2. Sezon 1. Bölüm: Karanlık Orman

avatar
1589 10

Yıldızlar Kralı - 2. Sezon 1. Bölüm: Karanlık Orman


Karamsarlıktan sararmış gökyüzü ve altın ışıklarını kaybetmiş güneşin altında toprak olacakları endişe içerisinde bekliyordu. Ağaçların iç karartan soluk renkleri ve vahşi hayvanların ürkütücü varlıkları ile bezenmiş toprakların arasında, hiç tüm bunlara zıt bir varlık düşünülebilir miydi?

"Gerçekten oraya gidecek miyiz Hud?" Çevresine bakınan adam endişe dolu bir ifade ile sordu. Sorusunun cevabını beklemeden birkaç kelime daha ardına ekledi. "Oranın yasak bölge olduğunu biliyorsun değil mi? Gidenin bir daha dönemediği, ölümün sıradanlaştığı bir yer."

Gruba önderlik eden adam küçümseyici bir gülümseme oluşturdu. "Bunlar sadece söylenti. Sınır bölgede nasıl bir tehlike ile karşılaşacağız? Bu kadar korkak olmayı bırak da beni takip et. Buralarda darka madeninden biraz elde edebilirsek zengin olacağız."

Soruyu soran adamın gözleri açgözlülük ile parlarken bahsettiği tehlikeyi de unutmuştu. Dudağını istemsizce yaladı ve heyecanlı bir şekilde konuştu. "Bizden başka gruplarda buralarda olabilir. Keşifçiler bu zamanlarda çok yaygınlaştı."

Hud kahkaha atarak yanıtladı. "Daha iyi ya. Onların elde ettikleri de bizim olur. Unutma ki biz keşifçi değiliz." Son cümlesini tamamlarken yüzünde kötücül bir ifade oluşmuştu.

Grup ilerlemeye devam ettikçe etrafları daha da karamsar bir hava vermeye başladı. Yaşamın kaynaklarından olan bitkiler bile ölümün kendisini yansıtıyor gibiydi. İstemsizce herkesin kalbine bir korku düşmüştü. Karanlığın, ölümün korkusu. Kalplerinin korku ile savaş halinde olduğu bu durumda gözlerine ilişen tuhaf manzara kalplerine yeni bir hissi dahil etti; merak.

Merakları baskın gelen grup adım adım ne olduğunu kestiremedikleri şeye yaklaştılar, yaklaştıkça merak ettiler. En sonunda gözlerinin önündeki manzara hayalleri dışına çıkmıştı. "İnsan?"

Siyaha zıt bir tene sahip genç bir erkek kara çimlerin arasında uzanıyordu. Uzun siyah saçları beline uzanırken uzun süredir burada gibi görünüyordu. Kırmızı kıyafetlerinin arasında üç rengi barındıran bedeni ile öylece uzanıyordu. "Çok güzel."

Gruptakiler hayranlıkla genç adama uzun bir süre baktılar. Ne kadar bakarsalar o kadar bakma istekleri artıyordu. Hayatları boyunca böyle birini görmemişlerdi. Teni, yüz yapısı, yüz hatları o kadar harikaydı ki, insana tuhaf bir rahatlık veriyordu. İçlerinden biri daha yakından görmek için adım attığında Hud aceleyle bağırdı. "Bekleyin!"

Yüzünde karmaşık bir ifade vardı. "Burada rahat bir şekilde uzanan bir insan tuhaf. Hem de çok tuhaf."

Yanındaki adamlarına döndü. "Hepiniz burası ile ilgili söylentileri biliyorsunuz. Her ne kadar sınır bölgesi de olsa karanlık orman küçümsenecek bir yer değil. En küçük dikkatsizliğin yaşama mal olduğu tehlike dolu bir yer. Ama bu kişi burada hiçbir tehlike yokmuşçasına uzanıyor?"

"Asıl tehlike bu genç olmasın?"

Hud'un konuşmasından sonra herkes bir süreliğine duraksadı. Hud haklıydı. Artık gence temkinli bir gözle bakıyorlardı. "Hud! Uyanıyor!"

Gruptan birinin bağırması ile herkesin bakışı genç adama döndü. Gencin göz kapakları hafif hafif titremelerle yavaşça açıldı. Siyah rengi irisi ortaya çıktığında herkes birkaç adım geri çekildi.

Genç adam zorlanarak belini doğrulttu. Yüzündeki şaşkın ifade ile çevresine bakındı. Bakışlarını en son grubun olduğu yere çevirdi. "Burası neresi ve siz kimsiniz?"

Herkes nefesini tutmuş beklerken gelen soru ile şaşırdılar. "Bizi boşuna korkutmuşsun Hud. Bu adamın enerjisi bile yok."

Adamlardan biri rahat bir nefes alırken söylendi. Gruptaki herkes artık rahatlamış durumdalardı. "Şuna bak. Senin yüzünden kalbim duruyordu neredeyse."

"Hud şunu götürelim de biraz eğlendikten sonra satarız. Darka bulamamış olsak da, bu genci bulmak da buna değer."

Hud'un gülümsemesi de genişledi. "Yakalayın."

Genç adam, adamları donuk bir yüz ifadesi ile izliyordu. Adamlardan biri kendisine doğru yaklaşırken gözleri soğuk bir hal aldı ve damarlarındaki kırmızı enerji akışı hızlandı.

Adam, gencin önüne kadar geldiğinde genç harekette bulunacaktı ki son anda durdu. Durmasıyla aynı anda önündeki adamın sol göğsünde koca delik oluşmuş ve kanlar akmaya başlamıştı.

Adamın durduğunu gören Hud bağırdı. "Neden durdun? Yakalasana." Sözünü bitirmesi ile kanlar içindeki adamın ölü bedeni yere yığıldı. Adamın cesedinden çıkan enerjiler dağılacakken toparlandı ve genç adamın göğsüne doğru ilerlediler.

Gruptakiler adamın nasıl öldüğünü anlamadıklarından korku ile geri adım attılar. "Kim var orada!?"

Sesleri ormanın içine karışırken karşılık yoktu. Herkesin bir şey olmasını beklediği o anda gruptaki adamlardan biri daha yere yığıldı. Onu takiben ardı ardına sadece Hud kalana kadar tüm adamlar kalpleri yok olarak öldüler.

Hud iliklerine kadar korkuyu hissediyordu. Adamlarının her biri yok olurken saldırının nereden geldiğini bile anlamamıştı. Geriye döndü ve kaçmaya başladı, ama korkudan ayakları bile tutmuyordu. Birkaç adım attıktan sonra yere düştü ve toprağa bulandı. Kalbine yayılan ürperti ile arkasına dönerek yalvarmaya başladı. "Hayır! Yalvarırım öldürme be--"

Daha cümlesini tamamlayamadan göz bebeklerindeki ışık söndü. Adamları gibi parçalanmış kalbi ile cesede dönmüştü.

Ölen adamların enerjileri toplanarak çocuğun göğsüne ulaştılar. Genç adam ise şaşkın bakışları ile çevresini inceliyordu. Adamların ölümünden ziyade bunu kimin yaptığı ile ilgileniyor gibiydi. Bir şeyler hissedince ayağa kalkarak geriye zıpladı.

Genç adam geriye zıpladığında önünde birinin silueti belirginleşti. Siyahlar içinde on sekiz yaşlarında bir kişiydi. Karanlıkla bezenmiş bakışları ile karşısındaki genci bir süre inceledikten sonra yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. "Görünüşe göre seni kurtarmama ihtiyacın yokmuş."

Etrafında olan bitenden bihaber görünen genç adam sordu. "Sen kimsin?" ve başka bir soru daha ekledi. "Burası neresi?"

Siyahlar içindeki genç şaşkın bakışlarla genç adama bakmayı sürdürdü. "Nerede olduğunu bilmiyor musun?"

Genç adam kafasını iki yana salladı. Siyah kıyafetli genç, genç adamın doğruyu söyleyip söylemediğini anlamak için bir süre gözlemledikten sonra ters bir şey gözüne ilişmedi. Kendisinin yaşlarında görünen biriydi. Beline uzanan uzun saçları, kaç yıldır uzadıklarının tahminini zorlaştırıyordu. Önüne gelen saçlarından yüzü tam net görünmese de, güzel yüzlü biri olduğu belirgindi. Kıyafetleri gelişmiş bedenine küçük geliyordu. Yaşı kendisiyle aynı ya da daha küçük olmalıydı.

Hareketlerinden dövüşmeyi bildiğini anlasa da, vücudunda enerjisinin olmayışı tuhaftı. Özellikle karanlık ormanda bulunan birinin hayatta kalması için enerji şarttı.

"Şuanda karanlık ormanın sınır bölgesinde bulunuyorsun. Siz insanlar için burası yasak. Adıma gelirsek, önce senin söylemen daha uygun değil mi? Benim bölgeme gelen sensin sonuçta."

Genç adam, siyahlı gencin sözlerinden sonra bir süre duraksadı. Bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi durmasının ardından elini başına götürdü. Yüzünde acı verici bir ifade vardı. "Hiçbir şey hatırlamıyorum."

Elini başından yavaşça sol göğsünün üstüne götürdü. Başını kaldırdı ve siyahlı gence baktı. "Sana söyleyebilecek bir adım yok."

"Hafızanı mı yitirdin?" Siyahlı genç duyduğu şeye bir hayli şaşırmıştı. Hafızanın yitirilmesi nadir bir olaydı. Yitirilse bile tedavisi o kadar da zor değildi. Tıp konusunda gelişim o kadar fazlaydı ki, ağır yaralanmalar bile önemsiz kalıyordu.

Genç adamın ifadesine bakarken eskiden beri yaşadıkları geçti aklından.

"Adım Javier. Karanlık ormanın yerlisiyim. İstersen benimle gelebilirsin. Buradan ayrılman için sana yardım edeceğim."

Genç adam bir süre cevap vermeden bekledikten sonra kafasını sallayarak onayladı. Javier, genç adama yol gösterirken birlikte karanlık ormanın derinliklerine ilerlediler. Yolculukları devam ederken Javier, genç adam ile konuşmasını sürdürüyordu. "Yaşadığım yer çok uzakta değil, ama sen içeri giremezsin. Dışarıda yabancıların girişini engelleyen bir düzenek var. Sadece bizim ırkımızdan olan kişiler girebiliyor.”

Genç adam şaşkın bakışlarını Javier'a çevirdi. "Sizin ırkınız?"

Javier ciddi bir ifadeyle yanıtladı. "Evet. İnsan olduğumu mu düşünmüştün?" Gencin nasıl tepki vereceğini görmek için merakla bekledi. Bahsettikleri insanlar gibi mi olacaktı? Dışlayan bir tavırla, kibirli mi davranacaktı?

Genç adam üzerindeki şaşkınlığı attı ve cevapladı. "Sadece başka ırkların varlığından haberim yoktu. Kendimden bile haberim yok. Tamamen insan gibi görünmene rağmen nasıl başka bir ırk olabilirsin?"

Javier kaşlarını hafiften çatarak gencin yüz ifadesini süzdü, ama yalan söylediğine dair bir belirti görememişti. Kısa süreli karanlığın ardına gizlenmiş tebessümün ardından konuştu. "Aramızdaki fark kanlarımız. Örnek verirsem her insan gelişim yaparken farklı yola yönelebilirler ve bariz olarak yatkın oldukları bir taraf yok. İnsanlardan farklı olarak biz sadece karanlık yolda ilerleyebiliriz. Buna rağmen karanlığa olan yatkınlığımız karanlığa yatkınlığı olan insanlardan katlarca kez fazla."

Gözlerine yansıyan hüzün ile konuşmasına devam etti. "Diğer taraftan bizler savaş için doğmuş bir ırkız. Hücrelerimizin her bir parçası savaşmak için çıldırır. Küçük veya büyük olmamızın bir önemi yok. Sadece savaşa açız. Bazen bu açlık o denli belirginleşir ki bizi kendi ırkımızı öldürmeye kadar iter. Bir canavara dönüşürsün, hissetmeden, seçim hakkın olmadan..."

Derin bir nefes alan Javier, çocuğa döndü ve hoş bir gülümseme verdi. Uzun süredir birisiyle düzgün bir konuşma yapmadığından tuhaf hissediyordu.

Genç adam, Javier'ın hüzünlü gülümsemesine parlak gözleri ile karşılık verdi. "Canavar olacağını ya da olduğunu düşünmüyorum. Tanımadığı birine bile yardım eden biri nasıl bir canavar olabilir?"

Duydukları ile Javier'ın gülümsemesi kayboldu. "Acele edelim. Varmamıza pek bir şey kalmadı."

Genç adam, Javier'ın yüz ifadesine biraz baktıktan sonra hızını arttırdı. Yirmi dakika civarında zaman geçtiğinde Javier hızını düşürdü. "Geldik."

Etrafta hiçbir şey görmeyen genç karmaşık bir ifade ile Javeir'a baktı. Javier parmağı ile ileriyi gösterdi. "Düzenek burada. Sadece düzeneği geçebilenler köyü görebilir."

"Burada bekle, hemen geleceğim." Javier ormanda ilerlediğinde birden ortadan kayboldu. Genç şaşkınlıkla Javier'ın gittiği yöne baktı. "Düzenek?"

Karşısına çıkan ilginç manzarayı ilgi ile karşılayan bedeni sonunda dayanamamış ve düzeneğe doğru ilerlemişti. Javier'ın ortadan kaybolduğu yerden bir adım uzakta iken durdu. Sağ elini kaldırarak ileriye götürdü. Ellerini ileriye götürdüğünde enerji akımı parmaklarından vücuduna yayıldı.

 Karamsarlıktan sararmış gökyüzü ve altın ışıklarını kaybetmiş güneşin altında toprak olacakları endişe içerisinde bekliyordu. Ağaçların iç karartan soluk renkleri ve vahşi hayvanların ürkütücü varlıkları ile bezenmiş toprakların arasında, hiç tüm bunlara zıt bir varlık düşünülebilir miydi?

"Gerçekten oraya gidecek miyiz Hud?" Çevresine bakınan adam endişe dolu bir ifade ile sordu. Sorusunun cevabını beklemeden birkaç kelime daha ardına ekledi. "Oranın yasak bölge olduğunu biliyorsun değil mi? Gidenin bir daha dönemediği, ölümün sıradanlaştığı bir yer."

Gruba önderlik eden adam küçümseyici bir gülümseme oluşturdu. "Bunlar sadece söylenti. Sınır bölgede nasıl bir tehlike ile karşılaşacağız? Bu kadar korkak olmayı bırak da beni takip et. Buralarda darka madeninden biraz elde edebilirsek zengin olacağız."

Soruyu soran adamın gözleri açgözlülük ile parlarken bahsettiği tehlikeyi de unutmuştu. Dudağını istemsizce yaladı ve heyecanlı bir şekilde konuştu. "Bizden başka gruplarda buralarda olabilir. Keşifçiler bu zamanlarda çok yaygınlaştı."

Hud kahkaha atarak yanıtladı. "Daha iyi ya. Onların elde ettikleri de bizim olur. Unutma ki biz keşifçi değiliz." Son cümlesini tamamlarken yüzünde kötücül bir ifade oluşmuştu.

Grup ilerlemeye devam ettikçe etrafları daha da karamsar bir hava vermeye başladı. Yaşamın kaynaklarından olan bitkiler bile ölümün kendisini yansıtıyor gibiydi. İstemsizce herkesin kalbine bir korku düşmüştü. Karanlığın, ölümün korkusu. Kalplerinin korku ile savaş halinde olduğu bu durumda gözlerine ilişen tuhaf manzara kalplerine yeni bir hissi dahil etti; merak.

Merakları baskın gelen grup adım adım ne olduğunu kestiremedikleri şeye yaklaştılar, yaklaştıkça merak ettiler. En sonunda gözlerinin önündeki manzara hayalleri dışına çıkmıştı. "İnsan?"

Siyaha zıt bir tene sahip genç bir erkek kara çimlerin arasında uzanıyordu. Uzun siyah saçları beline uzanırken uzun süredir burada gibi görünüyordu. Kırmızı kıyafetlerinin arasında üç rengi barındıran bedeni ile öylece uzanıyordu. "Çok güzel."

Gruptakiler hayranlıkla genç adama uzun bir süre baktılar. Ne kadar bakarsalar o kadar bakma istekleri artıyordu. Hayatları boyunca böyle birini görmemişlerdi. Teni, yüz yapısı, yüz hatları o kadar harikaydı ki, insana tuhaf bir rahatlık veriyordu. İçlerinden biri daha yakından görmek için adım attığında Hud aceleyle bağırdı. "Bekleyin!"

Yüzünde karmaşık bir ifade vardı. "Burada rahat bir şekilde uzanan bir insan tuhaf. Hem de çok tuhaf."

Yanındaki adamlarına döndü. "Hepiniz burası ile ilgili söylentileri biliyorsunuz. Her ne kadar sınır bölgesi de olsa karanlık orman küçümsenecek bir yer değil. En küçük dikkatsizliğin yaşama mal olduğu tehlike dolu bir yer. Ama bu kişi burada hiçbir tehlike yokmuşçasına uzanıyor?"

"Asıl tehlike bu genç olmasın?"

Hud'un konuşmasından sonra herkes bir süreliğine duraksadı. Hud haklıydı. Artık gence temkinli bir gözle bakıyorlardı. "Hud! Uyanıyor!"

Gruptan birinin bağırması ile herkesin bakışı genç adama döndü. Gencin göz kapakları hafif hafif titremelerle yavaşça açıldı. Siyah rengi irisi ortaya çıktığında herkes birkaç adım geri çekildi.

Genç adam zorlanarak belini doğrulttu. Yüzündeki şaşkın ifade ile çevresine bakındı. Bakışlarını en son grubun olduğu yere çevirdi. "Burası neresi ve siz kimsiniz?"

Herkes nefesini tutmuş beklerken gelen soru ile şaşırdılar. "Bizi boşuna korkutmuşsun Hud. Bu adamın enerjisi bile yok."

Adamlardan biri rahat bir nefes alırken söylendi. Gruptaki herkes artık rahatlamış durumdalardı. "Şuna bak. Senin yüzünden kalbim duruyordu neredeyse."

"Hud şunu götürelim de biraz eğlendikten sonra satarız. Darka bulamamış olsak da, bu genci bulmak da buna değer."

Hud'un gülümsemesi de genişledi. "Yakalayın."

Genç adam, adamları donuk bir yüz ifadesi ile izliyordu. Adamlardan biri kendisine doğru yaklaşırken gözleri soğuk bir hal aldı ve damarlarındaki kırmızı enerji akışı hızlandı.

Adam, gencin önüne kadar geldiğinde genç harekette bulunacaktı ki son anda durdu. Durmasıyla aynı anda önündeki adamın sol göğsünde koca delik oluşmuş ve kanlar akmaya başlamıştı.

Adamın durduğunu gören Hud bağırdı. "Neden durdun? Yakalasana." Sözünü bitirmesi ile kanlar içindeki adamın ölü bedeni yere yığıldı. Adamın cesedinden çıkan enerjiler dağılacakken toparlandı ve genç adamın göğsüne doğru ilerlediler.

Gruptakiler adamın nasıl öldüğünü anlamadıklarından korku ile geri adım attılar. "Kim var orada!?"

Sesleri ormanın içine karışırken karşılık yoktu. Herkesin bir şey olmasını beklediği o anda gruptaki adamlardan biri daha yere yığıldı. Onu takiben ardı ardına sadece Hud kalana kadar tüm adamlar kalpleri yok olarak öldüler.

Hud iliklerine kadar korkuyu hissediyordu. Adamlarının her biri yok olurken saldırının nereden geldiğini bile anlamamıştı. Geriye döndü ve kaçmaya başladı, ama korkudan ayakları bile tutmuyordu. Birkaç adım attıktan sonra yere düştü ve toprağa bulandı. Kalbine yayılan ürperti ile arkasına dönerek yalvarmaya başladı. "Hayır! Yalvarırım öldürme be--"

Daha cümlesini tamamlayamadan göz bebeklerindeki ışık söndü. Adamları gibi parçalanmış kalbi ile cesede dönmüştü.

Ölen adamların enerjileri toplanarak çocuğun göğsüne ulaştılar. Genç adam ise şaşkın bakışları ile çevresini inceliyordu. Adamların ölümünden ziyade bunu kimin yaptığı ile ilgileniyor gibiydi. Bir şeyler hissedince ayağa kalkarak geriye zıpladı.

Genç adam geriye zıpladığında önünde birinin silueti belirginleşti. Siyahlar içinde on sekiz yaşlarında bir kişiydi. Karanlıkla bezenmiş bakışları ile karşısındaki genci bir süre inceledikten sonra yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. "Görünüşe göre seni kurtarmama ihtiyacın yokmuş."

Etrafında olan bitenden bihaber görünen genç adam sordu. "Sen kimsin?" ve başka bir soru daha ekledi. "Burası neresi?"

Siyahlar içindeki genç şaşkın bakışlarla genç adama bakmayı sürdürdü. "Nerede olduğunu bilmiyor musun?"

Genç adam kafasını iki yana salladı. Siyah kıyafetli genç, genç adamın doğruyu söyleyip söylemediğini anlamak için bir süre gözlemledikten sonra ters bir şey gözüne ilişmedi. Kendisinin yaşlarında görünen biriydi. Beline uzanan uzun saçları, kaç yıldır uzadıklarının tahminini zorlaştırıyordu. Önüne gelen saçlarından yüzü tam net görünmese de, güzel yüzlü biri olduğu belirgindi. Kıyafetleri gelişmiş bedenine küçük geliyordu. Yaşı kendisiyle aynı ya da daha küçük olmalıydı.

Hareketlerinden dövüşmeyi bildiğini anlasa da, vücudunda enerjisinin olmayışı tuhaftı. Özellikle karanlık ormanda bulunan birinin hayatta kalması için enerji şarttı.

"Şuanda karanlık ormanın sınır bölgesinde bulunuyorsun. Siz insanlar için burası yasak. Adıma gelirsek, önce senin söylemen daha uygun değil mi? Benim bölgeme gelen sensin sonuçta."

Genç adam, siyahlı gencin sözlerinden sonra bir süre duraksadı. Bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi durmasının ardından elini başına götürdü. Yüzünde acı verici bir ifade vardı. "Hiçbir şey hatırlamıyorum."

Elini başından yavaşça sol göğsünün üstüne götürdü. Başını kaldırdı ve siyahlı gence baktı. "Sana söyleyebilecek bir adım yok."

"Hafızanı mı yitirdin?" Siyahlı genç duyduğu şeye bir hayli şaşırmıştı. Hafızanın yitirilmesi nadir bir olaydı. Yitirilse bile tedavisi o kadar da zor değildi. Tıp konusunda gelişim o kadar fazlaydı ki, ağır yaralanmalar bile önemsiz kalıyordu.

Genç adamın ifadesine bakarken eskiden beri yaşadıkları geçti aklından.

"Adım Javier. Karanlık ormanın yerlisiyim. İstersen benimle gelebilirsin. Buradan ayrılman için sana yardım edeceğim."

Genç adam bir süre cevap vermeden bekledikten sonra kafasını sallayarak onayladı. Javier, genç adama yol gösterirken birlikte karanlık ormanın derinliklerine ilerlediler. Yolculukları devam ederken Javier, genç adam ile konuşmasını sürdürüyordu. "Yaşadığım yer çok uzakta değil, ama sen içeri giremezsin. Dışarıda yabancıların girişini engelleyen bir düzenek var. Sadece bizim ırkımızdan olan kişiler girebiliyor.”

Genç adam şaşkın bakışlarını Javier'a çevirdi. "Sizin ırkınız?"

Javier ciddi bir ifadeyle yanıtladı. "Evet. İnsan olduğumu mu düşünmüştün?" Gencin nasıl tepki vereceğini görmek için merakla bekledi. Bahsettikleri insanlar gibi mi olacaktı? Dışlayan bir tavırla, kibirli mi davranacaktı?

Genç adam üzerindeki şaşkınlığı attı ve cevapladı. "Sadece başka ırkların varlığından haberim yoktu. Kendimden bile haberim yok. Tamamen insan gibi görünmene rağmen nasıl başka bir ırk olabilirsin?"

Javier kaşlarını hafiften çatarak gencin yüz ifadesini süzdü, ama yalan söylediğine dair bir belirti görememişti. Kısa süreli karanlığın ardına gizlenmiş tebessümün ardından konuştu. "Aramızdaki fark kanlarımız. Örnek verirsem her insan gelişim yaparken farklı yola yönelebilirler ve bariz olarak yatkın oldukları bir taraf yok. İnsanlardan farklı olarak biz sadece karanlık yolda ilerleyebiliriz. Buna rağmen karanlığa olan yatkınlığımız karanlığa yatkınlığı olan insanlardan katlarca kez fazla."

Gözlerine yansıyan hüzün ile konuşmasına devam etti. "Diğer taraftan bizler savaş için doğmuş bir ırkız. Hücrelerimizin her bir parçası savaşmak için çıldırır. Küçük veya büyük olmamızın bir önemi yok. Sadece savaşa açız. Bazen bu açlık o denli belirginleşir ki bizi kendi ırkımızı öldürmeye kadar iter. Bir canavara dönüşürsün, hissetmeden, seçim hakkın olmadan..."

Derin bir nefes alan Javier, çocuğa döndü ve hoş bir gülümseme verdi. Uzun süredir birisiyle düzgün bir konuşma yapmadığından tuhaf hissediyordu.

Genç adam, Javier'ın hüzünlü gülümsemesine parlak gözleri ile karşılık verdi. "Canavar olacağını ya da olduğunu düşünmüyorum. Tanımadığı birine bile yardım eden biri nasıl bir canavar olabilir?"

Duydukları ile Javier'ın gülümsemesi kayboldu. "Acele edelim. Varmamıza pek bir şey kalmadı."

Genç adam, Javier'ın yüz ifadesine biraz baktıktan sonra hızını arttırdı. Yirmi dakika civarında zaman geçtiğinde Javier hızını düşürdü. "Geldik."

Etrafta hiçbir şey görmeyen genç karmaşık bir ifade ile Javeir'a baktı. Javier parmağı ile ileriyi gösterdi. "Düzenek burada. Sadece düzeneği geçebilenler köyü görebilir."

"Burada bekle, hemen geleceğim." Javier ormanda ilerlediğinde birden ortadan kayboldu. Genç şaşkınlıkla Javier'ın gittiği yöne baktı. "Düzenek?"

Karşısına çıkan ilginç manzarayı ilgi ile karşılayan bedeni sonunda dayanamamış ve düzeneğe doğru ilerlemişti. Javier'ın ortadan kaybolduğu yerden bir adım uzakta iken durdu. Sağ elini kaldırarak ileriye götürdü. Ellerini ileriye götürdüğünde enerji akımı parmaklarından vücuduna yayıldı.

 Karamsarlıktan sararmış gökyüzü ve altın ışıklarını kaybetmiş güneşin altında toprak olacakları endişe içerisinde bekliyordu. Ağaçların iç karartan soluk renkleri ve vahşi hayvanların ürkütücü varlıkları ile bezenmiş toprakların arasında, hiç tüm bunlara zıt bir varlık düşünülebilir miydi?

"Gerçekten oraya gidecek miyiz Hud?" Çevresine bakınan adam endişe dolu bir ifade ile sordu. Sorusunun cevabını beklemeden birkaç kelime daha ardına ekledi. "Oranın yasak bölge olduğunu biliyorsun değil mi? Gidenin bir daha dönemediği, ölümün sıradanlaştığı bir yer."

Gruba önderlik eden adam küçümseyici bir gülümseme oluşturdu. "Bunlar sadece söylenti. Sınır bölgede nasıl bir tehlike ile karşılaşacağız? Bu kadar korkak olmayı bırak da beni takip et. Buralarda darka madeninden biraz elde edebilirsek zengin olacağız."

Soruyu soran adamın gözleri açgözlülük ile parlarken bahsettiği tehlikeyi de unutmuştu. Dudağını istemsizce yaladı ve heyecanlı bir şekilde konuştu. "Bizden başka gruplarda buralarda olabilir. Keşifçiler bu zamanlarda çok yaygınlaştı."

Hud kahkaha atarak yanıtladı. "Daha iyi ya. Onların elde ettikleri de bizim olur. Unutma ki biz keşifçi değiliz." Son cümlesini tamamlarken yüzünde kötücül bir ifade oluşmuştu.

Grup ilerlemeye devam ettikçe etrafları daha da karamsar bir hava vermeye başladı. Yaşamın kaynaklarından olan bitkiler bile ölümün kendisini yansıtıyor gibiydi. İstemsizce herkesin kalbine bir korku düşmüştü. Karanlığın, ölümün korkusu. Kalplerinin korku ile savaş halinde olduğu bu durumda gözlerine ilişen tuhaf manzara kalplerine yeni bir hissi dahil etti; merak.

Merakları baskın gelen grup adım adım ne olduğunu kestiremedikleri şeye yaklaştılar, yaklaştıkça merak ettiler. En sonunda gözlerinin önündeki manzara hayalleri dışına çıkmıştı. "İnsan?"

Siyaha zıt bir tene sahip genç bir erkek kara çimlerin arasında uzanıyordu. Uzun siyah saçları beline uzanırken uzun süredir burada gibi görünüyordu. Kırmızı kıyafetlerinin arasında üç rengi barındıran bedeni ile öylece uzanıyordu. "Çok güzel."

Gruptakiler hayranlıkla genç adama uzun bir süre baktılar. Ne kadar bakarsalar o kadar bakma istekleri artıyordu. Hayatları boyunca böyle birini görmemişlerdi. Teni, yüz yapısı, yüz hatları o kadar harikaydı ki, insana tuhaf bir rahatlık veriyordu. İçlerinden biri daha yakından görmek için adım attığında Hud aceleyle bağırdı. "Bekleyin!"

Yüzünde karmaşık bir ifade vardı. "Burada rahat bir şekilde uzanan bir insan tuhaf. Hem de çok tuhaf."

Yanındaki adamlarına döndü. "Hepiniz burası ile ilgili söylentileri biliyorsunuz. Her ne kadar sınır bölgesi de olsa karanlık orman küçümsenecek bir yer değil. En küçük dikkatsizliğin yaşama mal olduğu tehlike dolu bir yer. Ama bu kişi burada hiçbir tehlike yokmuşçasına uzanıyor?"

"Asıl tehlike bu genç olmasın?"

Hud'un konuşmasından sonra herkes bir süreliğine duraksadı. Hud haklıydı. Artık gence temkinli bir gözle bakıyorlardı. "Hud! Uyanıyor!"

Gruptan birinin bağırması ile herkesin bakışı genç adama döndü. Gencin göz kapakları hafif hafif titremelerle yavaşça açıldı. Siyah rengi irisi ortaya çıktığında herkes birkaç adım geri çekildi.

Genç adam zorlanarak belini doğrulttu. Yüzündeki şaşkın ifade ile çevresine bakındı. Bakışlarını en son grubun olduğu yere çevirdi. "Burası neresi ve siz kimsiniz?"

Herkes nefesini tutmuş beklerken gelen soru ile şaşırdılar. "Bizi boşuna korkutmuşsun Hud. Bu adamın enerjisi bile yok."

Adamlardan biri rahat bir nefes alırken söylendi. Gruptaki herkes artık rahatlamış durumdalardı. "Şuna bak. Senin yüzünden kalbim duruyordu neredeyse."

"Hud şunu götürelim de biraz eğlendikten sonra satarız. Darka bulamamış olsak da, bu genci bulmak da buna değer."

Hud'un gülümsemesi de genişledi. "Yakalayın."

Genç adam, adamları donuk bir yüz ifadesi ile izliyordu. Adamlardan biri kendisine doğru yaklaşırken gözleri soğuk bir hal aldı ve damarlarındaki kırmızı enerji akışı hızlandı.

Adam, gencin önüne kadar geldiğinde genç harekette bulunacaktı ki son anda durdu. Durmasıyla aynı anda önündeki adamın sol göğsünde koca delik oluşmuş ve kanlar akmaya başlamıştı.

Adamın durduğunu gören Hud bağırdı. "Neden durdun? Yakalasana." Sözünü bitirmesi ile kanlar içindeki adamın ölü bedeni yere yığıldı. Adamın cesedinden çıkan enerjiler dağılacakken toparlandı ve genç adamın göğsüne doğru ilerlediler.

Gruptakiler adamın nasıl öldüğünü anlamadıklarından korku ile geri adım attılar. "Kim var orada!?"

Sesleri ormanın içine karışırken karşılık yoktu. Herkesin bir şey olmasını beklediği o anda gruptaki adamlardan biri daha yere yığıldı. Onu takiben ardı ardına sadece Hud kalana kadar tüm adamlar kalpleri yok olarak öldüler.

Hud iliklerine kadar korkuyu hissediyordu. Adamlarının her biri yok olurken saldırının nereden geldiğini bile anlamamıştı. Geriye döndü ve kaçmaya başladı, ama korkudan ayakları bile tutmuyordu. Birkaç adım attıktan sonra yere düştü ve toprağa bulandı. Kalbine yayılan ürperti ile arkasına dönerek yalvarmaya başladı. "Hayır! Yalvarırım öldürme be--"

Daha cümlesini tamamlayamadan göz bebeklerindeki ışık söndü. Adamları gibi parçalanmış kalbi ile cesede dönmüştü.

Ölen adamların enerjileri toplanarak çocuğun göğsüne ulaştılar. Genç adam ise şaşkın bakışları ile çevresini inceliyordu. Adamların ölümünden ziyade bunu kimin yaptığı ile ilgileniyor gibiydi. Bir şeyler hissedince ayağa kalkarak geriye zıpladı.

Genç adam geriye zıpladığında önünde birinin silueti belirginleşti. Siyahlar içinde on sekiz yaşlarında bir kişiydi. Karanlıkla bezenmiş bakışları ile karşısındaki genci bir süre inceledikten sonra yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. "Görünüşe göre seni kurtarmama ihtiyacın yokmuş."

Etrafında olan bitenden bihaber görünen genç adam sordu. "Sen kimsin?" ve başka bir soru daha ekledi. "Burası neresi?"

Siyahlar içindeki genç şaşkın bakışlarla genç adama bakmayı sürdürdü. "Nerede olduğunu bilmiyor musun?"

Genç adam kafasını iki yana salladı. Siyah kıyafetli genç, genç adamın doğruyu söyleyip söylemediğini anlamak için bir süre gözlemledikten sonra ters bir şey gözüne ilişmedi. Kendisinin yaşlarında görünen biriydi. Beline uzanan uzun saçları, kaç yıldır uzadıklarının tahminini zorlaştırıyordu. Önüne gelen saçlarından yüzü tam net görünmese de, güzel yüzlü biri olduğu belirgindi. Kıyafetleri gelişmiş bedenine küçük geliyordu. Yaşı kendisiyle aynı ya da daha küçük olmalıydı.

Hareketlerinden dövüşmeyi bildiğini anlasa da, vücudunda enerjisinin olmayışı tuhaftı. Özellikle karanlık ormanda bulunan birinin hayatta kalması için enerji şarttı.

"Şuanda karanlık ormanın sınır bölgesinde bulunuyorsun. Siz insanlar için burası yasak. Adıma gelirsek, önce senin söylemen daha uygun değil mi? Benim bölgeme gelen sensin sonuçta."

Genç adam, siyahlı gencin sözlerinden sonra bir süre duraksadı. Bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi durmasının ardından elini başına götürdü. Yüzünde acı verici bir ifade vardı. "Hiçbir şey hatırlamıyorum."

Elini başından yavaşça sol göğsünün üstüne götürdü. Başını kaldırdı ve siyahlı gence baktı. "Sana söyleyebilecek bir adım yok."

"Hafızanı mı yitirdin?" Siyahlı genç duyduğu şeye bir hayli şaşırmıştı. Hafızanın yitirilmesi nadir bir olaydı. Yitirilse bile tedavisi o kadar da zor değildi. Tıp konusunda gelişim o kadar fazlaydı ki, ağır yaralanmalar bile önemsiz kalıyordu.

Genç adamın ifadesine bakarken eskiden beri yaşadıkları geçti aklından.

"Adım Javier. Karanlık ormanın yerlisiyim. İstersen benimle gelebilirsin. Buradan ayrılman için sana yardım edeceğim."

Genç adam bir süre cevap vermeden bekledikten sonra kafasını sallayarak onayladı. Javier, genç adama yol gösterirken birlikte karanlık ormanın derinliklerine ilerlediler. Yolculukları devam ederken Javier, genç adam ile konuşmasını sürdürüyordu. "Yaşadığım yer çok uzakta değil, ama sen içeri giremezsin. Dışarıda yabancıların girişini engelleyen bir düzenek var. Sadece bizim ırkımızdan olan kişiler girebiliyor.”

Genç adam şaşkın bakışlarını Javier'a çevirdi. "Sizin ırkınız?"

Javier ciddi bir ifadeyle yanıtladı. "Evet. İnsan olduğumu mu düşünmüştün?" Gencin nasıl tepki vereceğini görmek için merakla bekledi. Bahsettikleri insanlar gibi mi olacaktı? Dışlayan bir tavırla, kibirli mi davranacaktı?

Genç adam üzerindeki şaşkınlığı attı ve cevapladı. "Sadece başka ırkların varlığından haberim yoktu. Kendimden bile haberim yok. Tamamen insan gibi görünmene rağmen nasıl başka bir ırk olabilirsin?"

Javier kaşlarını hafiften çatarak gencin yüz ifadesini süzdü, ama yalan söylediğine dair bir belirti görememişti. Kısa süreli karanlığın ardına gizlenmiş tebessümün ardından konuştu. "Aramızdaki fark kanlarımız. Örnek verirsem her insan gelişim yaparken farklı yola yönelebilirler ve bariz olarak yatkın oldukları bir taraf yok. İnsanlardan farklı olarak biz sadece karanlık yolda ilerleyebiliriz. Buna rağmen karanlığa olan yatkınlığımız karanlığa yatkınlığı olan insanlardan katlarca kez fazla."

Gözlerine yansıyan hüzün ile konuşmasına devam etti. "Diğer taraftan bizler savaş için doğmuş bir ırkız. Hücrelerimizin her bir parçası savaşmak için çıldırır. Küçük veya büyük olmamızın bir önemi yok. Sadece savaşa açız. Bazen bu açlık o denli belirginleşir ki bizi kendi ırkımızı öldürmeye kadar iter. Bir canavara dönüşürsün, hissetmeden, seçim hakkın olmadan..."

Derin bir nefes alan Javier, çocuğa döndü ve hoş bir gülümseme verdi. Uzun süredir birisiyle düzgün bir konuşma yapmadığından tuhaf hissediyordu.

Genç adam, Javier'ın hüzünlü gülümsemesine parlak gözleri ile karşılık verdi. "Canavar olacağını ya da olduğunu düşünmüyorum. Tanımadığı birine bile yardım eden biri nasıl bir canavar olabilir?"

Duydukları ile Javier'ın gülümsemesi kayboldu. "Acele edelim. Varmamıza pek bir şey kalmadı."

Genç adam, Javier'ın yüz ifadesine biraz baktıktan sonra hızını arttırdı. Yirmi dakika civarında zaman geçtiğinde Javier hızını düşürdü. "Geldik."

Etrafta hiçbir şey görmeyen genç karmaşık bir ifade ile Javeir'a baktı. Javier parmağı ile ileriyi gösterdi. "Düzenek burada. Sadece düzeneği geçebilenler köyü görebilir."

"Burada bekle, hemen geleceğim." Javier ormanda ilerlediğinde birden ortadan kayboldu. Genç şaşkınlıkla Javier'ın gittiği yöne baktı. "Düzenek?"

Karşısına çıkan ilginç manzarayı ilgi ile karşılayan bedeni sonunda dayanamamış ve düzeneğe doğru ilerlemişti. Javier'ın ortadan kaybolduğu yerden bir adım uzakta iken durdu. Sağ elini kaldırarak ileriye götürdü. Ellerini ileriye götürdüğünde enerji akımı parmaklarından vücuduna yayıldı.

 ...

Yazar Notu: Bu bölümle uzun süredir yeni bölümü gelmeyen Yıldızlar Kralı'nın 2. sezonunun başlangıcını yapmış olduk. Hayırlı olsun :)






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr