Bölüm 86 : Kader Çarkı (Sezon Finali)

avatar
4659 12

Yıldızlar Kralı - Bölüm 86 : Kader Çarkı (Sezon Finali)


Ersa'nın gözleri kısıldı ve yere diz çöktü. Yoğun bir acı göğsüne saplanmıştı. Ersa'nın desteğini kaybeden Mely de yere düştü. Vücuduna düşen sıcak sıvı ile bakışları sıvının kaynağına kaydı. Yarayı görmesi ile yüzündeki rahat ifade yerini korku ve endişe dolu bir ifadeye bıraktı.

Mely acı verici bir sarsılmadan sonra açılan yarasını umursamadan Ersa'yı dürttü. "Ersa. Ersa." Mırıldanmaları yoğun endişe barındırıyordu. Sesinin boğuk çıkmasına engel olamıyordu. Ersa'nın rengi solmuştu. Tepki vermeden yere diz çökmüş vaziyette kanlar içinde duruyordu.

Arkasında siyah kıyafetler içinde, elinde kana bulanmış siyah hançer ile duran çocuk soğuk ve duygusuz gözlerle Ersa'nın ölümünü bekliyordu. On beş yaşlarındaki çocuğun koyu siyah gözleri ve esmer cildi vardı. Uzun siyah saçlarını arkasında toplamıştı. Mely çocuğu görünce kızgınlığı hat safhaya ulaştı. Çocuğun korkutucu havasından en ufak miktarda etkilenmemişti. Derin mavi gözleri ölümcül bir hava yaymaya ve vücudunun çevresindeki aura kaotikleşmeye başladı.

"Aramızda hiçbir kin yok. Seni öldürmem görevimin gerektirdiği bir şey. Bu nedenle fazla düşünmene gerek yok."

Çocuk, Ersa'nın heykel gibi duran sırtına bakarken konuştu. Ersa hala hiçbir tepki vermemişti ama Mely tepkisiz kalmadı. Kılıcını uzaysal bileziğinden çıkarmıştı. Kendisine ne olacağını artık umursamıyordu.

Mely harekete geçecekken bir anda bunca zamandır hareketsiz Ersa hareketlendi. “Kızıl Kan çık ortaya.”  Vücudunu döndürdü ve Kızıl Kanı çocuğun göğsüne sertçe savurdu. Kızıl Kanda kırmızı sislerini açığa çıkararak çocuğun göğsünde birçok yaraya sebep oldu.

Saldırıya karşılık çocuk hançerini öne sürdü, ancak gücü çok yetersiz kalmıştı. Hançerin düşük gücü kendisini fazla koruyamamış, metrelerce ölü bedenlere ve yere çarpa çarpa yuvarlanmasına engel olamamıştı.

Ersa çocuğa başarılı bir saldırı yaptıktan sonra yere diz çöktü. Yüzü daha solgun görünüyordu. Ağzından kanlar istemsizce sızarken çok yorgun hissediyordu. Mely, Ersa'nın beklenmedik saldırısı ile çok şaşırsa da Ersa yere düşünce korkuyla bağırdı. "Ersa!" Birkaç defa bağırsa da Ersa cevap vermiyordu. Mely bedenini zorlayarak Ersa'ya doğru ilerledi.

Köprünün soğuk zemini vücudu ile temas ederken Ersa zihnini zorlukla açık tutuyordu. Bilincini kaybetmemeliydi, yoksa Mely tek başına kalırdı. Ama artık çok yorulmuştu. Sadece uyumak ve uzun süre uyanmamak istiyordu.

Tekrar tekrar bir sorun yaşıyordu, tekrar tekrar hayattan darbe alıyordu. Gücünün akıp gittiğini hissediyordu. Parmaklarını avucuna taşıyarak güçsüzce yumruğunu sıktı. "Hareket- etme."

Mely bu sözleri duyunca gözleri parıldadı. İçindeki umut yeniden yeşermişti. "Tamam- Hareket etmeyeceğim. Hadi, lütfen kalk."

Ersa ellerini yere bastırdı ve vücudunu havaya kaldırdı. Kanları zeminde dağılırken durumun iyi olmadığını anlamıştı. Kendisini tedavi edebilir miydi, emin değildi. Edebilse de buna gücü yeter miydi, onu da bilmiyordu. Arkasına döndü ve Mely'nin solgun olmasına rağmen güzel görünen yüzünü inceledi. Yavaş yavaş yaklaştı.

Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirerek nazikçe konuştu. "İyiyim. Gördün mü?"

Mely karşısındaki çocuğun sözlerini yalanlayan yüzüne ve vücuduna baktı. Yüzü rengini kaybetmiş, gözünün eski ışıltısı zayıflamıştı. Kanları sert ve soğuk zemini sıcak bir ortama çevirmişti.

Sevdiği kişinin ölümle burun buruna olmasına rağmen hiçbir şey yapamaması kalbini parçalıyordu. Sevdiği kişinin kendisinden çok daha kötü durumda olmasına rağmen kendisini çok iyiymiş rolüne bürümesi kalbinde büyük bir savaşa yol açmıştı. Göz yaşları güzel yüzünden süzülürken ellerini Ersa'nın solgun yüzüne uzattı. "Yalancı." Mırıldanması acı doluydu.

Ersa bulanıklaşan görüş açısından Mely'nin yüzünü tam olarak net göremiyordu. Yine de ne yapmaya çalıştığını tahmin etmişti. Yüzünü yaklaştırdı ve Mely'nin dokunmasına izin verdi.

Yanağında konumlanmış Mely'nin elinin üstüne koydu elini. "Gitmemiz lazım." Mely birkaç saniye duraksadıktan sonra onayladı. "Mmm."

Ersa denge yüzüğünden birkaç hap aldı ve kullandı. Ardından kanamaları için tıbbi sıvılar kullandı. İç yaralanmaları konusunda hiçbir şey yapamazdı. Yapabileceği tek şey vücudunun dayanabileceği süreyi arttırmaktı. Eğer çalıştığı sanat bedensel olmasaydı, şuanda dayanabileceğini düşünmüyordu.

İlk önce ne kadar hareket kabiliyeti olduğunu kavramak için ayağa kalktı. Ellerini iki tarafa yaydı ve hareket ettirmeye çalıştı. İstediği hareketi yapamadan acıdan dolayı durdu. Yaralardan dolayı yapabilecekleri kısıtlanmıştı. Mely'nin kalkmasına yardım etmeden önce arkasına döndü. Yine sürpriz bir saldırı ile karşılaşmak istemiyordu.

Siyah kıyafetler arasındaki çocuğun ayağa kalkmış kendisini izlediğini görünce hemen tepki gösterdi ve Kızıl Kanı çıkardı. Çocuk yüzündeki şaşkın ifade ile Ersa'ya bakıyordu. "Sen o yaralarla nasıl hala ayakta durabiliyorsun?"

Ersa beklemediği soru karşısında afallamıştı. Temkinli davranarak savaş pozisyonunda durmaya devam etti ve kızgın bir ifade ile sordu. "Neden bana saldırdın?"

Ersa bu çocuğun diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştı. Güç, yetenek ve davranış olarak çok farklıydı.

"Ustam emretti." Ersa şaşkın bir bakış verdi. "Ustan?"

Çocuğun bakışları Ersa'nın vücudunu süzdükten sonra cevapladı. "Bu kadar kişiyi öldürmeni sağlayan gücü veren ustam. Ayrıca ölümüne neden olacak olan ustam."

Ersa'nın aklında anlatılanlardan tek bir şey ortaya çıkmıştı, ama inanmak biraz zordu. "Siyah maddenin sahibi mi?"

Çocuk, Ersa'nın ustasının özünü isimlendirme şekline gülümsedi. "Evet. Aldığın şeyi teslim etmen gerekiyor."

Mely konuşulanları şaşkınlıkla dinliyordu. Siyah maddenin açtığı belanın bu derece büyük olacağını düşünmemişti.

"Ustan, neden benim ölmemi istiyor? İntikam için mi?"

"O da dahil, ama asıl olarak bedeninde bulunan şeyi geri istiyor. Bunun içinde senin ölü bedenin gerekiyor."

Ersa Kızıl Kanı daha sıkı tuttu. "Sonuç olarak her yol savaşa çıkacak."

Çocuk kafasını sallayarak onayladı. Normalde acıma duygusu olmayan, merhametsiz birisiydi, ama tuhaf bir şekilde Ersa'yı öldürme istediği yoktu. Savaşma gücü ve iradesinden etkilenmişti.

"Adım Colin. Senin için önemi olmasa da bilmeni istedim." Colin konuşması sırasında hançerini kavradı. Bakışları derin karanlığa karıştı. Enerjisini aktif ettikten sonra Ersa'ya saldırdı.

Mely endişe dolu gözlerle bu sahneye bakıyordu. Ersa'nın çocuğu yenebilmesine imkan yoktu. Vücudundaki yaraları bu konuda en büyük engeliydi. Yaraları olmasaydı bile yenemeyebilirdi. Colin isimli çocuğun gücünün onları fazlasıyla aştığını hissediyordu.

Ersa, Colin dibine kadar geldiğinde varlığını biran da kaybetti. Colin'in gözleri önündeki görünümü belirsiz bir siluete dönüşmüştü. Sol tarafında hissettiği tehlike ile Kızıl Kanı koruma olarak öne sürdü. Silahların çarpışma sesinden hemen sonra arkasından yeniden benzer tehlikeyi hissetti. Kızıl Kan ile kendisini tekrar korudu.

Colin'in varlığını ve saldırılarını karanlığın yolu sayesinde gizleyebildiğini düşünüyordu. Kendisi ise havadaki değişim sayesinde son anlarda kendisini kurtarıyordu. "Ben öldürmesem de ustamın özü seni öldürecek. Sadece pes et. Kızı öldürmeyeceğim. Bu konuda endişelenmene gerek yok." Ersa, Colin'in sesi kulaklarına ulaştıktan sonra karnının sağ tarafına saplanmış hançeri fark etti. Colin hançeri çektiğinde Ersa'nın göz bebekleri küçüldü ve yere düştü. Hançerin nasıl geldiğini hiçbir şekilde anlamamıştı.

"Ersa!" Mely sürünerek Ersa'ya doğru ilerlemeye çalıştı. Ersa kulaklarında yankılanan sesi duysa da artık gerçekten pes etmek istiyordu. Mely'i öldürmeyeceğini de söylemişti, gerisinin önemi var mıydı ki? Ersa pes etmişken Kızıl Kandan sisler ortaya çıktı ve bedenini köprünün kenarına çekti. Köprünün çıkıntısına denk geldiğinden daha fazla ilerletemedi.

Colin yüzüne yerleşmiş yoğun şaşkınlıkla Kızıl Kana baktı. Hayatında ilk defa böyle garip bir şey görüyordu. Ersa da şaşırmıştı. Kızıl Kanın inisiyatif kullanmasını beklemiyordu. Onu kurtarmaya çalıştığını anlamıştı. Geri dön Kızıl Kan.

Kızıl Kan Ersa'nın emrine karşı gelemedi ve ortadan kayboldu. Ersa gözüne ilişen parıltıyı gördüğünde tuhaf bir ifade ortaya koydu. Denge yüzüğünün şimdi parlayarak ne demek istediğini anlamıyordu. Nereye gitmesi gerekiyordu?

Ateşlerin yakıcı sıcaklığı tenine nüfuz ediyordu. Aşağıya baktığında tuhaf bir ifade yüzüne yerleşti. Yüzüğün ateşlerin arasına atlamasını istediğini düşünmeye başladı. Colin, Ersa'yı uzaktan izlemeye devam ediyordu. "Kararını verdin mi?"

Ersa'nın bakışları Mely'e çevrildi. Köprüden atlasaydı belki de kurtulacaktı, ama Mely'e ne olacağının garantisi yoktu. Mely, Ersa'nın bakışlarından içine yayılan korkuyu engelleyemedi. Kafasını iki yana salladı. "Hayır Ersa! Beni düşünme! Teslim olma!"

Ersa, Mely'i görmezden geldi ve Colin'e döndü. "Karşı koymayacağım, ama karşılığında Mely'i kurtarmanı istiyorum."

Colin ifadesiz bir şekilde kafasını salladı. "Merak etme. Bu konuda sana söz veriyorum."

Ersa rahat bir nefes aldıktan sonra konuşmaya devam etti. "Ayrıca Mely'e veda etmek istiyorum. Buna izin verebilir misin?"

Colin, Ersa'ya ardından Mely'e baktı. Bir süre duraksamanın ardından onayladı. "Tamam."

Mely ikili arasındaki konuşmayı dinlerken kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Ersa'nın veda etmek istiyorum dediğini duyduğunda istemsizce titredi. Colin yavaş adımlarla Ersa'ya doğru ilerlemeye başladı. Ersa kendi başına hareket etmekte zorlanacağından yardım edecekti. Ersa'nın yanına vardığında aniden etrafı beyaz sisler kapladı. Beyaz sislerin etkisi altında kimse hareket edemiyordu. Sislerin arasında köprünün altından ateşlerle kaplı devasa bir yılan çıktı. Ersa'nın bulunduğu yeri köprüde dahil çok hızlı bir şekilde yuttu.

Ersa yüzündeki endişeli ifade ile yılan tarafından yutulurken dudakları yumuşakça hareket etti, ama dışarı hiçbir ses çıkmadı. Ersa'nın ateşlerle kaplı yılan tarafından yutulması ile sislerde ortadan kayboldu. Mely gözleri önünde gerçekleşen sahne ile büyük bir şok yaşamıştı. Yarasını umursamadan ayağa kalkmaya çalıştı ve durmadan bağırdı. " Errrsaaaa! Errrsaaaa!"

Dakikalarca verdiği uğraşa rağmen köprünün kenarına yetişemiyordu. Ne kadar atlamak istese de bedeni buna karşı çıkıyordu. Bağırmalarından artık çıkarabilecek sesi bile kalmamıştı. Çıldırmış hareketlerini vücudu daha fazla kaldıramayınca bilincini kaybetti. Colin ise hızla köprünün kenarına koştu. Yüzündeki şok ifadesi ile ateşlerin arasına baktığında gözünü kamaştıran yakıcı ateşlerden başka bir şey yoktu.

Ersa da canavarda ortadan kaybolmuştu. "Bedbaht çocuk. Umarım ölümden sonra huzur bulursun." Colin normalde biri tarafından etkilenmezdi ama Ersa'nın davranışları ve olaylara karşı tepkisi kendisini derinden etkilemişti. Ustasının emri olmasa böyle biri ile arkadaş olmayı tercih ederdi.

Geriye döndü ve yerde yaralarla kaplı bilinçsiz haldeki Mely'e baktı. Mely'i kurtarmasının imkansız olduğunun farkındaydı. Köprüden atlamaya çalışmasına bakarak uyansa bile kalıntıdan çıkmak istemeyeceğini düşünüyordu.

Yaşıtlarının aksi davranışlara sahip olan bu iki çocuk karşılaştığı en tuhaf kişilerdendi. Hayatlarını birbirleri için feda etmeye çalışmaları onun için saçmaydı. Neden bir insan başkası için ölürdü ki? Yapacak bir şey kalmadığından risk yolunda ilerlemeye koyuldu. Colin ayrıldıktan sonra beyaz sisler tekrar ortaya çıktı ve Mely'nin vücudunu sarmaladı.

...

Ateşlerle kaplı yılan ateşler denizinde yüzerek uzun süre ilerledi. İçinde sıcak ateşlerin etrafını sardığı çocuk baygın yatıyordu. Ateşlerden çıkan enerji çocuğun kırmızılarla kirlenmiş derisine akıyor, solgun yüzünün orijinal rengine kavuşmasına yardımcı oluyordu.

Yılan uzun yolculuğunun sonunda kırmızı renkte bitkilerle kaplı bir alana vardı. İlerisinde bulunan kırmızı ateşlerden korktuğundan daha fazla ilerlemiyordu. Birkaç saniye sonra kırmızı ateşlerin arasından beyaz kıyafetlerle kaplı bir adam çıktı. Yüzündeki tebessümle yılanın önüne kadar geldi.

Adam elini havaya kaldırdı ve yılana doğru tuttu. Yılanın içinden kırmızı kıyafetler içinde güzel yüzlü bir çocuk havada süzülerek çıktı. Adam elinin hareketiyle çocuğu kırmızı bitkilerin arasına teslim etti. Çocuk toprak ile temas ettiğinde tüm alandaki kırmızı rengi parıldadı. Çocuğun vücuduyla tuhaf kırmızı enerjiler kaynaşmaya başladı.

Çocuk enerjiler ile kaynaşırken adam bacaklarını çaprazlayarak yere oturdu ve çocuğu izlemeye koyuldu. Zaman yavaş yavaş ilerlerken çocuğun vücudunda değişimler oluşmaya başladı.

İlk olarak ten rengi gitgide daha iyi oldu. Sonrasında vücudundaki yaralar ardı ardında hiç yokmuşçasına ortadan kaybolmaya başladı. On dört saatin sonunda çocuğun vücudu sağlıklı durumuna geri dönmüştü. Göğsündeki siyah çürüklükler de enerjilerin yardımı ile küçülüyordu. Bir gün geçtiğinde çocuğun ten renginde göğsü dışında aykırı renk kalmadı. Çocuk beyaz renkli teni ve uzun siyah saçları ile uzanmayı sürdürdü.

Yüzündeki endişe dolu ifade ise süre zarfında hiç değişmedi. Başka bir gün geçtiğinde çocuğun göğsündeki siyah nokta da tamamen ortadan kayboldu. Ortaya muazzam bir görüntü bırakan çocuğun vücudunun aksine yüzü hala sakin bir ifadeye sahip değildi. Adam oturduğu yerden kalktı ve çocuğun yanına geldi. Sağ elindeki orta ve işaret parmağını birleştirerek çocuğun alnına dokundu. Çocuk ani bir titreme yaşadı. Adam çocuktan biraz uzaklaştı ve beklemeye başladı. Çocuğun göz kapakları hareketlendi. Birkaç denemenin ardından yavaşça siyah renkli irisini ortaya çıkardı.

Çocuk gördüğü tuhaf manzarayı şaşkınlıkla karşıladı. Hızla uzandığı yerden kalktı ve doğruldu. "Mely! Mely!"

Etrafına korku ve endişe ile bakarken sürekli aynı ismi tekrar ediyordu. Nefes alışveriş hızı normalden çok daha hızlıydı. Gergin olduğu yüz ifadesinden belliydi. Adam nazik bir sesle seslendi. "Ersa."

Ersa bakışlarını duyduğu sesin yönüne çevirdi. Yüzündeki duygu dolu ifade ile adama baktı. Kalp atış hızı yüzüne yansımıştı. "Ben neredeyim?" Olayları çözmek istediğinden kendisini zorla sakinleştirmeye çalıştı ve adama sordu. Adam yüzündeki tebessüm ile Ersa'ya bakıyordu. Kendisinin kim olduğunu, ya da adını nereden bildiğini bile sormuyordu çocuk. Tek endişesi aklını şuanda meşgul eden isimdi.

Adam karşısındaki kişiye huzur veren bir tonda konuştu. "Antik kalıntının içindesin. İsmini sayıkladığın kız en son birlikte olduğunuz yerden ayrılmadı."

Ersa'nın kaşları çatıldı. Ses tonundaki belirgin korku ile sordu. "Kaç saattir buradayım?"

Adam derin bir nefes aldı ve sakin bir tonda cevapladı. "İki günden fazladır."

Aldığı cevap ile Ersa'nın göz bebekleri büyüdü. Vücudu istemsizce titredi. Mely'nin iki günden fazla bir süredir ne durumda olduğu düşüncesi uyanık olduğu halde kabus hissini oluşturuyordu onda. Ersa'nın yaşadığı şok bitmeden adam konuşmaya devam etti. "Endişelenme. Kız hala hayatta."

Bu sözler Ersa'nın bakışlarını adama çevirmesini sağlamıştı. İçini rahatlatan sözlerin kanıtını istiyordu. Bu sözleri gerçek olmasını umuyordu. "Sen kimsin?"

Adam beklediği soruyu duyunca gülümsedi. "Antik kalıntının kralıyım ve gerçekte senin kim olduğunu bilen kişiyim."

Ersa karşısındaki kişiyi birkaç defa süzdükten sonra bile inanılmaz hissediyordu. Aradığı kişi, sorularına cevap bulabileceği kişi karşısındaydı. Tuhaf hissettiği şey ise adamın sonda söylediği şeydi.

Ne kadar bu an için çabalamış olsa da şuan da bu anı önemsizleştiren bir şey vardı. "Mely'nin yanına götürebilir misin beni? Ona yardım etmem lazım."

Adam, Ersa'nın bahsettiği kişiyi görmeden ve kurtarmadan rahatlamayacağını anlamıştı. Ersa ise adamdan olumsuz bir cevap almanın korkusu ile dikkat kesilmişti.

Bir sürelik sessizliğin ardından adam sağ elini yan tarafına götürdükten sonra parmağını şıklattı. Adamın hareketi ile havada şeffaf bir görüntü belirdi.

Görüntüde ateşlerin üstünde uzun bir köprü vardı. Köprünün güzelliğini bozan tahrip olmuş yerinin yanında baygın halde yatan bir kız duruyordu. Yüzündeki rahatsız ifade bakan insanın kalbini sızlatıyordu.

Ersa görüntü ortaya çıkınca kalp atışlarına karşı koyamadı. Bilinçsizce görüntüye gittikçe yaklaştı. Bu sırada adamın sesi kulaklarına ulaştı. "Kızın şuanda hayati bir tehlikesi yok. Yardımımla kurtulmuş durumda ama daha fazla kalıntıda kalmaması gerekiyor. Onu kalıntıdan geri göndereceğim. Böylece endişeleneceğin bir şey olmaz değil mi?"

Ersa'nın bakışları görüntüdeki ekrandan ayrılmadı. Kalbinde kötü bir his vardı. Olacak şeyleri tahmin edemiyordu. Bakışlarına sahip olan Mely, bakışları arasında saniyeler sonra ortadan kayboldu. Görüntüde hemen arkasından yokluğa karıştı.

"Artık endişelenmene gerek kalmadı. Bunca zamandır merak ettiğin sorular olduğuna eminim. Bugün cevaplar alacağın gün olacak."

Mely'nın babasının ve diğerlerinin yardımıyla sıkıntı yaşamayacağından emin olan Ersa sakinleştikten sonra adama döndü. Adam istediği koşulu kendisine sunuyordu. Ersa da bu fırsatı geri tepmeyecekti. Bakışları vücuduna döndüğünde siyah maddenin oluşturduğu çürüklerden eser kalmadığını gördü ve birkaç saniye boyunca öylece durdu.

Ne hissedeceğini şaşırmıştı. Aylar boyunca acı verici deneyim yaşatmış olan siyah madde öylece ortadan kaybolmuş muydu? Kendisinin çaresizliği, babasının çaresizliği, ölümü kabullenişi aklına geldiğinde boğazı düğümlendi. Bir ihtimal dediği şey gerçek olmuştu.

Adam, Ersa'nın hissettiği duyguların karşısında yüzündeki gülümsemesi ile bekliyordu. Ersa gözlerinin yaşarmasına karşı koyamamıştı. Duygularına zorla hakim oldu ve antik kalıntının kralına ciddi bir ifadeyle baktı. "Benden ne bekliyorsun?"

Ersa'nın Kadim İmparatorun sözlerine göre yola çıktığını anlayan adam söze girdi. "En başta amacımı yerine getirmek için yetenekli birini arıyordum, ama şansıma seninle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Sen olunca amacım artık bambaşka bir boyuta ulaştı." Adam bir süre duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti. "Eski dostum seninle karşılaşsa yüzünde oluşacak gülümsemeyi hayal edebiliyorum."

Ersa'nın kafası iyice karışmıştı. Adamın neden bahsettiğini hiç anlamıyordu. Amacının değişmesi, eski dostu? Şifreli konuşmalar artık canını sıkmaya başlamıştı. Adam, Ersa'nın konuşmasına izin vermeden konuşmasını sürdürdü. "Daha adımı bilmiyorsun değil mi? Ben antik kalıntının kralıyım. Yüce Kral olarak anılırım. Asıl ismim Mistra ama bunu çok az sayıda kişi bilir."

"Seni ise senden daha iyi tanıdığımdan, senin kendini tanıtmana gerek yok. Sende öyle düşünmüyor musun Ersa?"

Ersa, Mistra'nın sözlerinden ve yaşadıklarından kendisi hakkında birçok şeyin farkında olmadığını düşünmeye başlamıştı. Mistra, Ersa'ya doğru yaklaştı. "Sorulara geçmeden önce asıl sorunu halledelim."

Ersa, Mistra'nın omzuna uzanan saçları ve beyaz kıyafetleri ile huzur veren havasını hissederken anlamamışçasına sordu. "Asıl sorun?"

Mista, Ersa ile arasında bir adım kalacak kadar yaklaşınca durdu. "Çekirdeğin elbette."

Elini uzattığında aniden elinde bir hançer belirdi. Bembeyaz hançerin üstü tuhaf çizimlerle doluydu. Ersa daha hançeri incelerken aniden karnında yoğun bir acı hissetti. Hançerin önündeki görüntüsü kaybolmuş, karnında ortaya çıkmıştı.

Beyaz hançer karnına saplanmış halde durmasına rağmen hiç kan akmıyordu. Ersa kanının kaynadığını hissetti. Tüm vücudu, damarları zonkluyordu. Hançer ise Ersa'nın çekirdeğindeki siyah bariyeri hiçbir karşılık almadan delip geçmişti.

Hançer bariyeri deldikten sonra katı hali dağıldı ve gaz hale dönüşerek siyah bariyerin parçalarını yutmaya başladı. Ersa ise yere diz çökmüştü. Dehşet verici bir acı baş göstermişti karnında ve tüm vücuduna yayılıyordu.

Bariyer beyaz sis tarafından yutulduğunda çekirdeğin kan kırmızı görüntüsü gün yüzüne çıkmıştı. Patlama etkisi gibi içindeki kırmızı enerji topluluğu dışarıya saçıldı. Ersa'nın kemiğine, damarlarına, organlarına, derisine, saçına tüm vücuduna akın akın ilerliyor ve kaynaşıyordu. Ersa bu tarz bir acıya daha fazla dayanamamış, inilti eşliğinde bayılmıştı.

Kırmızı enerjiler Ersa'nın bayılmasına rağmen durmak bilmeden hareketlerini sürdürüyorlardı. Çekirdeğin kırmızı enerji ile dolu hali birkaç saniye içinde içini boş bir hale bırakmıştı. Ersa'nın kırmızıya dönen teni vücudunu parıldatıyordu. Vücudunun hatları kırmızı renkli bir gaz ile kapatılmış, belirsizleşmişti.

Saatler geçtiğinde saçı, kirpikleri, kaşı vücudunda bulunan tüm tüyleri siyah tonunu kaybetmeye başlamış, damarlarında akan kan daha da koyulaşmıştı. Kalbi daha hızlı çalışmaya başlamış, kasları daha hoş bir görünüm kazanmıştı.

Ersa'nın değişimini izleyen Mistra'nın ifadesi hüzünlüydü. "Tarih tekerrür ediyor." Zihninde geçen eski anıları duygu olarak yüzüne yansımıştı.

...

Geçen birkaç günde kalıntının dışında büyük bir topluluk bekleyiş içerisindeydi. Her ülke kendi bekleme alanında konaklıyor, merakla öğrencilerden gelecek olumlu haberleri bekliyorlardı. Bu süre zarfında öğrencilerin çoğunluğu kalıntının yeterliliğini karşılayamamış ve geri dönmek zorunda kalmıştı.

Karmela, Kiral, Ela ve Laura bir araya toplanmış sohbet ediyorlardı. Her biri beklenti ile doluydu. Özellikle Mely için çok umutluydular. Karmela ve Ela'nın aklı ise sürekli Ersa'daydı. Hala çıkmamış olması onlar için şaşırtıcıydı. "Test ne zaman biter Karmela?"

Ela endişeli gözlerle sordu. Ersa'ya bir şey olmasından endişe ediyordu. "Bilmiyorum. Belki iki gün belki on gün. Belki de daha fazla sürer. Kayıtlarda bunun hakkında belirli bir şey yok."

Laura gülümseyerek Ela'ya baktı. "Merak etme Ela. Ersa ile Mely bir araya gelmiş olmalılar. Birbirlerine yardımcı olurlar. Hem kalıntıda birilerine bir şey olması çok düşük bir ihtimal."

Ela hala kalbini rahatsız eden hissi atamamıştı ama beklemekten başka çaresi yoktu. "Uygulayıcılar son zamanlarda kötü şeyler hissediyorlarmış. Ülkenin hatta kıtanın kaderi kalıntıda olacaklara bağlı diyorlar. Karanlık gitgide güçlenmeye başlamış. Hem de hiç olmadık bir hızla."

Karmela düşünceli bir havaya bürünmüştü. Ela ve Laura ise şaşırmışlardı. Laura endişeli bir tonda sordu. "Yani karanlık çağ tekrar edebilir mi diyorsun?"

Kiral bir süre duraksadıktan sonra cevapladı. "Önlem almamız gerektiğini düşünüyorum."

Dörtlü konuşmayı sürdürürken antik kalıntıdan bir ışık huzmesi ortaya çıktı. Kalıntının önünde nöbet tutan askerler heyecanla bağırdı. "Biri daha çıktı!"

Işık ortadan kalktığında ve kalıntıdan çıkan kişiyi gördüklerinde ise oracıkta buz kesmişlerdi. Kimse konuşmaya cesaret edemedi. Karmela ve diğerleri uzaktan yerde yatan kişiyi seçebilmişlerdi, ama inanamıyorlardı. Mavi kıyafetleri maviliğini kaybetmiş kırmızıyla yerini değiştirmişti kızın. Solgun yüzü hayatta mıydı, değil miydi belirsizleştiriyordu.

Kalıntıdan ilk defa bu denli yaralı biri çıkması tüm alanı derin bir sessizliğe sokmuştu. Sessizliği bozan Laura'nın sesiydi. Kızını kanlar içinde görünce hızını kısıtlamadan yanına koştu. Hızıyla saniyesinde kızının yanına varabilmişti.

Karmela ve Ela, Laura'nın arkasından gitmişken Kiral olduğu yerde durmuş kızının solgun yüzüne bakıyordu. Gözlerinde bu sahneyi inkar ediyordu. Laura kızının kafasını dizlerinin üzerine koydu ve seslenmeye başladı. "Mely. Güzel kızım. Mely. Uyan hadi kızım, annen çok korkuyor."

Laura ne kadar seslenirse seslensin Mely'den tepki gelmiyordu. Karmela aralarında en sakin kalabileniydi. Mely'nin yanına geldi ve iki parmağını alnına dayadı. Bir süre öyle durduğu sırada arkasından genç bir kız seslendi. "Kardeşim nasıl usta?"

Laura'nın bakışları da Karmela'ya çevrilmiş, iyi bir haber bekliyordu. "Hayati tehlikesi yok, ama zihinsel darbe yaşamış gibi görünüyor. Kesin olarak bir şey söyleyemem. Doktora göstermeliyiz."

Herkes hayati bir tehlike olmadığını öğrenince rahat bir nefes alabilmişti, ama neden zihinsel bir darbe aldığını anlamamışlardı. "Alfa!"

Karmela'nın seslenmesi ile Alfa anında yanında belirdi. "Ulu Hekim hemen buraya gelsin. Durum acil."

Ulu Hekim geçen birkaç günde kalıntıya varmıştı. Karmela kendisine sinirli olduğu için şimdilik gözünden uzak bir yerde durmasını tembihlemişti. Mely'nin durumu ise kendisini gerekli kılıyordu.

"Emredersin patron."

Karmela, Mely'i sakin bir alana taşımıştı. Çevre askerler tarafından korunurken Mely yatakta uzanıyordu. Siyah uzun saçlı, parlak yeşil gözlü bir adam Mely'nin yanında durmuş onu tedavi ediyordu. Elini Mely’den biraz uzakta tutarak enerjisini Mely’e yolladı ve durumunu gözlemledi. Endişe dolu bakışların altında tedavisini tamamladı ve dörtlüye döndü. "Hayati tehlikesi yok. Kanaması durmuş durumda ve yarası da tedavi edilmiş. Şaşırtıcı bir şekilde kalıntının içerisinde hem yaralanmış hem de tedavi edilmiş. Yaraya sebep olan şey yol enerjisini barındıran bir kılıç saldırısı gibi görünüyor. "

Kiral sakin bir ifade ile sordu. "Neden hala bilinci yerine gelmedi?"

Ulu Hekim Mely'e kısa bir bakış attıktan sonra Kiral'e döndü. "Bunu bende bilmiyorum. Zihinsel olarak şok yaşamış, ama ne derece büyük bir şok kestiremiyorum. Bilinci ne zaman yerine gelir, dürüst olmak gerekirse hiçbir fikrim yok. Bilincini geri getirmek için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz."

Ulu Hekim'in sözleri derin bir sessizliğe sebep olmuştu. Karmela'nın kalbinde ise fırtınalar esiyordu. Mely'e zihinsel bir şok oluşturacak sahne olarak aklına gelen şeyi düşünmeye cesaret edemiyordu. Ersa'ya bir şey mi olmuştu?

Ela diğerleri fark etmese de Karmela'daki değişimi fark etmişti. Kaç yıllık eşi olduğundan tuhaf davrandığında anlıyordu. Karmela'nın kolundan tuttu ve dışarı çekmeden önce Laura'ya seslendi. "Biz sizi yalnız bırakalım, daha sonra geliriz."

Laura kafasını sallamakla yetindi. Ela da Karmela'yı kimsenin olmadığı bir yere götürdü. "Ersa ile ilgili sakladığın şey ne Karmela?"

Ela'nın ciddi ifadesi karşısında Karmela bir süre durakladıktan sonra cevapladı. "Bir şey yok. Neden böyle düşü-"

Karmela'nın cümlesini yarıda kesen Ela kızgın bir ifade ile bağırdı. "Oğlumun hayatı ile ilgili bir şeyler sakladığını biliyorum Karmela! Fark etmediğimi mi sanıyorsun!? Her gün acı çeken oğlumu!? Git gide gülümsemesini kaybeden yüzünü!? Sessiz kalmama rağmen... Senin bana anlatmanı beklememe rağmen... Sen bana hiçbir şeyi söylemiyorsun! Benim bilmeye hakkım yok mu? Endişelenmek hakkım değil mi? Oğlumun benden uzaklaşıp gittiğini, elimden kayıp gittiğini hissederken hiçbir şey bilmemenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?"

Karmela, Ela'nın gözlerinden akan yaşlara bakınca kalbi paramparça olmuştu. Ela her şeyin farkındaydı ve eşini ağlatmıştı. Ağlatmayacağına dair kendisine söz verse de eskiden şimdiye bir şey değişmemişti. Hala aynıydı. Eşi kaç defa gizlice ağlamıştı? Ela'ya yaklaştı ve sıkıca sarıldı.

"Ona bir şey olacak mı Karmela?" Karmela Ela'ya daha sıkı sarıldı. "Hayır iyi olacak. Her şey iyi olacak. Tekrar eski, mutlu zamanlarımıza kavuşacağız."

Üç gün sonra...

Karmela ve Ela, gözlerini kırpmadan tüm zaman boyunca Ersa'dan gelecek haberleri bekliyordu, ama birçok öğrenci çıksa da Ersa çıkmamıştı. Mely'nin ise hala bilinci yerinde değildi.

On gün sonra...

Habersiz geçen başka bir günün ardından Mely'nin durumu değişmemişti.

On sekiz gün sonra

Karmela ve Ela kalıntının girişinden gözlerini ayırmamış, uyumak şöyle dursun, ağızlarına bir yudum su bile koymamışlardı. Bulundukları seviye olmasaydı bu duruma dayanamazlardı. Kalıntıda şaşırtıcı bir şekilde Martia ülkesinden hala kalan birçok öğrenci vardı. Diğer ülkelerden ise çoğu öğrenci çıkmış, sadece Agira İmparatorluğunun prens ve prensesi kalmıştı.

Kalıntının girişini kamaştıran iki ışık huzmesi ile tüm ilgi onlara döndü. Işık ortadan kaybolunca kimler olduğu anlaşıldı. Elinde mızrak ile duran bir çocuk ve duru gözlü güzel bir kızdı.

Çıktıklarında Agira İmparatorluğu tarafında sevinç olsa da hala içlerinde derin bir üzüntü vardı. Martia ülkesinden birçok öğrenci hala duruyordu. İki öğrenci çıkınca antik kalıntının girişi birden ışıldadı. Işık parçacıkları gökyüzüne akın etti.

KADERİN AĞLARI ÖRÜLDÜ, YETENEKLİ VE YETENEKSİZ BELİRLENDİ. GELECEK YÖNLENDİRİLDİ. YÜCE KRAL OLARAK KADERİNİZDE SİZLERE YAPABİLDİĞİM YARDIMI YAPTIM. HAYATIN ACIMASIZ PENÇELERİNDEN KAÇMAK SİZLERİN İRADESİNE BAĞLI. YAŞAYIN VE YÜKSELİN!

Karmela, Ela ve diğer herkes şok olmuştu. Antik Kalıntının sahibi onlara veda ediyordu! Karmela kanının kaynadığını hissetti, hışımla girişe koştu ve tüm gücü ile saldırdı. Kılıcında dehşet verici bir görüntü vardı. Öğrenciler şöyle dursun güçlü uzmanlar bile direk olarak bakamıyordu. Kılıç girişe çarpınca tüm alanda kılıcın enerjisi yankılanırken kısa sürede saldırının tamamı iz kalmadan yok oldu. Karmela hiçbir duraklama belirtisi göstermeden tekrar tekrar saldırmaya devam etti.

Saldırılarında kendisini kısıtlamadığından çevresindeki alan parçalanmaya başlamıştı. Toprak, hava adeta çığlık atıyordu. İnsanlar geriye savruluyor, kaçmaya çalışıyordu. Ülkelerin liderleri ise şok ifadelerini sürdürüyorlardı. Karmela'nın gücü tahminlerinin o kadar üstündeydi ki yutkunmaktan kendilerini alamamışlardı. Şuanda hiç kimse karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu.

Ela gerçeklikten ayrılmıştı. Karmela'nın davranışlarını görmüyor gibi gözlerini kalıntının girişine dikmişti. Alvina ise anne ve babasının hareketlerinin manasını anlamıyordu. Martia ülkesinin bekleme alanında şaşkın bir ifade ile olanları izliyordu.

Karmela'nın saldırıları sürerken antik kalıntı aniden ortadan kayboldu. Geriye bomboş, ağaç bulunmayan dikdörtgen bir alan bıraktı. Kalıntı ortadan kaybolunca kalan ümitlerini de yitiren Karmela ve Ela'nın göz bebekleri büyüdü. Kalıntı ortadan kaybolmuştu, ama Ersa hala ortalarda yoktu.

Diğer klan liderleri de klan üyeleri ortada olmadığı için bir şeyler sormak istiyor, Karmela'yı görünce bu isteklerinden vazgeçiyorlardı.

Karmela saldırılarını yöneltebileceği bir alan olmadığında ölüm yüklü bakışlarını etraftaki insanlara çevirdi. Öğrencileri gözleri ile süzerken büyüklerde bundan nasibini almıştı. "İçeride neler olduğunu kim açıklayacak?"

Normal bir tonda olmasına rağmen baskın gelen sesi herkesin kalbini tekletmişti. Olayların farkında olan öğrenciler ise sessizliğini koruyordu. Karmela'nın gazabından korkuyorlardı. "Kimse yok mu?" Tehditvari ses tonu ortamı iyice germişti. Başka ülkenin büyüklerinden biri kızgınlığını bastıramadı ve bağırdı. "Ne yapmaya çalışıyorsun Karmela!? Kim olduğunu sanıyorsun!?"

Öne çıkan adam Demir Kan ülkesinden bir uzmandı. Güçlü aurasını serbest bırakmış, kaşları çatık Karmela'ya bakıyordu. Karmela sağ elini yana savurdu. Hareketi ile güçlü bir kuvvet adamın vücuduna çarptı ve daha kimse bir şey anlamadan adam göğsünde koca bir delik ile kalmıştı. "Kimse yok mu?"

Karmela'nın hareketleri ülkeleri savaşa sürükleyecek cinsten cüretkardı ve davranışlarında hiçbir ölçü yoktu. Bu da insanların bir şey demeye cesaret edememesine sebep oluyordu. "Ben sorularınıza cevap vereceğim Karmela Usta."

Agira İmparatorluğu tarafından yükselen sesle tüm gözler oraya kaymıştı. Güzel bir kız öne doğru yürürken yanındaki çocuk onu engellemeye çalışıyordu. "Ne yaptığını sanıyorsun Wanda?"

Wanda hüzünlü bakışlarını kardeşine çevirdi. "Endişelenme. Sadece sorularına cevap vereceğim. Bana bir şey yapmaz."

Hadley bir süre tereddüt ettikten sonra Wanda'nın kolunu bıraktı. "Ben Agira İmparatorluğundan Prenses Wanda. Öğrenmek istediğiniz şeyin ne olduğunu söyleyebilir misiniz Karmela Usta?"

Wanda'nın cesur tavrı karşısında Agira İmparatoru sessiz kalmıştı ve olacak olanları merakla bekliyordu. Karmela'ya mantığını yitirten şeyin ne olduğunu merak ediyordu. "Martia ülkesinin öğrencileri nerede?"

Karmela alacağı cevaptan korkarak sordu. Wanda, Karmela'nın gözlerindeki derin hüznü fark etmişti. Nedenini ise biraz tahmin edebiliyordu. Sakin ve net bir ses tonu ile cevapladı. "Kritik noktaya ulaştığımızda karşımıza altı seçenek çıkmıştı. İçlerinden biri vardı ki çok ilginçti. Seçeneğin adı riskti. Kimsenin riski seçmek aklından bile geçmiyordu, ama seçim başladığında Martia ülkesinin prensesi Mely ve yanında bulunan bir çocuk riske girdi."

Karmela bu noktada kalp atışının hızlandığını hissetti. Sakin tavrını zar zor sürdürürken sordu. "Çocuğun görünüşü nasıldı?"

Wanda yüzündeki belirsiz ifade ile eskilere daldı. Kısa bir süre bekledikten sonra konuştu. "Siyah uzun saçlı, siyah gözlü bir çocuktu. Kırmızı kıyafetler giyiyordu ve kendisini diğerlerinden ayıran bir görünümü vardı. Dövüş sanatlarına çalışan gençlerin aksine vücudu iyi inşa edilmiş görünüyordu. Genelde sakin bir ifade yüzüne hakimdi."

Ersa'nın birebir anlatımını duyan Karmela, Wanda'ya devam etmesini işaret etti.

"Mely ve çocuk içeri girdikten on saniyeden biraz fazla süre sonra Martia ülkesinden bir grup öğrenci peşlerinden takip etti. İyi niyetli değildiler. Zannımca çocuğu öldürmek istiyorlardı."

Karmela sakin ifadesini sürdürdü ve alandakileri gösterdi. "O öğrencilerden biri var mı buralarda?"

Wanda çevresini süzdükten sonra cevapladı. "Hayır. Hiçbiri dönmemiş."

Karmela kalbinin sıkıştığını hissetti. Ümit etmek istese de kalıntı ortadan kaybolmuştu. Neye bel bağlayabilirdi ki?

"Karmela Usta! Mely uyanmış! Mely uyanmış!" Alanda yankılanan sesle Karmela hızla kalabalığın arasından uzaklaştı. Derinden sarsılmış Ela da gelen haberle Karmela'yı takip etti. Geriye ise soruların zihinleri kuşattığı insanlar kalmıştı. Wanda karmaşık bir ifade ile Karmela'nın arkasından baktıktan sonra ülkesinin bulunduğu alana geri döndü.

Ortada görülecek bir şey kalmadığından ülkeler teker teker ayrılmaya başladı. Kısa sürede alanda kalan sadece Martia ülkesi insanlarıydı.

...

Karmela havayı ve kanunları yok sayan bir hızla hareket ediyordu. Kısa sürede Mely ve diğerlerinin yanına varmıştı. Mely solgun yüzü ile ayağa kalkmış, bağırarak koşmaya çalışıyordu. Laura ise sıkıca onu tutmuştu.

"Ersa! Hayır! Hayır! Ersa!"

Mely'nin sürekli devam eden haykırışları alandaki insanların kalplerine nüfus ediyor, tüylerini diken diken ediyordu. Karmela bu sahneye şahit olduğunda beklenti dolu ifadesine şaşkınlık karışmıştı. Bir saniyelik duraklamanın ardından Mely'nin yanına geldi. "Mely."

Hiç kimsenin sesine tepki göstermeyen Mely ilk defa tepki göstermiş, gözyaşları ile dolu bakışlarını Karmela'ya çevirmişti. Titreyen dudakları ile bir şeyler söylemek istiyor gibiydi ama ağzından hiçbir söz çıkmıyordu.

Karmela, Mely'nin omuzlarından tuttu ve keskin bir tonda sordu. "Ersa'ya ne oldu Mely?" Bu sözlerle Mely olduğu yerde tüm hücrelerine dek titredi. Karmela'nın bakışlarına zorlukla karşılık verdi. Gözyaşları durmaksızın gözlerinden akarken titrek sesi ile sadece tek bir kelime söyledi. "Er-sa"

Net bir cevap almayan Karmela neler olduğunu delicesine öğrenmek istiyordu. Oğluna ne olmuştu?

"Anlat bana Mely. Kalıntıda neler yaşandı?"

Karmela, duygusal durumunun biraz düzelmesi umuduyla Mely'e enerjisinden bir parça aktardı. Enerjinin vücuduna girmesi ile Mely'nin yüzü biraz daha iyi hale gelmişti. Bir sürelik duraksamanın ardından zorlukla anlatmaya başladı. Anlatışı sürekli hıçkırıklarla bölünürken uzun bir sürenin sonunda her şeyi anlatabilmişti. Karmela ve Ela ise orada durmuş anlatılanları dehşet içinde dinliyorlardı. İkisinin de yüz renkleri gittikçe soluklaşıyordu.

"... Ateşlerle kaplı yılan türü canavar aniden ortaya çıktı ve daha hiçbir şey anlamamışken Ersa'yı..." Konuşması bu kısma geldiğinde Mely'nin vücudu tekrar titremeye başladı. Gözyaşları hıçkırıklarla güzel yüzünden akmayı sürdürdü.

Karmela ve Ela ise son sözlerle buz kesilmişti. Ela yere diz çökmüş, durmaksızın ağlıyordu. Karmela ise ölü gözlerle tepkisiz bir halde olduğu yerde duruyordu. Sevdiği kadının kulaklarına ulaşan sesi kalbini sıktıkça sıkıyor, patlamaya hazır hale getiriyordu. "Oğ-oğlum, benim oğlum gitti mi Karmela? Benim Ersa'm gitti mi?"

Ela konuşurken alanda bulunan Laura ve Kiral ürperdi. Teselli etmek istiyorlardı ama atmosfer o kadar tuhaftı ki ne demeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Mely ise Ela'nın sözleri ile gerçekliğe ulaşmış halde ağlamaya devam ediyordu.

Ela mırıldanmayı bıraktı ve sertçe bağırarak ayağa kalktı. "Hayır, oğlum ölmedi. O ölemez!" Enerjisini umarsızca yaydı ve kalıntının olduğu alana koştu.

Kılıcını çıkardı ve kalıntının önceden olduğu toprağa vurmaya başladı. Toprak paramparça olurken herkesin kalbini korku bürümüştü. Her zaman zarif ve nazik görünen kadın, şimdi çok korkutucu görünüyordu. Karmela hızla Ela'nın yanına geldi. Tekrar kılıcını savuracakken kolları ile Ela’yı sarmaladı. Karmela'nın sarılması altından Ela çırpınsa da çıkamıyordu.

"Sakin ol Ela. Sakin olmalısın! Alvina burada."

Alvina ismini duyunca Ela çırpınmayı bıraktı. Göğsünden çıkmak istercesine vuran kalbi ile vücudundaki kontrolünü yitirdiğini hissediyordu. "Neden oğlumuz Karmela? Neden?"

Karmela bir şeyler söylemek, eşini teselli etmek istiyordu ama ne demesi gerektiğini bilemiyordu. Ela ise bir cevap duymak istiyordu. "Bilseydim, göndermezdim oğlumu. Neden onu gönderdim ki? Daha veda bile edemedim oğluma, Ersa'mın ziyaret edebileceğim bir mezarı bile olmayacak Karmela."

Son sözler Karmela'ya zehirli bir ok misali saplanmıştı. Karmela da Ela gibi düşünüyor, acı çekiyor olsa da sözlü olarak duyunca derinden etkilenmişti. Hakikat acı vericiydi. Eğer Ela oğlunun aylar boyunca ölümü beklediğini bilseydi, nasıl bir tepki verirdi? Bunu düşünmeye bile cesaret edemiyordu.

Ela'yı serbest bırakacakken birden koluna uygulanan yük arttı. Ela'nın yüzüne baktığında gözlerinin kapalı olduğunu fark etti. Nazikçe kucağına aldı ve herkesin bakışları altında Laura’ya teslim etti. Daha sonra Alvina'nın yanına geçti. Küçük kızın endişeli bakışları altında abisinin öldüğünü söyleyebilir miydi emin değildi.

"Alvina, sen annenin yanında kal. Annen şimdi iyi hissetmiyor."

Alvina meraklı gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. "Tamam baba, annemi yalnız bırakmayacağım."

Karmela onayladı ve nazikçe Alvina'nın başını okşadıktan sonra ayrıldı. Martia ülkesinin insanları hala toplanma alanından ayrılmamış bekliyordu. Karmela yanlarına gelince yüksek sesle bağırdı. "Kimlerin öğrencileri geri gelmedi?"

Karmela'nın sorusu derin bir sessizliğe sebebiyet vermişti. Karmela birkaç saniye geçince daha baskın bir tonda sordu. "Hangi klanların öğrencileri geri dönmedi? Beş saniyeniz var ortaya çıkmanız için."

Tehdidin işe yaradığını kanıtlarcasına ondan fazla klanın lideri öne çıktı. Her biri biliyordu ki şimdi ortaya çıkmazlarsa ileride çok daha kötü şeylere maruz kalabilirlerdi. Karmela kolaylıkla kimin kaybolduğunu bulabilirdi.

Ortaya çıkan on iki kişi güçlü bir duruşa ve auraya sahipti. Özellikle dört tanesi vardı ki diğerlerinden çok farklılardı. Duruşları, görünüşleri, auraları çok daha üstündü.

Alfa'nın ifadesi korku dolu oldu. Acele ederek Karmela'nın yanına koştu. "Patron bunu yapmamalısın!" Karmela durgun bir ifade ile sordu. "Neyi? Bunu mu?"

Cümlesini tamamlamasının ardından birden ortadan kayboldu. Alfa endişeli bir şekilde çevresini taradı. Bakışları klan liderlerine ulaştığında klan liderlerinden birinin boğazının Karmela'nın eli arasında olduğunu gördü.

Karmela adamı boğazından tutarak havaya kaldırmıştı. Adam ise ne kadar karşılık vermek istese de etki etmiyordu. Karmela'ya karşı her şey etkisiz gibiydi. Adamın yüzü gitgide renk değiştirmeye başlarken biri bağırdı. "Karmela yapma bunu! Durman gerekiyor!"

Herkes kimin konuştuğuna baktı. Konuşanın Kiral'in olduğunu gördüler. Kiral, Karmela'nın yapacaklarından Alfa gibi endişeleniyordu. Karmela eskiden sevdiği insanlara zarar verdikleri için birkaç klanı tamamen yok etmiş biriydi ve bu klanlar en güçlüler arasında anılıyordu. Dahası o zamanlar genç biriydi. Şimdi ise eskisinden çok daha fazla güçlenmişti. Klan liderlerini yok etmek isterse onu durdurmak imkansızdı.

Kiral, Karmela'nın eli arasında çırpınan kişiyi görünce daha endişeli oldu. Ülkenin en güçlü dördüncü klanının lideriydi. "Karmela bundan onlar sorumlu değil! Sorumlu olanlar zaten öldürüldü!"

Kiral sözlerini bitirir bitirmez söylediklerine pişman oldu. Mely'nin Ersa'ya karşı ondan daha büyük onlarca kişinin birleştiği ve saldırdığı zamanı anlattığında onun bile kanı donmuştu. Tek başına bir çocuk ona saldıran herkesi öldürebilmişti. Ersa'nın gücünün onu bu denli şaşırtmasının yanında, Ersa'nın bunu yaparken de defalarca yaralanmış olduğunu vücudunun kanlar içinde kaldığını biliyordu. Aklında canlanan sahne Karmela için tam bir kabus olmalıydı.

Karmela'nın yüz ifadesinden çok zorlandığı belliydi. En son dişlerini sıkı sıkıya kenetledi ve klan liderinin beline sertçe tekmeyi geçirdi. Adam onlarca metre savrulduktan ve onlarca ağacı paramparça ettikten sonra ancak durabildi. Karmela diğer klan liderlerini süzerek sert bir ses tonu ile konuştu. "Hiçbir zaman gözüme gözükmeyin, aksi taktirde sizi öldürmeyeceğimin garantisini vermiyorum. Şimdi hepiniz gözümün önünden kaybolun!"

Karmela'nın uyarısı etkili olmuş ve herkes bir anda tutuşmuştu. Alanda kalan Martia ülkesi insanları hızla ayrılmaya başladı. Bir dakika dolmadan alan bomboş kalmıştı. Karmela ise ayakta zorlukla duruyordu. Elleri titriyor, zihnine Ersa ile geçirdiği zamanlar akın ediyordu.

Gülümsemesi, sakinliği, şaşkınlığı, sevgi dolu yüzü, huzur veren bakışları aklına geldikçe dayanılması daha zor oluyordu. Tesadüf eseri karşılaştığı küçük çocuk, büyümüş ve kalbini fethetmişti. Evladı, mutluluk kaynağı olmuştu. Ama şimdi mutluluğunun kaynağı yoktu. Bir daha oğlunu göremeyecek, onunla konuşamayacak, zaman geçiremeyecekti.

Doğru düzgün bir rahatlık bile vermemiş, hiçbir sorununu çözememişti oğlunun. Onun teselli edilmesi gerekirken oğlunun başkalarını teselli etmesi geldi aklına. Kuruduğuna inandığı gözlerinden göz yaşları akmaya başladı. Çaresizliği iliklerine kadar hissediyordu. Ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar saygı duyulursa duyulsun, hepsi değersiz kalmıştı.

Bir sene sonra...

Kırmızılarla kaplı alanda, uyumu ile kamufle olmuş uzanıyordu Ersa. Saçları, boyu ile orantılı olarak daha da uzamış, vücut hatları daha belirgin olmuştu. Saçı, kaşı, vücudundaki tüyler siyahlığını kaybetmiş, açık kızıla bürünmüştü. İçinde bulunan siyah maddeler kırmızı enerji tarafından bastırılmıştı ve vücudu eskisinden çok daha iyi duruma gelmişti. Mistra ise tüm zaman boyunca Ersa’nın yanında kaldı.

Üç sene sonra...

Ersa kırmızı bitkilerle kaplı alanın ortasında uyum içinde uzanmayı sürdürüyordu. Saçı, kirpiği, kaşı dahil bütün tüyleri ve tırnakları kızıl rengiyle bezenmişti. Teni pürüzsüz ve beyazdı. Uzun saçları beline ulaşmışken, kırmızı bitkiler ve gaz ile bedeni kaplanmıştı.

Mistra dikkatle değişimini gözlemliyordu. Bu sırada Ersa'nın göz kapakları kıpırdandı. Birkaç saniyenin sonunda nazikçe açıldı. Sanki karanlığın ardına saklı gözler buradayım dercesine haykırıyordu. Kızılın en güzel tonunda, aynı zamanda birçok duyguyu veriyordu.

Ersa yüzüne hakim olan sakin bir ifade ile uzandığı yerden doğruldu. Uzanan saçları ve tırnaklarının görüntüsünü yoğun şaşkınlığın altında süzdü. Daha sonra yan tarafında duran Mistra'ya çevirdi bakışlarını. Mistra yüzünde geniş bir gülümseme ile Ersa'ya bakıyordu. "Kral uyandı, kader çarkı işlemeye başladı. Asırların hikayesi yeniden örüldü. Hayat ve ölümü belirlemek artık kralların elinde."

Ersa'ya manasız gelen sözler, Mistra'nın kalp atışlarını hızlandırıyordu. "Artık kim olduğunu öğrenmek istemez misin savaşın mirasçısı?"

Ersa, Mistra'nın sorusunu tekrarladı. "Kim olduğum?"

"Evet, söyle bana. Kim olduğunu düşünüyorsun? Hayali yolu anlamak olan bir çocuk mu? Armedia'lı bir kişi mi? Savaşı seven bir psikopat mı? Şanssızlıkların her zaman bulduğu kişi mi? Yoksa çok daha fazlası mı?"

Ersa şaşkın bir ifade ile Mistra'ya baktı. "Ben, Karmela ve Ela'nın oğlu, Armedia'lı bir kişiyim. Ne daha azı ne de fazlası."

Mistra aldığı cevap ile yüksek sesle kahkaha attı. "Emin olduğun tek şey bile yanlış. O kişiler senin annenle baban değil."

Duydukları karşısında Ersa'nın kaşları çatıldı. Bakışları keskin bir hal aldı ve gergin bir ses tonu ile konuştu. "Ne dedin?"

Mistra, Ersa'nın tepkisine karşılık sakin ifadesini koruyordu. "Hiç farklı hissetmedin mi? Tuhaf olaylarla karşılaşmadın mı? Seninle onlar arasında hiçbir kan bağı yok. Bunun en açık delili çekirdeğindeki mühür."

Ersa tuhaf bir hisse kapıldı. "Yoksa?"

Mistra memnun bir ifade ile konuştu. "Çekirdeğin şuanda düzeldi. Hissetmiyor musun çekirdeğinde toplanan enerjiyi? Çevrende sana koşmak isteyen enerjiyi? Sence neden bunca zamandır bunları hissetmiyordun?”

“Cevabı açık. Çekirdeğin karanlığın antik mührü ile mühürlenmiş olduğundan dolayı. Bırak Armedia'yı, evrende seni kurtarabilecek kişilerin çok az sayıda olduğunu bilmelisin. Böyle önemsiz bir yerde sonsuza kadar enerjini kullanamayacaktın."

Ersa duydukları karşısında derin bir şok yaşamıştı. "Çekirdeğimi kim, neden mühürledi?"

Mistra'nın yüzünde manidar bir gülümseme oluştu. "Neden mi? Yaklaşan tehlikeyi hissettikleri için, yüzbinlerce, milyonlarca yıldır korudukları antik mührü harcadılar. Kim olduğunu merak ediyorsan, karanlığın tarafı olarak bilsen yeterli. Mührü kırmak için feda ettiğim şeylere ben bile inanamıyorum. Eski dostum borcunu kesinlikle ödemelisin." Son sözlerinde Mistra alaycı bir tavır takındı.

Ersa ise biranda birçok bilgiyi öğrenmesinin etkisi altındaydı. Aklında ise tek bir şey vardı. "Gerçekten annem ve babam değiller mi?"

Mistra başını iki yana salladı. "Hayır, sadece bu gezegende seni bulan ve büyüten kişiler. Bundan dolayı onlara her zaman minnet duymalısın, ama gerçek annen ile baban farklı. Muhtemelen seni kurtarmak için buraya yollamışlardır. Yine de olayların nasıl bu raddeye geldiğini bende bilmiyorum. Sadece tahmin yürütebilirim."

Ersa daha önce hiç tatmadığı bir acı tadıyordu. Senelerce bildiği gerçekler yıkılmış, yerini çok farklı gerçeklere bırakmıştı. Canından çok sevdiği annesi ve babasının öz oğlu değildi. Alvina onun kardeşi değildi. Yaşamı boyunca aldığı en büyük darbe bu olmuştu.

Ersa'nın büyük bir şok yaşadığını anlayan Mistra konuşmaya devam etti. "Seninle bir anlaşma yapmak istiyorum. Hayatını kurtardım ve çekirdeğini düzelttim. Ayrıca sana evrende nadir bulunan fırsatlar sunacak, kendini keşfetmeni sağlayacağım. Karşılığında ise birkaç şartım var."

Ersa kızıl gözlerini Mistra'ya çevirdi. Ardından başıyla onayladı. Kim olduğunu bilmek istiyordu, ama bu konuda yardımcı olabilecek Mistra dışında kimse yoktu.

Mistra onay alınca konuşmaya başladı. "İlk olarak sana iki şey vereceğim." Misra elini öne çıkarınca avucunda kan damlası şeklinde bir nesne belirdi. "Bu nesne senin kendi soyunu keşfetmene yarayacak. Nasıl bir güce sahip olduğunu merak etmiyor musun?"

Ersa merakla Mistra'nın elindeki tuhaf nesneyi izliyordu. Birden nesne ortadan kayboldu ve yerine rengarenk bir kitap geldi. Kitap çok eski görünüyordu ama ilginç bir şekilde ne kadar kalın, ne kadar eski anlaşılamıyordu. Dış kabında renkler iç içe geçmiş tuhaf bir görünüm oluşturuyordu. "Bu kitap hayatının en muazzam fırsatı. Seni bilmediğin diyarlara, bilgilere ulaştıracak." Bu noktada biraz duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti. "Belki de tam tersi, en korkunç kaderini yaşatacak."

Ersa, Mistra'nın vereceği iki nesnenin muazzam bir değeri olduğunu anlamıştı. Belki de tüm Armedia'dan hatta ötesindekilerden bile değerliydi, ama önemli bir ayrıntı vardı; şartlar. Kendisinden istediği şeyler neydi de bu derece değerli nesneleri kendisine teslim edebiliyordu. "Şartların neler?"

Mistra, Ersa'nın sorusunu ciddi bir ifade ile karşıladı. "Senden sadece iki isteğim var. İlki beni yeniden canlandırman." İlk isteğini söyleyince Mistra durdu ve Ersa'nın vereceği tepkiyi bekledi.

Beklediği gibi Ersa o kadar şaşırmıştı ki ne diyeceğini bilemiyordu. "Şuan ki gücünle bunu başaramazsın. Senden ilk isteğim bu nedenle çok zor. İsteğimi gerçekleştirmek için evrende etki bırakan kişilerden biri olmalısın. Aksi taktirde istenen şartları yerine getiremezsin."

Ersa, Mistra'nın dediklerini anlamıştı ve bu konuları şimdi düşünmemeye karar verdi. Çok ileride dert etmesi gereken mevzulardı bunlar. "İkinci isteğim, Armedia'yı terk etmen."

İkinci isteğin Ersa'ya bıraktığı etki çok büyüktü. İfadesi sertleşti ve direk olarak yanıt verdi. "İsteğini kabul etmiyorum."

Mistra, Ersa'nın net cevabı karşısında şaşırmışa benziyordu. "Neden? Oradaki kişiler senin gerçek ailen bile değiller."

Ersa'nın sert yüzü, ailesini ve Mely'i düşündüğü zaman yumuşamıştı. "Hayır onlar benim ailem. Ne olursa olsun Karmela babam, Ela annem, Alvina kız kardeşim ve Mely arkadaşım. Bu kendileri de dahil hiç kimsenin değiştiremeyeceği bir şey. Onları asla terk etmem."

Öğrendiklerinden sonra Ersa'nın ailesine hala çok bağlı olduğunu gören Mistra uzun bir iç çekti. "Pekala, şöyle açıklayayım. Eğer benim yardımım olmazsa, içindeki siyah maddeler yavaş yavaş seni yiyip bitirecek ve en sonunda öleceksin. Siyah maddelerde karanlığın özü var. Bu gezegen neden böyle bir şeye sahip bilmiyorum, ama senin için çok tehlikeli olduğunu anlamalısın."

"İkinci olarak, kaderin senin önünü tıkayacak. Her şey güzel mi geçecek sanıyorsun? Bir gün ailen de sen de öleceksiniz. Hem de şuan da yaptığın seçimin yüzünden. Dövüş sanatlarını bile düzgün çalışamayacaksın. Sen farklısın. Çekirdeğin ve bedenin farklı. Bu kıta seni sadece kısıtlayacak."

"Benim için en önemlisi, kendini geliştirmen için uygun bir ortama sahip değilsin. Burada kalırsan ailen seni koruyacak, savaşa alışık olmayacaksın, gelişimin yavaş olacak. Bazı şeylerin farkına kendin varmalısın."

Ersa, Mistra'nın söylediklerini dinledikten sonra konuşmayı zor bulmuştu. Sadece ülkesini terk etmedi diye, tüm bunlar olacak mıydı? "Ailem ölecek mi?"

Mistra alaycı bir gülümseme ile cevapladı. "Bilmediğin şeyler var evlat. Beni dinlesen iyi olur. Yoksa felaket ailen de dahil herkesi bulacak."

Mistra'nın uyarısından sonra birkaç dakika boyunca iki tarafta sessiz kalmıştı. En son uzun bir tereddüdün sonunda Ersa konuştu. "Kabul ediyorum."

Ersa'ya göre ailesinin hayatını kesinlikle tehlikeye atamazdı. Eğer şimdi onları bırakırsa yıllar sonra güçlendiğinde tekrar bulabilirdi. Bunun için biran önce güçlenmeliydi!

Ersa'nın kabul ettiğini duyan Mistra memnun bir gülümseme verdi. Uzun uzun Ersa'ya bir şeyler anlattı. Saatler sonunda Mistra anlatması gerekenleri bitirince Ersa'ya kitabı ve kan damlasını teslim etti.

Ersa nesneleri alınca kitabı uzaysal alanına koyarken, kan damlasını elinde tuttu. Ersa'nın kitabı uzaysal yüzüğe koyduğunu gören Mistra hemen uyardı. "Hayır kitabı da kan ile bağlaman gerekiyor."

İlk defa bir kitap ile kan anlaşması yapıldığını duyduğu için Ersa'nın tuhafına gitse de kitabı çıkardı ve parmağında kesik oluşturarak üstüne damlattı. Kan ile temasa giren kitap bir anda eriyerek renklere dönüştü. Renkler Ersa'nın vücudunun etrafında dolaştıktan sonra alnından vücuduna girdi.

Ersa kitap renklere dönüşüp vücuduna girse de hiçbir değişiklik hissetmemişti. Ne bir rahatsızlık ne de rahatlık. Durumu fazla takmadı ve katı haldeki kan damlasına geri döndü. Parmağındaki kanı ona da damlattı.

Kan damlası Ersa'nın kanı ile kaynaşınca buharlaştı ve alnından vücuduna girdi.

Yine bir şey hissetmeyen Ersa durumu tuhaf bulmaya başlamıştı. Kızıl Kan da bile kan anlaşması yapınca hissetmişti. Bunca zamandır sessizce izleyen Mistra, Ersa kan anlaşmalarını yapınca ona doğru ilerledi. "Ben anlaşmamın payıma düşen tarafını yerine getirdim. Şimdi sıra sende. Beni hayal kırıklığına uğratma evlat." Mista konuşurken elini Ersa'nın alnına dayadı. "Karşı koyma."

Elinden bembeyaz sisler çıktı ve Ersa'nın alnından girdiler. Beyaz sisler Ersa'nın vücuduna girince Ersa bilincini kaybetti. Mistra da Ersa'yı toprağa uzandırdıktan sonra yaptığı şeye devam etti. Saatler boyunca Mistra beyaz sislerin yardımı ile Ersa'nın zihninde dolaştı. Sonunda elini alnında çekti. Yavaşça Ersa'dan uzaklaştı ve üzgün bir ifadeyle mırıldandı. "Üzgünüm evlat."

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr