Bölüm 35: Mezar Yağmacıları (1)

avatar
411 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 35: Mezar Yağmacıları (1)


Soğuk gecenin rahatlatıcı karanlığı ayın göz alıcı ışığıyla aydınlanırken, gececi hayvanların uyanışlarının işareti olan kemikleri dahi titreten korkutucu sesleri yükseliyor ve insanları uyarıyor, onların kendilerine karşı hazır olmaları için işaret ediyorlardı.

Gece oldukça ağır ve uğursuz bir hissiyat ile zehirlenmiş gibi gözüküyordu.

O sırada kilisenin yakınlarında, gözlerden uzakta, dikkat çekmeyecekleri bir yerde otuz yaşlarının başlarında olan iki yetişkin gece vaktinin gelmiş olmasına rağmen ışıklarını söndürmemekte kararlı olan kiliseye gözlerini dikmişlerdi.

İkilinin gözlerindeki açgözlülük durumlarından doğan sabırsızlıkla gittikçe daha güçlü bir hâl alıyor, onları harekete geçmesi için teşvik ediyordu.

Sarı, taranmamış ve yağlı olan saçlara sahip olan adam ay ışığının altında büyüleyici bir şekilde parlayan, delici, mavi gözlere sahipti ama açgözlülükle kirlenmiş oluşu güzelliklerini gölgelemiş ve iğrençlikle bezelemişti.

Kalın kaşları ve ince kirpikleri bulunan adamın görüntüsü sahip olduğu geniş ve iri vücuduyla korkutucu bir alıyordu. Üstüne üstlük tarlada denetim sırasında gözetmen tarafından kırbaçlanması yüzünden elde etmiş olduğu, vücudunun her yerinde bulunan, yüzü de buna dahildi, yara izleri bu konuda oldukça yardımcı oluyordu.

Diğer adamın yapısı ortalama bir yetişkinden farkı yoktu ama yanındaki adam ile karşılaştırıldığında zayıf ve güçsüzmüş gibi gözüküyordu.

Gecenin gizleyen karanlığında zar zor fark edilen yağlı, omuzlarına kadar uzanan düz, siyah saçları vardı ve saçlarını atkuyruğu olacak şekilde bağlamayı seçmişti.

İnce kaşlarının ve kirpiklerinin arasında saklanan, toprağı andıran kahverengi gözleri vardı ve karanlığın içinde oldukça uğursuz bir şekilde parlıyor, insanın ürkmesine sebep olacak bir hava oluşmasına sebep oluyordu.

Kısa bir süre sonra üzerlerinde kilisenin kıyafetleriyle iki kişi çıktı.

Biri yirmilerinde görünen bir kadın, diğeri de ellili yaşlarındaki bir erkekti.

Gecenin boğucu karanlığına rağmen hiç eksilmeyen daim gülümsemeleri ve kendilerinden emin duruşlarıyla etraflarına bir mesaj vermek istiyorlarmış gibi görünüyorlardı.

Rahip birbirine bağladığı ellerinin arasından çıkardığı anahtarla kilisenin kapısını kilitlerken rahibe de iki elini de meşgul eden, içlerinde mumların yandığı fenerleriyle etrafını izliyor ve hiçbir şeyin kendilerine bir aksilik yaratmayacağından emin olmaya çalışıyordu.

Rahibin kapıyı kilitlemesi uzun sürmemişti ve birkaç kere de kontrol edip içindeki toz zerresi kadar endişesini de tamamen yok edip rahibeden fenerini almıştı.

"Eia'nın Işığı yanınızda olsun," dedi ve bir reveransın ardından ayrıldı rahibe.

"Eia'nın Işığı yanınızda olsun," diye karşılıkta bulundu rahip de.

Kadının gitmesinin ardından rahip elindeki fenerin de yardımıyla kilisenin etrafını gezmeye başladı.

İçinde anlamlandıramadığı rahatsızlık kendisine eşlik ederken kilisenin etrafını geziyor ve kimsenin gizlenip sonradan bir sorun çıkarmadığından emin olmaya çalışıyordu.

Yarım saat kadar süren incelemenin ardından derin bir nefes alarak Yaratıcıya dua etmiş ve adımlarını kilisenin bahçesinin dışındaki metal kapılara doğru yürüdü. Son bir bakış daha attı arkasına ve kendisini terk etmeyi reddeden rahatsız hissin yoldaşlığıyla evinin yolunu tuttu.

"Hadi başlayalım," diyerek ilk adımı atmış olduğu kahverengi gözlü adam.

Yamalarla tamir edilmeye çalışılmış, yemek yağı ve toz, çamur lekeleriyle kaplanmış olan cübbesinin başlığını hızlı bir hareketle kafasına geçirmişti.

Cübbesinin altında sağ eliyle sıkı sıkıya tutuyor olduğu fenere bir bakış atmıştı. Hâlâ yanıyor olduğundan ve dışarıya herhangi bir şekilde gözüküp kendisine ele vermediğinden emin olmak istemişti.

Kimse tarafından görünmemeye dikkat ederek yavaş ama kendinden emin olduğunu gösteren sert adımlarıyla kilisenin mezarlığına doğru ilerliyordu.

Sırtında kürek ve kazma bulunan iri adam da aynı şekilde etrafına kısa bakışlar atarak bir sıkıntı çıkmayacağından emin olmaya çalışıyor ve önündeki ortağı olan adamı takip ediyordu.

Kısa süren ama müthiş bir tedirginliğin kendilerine yüklenmesine sebep olan yolculuk kazasız belasız bir şekilde nihayetinde bitmiş, hedefleri olan mezarlığa ulaşabilmişlerdi.

Kimsenin mezarlıkla şu anki adamların teşebbüste bulundukları gibi bir girişimi başkasının yapacağının düşünülmemesinden dolayı mezarlığın dış yapısı korunma sağlayacak bir şekilde inşa edilmemişti. Vahşi hayvanların içeriye girmesini engellemek amacıyla yapılmış bir duvara sahipti ama bunun da pek gerekli olmadığı herkes tarafından biliniyordu.

Nedeniyse uzun zamandır hiçbir vahşi hayvanın kasabanın yakınında görünmemesinden ötürüydü.

Mezarlığın duvarları 4 metre civarında uzunluğundaydı ve bazı yerleri zamanın yıpratıcı gücüne karşı koyamadığından parçalanmış, insanların kolayca girebilmesini sağlayacakları bir hâle gelmesine sebep olmuştu.

Kilise mezarlığın bakımı konusunda oldukça dikkatsizdi.

İkili birbirlerine bakış atmış ve ardından derin bir nefes alarak planlarını uygulamaya dökmeye başlamışlardı.

Sarışın adam kırbaç izleriyle kaplı ellerini duvara dayamış, sırtını arkadaşına dönmüş bir şekilde beklerken arkadaşı feneri kendisinin ayağını dibine koymuştu.

Ardından geri çekilip atik bir şekilde kendisinin sırtını basamak olarak kullanıp duvara tırmanmıştı başarıyla.

Sarışın adam onun ardından arkadaşına feneri, kazma ve kürekleri uzatmıştı.

Kahverengi gözlü adam eşyalara uzanıp yerleştirmiş ve düşüp bir sese sebep olup kendilerinin yerini belli edecek bir şey başlarına gelmemesi için gözlerini oradan ayırmamışken sarışın adamın tırmanabilmesi için yer açmıştı.

Sarışın adam birkaç adım geri gitti ve çömelip kalkarak kendisini tırmanma için hazırladı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini arkadaşının kendisi için açtığı yere dikti.

Bekleyip tekrar derin bir nefes aldı.

"Ha!" diyerek sessiz bir nara savurmuş ve koşmaya başlamış, zıplamış ve kendisini duvara fırlatmıştı.

Tank!

Duvara çarptığında kazara çıkarmış olduğu ses, sarışın adamın yutkunmasına ve korkudan ellerini duvardan çekemeyip öylece kalakalmış olmasına sebep olmuştu. Ardından hızlıca kendisini toparlamış ve hızlı tırmanışının sonunu getirerek başarıyla işini sonuçlandırmıştı.

Korkutucu ve heyecanlandıran bir deneyimdi. Bir dahaki seferi olmaması için dua edilen bir istekti.

Kahverengi gözleriyle ona uyarılar göndermiş olsa da sonunda gözlerini devirmiş ve mezarlığa kısa bir bakış atmıştı.

İç boğucu ve ürperticiydi. Yine de onların geri dönmesini sağlayacak kadar değildi.

Kahverengi gözlü, elinden geldiğince ses çıkartmaya çalışarak kendisini duvardan aşağıya salmış ve mezarlığa ilk adımı atan olma şerefine erişmişti. Hiç vakit kaybetmeyerek arkasını dönmüş ve kendisine uzatılan kürek ve kazmalar ile fenerleri alıp duvardan biraz uzaklaşmış ve arkadaşının iri cüssesinin yere inebilmesi için yer açmıştı.

Pot!

Tırmanış gibi bu da sesliydi ama bu sefer umursamamışlardı.

"Nihayet! Sonunda bir aylık bekleyişimizin vereceği meyveleri yiyecek, rahat bir yerde uyuyup düzgün bir yemek yiyebileceğiz Rob!" diye heyecanla ama fısıltılı bir tonda hatırlattı kahverengi gözlü adam.

"Evet!" diye aynı tonda cevapladı ama ardından memnuniyetsiz bir ifade yüzünde yer aldı. "Bir ay boyunca kiliseyi izlemek yetmiyormuş gibi bir de lanet soylu ailenin her hafta sonu ziyarete gelişlerine tanık olmak zorunda kaldık! Bir ay boyunca! Lanet olası bir ay boyunca!"

Sarışın adam, Rob, hatırlattı cehennemden farksız geçen bir aylık süreci.

O bir aylık gözleme boyunca Fae ailesi her hafta sonu ailenin toplu mezarlığını ziyarete gelmişlerdi ama bu durum sadece iki hafta sürmüş, nedeni bilinmeyen bir şekilde bir daha da buraya uğramaz olmuşlardı.

Haftalık mezar ziyaretlerinin neden kesildiğinde dair bir bilgileri yoktu ikilinin. Ancak böylesi bir bilginin gereksiz olduğunun düşünmelerine ek olarak, bir işe yarayacağını da düşünmemişlerdi.

Dahası, bu gözlemlemenin sayesinde kilisenin sadece pazartesi ve pazar günleri mezarlığı kontrol ettiğini öğrenmişlerdi.

Yine de arada bir rahiplerin veya rahibelerin kafalarına estikçe kontrol ettikleri de oluyordu farklı günlerde ve bu onları asıl endişelendiren şeydi ama şu an oldukça rahattılar.

Oldukça kolay ve sakin bir şekilde istediklerine ulaşmayı başarabilmişlerdi. Rahatlamaları onlar için gayet doğal bir ödüldü.

Haşin gecenin karanlığına eşlik eden ferahlatıcı, soğuk rüzgâr ara ara esiyor ve yaz mevsiminin son ayında rahatlamaya devam ediyorken gelecek soğuk mevsimlerin de haberciliğini üstleniyordu.

Mezarlıkta böylesi bir şey söz konusu değildi. Mezarlığın ürkütücü, kemik titreten görüntüsüne eşlik eden rüzgâr, ölümün kollarının mezarlığın her bir yanında özgürce dolaştığının işareti gibiydi.

Ayın soluk ışığının kendilerine sağladığı kılavuzluk sayesinde iki çift göz mezarlık taşlarının arasında adeta süzülerek ilerliyordu.

Uzaktan gözlemelerinin kendilerine sağlamış olduğu yardımla elleriyle koymuş gibi mezarı kolayca, hiç zorlanmadan bulmuşlardı.

İkisi de yan yana olan üç aile üyesinin mezarının etrafında birer tur attılar ve birbirlerine kısa bir bakış sonrasında kazmaya başlamışlardı.

15 dakika hiç anlamadan hızlıca geçmişti.

Tong!

Rob, Jorah S. Fae ismindeki merhuma ait mezarı kazma işlemine devam ederken küreğin takılmasıyla birlikte çıkardığı ses yüzünden kaşları heyecanla kalkmıştı.

Küreği yavaşça bir kenara koymasının hemen ardından kazdığı mezarı dikkatlice incelemeye başladı ve toprağın koyu rengine karışan kahverengi tabutun üst kısmını, küreğinin çarptığı kısmı görebildi.

"Biri gitti, ikisi kaldı!" dedi fısıltılı tonunu korumaya devam ederken açgözlülükle daha da ışıldayan gözlerini tabuta dikmiş bir hâlde.

Amorosa Fae isimli merhumun mezarını kazmakla uğraşıyor olan Thev, elindeki küreği heyecanlı bir şekilde bıraktı ve fenerin yaydığı ışığın yardımıyla Jorah S. Fae'nin mezarına tekrar bakındılar.

Zaman tabuta pek de iyi davranmamış ve yıpratmaktan çekinmemişti.

Toprağın içindeki canlıların sebep olduğu delikler ve çizikle, tabutun bir zamanlar sahip olduğu göz alıcı görüntüyü yok etmişti. Aşırı yıpranmış olmasından dolayı kolayca fark edilemiyor olsa bile Fae ailesinin simgesi, kanatlı kılıç, arkasında birkaç parça bırakmıştı: sağ kanadının birazı ve kılıcın kabzasıydı.

İkili hızlıca tabutun üstündeki topraktan kurtulmaya başlamıştı.

Oluşturdukları çukurdan her toprak attıklarında gözlerindeki açgözlülük artıyor ve kalplerinin sertçe heyecanla çarpmasına sebep oluyordu.

Çalışkanlıkları sayesinde, ikilinin heyecanla ve neşeyle yaptıkları topraktan kurtulma işlemi oldukça kısa sürmüştü ve geriye bir tek, tabutu sessizce ve sağlam bir şekilde kaldırma işlemi kalmıştı.

"Üç dediğimde," diyerek inisiyatifi eline aldı Rob ve tabutun yanlarından bulunan daire şeklindeki kollardan birine attı elini.

Thev de hızlıca kendi tarafındaki kola atmış elini ve sıkıca tutup derin bir nefes almıştı. Arkadaşı Rob'a yandan bir bakış atmış ve kafasını salladığını gördüğünde dikkatini tekrar tabuta yönlendirmişti.

"Bir, iki, üç!" diye işaret verdi dişlerini sıkarken Rob.

İlk başta başarılı bir şekilde dikey bir duruma getirdiler tabutu.Thev çukurdan dışarı çıktı ve tabutun ön kısmında bulunan oyuntuları kullanarak kendine tutabileceği bir alan sağlarken Rob'un da aşağıdan itmesiyle yukarı doğru çekmeye başladı.

"Hadi! Hadi!" diyerek söylenerek çekmeye devam etti Rob.

On beş dakikalık zorlu bir çabalayışın ardından ikili tabutu mezardan sağlam bir şekilde çıkarmayı başarabilmişlerdi ama nefes nefese kalmışlardı, sanki hiç nefes alamamışlar gibiydi.

Ancak durumun zorluğuna karşıt yüzlerindeki sönmeyen gülümsemeyle ay ışığının altında oldukça rahatlamış gözüküyorlardı. Belki biraz da uğursuz...

Rob feneri alıp çıkardıkları tabuta bir göz gezdirmiş ve sonrasında Thev'e bir baş işareti yaparak tabutun kapağını işaret etmişti.

"Aynı şekilde," diyerek hatırlatmada bulundu Rob. "Üç dediğimde..."

Thev başını onaylayan bir ifadeyle salladı ve ellerini tabutun kapağının altına yerleştirip Rob'un sayımını beklemeye başladı.

"Bir, iki, üç!"

Sayımın bitmesiyle kapağın kalkması bir olmuştu.

İkili kapağı hızlıca yere, tabutun yanına yerleştirmişti.

Tabutun kalkması, aynı zamanda iğrenç bir sürprizin de kendilerini karşılamasına sebep oldu: iğrenç, mide bulandırıcı bir koku.

İkili öğürmeye ve öksürmeye başlamıştı ama kısa sürmüş ve kokuya alışmışlardı. Yine de bu koku onları caydırmadı.

İğrenç kokunun yayılmasından sorumlu olan ceset yer yer çürümüş, iğrenç bir etin görünür hâle gelmiş olmasına sebep olmuştu ve derisi tamamen kurumuş, tiksinç bir görüntünün yerini almasını sağlamıştı.

Cesedin üstündeki kıyafetler aynı tabutta olduğu gibi yer yer delinmiş ve bir zamanlar sahip olduğu lüks görüntüsünün tamamen yok olmasına, yerine eskimiş siyah renkte bir takımın gelmesine sebep olmuştu.

Ek olarak adamın yanında siyah inek derisinden yapılma kınının içinde duran süslemelere sahip bir kılıç bulunuyordu.

Adamın çocukları korkutmak için anlatılan korku hikâyelerinden fırlama bir görüntüsü olduğu söylenebilirdi.

Rob kını eline aldı ve kılıcı çıkarttı.

Kılıç, kendisinin kullanabilmesi için küçük duruyordu ama yine de kullanılabilir olduğu gerçeğini tamamen silip ortadan kaldırıyor da değildi. Demir kılıcın siyah renkteki kabzası kınıyla aynı deriyle sarılmıştı. Kılıç keskinliğinden bir şey kaybetmemiş gibiydi.

Bunların dışında kılıcın öne çıkan bir özelliği yoktu ve sıradan bir kılıç gibiydi.

"Beklediğimize gayet de değdi!" diye fısıldadı Rob, heyecanla arkadaşına çevirirken bakışlarını. "Sonunda! Sonunda kesinlikle bu sefil hayattan kurtulabileceğiz!"

"Evet, evet kurtulabileceğiz!" diye karşılık verdi Thev gözleri heyecanla parıldıyordu.

İkili kısa bir süre oturup ay ışığının huzur verici parıltısıyla yıkanıp tadını çıkarırken dinlemeyi seçmiş ve yıldızsız geceyi izlemeye koyulmuşlardı.

10 dakikalık bir dinlenmenin ardından tekrar işe koyulmuşlardı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44479 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr