin vereyim?”

“Birazdan devriye süresi bitecek olan şövalyeler buraya doluşacak. O yüzden diyorum ki kitabı bıraksan iyi edersin.”

Kadının gözleri gencin yanındaki cep saatinin üzerindeydi konuşurken.

Genç adam gözlerini devirerek kadına baktı ve iğrenerek konuştu, “Yaratıcı adına, bir avuç işe yaramaz sarhoştan başka bir şey değiller. İşlerini bile düzgün yapamıyorlar! Yaptıkları tek iş buraya gelmek ve geberene kadar içmek. Gebermiyorlar da!”

Genç kadın onun yakınmasına gülümsedi. Ağzından çıkan kelimelerin her biri de doğruydu ve onu destekliyordu. Kendisi de onlardan nefret ediyordu ama işinden kovulmamak için düşüncelerini içinde tutuyordu ve tek kelime dahi etmiyordu.

“Yine de iyi tarafından bakman lazım,” dedi ve çocuğun ölü bakışlarıyla karşılaştı. Omzunu silkti ve gülümseyerek ekledi. “En azından yiyip içtiklerinin parasını ödüyorlar.”

Genç hayret ve inançsızlıkla başını iki yana sallamış ve tekrar kitabına vermişti dikkatini ama kadının hatırlatmasından dolayı içindeki okuma isteğini kaybetmiş, onun yerine masaları izlemeye başlamıştı.

‘Ne zaman buradan kurtulabilirim?’

Düşüncesi iyi hoştu ama gerçekliğin zincirleri kendisini daima hatırlatmıştı önündeki tek tük masalarla. Anında düşünceyi kafasından attı.

Siyah kedi maskesiyle oldukça eksantrik duran ve anında dikkatleri üzeri toplayan, kısa boylu bir figür içeri girdi. Giydiği başlıklı cübbesinin başlığını hâlâ takıyordu ve bu sayede de gizemli havasını hâlâ korumaya devam edebiliyordu. Cübbe sayesinde belinde asılı olan kılıçları tamamen gözden uzakta saklanmış bir durumdaydı.

Şaşkınlığından dolayı kafasındaki çarklar biraz geç çalışmaya başlamıştı ama sonrasında onun demin gelmiş olan genç müşterisi olduğunu anlaması uzun sürmemişti.

Hafifçe kaşlarını çattı ama hemen kendisini düzeltti ve bir baş selamı verip gözlerini hanın kapısına dikti. Eğer bunu yapmasaydı kahkahalara boğulabilirdi ve bunu müşterisinin önünde yapmak istemiyordu. Böyle bir maske seçimi, onu kesinlikle savunmasız yakalamıştı.

‘Nasıl maske be o?’

Müşterisinin görüntüsü sayesinde kendisini daha iyi hissetmeye başlamıştı, ne kadar durum oldukça etik olmasa da. Biraz da olsa içinde bulunduğu durumun kendisine hissettirdiği bıktırıcı ve usandırıcı yükten kurtulabilmesini sağlamıştı.

Alastair han adımını attığı anda etrafına kısa bir bakış atmış ve bir değişiklik olmadığını görmüştü, orada bulunanların anlık olarak şaşkınlık ve gülme istekleriyle dolu ifadeleriyle kendisine bakıyor oluşları dışında.

Alastair bir şey dememişti ama içten içe kendi durumuna lanetler yağdırıyordu. Genç adamın kendisine önceden söylemiş olduğu kapıdan geçerek konaklama bölümüne doğru ilerledi daha fazla orada vakit kaybetmeden.

Kapıdan geçtiğinde onu karşılayan şey uzunca bir koridor olmuştu. Duvarlar bir zamanlar beyaz renkteymiş ama zamanla birlikte rengi giderek solmuş, kirlenmiş ve eski güzelliğini kaybetmişti. Koridorun sonuna kadar ilerledi.

Koridordan kurtulduğunda kendisini binanın giriş bölümünde buldu. Sağ tarafta, köşede görevli bir adam bulunuyor ve kendisine bakıyordu ama henüz bir şey yapamamıştı. Önünde yukarı doğru kata çıkan merdivenler bulunurken sağında ve sol tarafında ise birçok kapının bulunduğu koridorlar uzanıyordu.

Alastair koridorlardan birine girmeden önce anahtarını çıkardı. Demirden yapılma olan anahtarın görüntüsüne göz gezdirdi ve ardından üst kısmında yazan sayıya baktı: 8.

Alastair’in kalacağı odanın numarasıydı.

Sağ taraftaki koridora girdi. Toplam dört tane kapı vardı ve ikişer olarak ayrılmışlardı karşı karşıya gelecek şekilde.

Alastair koridordan çıktı ve karşısındakine yöneldi ve aynı manzarayla karşılaştı.

‘Buradaki odalar ne için kullanılıyor ki? Depolama olarak mı?’

Alastair düşüncelerini bir kenara bıraktı ve adımlarınızı hızlandırıp yukarı kata doğru çıkan merdivenleri seçti. Merdivenleri hızlıca çıktı ve giriş bölümündeki gibi iki tarafa ayrılan koridorların manzarasıyla karşılaşmıştı.

Alastair ilerledi ve koridorlara uzaktan bir bakış attı. Bu sefer farklıydı. Dördü sağ, dördü solda toplam sekiz kapı vardı bir koridorda. Alastair’in gözleri parladı ve anında kendi odasının numarasını taşıyan kapıyı aramaya koyuldu.

‘Sonunda,’ diye düşündü önündeki ‘8’ yazan kapıya bakarken.

Hiç beklemedi anahtarı kilide yerleştirip çevirdi ve içeri girdi rahatlamış bir şekilde. Kapıyı ardından kapattı ve tedbir olsun diye kilitledi. Kimsenin kendisini görmesini istemiyordu ya da rahatsız etmesini. Maskesinin iplerini çözdü ve sağ köşede bulunan yatağa attı.

İşte o an zihinsel olarak yorulmuş olduğunu fark etti. Yeniden canlanmasından beri yaşıyor olduğu sıkıntılı durum yüzünden kimliğini gizlemeye çalışıyordu ve zihinsel olarak kendisini yormuştu. Her an kendisinin fark edileceği düşüncesi, kendisinden parçalar kopararak yiyip bitiriyordu.

‘Sakin ol Alastair. Derin bir nefes al ve ver. Babamdan o kadar ders aldım ve daha da önemlisi: babama katlandım.’

Alastair başarıyla kendisini rahatlattıktan sonra odaya verdi dikkatini.

Odanın büyüklüğünü malikanedeki odasıyla karşılaştırma yapması oldukça absürt olurdu ama kendi yaşaman biçimi göz önüne alındığında böyle bir odada kalacak olması biraz kendisini garip hissettiriyordu.

Ağzında gümüş kaşıkla doğmuş biri olsa bile kendisi bir soylu olarak yetiştirilmiş olmasından dolayı odanın küçüklüğünü içten içe biraz hor görmüştü ama elindekiyle yetinmesi gerektiği konusunda oldukça iyi bir şekilde eğitilmişti.

Oda aslında gayet normaldi ve bir insanın işine yarayacak içinde bulunduruyordu. Yatak sağ köşedeydi ve tam karşısında da bir çalışma masası bulunuyordu. Masa uzun zamandır kullanılmasının sonucunda yıpranmış görünüyordu ama hâlâ sağlam olduğuna emindi Alastair. Yatağı da gıcırdıyordu ama bir yorumda bulunmadı.

Çalışma masasının yanında giysilerini koyabileceği bir dolabı da bulunuyordu. Dolap kesinlikle çok küçüktü. Hatta Alastair’in şu ana kadar görmüş olduğu bütün giysi dolaplarından daha küçüktü.

Ama müşteriler için fazlasıyla yetecek bir yer gibi duruyordu ama odanın içeride bir banyonun bulunmadığını fark etmişti ve bu, kendisinin acıyla derin bir of çekmesine sebep olmuştu.

Hissettiği zihinsel yorgunluk, odaya verdiği dikkat sayesinde tamamen yok olmuştu ve daha iyi bir ruh hali içerisindeydi. O sırada karnı guruldadı ve yatağında oturur pozisyona geçip bir süre bekledi. Yüzünde bir gülümseme oluşurken derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı.

Kimliği konusunda o kadar çok paranoya olmuştu ki… Yeniden dünya gelişinden beri ağzına tek lokma bir şey koymamış olduğunu zihninin rahatlamasıyla birlikte anca fark edebildi tekrardan.

‘Bir şeye takılı kalınca diğer şeyleri unutmak gibi bir kötü huyum olduğunu bir kere daha hatırlamış oldum,’ diye bir değerlendirme de bulundu kendi hakkında.

2 altın, 19 gümüş ve 55 bronz shinin. Bu, Alastair’in sahip olduğu paraydı.

“Yemek konusunda aşırıya kaçabilecek durumda değilim ve ayrıca, burada ne kadar kalacağımdan da emin değilim. Dikkatli olmama lazım.”

Daha rahat gezebilmek için cübbesini giysi dolabına güzelce katlayıp yerleştirdi ve ardından kınlarının içinde duran kılıçlarını eline alıp incelemeye başladı bir süre. Ardından beyaz olana bir bakış daha atmadan giysi dolabının içine koydu. Siyah renkteki ise hâlâ elindeydi. Yüz ifadesi kılıcın kınına bakarken düşünceli bir hâl almıştı.

‘Beyaz olan on sekizinci yaşıma bastığımda bana hediye olarak verilecek kılıçtı ve yeni öldüğüme göre eğer bir kilise personeli veya şövalyeyle karşılaşacak olursam kesinlikle ölürüm. İncelendiğinde kesinlikle oradan alındığını anlayabilirler ve beni mezar soygunculuğuyla beraber adam öldürmeden suçlayıp zindana atarlar ama bu en iyi ihtimal sonucu tabi.’

Alastair dikkatini beyazdan, siyah olana çevirdi.

‘Babamın on sekizinci yaşına bastığında kendisine büyükbabası tarafından hediye edilen özel yapım kılıcı. Babamın bunu hiç kullandığını görmemiştim,’ diye düşündü ama kararsızlıkla kaşları çatıldı.

Kasaba halkının babasının bu kılıca sahip olduğunu geç, halkın babam ile yakından bir görüşme yapmış olduğunu bile hatırlamıyordu. O işleri genelde amcası Bentley hallediyordu. Babası daha çok diğer soylularla ilgileniyor, onlarla iletişim halinde oluyordu.

‘Öyle biriyle karşılaşma ihtimalim yoktur ve eğer almazsam, kendimi korumama gerekecek bir durumda çıplak kalmış olacağım. Ama… Hanın içerisinde ne kadar sıkıntı yaşayabilirim ki?’

Alastair bu konuda kararsız kalmıştı biraz.

Sabah vakti açığa çıkmış olan mezar hırsızlığı ve cinayet oldukça şok ediciydi ama sabah vaktinde öylesine bir olay yaşanacağına ihtimal vermemeyi seçti. Ayrıca kimse bir hanı gündüz vakti soymaya cüret edemezdi.

Dişlerini birbirine sürttü ve odanın içinde bir ileri bir geri dönmeye başlayıp ihtimalleri düşünmeye başladı. Elinde tuttuğu kılıca baktı bir süre daha.

‘Her ihtimale karşı!’

Kararlı bir ifadeyle kını beline yerleştirdi ve iyice oturduğundan emin olmak için kılıcı çekti birkaç kere ve yerine koydu.

Bu kılıcı tanıyan kişinin sayısının hiç olmayacağını düşünüyordu ve bu sayede kendi kimliğini kurtarmış olacaktı ve maskesini de ekleyince bir sorun olmayacağı kararını verdi. Yine de dikkatli olmayı elden bırakacak değildi.

Maskesini taktı, üstüne çeki düzen verdi ve siyah para kesesini iç ceketinin cebinde olduğunda dair bir kontrol yaptıktan sonra derin bir nefes aldı. Odadan çıktı ve ardından kapıyı kilitledi unutmadan.

Genç adamın yüzündeki ifade korku ve tedirginlik doluydu. Dudaklarını büzmüş ve kaşları endişeyle kalkmış bir şekilde sol tarafındaki uzun masada bulunan devriyesi henüz bitmiş olan şövalyelere dikmişti gözlerini.

‘Lütfen sorunsuz bir şekilde geçsin günümüz! Lütfen! Lütfen! Lütfen sorunsuz bir şekilde geçsin. Lütfen…’

Yükselen vahşi tedirginlik dalgasıyla baş etmeye çalışırken dua ediyor ve onların masasına servis yapmaya başlamış olan garsonu inceliyordu. Kadın yüzünde neşeli bir gülümsemesi ve parıldayan gözleriyle onlarla konuşuyor ve onların kahkahalarına katılıyordu.

Kadının bir anda elindeki boş bardaklarla kendisinden tarafa bakmasıyla birlikte irkildi ve hemen önünde döndü.

“O tarafa daha fazla gözünü dikersen sorun çıkartmaya başlayacaklarından emin olabilirsin. Bu bizim istediğimizin tam tersi. Onları aldırmamaya çalış, aynı benim gibi. Yoksa başın bela girecek Matein,” diye uyardı genç kadın garson hızlıca yanına geldiğinde.

“Biliyorum… Biliyorum ama işte bu yüzden onlara dikkat etmeye çalışıyorum,” diye acıyla karşılık verdi, bir yandan da bardakları doldururken.

“Ben onlarla gayet iyi bir şekilde ilgileniyorum, tamam mı?” diyerek onun omzuna rahatlaması için elini koydu ve ekledi. “Sen sadece etrafına bak, bardakları ilet mutfağa. Bir şeylerle uğraş, masaları falan da düzenleyebilirsin, tamam mı? Tek müşterilerimiz şu an onlar. Bir sıkıntı çıkmayacaktır.”

“Pekâlâ, dediğin gibi olsun.”

Maten’in içindeki tedirginlik bir an olsun dinmezken ellerini birbirine sürttü ve gözlerini kapıya dikti. İçten içe birinin gelmesini ve dikkatini uzun masayı işgal eden ayyaş şövalyelerden almasını istiyordu.

‘Şehirde okuyabilmek için para kazanmaya çalışıyorum! Ne diye bunun için babamın yanında çalışmayı kabul ettim ki? Ah akılsız kafam, ah! Neden direkt olarak şehre gidip orada bir iş bulmayı aklımdan geçirmedim ki zamanında!?’

O sırada sağ tarafta bulunan kapının açılış sesi kendisinin dikkatinin anında oraya dönmesini sağlamıştı.

Kapıdan çıkanın kedi maskeli çocuk olduğunu görünce kaşları kalktı.

Cübbesi yokken gizemli havası tamamen yok olmuş ve yerini bir asilzadenin soğuk havası almıştı. Belindeki kılıcı fark ettiğinde ise merakı daha da artmıştı.

‘Shelly ayyaş ayıları alkol ile öldürmeye devam ededursun, ben de seninle ilgileneyim bari. En azından kafam dağılır.’

Eline bir not defteri ve kalem alıp hızlıca iki kişilik masalardan birine oturan çocuğun yanına gitti. Yüzünde capcanlı bir gülümseme belirdi ve yeşil gözleri hayatı kurtulmuş gibi umutla pırıl pırıldı. Biraz önceki tedirginlik hali tamamen silinip atılmış gibiydi.

“Merhaba efendim, siparişinizi öğrenebilir miyim?” diyerek hemen atıldı.

“Kahvaltı menüsünde ne olduğunu söyleyebilir misiniz?”

Ses tonu oldukça yumuşaktı ve asil bir naziklikle sormuştu sorusunu ama içten içe fazla pahalı olmaması için dualar etmekle meşguldü.

“Tabii, hemen! Haşlanmış yumurta, yanında pastırma ve sebze tabağıyla toplam 1 altın ve 15 gümüş. Etli, peynirli veya pastırmalı omlet, yanında sebze tabağı 1 altın ve 5 gümüş. Acılı veya sade patates püresi, yanında da sebze tabağı 1 altın ve 15 gümüş...” diyerek anlatımını sürdürdü Matein.

Alastair yüzündeki sakin gülümsemesiyle dinlemeye devam ediyordu ama her anlatılan yiyecekle birlikte kalan parasını düşünüyor ve kan ağlıyordu. Tam anlamıyla önündeki genç adam gündüz vakti soygun yapıyordu.

‘Zengin hayatım yüzünden hiç düşünmekle uğraşmadığım para konusu gerçekten kalbimin ağırlaşmasına yetiyor. Acaba avamlar açlıktan ölmeden nasıl yaşamayı becerebiliyor?’

Ölenlerinin olduğunu biliyordu Alastair ama peki ya hayatta kalanlar? Alastair’in onların direncine karşı saygısı oluşmuştu ama ruhsuzlukları ve isteksizlikleri aklına gelince anında düşüncesini sildi.

“Müessesemizdeki ekmekler 10 gümüş ve istediğiniz kadar sipariş verebilirsiniz. Aynı durum içecek servislerimiz içinde geçerlidir. Çay 10 gümüş, meyve sularımızda 20 ve 30 gümüş arasında değişen bir ücretimiz bulunmaktadır. Elma, çilek ve vişne sularımız mevcuttur,” diyerek açıklamasını bitiren Matien gözlerini beklentiyle müşterisine dikti. “Siparişinizi öğrenebilir miyim?”

“Acılı patates püresi, yanında sebze tabağı, bir ekmek ve bir de elma suyu lütfen.”

“Pekâlâ, tamamdır.”

Yüzünde gülümsemesiyle birlikte siparişini alıp giden elemanın arkasından bakıp giderken zihninde hüsran ile ağlıyordu ama yüzünde sakin bir ifade vardı.

'Resmen soyuldum! Buna soygun denir!'






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44450 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr