Bölüm 7: Evden Ayrılmak

avatar
6266 58

Xian Ni - Bölüm 7: Evden Ayrılmak


 

Çevirmen: Zawoske

Editör: Mehmet Uyar

 

‘’Bu doğru! Dördüncü kardeş, senin için konuşuyoruz çünkü sen hakkını ikinci kardeşe verdin. Wang Zhuo’ nun dedikleri doğru, oğlunun Tie Zhu’ dan daha güçlü olduğu belli. O gerçekten ölümsüzler tarafından seçilebilirdi.’’ Tie Zhu’ nun beşinci kardeşi de karşı tarafa katılmıştı.

 

Wang Zhuo, gururlu gülümsemesiyle, zevkle izliyordu. ‘’Bu duruma sadece kendileri sebep oldu. Farklı bir şey olabilir cümlenin anlamını tam çıkaramadım) Biz onları önceden uyarmıştık. Lakin bu işe yaramaz aile bir eşek kadar inatçıydı. Şimdi sağlam duvara tosladılar.’’

 

Solgunlaşmış ifadesiyle Wang Hao konuştu, ‘’Tie Zhu, o…’’

 

Sözlerini bitiremeden, Wang Hao’ nun babası ona kötü kötü bakmaya başladı Tüm cesaretini kaybetti ve sonrasında da sesini çıkarmadı.

 

Tie Zhu’ nun dördüncü amcası nefes aldı ve konuşmaya başladı: ‘’Kim bu konudan bir daha bahsederse onun bana karşı bir sorunu olduğunu düşüneceğim, bu konu burada kapanıyor. Tie Zhu’ nun seçilmemiş olması konusunda sadece yeterince şanslı olmadığı söylenebilir, fazlası yok! Tie Zhu çekinme, herhangi bir sorunun olduğunda gelebilirsin. Ölümsüz tarikatları için bir şey diyemem ama konu normal tarikatlara gelirse, senin amcan bir şeyler yapabilecek düzeyde. İstersen oğlum, Hu Zi, ile gidebilirsin. Hep onu çalışması için bir tarikata göndermeyi planlardım.’’

 

Wang Zhuo duyduklarıyla birlikte kıkırdamıştı. Küçümseyerek laf attı: ‘’Tie Zhu, dördüncü amcanla git diyorum. Oraya gittiğinizde ölümsüzler tarafından reddedilen çöp olduğunu söylersin. Gerçekten seni alabilirler. ‘’

 

Wang Lin yavaşça kafasını kaldırdı. Çevresine göz gezdirirken, etraftaki akrabalarına dik dik bakmıştı. Sonunda bakışları Wang Zhuo ile kesiştiğinde konuşmaya girdi: ‘’Wang Zhuo, sözlerimi iyi hatırla. Ben, Wang Lin, kesinlikle bir ölümsüz okuluna gireceğim. Ayrıca sizin aileme nasıl hakaret ettiğinizi asla unutmayacağım!’’

 

Wang Zhuo Tie Zhu’ nun sözlerini duyduğunda güldü ama bir şey diyemeden önce, Dördüncü Amca Wang Zhuo’ ya bağırmaya başlamıştı. ‘’Seni küçük sahtekâr velet!  Seni tam şu anda öldüreceğim! Hadi bakalım o zaman ölümsüzler seni isteyecek mi?’’

 

Wang Zhuo’ nun babasının aniden beti benzi attı. Aceleyle Wang Zhuo’ nun önüne atıldı. ‘’Dördüncü kardeş, buna cesaret edemezsin!’’

 

Etraflarını kuşatan akrabalar, yaşanan olaylar yüzünden soğuk soğuk gülmeye başlamıştı.

 

Tie Zhu’ nun dördüncü amcası bomba gibi bir kahkaha patlattı. Gözlerinde kararlı bir ifade belirmişti/ Gözlerinde katı bir bakış belirmişti. Kısık, derinden sesiyle, ‘’Gerçekten mi kardeşim? Cesaret edemez miyim?’’ diye söylendi.

 

Tie Zhu’ nun babası dördüncü kardeşini geri çekmek için hızla hareket etti. ‘’ Dördüncü kardeşim, ikinci kardeşini dinle. Seni bekleyen bir karın ve çocukların var, buna değmez. Sonsuza kadar benim için yaptıklarını unutmayacağım, sadece ailemi geri götürmek istiyorum.’’

 

Dördüncü amca, Wang Zhuo’ nun babasına bir bakış attı. Ardından ikinci kardeşini onayladı ve ikinci kardeşinin ailesini alarak oradan ayrılmaya koyuldu.

 

Uzaktan da olsa/ Az da olsa, Wang Lin akrabalarının onunla ve ailesiyle alay ettiğini duyabiliyordu.

 

Tie Zhu ve ebeveynleri eve dönmek için Dördüncü Amcanın binek arabasına binmişlerdi.

 

Arabanın içinde çıt çıkmıyordu. Tie Zhu’ nun babası sessizce iç çekti. Hayal kırıklığına uğramadığı söylenemezdi ama Tie Zhu hala onun oğluydu. Sonunda sessizliği bozdu. ‘’Tie Zhu, önemli değil, tamam mı? Öncesinde evden ayrılmana bile zor dayanıyordum, senden bile daha umutsuzdum, ancak sabrettim. Babanı dinle. Eve git ve ders çalış. Gelecek yıl yapılacak olan bölge sınavında iyi sonuçlar almaya çalış. Eğer okuyacak ruh halinde değilsen, dördüncü amcanla git rahatla.’’

 

Tie Zhu’ nun annesi şefkatli bakışlarını oğluna bahşetti ve teselli etti. ‘’Tie Zhu sakın aptalca bir şey yapma. Sen benim tek oğlumsun. Eğer sana bir şey olursa, ben yaşayamam. Güçlü olmalısın.’’ Konuştuğu sırada gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başlamıştı.

 

Wang Lin ailesine baktı. Kafasını salladı ve ‘’Baba, anne, rahat olun. Aptalca bir şey yapmayacağım. Endişelenmenize gerek yok, bir planım var.’’ dedi.

 

Tie Zhu’ nun annesi onu bağrına bastırdı. Onu kollarıyla sararken konuştu, ‘’Tie Zhu, her şey geçti. Bu konuyu unutacağız.’’

 

Annesinin sıcak kolları arasında, Tie Zhu’ nun kırılmış kalbi yavaşça iyileşmeye başladı. Son birkaç gündür yaşadıkları onu yorgun düşürmüştü. Arabanın ufak zıplamaları karşısında, Tie Zhu yavaşça uykuya teslim oldu.

 

Bir rüya görüyordu. Rüyasında ölümsüz olduğunu ve ailesiyle birlikte gökyüzünde uçtuğunu görüyordu…

 

Tie Zhu uyandığında, saat iyice geç olmuştu. Tanıdık odaya bakarken hafifçe iç geçirdi. Kararlıydı. Evden ayrılmadan önce, uyuyan ailesine uzun ve içten bir bakış attı. Bir kalem ve kâğıt aldı ve mektup yazdı. Yeterli olacak kuru gıdayı aldıktan sonra, yola çıkmıştı.

 

Taşıdığı tek çantayla, dağ köyünden ayrılırken Wang Lin’ in ifadesi kararlıydı ‘’Ölümsüz olabilmek için asla vazgeçmeyeceğim. Heng Yuo Tarikatına katılmayı bir kere daha denemeliyim! Eğer hala beni kabul etmezlerse, en azından diğer ölümsüz tarikatının yerini bulmalıyım. ‘’

 

Yolunu aydınlatan ay ışığı ve yıldızların yönlendirmesi altında, Wang Lin bir gölge gibi ilerliyordu.

 

Üç gün geçmişti. Wang Lin ücra dağ yolunda ilerliyordu. Ölümsüzle yol alırken yolu izlemişti. Az çok nasıl gidebileceğini biliyordu.

 

Doğuya doğru ilerleyen Wang Lin, ayaklarında yaralar açan yabani otları umursamıyordu. İlerlemeye devam ediyordu.

 

Bir hafta sonra, dağın iç kısımlarına ulaşmıştı bile. Neyse ki, burada insan yiyen canavarlar yoktu. Wang Lin dikkatle ilerliyordu. Bugün, ne zaman kafasını kaldırsa, tanıdık sisli tepelerle ıssız dağın zirvesini görebilecek noktaya sonunda ulaşmıştı.

 

Tie Zhu bu noktada tamamen bitkin düşmüştü. Biraz kurutulmuş yiyecek çıkardı ve Heng Yuo tarikatının girişine bakarken bir iki yudum atıştırdı. Wang Lin’ in ensesindeki tüyler diken diken olurken, arkasındaki vahşi hayvanın nefes alışverişini duydu. Arkasına baktı ve anında beti benzi attı.

 

Beyaz iri kaplan, kan kırmızısı gözleriyle etrafa uğursuz bir his yayıyordu. Salya dolu ağzından saçılan damlalar, yere düştüğünde sesler çıkartıyordu

 

Beyaz kaplan kükrediği gibi saldırdı. Wang Lin acı bir gülümsemeyi gözler önüne serdi ve tereddüt etmeden uçurumdan aşağıya atladı. Aşağıya düşerken yüzüne vuran rüzgârı hissetti. Bir şeyin değişmeyeceğini biliyordu ama tüm akrabalarının alayları karşısında ailesinin gözlerindeki bakışı hatırladı.

 

‘’Baba, anne, sizi dinlemedim. Elveda…’’

 

Uçurumun duvarı sayısız dallarla çevrilmişti. Tie Zhu’ nun bedenini yaralayan bu dallar düşüş hızını azaltıyordu. Birkaç dakika sonra, düştüğü sırada, Tie Zhu onu çeken muazzam gücü hissetti.

 

Wang Lin güç tarafından çekilirken bedeni üzerinde kontrole sahip değildi. Wang Lin fark etmese de, uçurumun duvarında oyulmuş bir mağaraya gelmişti. Vücudunu duvara çeken büyük bir enerji hissediyordu, uzun bir süre sonunda enerji kayboldu ve duvardan aşağıya düştü.

 

Duyularını geri kazanması uzun sürmüştü. Kalkmak için mücadele ederken, kıyafetlerinin yırtıldığını ve bedeninde dallar tarafından oluşturulmuş bir sürü kesik olduğunu fark etti. Şişmiş sağ koluna büyük bir acı hâkimdi. Büyük ter damlaları sırtından akarken, vücudu yapış yapış olmuştu. Wang Lin koluna dokundu, ama kemiklerinin kırılıp kırılmadığı hakkında bir şey söyleyemedi. Kesinlikle kolundaki yara duvara çarptığında kötüleşmişti.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr