Bölüm 34: Son Yolculuk (2)

avatar
389 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 34: Son Yolculuk (2)


"Bugün burada toplanmamızın sebebi aramızdan ayrılan genç ruhumuz, Alastair Somnus Fae'nin son yolculuğunu onunla tamamlamak ve onu onore etmektir. Ailesi tarafından çokça sevilen, çalışkan, yiğit bir şövalyenin erdemini taşıyan yüce gönüllü olduğunu bildiğimiz bir gencimizdi," dedi rahip acıyla bezeli sesiyle.

Derin bir nefes aldı rahip ve gözlerini semaya dikerek devam etti.

"Ne yazık ki gencimizin ışığı bu dünya için fazla parlaktı. O kadar parlaktı ki Lord Eos bu parlak ruhu alıp yükseltmiş ve Yüksek Kat'ta bulunan bulutlardan yapılma sarayında misafir etmek için erkenden yanına almış, anne ve babasıyla buluşmasını sağlamıştı. Lord Eos'un huzurunda artık anne ve babasıyla birlikte yaşayabilecek ve sınaması devam eden bizler için dualar edip bizim yanımızda koruyucu bir melek olarak dolaşacaktır."

Daimhayat Kilisesi'nin rahibi Alastair'i yücelten ve onun Yüksek Kat'ta yaşıyor olacağı hayatı ne kadar güzel olduğu ve nasıl olacağını anlatmaya devam ederken aynı zamanda arkasından onu takip eden Fae ailesini kilisenin arkasında bulunan mezarlığa yönlendirmeye devam ediyordu.

Buz gibi soğuk bakışlarıyla etrafını incelerken bıkkınlıkla derin bir nefes aldı ve sessizce yavaşça verip dikkat çekmemeye çalıştı Ephios.

Alastair'in cenazesinin hızlıca bitmesini ve bu küçük, iç bunaltıcı kasabadan tamamen kurtulup her şeyi geride bırakmak istiyor ve sabırsızlıkla yeni başlangıç gününü bekliyordu.

Alastair'den ne kadar kurtulmuş olursa olsun, hâlâ hayatına etki edebiliyor oluşu sinirlerini bozuyor ve öfkelenmesine sebep oluyordu.

Alastair'i öldürmesinin ardından geçen ilk üç gün onun için oldukça zorlu ve sıkıntılı geçen bir süreçti.

Alastair'e karşı olan öfkesinin bir kısmı da buradan geliyordu zaten.

Bir anlığını bile olsa her gözünü kapattığında veya uyumaya çalıştığında, Alastair'in o geceki kanla kaplanmış iğrenç, mide bulandırıcı görüntüsü gözlerinin önünde tekrardan beliriyor ve delici, ruhunu titreten bakışlarıyla kendisini izliyor, korkmasına ve her an başına bir şeylerin geleceğinden endişe ederek gözlerini kapatmadan geçiriyordu günlerini.

O üç gün boyunca kendisi için kâbustan fırlama gibiydi.

Uyumayı başarabildiğinde ise tatlı rüyaların kâbusa çevirmek için geri geliyor ve uykusunun kaçmasına sebep olup kendisini öfkelendiriyor, katlanması zor birine dönüşmesini sağlıyordu.

Sahip olduğu kontrolü kaybetmeye başlamıştı Ephios.

Rüyalarındayken daima onunla bir ağaçların arasında mücadeleye tutuşuyor, sonunda yine onu öldürüyor ve zaferle ayrılıp kurtularak arkasını dönüyordu.

Ancak her seferinde Alastair kanlı görüntüsüyle yerinden fırlayıp onu yere seriyor, kendisini ölene kadar bıçaklıyor, boğuyor ve kesiyordu. Alastair'in kanı üzerine dökülüyor, ağzından içeri girip kendisinin de boğulmasına sebep oluyor ve acı dolu bir ölüm hissiyle baş başa kalırken, nefes nefese uyanıyordu.

Müthiş derecede korkutucu ve canlı rüyalardı. Bir daha görmemek için dualar ettiği, hatta kendisini bile öldürmek isteyeceği türden dehşet verici rüyalardı.

Sonraki dört gündeyse nihayetinde bu etkiler günden güne yavaşça azalarak kaybolmuş ve son gündeyse, bebekler gibi mışıl mışıl uyuyabilmişti.

Kalbindeki kara bulutlar gitmiş, hafiflemesini ve rahatlamasını sağlamıştı ve rahatsız edici boğuculuk tamamen kaybolmuştu.

Tamamıyla dinlenmiş bir şekilde uyanabilmenin ve normal bir rüya görmenin onu bu kadar sevindireceğini hiç aklına getirmemişti. Alastair'in kendisi tarafından katledilmesinin ardından kaybettiği huzur tekrar kendisine dönmüştü.

'Ölümün de kendin kadar rahatsız edici,' diye düşündü ve devam etti tatmin bir şekilde. 'Ama onun da senin gibi sonun geldi.'

Ephios hissettiği tatmin memnuniyetlikle gülümsemek istedi ama bulunduğu ortamın yarattığı uygunsuz durumdan dolayı, yüzüne yansıtmamaya özen göstererek yüzündeki ifadeyi korudu.

Üzgün ve yasta görünüyor olabilirdi ama soğuk bakışları, içindeki duyguların habercisi olarak kendisini ele veriyordu.

Bu bir haftalık süreç içerisinde farklı gelişmeler de olmuştu.

Ephios Loer ailesinin ferdi olan Mennas'dan iki farklı mektup almıştı bu süreç içerisinde.

Bir mektubun içeriği, kendisinin büyücülük yolunda ilerleyişinde yardımcı olmasıyla ve Alastair'i ortadan kaldırmış olmasıyla ilgiliyken diğeriyse Alastair'in ölümüne dair üzüntülerini ilettiği sahte ve tamamıyla formaliteden ibaret olan bir taziye mektubuydu.

Kilisenin mezarlığına ulaştıklarında Ephios etrafına bir bakış attı.

Büyükbabası zaman zaman kiliseye uğrayacağı zamanlarda kendisini ve kuzenini de alıp önce kilise de papaz ile konuşur, dua eder ve ardından da mezarlığa uğrarlardı.

Alastair'in babası ve annesinin mezarlarına gidip onlar için dua ediyor ve ondan sonra da eve dönüyorlardı. Ephios bu durumdan pek de haz almazdı.

Hayatında önemi bulunmayan iki kişinin mezarlarına gidip dua etmek ona göre değildi.

'Artık üç oldu,' diye düşündü Ephios tabuta bakarken.

Tabutu taşıyor olan şövalyeler rahibin rehberliğiyle ilerlemeye devam ederken, rahipten gelen işaretle kanatlı kılıca sahip iki mezar taşının önünde durmuşlardı.

Beyaz mermerden yapılmış olan mezar taşının üstünde Jorah S. Fae ve Amorosa Fae isimleri, doğum ve ölüm tarihleri yazılmış ve ek olarak da kendileri hakkında birer iltifat dolu cümleler bulunuyordu.

Bu iki mezar taşının tam ortasında ise Alastair S. Fae ismi ve aynı tür yazıların bulunduğu üçüncü bir mezar taşı bulunuyordu. Diğer ikisine kıyasla boyut olarak biraz daha küçüktü.

Oriol başını sallayarak zamanın geldiğine işaret etmiş ve şövalyeler tabuta dikkat ederek özenli bir şekilde tabutu mezara yerleştirmişti.

Tabutun yerleştirilmesinin hemen ardından rahip duasının başlangıcını yapmıştı ve aynı zamanda şövalyeler de hiç durmadan hızlıca ellerine mezar taşının ucunda bulunan toprağa dikili kürekleri alıp toprak atmaya başlamışlardı.

Mezara dolan her toprak ile sanki kendisi gömülenmiş gibi Laila'nın içi daralıyor ve içindeki ağlama isteği daha da şiddetleniyordu. Bentley'nin hiç ayrılmadan yanında olup kendisine destek çıkmasını ne kadar hoş karşılasa da içindeki acıyı bir gram bile dindirmeye de yardımcı olmuyordu.

Gözleri kızarmış ve göz altı torbaları daha da belirgin bir hâle gelmişti. Aynı zamanda zayıflamıştı ve bu figürünün daha da kırılgan bir hâle gelmesine sebep olmuştu.

Bir haftadır ne düzgün bir şekilde uyuyup rahatlayabilmiş ne de ağlamadan zaman geçirebilmişti.

Bu beklenmeyen acı onun bütün düzenini mahvetmiş ve kendisini paramparça edip dağılmasına sebep olmuştu.

Kısa bir sürenin ardından Bentley ve Oriol koordineli bir şekilde iki şövalyeden kürekleri almış ve onların yerine toprak atmaya başlamışlardı.

Giydikleri kıyafetlerin kirlenip kirlenmemesini umursamayarak gönüllü bir şekilde yaparlarken kalpleri attıkları her toprakta parçalanıyor, gözleri sulanıyor ve acıları daha da büyüyordu.

Böylesi bir durumda daha önce ikiz kez daha bulunmuş oldukları gerçeği göz önüne alınsa bile birinin kaybetmenin ve onu ellerinle gömüp toprak atmanın verdiği acı hâlâ aynı acıydı.

Belki de her birinde daha da kötü bir hâl alıyordu.

Oriol ve Bentley'nin keder dolu toprak atma işleminin bitmesinin ardından rahip kiliseye doğru el sallamış ve kısa bir süre sonra ellerinde kovalar ile üç genç rahip, ikisi kız ve diğeri de erkekti, çıkagelmişti.

Ellerindeki kovaları sırayla Oriol, Bentley ve Laila uzatmalarının ardından reverans yaparak onları selamlamış ve kayıpları için üzüldüklerini belirtip geri dönmüşlerdi kiliseye.

Rahip ellerini gökyüzüne doğrultmuş bir şekilde dua etmeye başlamışken Oriol da ilk su dökümünü yapmıştı.

Suyu dökerken, zihninde Alastair ile olan hatırları gözlerinin önüne geliyor ve hâlâ gerçek dışı olduğunu düşündüğü bu kahrolası kâbusun bitmesini istiyordu.

Aynı şekilde Bentley ve Laila da biricik yeğenlerinin bu dünyadan göçmüş olduğu gerçeğini kabul etmemeye devam ediyor ve her şeyin eski hâline döneceğine inanıyorlardı.

Fakat onlar da biliyordu.

Bu tamamen gerçek dışı ve mucize niteliğinde bir istekti. Daha doğrusu bu bir dilekten başka bir şey değildi.

"Yaşayanların dünyasından gelebilecek son hediye olan suyla birlikte genç ruhun günahlarından arınsın ve yargıçların huzuruna temiz bir şekilde çıkasın genç göçebe Alastair Somnus Fae," diye son konuşmasına başladı hafifçe sesini yükselterek. "Huzur bulsun ruhun Yüksek Kat'ta, Lord Eos'un huzurunda! Yaşayasın yeni hayatını ailenin yanında ve sınavı devam eden yaşayanlar için, bizler için dua edesin!"

Rahip bir süre sustu ve duasının bitmiş olduğunun işaretini vermiş oldu. Sonrasında başını hafifçe eğmişti Fae ailesinin fertleri ve şövalyeleri karşısında ve son dualarını etmesi için merhum ile onları baş başa bırakarak kiliseye doğru ilerlemişti.

Soğuk, acı dolu ve kederin raks ettiği ortama uygun olacak şekilde hepsi sessiz kalmayı seçmiş ve çıt dahi çıkartmamışlardı.

Hepsinin aklında Alastair ve onun kendilerinde yaratmış olduğu hislerin çığlıktan farksız gürültüleri, onun anıları vardı. Mutluluk getiren neşe dolu güzel anıların verdiği rahatlatıcı hava kısa bir süre bile olsa da acı gerçeklikle çarpmışmış ve galip gelmişti ama fazla uzun sürmemişti.

Paramparça olmuş ve acıya eşlik eden pişmanlık anlık rahatlamayı ellerinden alıp onları soğuk kışın ortasında bırakmış gibi titremelerine neden olmuştu.

"Ne kadar aklına estiği gibi davranıyor olsa da o bunları hak edecek bir şey yapmamıştı! Onun gencecik vücudu bütün bu korkutucu, zalim dünyanın gerçek yüzünü şimdiden hissetmemeliydi! O daha gencecik, yeni açan bir ruhtu! Yaşamalıydı! Yaşamak zorundaydı!" dedi Oriol kızgın bir şekilde gözlerinde hapis tuttuğu yaşların özgürlüklerine kavuşmalarına izin verirken.

"Olanlar oldu. Bu acı gerçeği kabullenecek ve her zaman olduğu gibi yaşamaya devam edeceğiz. Alastair artık annesi ve babasıyla birlikte Yüksek Kat'ta. Onlarla bizi izleyecek. İşte bu yüzden onun ardından ağlamamamız ve onun yerine gülümseyerek hayatlarımıza devam etmemiz gerektiğini gösterir. Güçlü olacağız ve ayakta duracağız."

Oriol zor da olsa yutkunmuş ve son kelimelerini söylemişti. Ardından derin bir nefes alarak ciğerlerini dolduran, kırılmış cam parçalarından farksızmış gibi batan acıdan kurtulmaya çalışırken, torununun mezarına son bir bakış atmıştı.

Soğuk mezar taşı içinin buz tutmasına ve kederin yoğunlaşmasına sebep olmaktan başka bir işe yaramıyor oluşu onu tiksindiriyordu ama aynı zamanda oldukça güzel gözüküyordu ki ölümün ardından bile bir güzelliğin olduğuna inanası gelmişti.

Kafasını iki yana sallayarak bu düşünceyi bir kenara attı.

Yüksek Kat güzeldi ama yine de torununun ellerinden alınmış oluşu onu bu fikirden soğutuyordu.

"Yarın yeni bir gün. Bu da yeni bir başlangıcın işareti. Bizden önce göçenler adına yaşayıp onlara anlatmamız için devam etmeliyiz."

Oriol'ın söylediği bu son sözlerle birlikte uğurlamanın da sonu gelmişti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44488 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr