Kambur kadının bebeği

avatar
1528 2

8. Ejderin kanlı hükmü - Kambur kadının bebeği




3000 yıllık kadim bir klan olan gölge klanından geriye sadece 8 elit gölge savaşçısı kalmıştı. Bu sekiz mükemmel savaşçının temel görevi yeni üyeler bulup, onları yetiştirerek tükenmekte olan klanı yeniden yeşertmekti.



Yazıktır ki içlerinden birinin ihaneti hepsinin dağılmasına neden oldu. Oysa bu sekiz savaşçı 10 yıldan fazla bir süredir beraberlerdi. Bir birlerinin acılarını ve sevinçlerini paylaştılar. Ecelle dans ederken bile ölüme birlikte meydan okudular.



Öz kardeşten bile daha yakın olan savaşçıların arasına ihanet girdi. Peki ama 10 yıl bir insana güvenmek için yeterli bir süre değil miydi? Elbette yeterliydi. Peki bu güvende haklı çıkmak için yeterli miydi? Hayır!

   

         Yıl:  6017/ Günümüzden 300 yıl önce Yer: Issız arazi çölü. 


                      Issız arazi ekvatorun hemen altında bulunan devasa bir çöldü. Adını özellikle kıyamet gününden sonra değişen küresel iklim yüzünden nüfusunun azlığından almıştır. Ve ıssız arazi üç bin yıl öncesine nazaran nispeten daha yaşanılabilir bir hale gelmiş ve nüfus artmıştır.

         


3017 yılına kadar kabilecilik sistemiyle yönetilen ıssız arazinin kaderini bir adam değiştirmek üzereydi. Daha doğmamış olan adamın annesi ve annesinin babası yıllarca çölde oradan oraya dolaşmıştı.


Baba kız birlikte insanların arkalarında bıraktıkları çöpleri eşeleyerek hayatta kaldılar. Öyle yoksul, öyle berbat bir durumdaydılar ki, çölün en azılı haydutları bile Onları öldürmeye değer bulmuyordu.

     


Paçavralar içinde gezen, vücutlarından bitler dökülürken sürekli kaşınan, sefillerden bile daha sefil halde gezen baba kız! Biraz da bu sefil halleri yüzünden bu acımasız çölde hayatta kalmayı başardılar. Taa ki gözü dönmüş bir grup haydut çetesi onlara saldırana kadar.

         


 Büyük bir savaştan yaralı çıkmış olan 7 kişilik bir grup öfkeden deliye dönmüştü. Başlarındaki adam 50 kişilik bir ekiple bir ticaret kervanına saldırmış ama işler hiç de umduğu gibi gitmemişti. Hiç bir şey elde edemedikleri gibi bir de 43 adam telef olmuştu.



Çete lideri öfkesinden saldıracak yer ararken bir anda çölde avare gezen bir adam ve yanındaki çirkin kızı gözüne ilişti. Haydut yaptığı başarısız yağma girişiminin hıncını onlardan çıkarmaya karar verdi. Zavallı çirkin kızın babasını sırf zevk için döverek öldürdüler.

         



Genç ve çirkin kızı tekme ve yumruklarla yere yatırıp tecavüz ettiler. İğrenç emellerini gerçekleştirdikten sonra da çirkin kızın kafasını taşla ezip orada bıraktılar. Yaptıkları bu iğrenç ve cani işten büyük keyif alan haydutlar güle oynaya orayı terk ettiler.



Ama o çirkin kız ölmemişti. Ve henüz ölmeyecekti de. Çünkü henüz bu çirkin ve bitli kız kaderin kendisine biçtiği görevini yerine getirmemişti. O kız henüz çölün kaderini değiştirecek olan adamı doğurmamıştı. 


                               


Zavallı kız bu iğrenç ve acımasız saldırıdan ağır yaralarla kurtuldu. Sırt bölgesinden kırılan bel kemiği yanlış kaynadığı için hayatının geriye kalan kısmını kambur olarak geçirdi.



Koca çölde tek başına kalan zavalı kadın o elim olayın üzerinden günler geçtikçe kendini bir garip hissetmeye başladı. Çoğu zaman ne yiyecek ne de su bulamadığı halde karnı her geçen gün şişiyordu.

         



Cahil olmasına rağmen kadın neler olduğunu anlamıştı. Hamileydi. Ama en güçlüler için bile bu çöl hayatı bir cehennem gibiyken O küçük bir bebekle nasıl yaşayacaktı? Kadın bu çocuğu dünyaya getirmenin Ona büyük bir haksızlık olacağını düşündü.

         Çocuğu düşürebilmek için bulduğu her fırsatta avuç avuç kum yedi. Nerede yüksek bir kaya görse tepesine çıkıp hızla aşağı atladı. Kısacası çocuğu düşürebilmek için elinden geleni yaptı.


Ama o minicik hayat ısrarla annesinin karnına tutunuyor ve ölmemekte direniyordu. Kadın artık karnı burnuna dayandığında vaz geçti. Doğduğu zaman çocuğu çöle bırakıp terk etmeyi düşündü.

               



Bir gün öğlen sıcağında aniden sancısı arttı. Acıdan yerde kıvranırken Onu yakın bir yerleşkedeki yaşlı bir kadın buldu. Zavallı kambur kadının haline acıyan yaşlı kadın onu evine kadar omuzlayarak taşıdı.


İhtiyar kadın doğum boyunca bu kambur kadına yardım etti. Nihayet bebek annesinin karnından hayata gözlerini açıp da ilk nefesini aldığında evin içi bebek ağlamasıyla çınladı.

     


İhtiyar kadın bebeğin vücunu temiz bir bezle sildikten sonra Onu annesinin kucağına verdi. Daha düne kadar bu bebeği çölde ölüme terk etmeyi planlayan kadın o minik gözleri görür görmez adeta can evinden vuruldu. Bunu nasıl yapabilirdi?! Böylesi saf ve masum bir yaratığı nasıl ölüme terk edebilirdi?

         



Elini ıslak bir bezle silen ihtiyar kadın yeni anneye merakla sordu. ''Adını ne koyacaksın?''. Yeni annenin bir anda yüzü düştü. Hayatı boyunca ciddi anlamda tanıdığı tek erkek babasıydı. Ona da sürekli baba diye hitap ettiği için hiç erkek ismi bilmiyordu.



Yaşlı kadın her halde hayat tecrübesinden olsa gerek durumu farketti ve sinirli bir sesle konuştu. ''Kızım sen ne eşşek beyinlisin öyle!!! İnsan evladına hiç mi isim düşünmez. Bari adını Zoltan koy. Rahmetli dayımın adıydı. İyi ve mert bir adamdı. '' dedi. Böylece bebeğin kaderi adıyla birlikte bağlandı.


                                 

Aradan yıllar geçti ve minik Zoltan 10 yaşına geldi. Annesi olan kambur ve cahil kadın Ona bildiği her şeyi öğretti. Nasıl bitini ayıtlayacağını, kuş yuvalarından nasıl yumurta aşıracağını, bulduğu paçavralardan nasıl kıyafet yapacağını, çöpleri nasıl karıştıracağını, yenecek kadar eski yiyeceklerle yenmeyecek kadar eski olanları nasıl ayırt edeceğini... 



Zoltan annesiyle beraber rezilden bile daha rezil şekilde yaşıyordu. Ama bir şekilde annesi Onun: O ise annesinin dünyası olmuştu. Çöl ne kadar çetin olursa olsun, hayat ne kadar zalim olursa olsun onlar birlikte mutluydular.     

       


Ama hangi mutluluk sonsuza dek sürmüştür? Gün geldi ve kambur kadının vadesi yetti. Ki O zaten Zoltanı doğurarak görevini tamamlamıştı. Minik Zoltan henüz ölümün ne olduğunu bile bilmiyordu. Bir gece yatan ve sabah olunca yüzü kirece dönmüş olan annesinin uyuduğunu sanıyordu.

       


Küçük Zoltan minik parmaklarıyla annesini dürtüp uyandırmaya çalıştı. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir türlü kadın gözlerini açmıyordu. TAm iki gün  Zoltan safça ve ümitsizce annesini uyandırmaya çalıştı. Zoltan iki gün boyunca öyle çok ağlamıştı ki sonunda vücudunda göz yaşı için bile yetecek su kalmamıştı.

       


Zoltan hala umutla annesini dürterken 3. günün sabahında bir şey gördü. Bir an için annesinin dudakları belli belirsiz hareket etmişti. Bunu gören Zoltan sevinçten havalara uçup annesini omuzlarından kavradı.Var gücüyle sarsmaya başladı.



Kadının buz gibi cesedi bir sağa bir sola sallanırken ağzı yavaş yavaş açıldı. Sonunda tamamen açılan o ağızdan oluk oluk kurtçuklar dökülmeye başladı.

     



Zoltan gördüğü şeyin karşısında şok geçirdi. Bir an için kendini tutamadı ve boş midesindeki sarı safları annesinin üstüne kustu. Henüz ölümün ne olduğunu bilmiyordu. Ama iç güdüsel olarak annesinin artık hayat ışığının söndüğünü hissetmişti. Daha fazla annesinin yüzüne bakamadı. Annesine sırtını döndü ve güneşin doğduğu yöne doğru minik adımlarla yol aldı. 

                       



 Vakit bir kaç kum saati daha ilerlemişti. Zoltanın artık bedeninde enerji kalmamıştı. Olduğu yere çökmüş şuursuzca bekliyordu Zoltan. Artık taparcasına sevdiği annesi yoktu. Artık onun için çöpten yiyecek çıkarıp saçlarını okşayarak ona bayat çöp verecek bir annesi yoktu. Geceleri üşüdüğünde kedi gibi koynuna sokulup ısınabileceği bir kadın yoktu.

     



Peki ya şimdi ne olacaktı? Zoltan kendi halinde boş gözlerle kumlara bakarken bir grup insan yavaş yavaş Ona doğru yaklaşıyordu. Gelenler çöpçüler kabilesindendi. Ve başlarında kabile Reisi Zibal vardı.

       



Zoltan tam da onların yolunun üzerinde duran minik, kirli suratlı, kocaman paçavralara sarılmış komik duran bir çocuktu sadece. Ama Zibal güngörmüş bir adamdı. İsan sarrafıydı. İri siyah gözlerini dertli dertli yere bakan çocuğa dikti. Ve bu çocukta farklı bir şeylerin olduğunu anında gördü.

     



Reis zibal çocuğun yanına çöktü. Susuzluktan çatlamış dudaklarını görünce merhamet etti ve matarasını uzattı. Ona içmesini söyledi. Zoltan bir anda kendisine cömertçe gelen bu ikramı görünce hızla mataraya sarıldı. Deri matarayı kafasına dikti.



O serin suyun tek bir damlasını bile ziyan etmedi. Çocuk susuzluktan kavrulmuş şekilde corp corp suyu içerken Zibal Onu tepeden tırnağa süzdü. Ve sonra çocuğun elinden tutup Onu kaldırdı. Böylece Zoltan artık çöpçüler kabilesinden biri olmuştu. 

               



7 yıl daha geçti. Bu geçen sürede Zibal ve Zoltan derin bir bağ kurmuştu. Kendi çocuğu olmayan Zibal Zoltanı evlat edindi ve Onu varisi olarak tayin etti. Zoltan son derece zeki bir gençti. Bir şeyi gördüğü anda anında kapıyor ve ustasından bile daha iyi yapıyordu.



Zoltan çöpçüler kabilesinde sadece hurda ve metal toplamayı değil ticareti de öğrenmişti. Üstelik bu konuda kimsenin yardımını dahi almamıştı. Bir gün Zibalin arkadaşlarından biri ayaklarıyla kumu döverek ve isyan ederek Zibalin yanına geldi. 


Tüccar-- Zibaaaaalllll seni lanet olasıca herif. Tanrılar senin cezanı versin. 

Zibal-- Noooluyor beeee, gören de ananı ucuza almışım da parasını da vermemişim sanar. Derdin ne senin?

Tüccar-- Oğlun yine beni kandırdı. 

Zibal-- Kandırdı mı? Zoltan mı? HAdi lann oradan. Zoltan hayatta yalan söylemez. Kimseyi de kandırmaz.

Tüccar-- Sana diyorum Zibal. Kandırdı beni. Tamam yalan söylemiyor kabul. Lakin sen normal bir çocuk evlat edinmemişsin arkadaş. Bu çocuk şeytanın tohumu. Normal insanlar yalan söyleyerek başkalarını kandırır. Ama bu çocuk insanı doğrularla kandırıyor. İnsan değil şeytanın dölü bu. 


Zibal-- Hahahaha! Gene ne oldu da bunca lafı sayıyorsun oğluma?

Tüccar-- Ne olacak? Dün yanıma geldi. Her zaman olduğu gibi elimde neler olduğunu sordu. Sonra bana bakır telin var mı diye sordu?

Zibal--- Eeee?

Tüccar-- Yahu ben tüccarım. BEnde bakır tel ne arasın? Yok dedim tabi. O da başladı bakır telin faydalarını anlatmaya. Yok şöyle gerekli yok böyle gerekli. Aman efendim olmazsa olmazmış. Ben nerden bakır tel bulurum derken hiç ihtiyacım olmadığı halde bana 10 kilo bakır teli üç katı fiyatla sattı.

Zibal-- Hay Tanrılar senin cezanı vermesin be gerzek herif. Bir de tüccar olacaksın. Küçücük çocuktan kazık yemişsin. Utanmadan bir de şikayet ediyorsun. İnsan bari saklar, ne biliyim olayın üstünü falan örter.

Tüccar-- Yapma yaaaa, bak ben bilmiyordum Zibal efendi. Aman iyi ki söyledin. Ulan ben de utanıyorum küçücük çocuğun elinde oyuncak olmaktan. Her halükarda bu durumu saklar ve sana kesinlikle açmazdım. Amaaa.... amaaa.....

Zibal-- Ama?

Tüccar-- Lanet olsun Zibal senin bu velet o on kilo bakır teli bu gün benden üçte bir fiyatına geri aldı. Artık dayanamıyorum. Ne zaman senin veledinle ticaret yapsam hep zararlı çıkan ben oluyorum. 

Zibal-- Huuuhahahahahahahaha!

Tüccar-- Lan gülme şimdi senin o ağzını parçalarım. Senin oğlun diye sesimi çıkarmıyordum ama yetti artık. Söyle o şeytanın dölüne sakın bir daha benimle alış veriş yapmaya kalkmasın.


                    Zoltanın yaptığı şey sinsilik değil; doğal bir yetenekti. Ve üvey babası Zibal Onun bu yeteneğini görebiliyordu. Bir gün Zoltanı karşısına aldı. Zibal için bunu söylemek kolay değildi. Ama oğlunun bir çöpçü olarak ziyan olup gitmesini istemiyordu.zoltana gitmesini söyledi. Böylece Zoltan için yeni bir hayat başlayacaktı.

         



Zibal   Zoltan için tüylü deriden yapılma bir çanta hazırladı. İçine çöl parasıyla 100 blanş para , bir ekmek ve bir kaç deri tulum su koydu. Sermaye yapması için de yanına bazı değerli metallerden plakalar verdi.

       



Zoltan üvey babasından ayrılırken boğazına bir yumruk çöktü. Annesinden sonra en çok sevdiği adamdan ayrılmak zor geliyordu. Ama babasına duyduğu saygıdan ötürü bunu hiç belli etmedi. Ve bir sabah babası arkasından elini sallarken o yine güneşin doğduğu yere doğru adımlar attı. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44441 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr