Bölüm 162: Ruh Hazinesi

avatar
4942 3

Wu Dong Qian Kun - Bölüm 162: Ruh Hazinesi




Lin Dong’un figürü Alev Topunun sırtında yakınlardaki bir ormanda belirdiği sırada, yaşlı efendi Tao ve diğerleri sadece Lin Dong’a bir bakış attılar ve nereye kaybolduğunu sormadılar. Lin Chen  Lin Dong’a yenildikten sonra kimse ona doğrudan sataşmaya cesaret edemiyordu.

 

“Yaşlı efendi Tao, sizce de bu çocuk fazla ileri gitmiyor mu? Nasıl istediği gibi gelmesine yüz yumabiliriz?” Lin Dong’un tekrar gruba katıldığını gören Lin Chen ise az önceki grupla alakalı oldukça bozulduğu her halinden belli olurken konuşmaya başladı.

 

Lin Klanın üst kademedeki üyeleri olarak Lin Chen ve beraberindekiler, genellikle zorba rolünü üstlenirlerdi. Bu sebeple eğer yaşlı efendi Tao’nun emriyle ayrılmış olmasalardı büyük ihtimal az önceki vahşi grupla dövüşüyor olurlardı.

 

“O adamlar oldukça yetenekliydi. Dövüşseydik muhtemelen kazanırdık. Ama bunun bedeli bize ağır olurdu.” Yaşlı efendi Tao başını iki yana sallayarak devam etti: “Şu anki en önemli önceliğimiz; eski lahite olabildiğince hızlı doğru yol almak. Ana klanın birlikleri buraya geldiği vakit onları istediğimiz zaman yok edebiliriz.”

 

Yaşlı efendi Tao’nun kelimeleri tonlamasında, onun da sinirli olduğu apaçık belli oluyordu. Önceki grup ile ilgili onun da kızgınlığı gözle görülüyordu.

 

“İşte o zaman, onların bu kadar kolay paçayı kurtarmasına izin vermeyeceğiz!” Lin Chen konuşurken dişleri gözükecek şekilde sırıtmıştı.

 

Ötede konuşulanları duyan Lin Ke-er’in ise nefretten kuru ayaz gözleri titremeye başlamıştı. Ardından başını arkaya çevirip Lin Dong’a bakarak gülümsedi ve: “O adamlar hak ettiklerini bulacaklar, değil mi?”

 

Bu sözler üzerine Lin Dong hafif afallamıştı ve hemen ardından toparlanıp konuştu: “Belki.”

 

Lin Ke-er ise sanki bir şeyler biliyormuşçasına gülümsedi ve daha başka kelime etmedi.

 

Yolculuğun geri kalanı oldukça sakindi. Kademe kademe Gök Alev Sıradağlarının derinliklerine ilerliyor olsalar dahi her zaman önlerinde kendilerinden çok daha ileride olan gruplarla karşılaşıyorlardı ve grupların çoğunluğu zayıf değildi. Ancak hepsi de diğer gruplara karşı oldukça ihtiyatlı davranıyordu ve neyse ki, hiçbiri ilk karşılaştıkları grup gibi vahşi ve atılgan değillerdi. Üstüne Lin Dong’un grubu diğerlerine nazaran biraz daha ihtişamlı olduğu için geri kalan yolculukları huzurlu ve barışçıl geçmişti.

 

Diğer grupların aksine Lin Dong’un grubu, Gök Alev Sıradağlarının vahşi Şeytani Canavarlarıyla hemen hemen hiç karşılaşmamışlardı. Görünüşe göre yaşlı efendi Tao bu durum için önceden çok iyi hazırlanmış gibiydi; bazı eşsiz ve nadir tıbbi tozları beraberinde getirmiş ve bu sayede önlerine çoğu sıradan Şeytani Canavarların yollarına çıkmasını önlemişti. Daha güçlü Şeytani Canavarlar konusunda ise, Lin Ke-er uzak bir mesafeden onları tespit edebiliyor ve böylece grubun yönünü değiştirerek onlarla muhatap olmadan yollarına devam edebiliyorlardı. Ve böylece neredeyse tüm yolculukları herhangi bir pürüz çıkmadan devam ediyordu.

 

Sadece birkaç durumda Şeytani Canavarlarıyla karşı karşıya geldiler fakat onlar da gruba ayak bağı olmaya yeterli değillerdi.

 

Hızlı bir şekilde yol alırken Lin Dong, Lin Ke-er’in de bir Sembol Ustası olduğunu fark etmişti. Her ne kadar kızın Zihinsel Enerji saldırısını görmemiş olsa da Lin Dong’un sezgilerine göre bu kız, hiç de yabana atılacak cinsten değildi.

 

Bir günlük yolculuğun ardından aşmaları gereken yolun büyük bir kısmını kat etmişlerdi. Gece bir perde gibi Gök Alev Sıradağlarını sarmalarken, Lin Dong’un partisi de durup dinlenmeye karar verdiler. Neticede gece vakti Şeytani Canavarlar daha bir vahşi olurlardı ve bu şekilde yolculuk yapmak akıl karı değildi.

 

Kamp kurmalarının ardından yaşlı efendi Tao ve diğerleri kısaca durum değerlendirmesi yaptı ve herkes kendi çadırına çekilip gelişimine başladılar.

 

Yumuşak ve nazik Ay ışıkları, ufuktan ağaçların ve dağların üzerine sağanak gibi yağarken her yeri gümüş bir tabaka kaplamıştı. Şeytani Canavarların ufak kükremeleri uzaklardan belli belirsiz duyulurken onlara baykuş sesleri eşlik ediyordu.*

*Deuce: Ben burayı çok sevdim nedense ve bu tür edebi betimlemelere birçok novelde denk gelemezsiniz.

 

Sessiz kamp alanında bir çadır usulca titredi. Bir kişi ve bir canavara ait gölge siluetler sessizce ileriye doğru fırladı ve kaşla göz arasında, ormanlık alanın içinde gözden kayboldular.

 

Ormanlık alana girdiği vakit Lin Dong arkasındaki sessiz ve boş kamp alanına bakıp rahat bir nefes aldı. Ardından eliyle Alev Topunun başını okşarken Alev Topu ses çıkarmaması gerektiğini hemen anladı.

 

“Hadi gidelim.” Lin Dong fısıldayarak konuştu. Tam harekete geçmek üzereydi ki birden bir şeyler hissetti ve bakışlarıyla etrafı taradı. Kafasını arkasına çevirdiği vakit bir ağacın dalında oturmuş ve kendisine doğru gülümseyen beyaz elbiseli zarif bir figür gördü.

 

“Lin Ke-er?” Lin Dong, beyazlı kızı gördüğü an kaşları hafif çatılmıştı.

 

“Bugünkü salaklar çin gidiyorsun, değil mi?” Lin Ke-er, aşağıya doğru süzülürken hafifçe kıkırdadı: “Ben de geliyorum, tamam mı?”

 

Lin Dong sersemledi ve ardından: “Neden kendini bu işe bulaştırıyorsun ki?”

 

Song Dao ve grubunun sıradan olmadığı her hallerinden belliydi. Üstelik, ölümcül arzu ve niyetleri, Kanlı Kurt Klanı ile karşılaştırılamaz bir şeydi. Eğer mesele, Bin Altın Derneği ve Xuan Su ile alakalı olmasaydı Lin Dong bu heriflere zerre bulaşmazdı. Ancak Lin Ke-er’in bizzat kendisini bu işe bulaştıracağını ise hiç beklemiyordu.

 

“Bilmiyor musun, kadınlar dünyanın en intikamcı yaratıklarıdır!” Lin Dong’un sorusuna karşılık Lin Ke-er oldukça şaşırmış görünerek başını yana eğdi ve hafif gülümseyerek Lin Dong’a baktı.

 

“O adamın söylediği o kelime yüzünden mi…?”* Lin Dong’un dudaklarının kenarı seğiriyordu. Bütün büyük klandaki kadınların hepsi aynen böyle miydi?

*Deuce: Yelloz :D

 

“Pekala, sen bilirsin!”

 

Lin Dong, bunun doğru cevap olup olmadığını her ne kadar bilmiyor olsa da devam edip irdelemeye hiç niyeti yoktu. konuşmasının ardından hemen Alev Topu’nun sırtına atlamasıyla beraber anında kızıl gölgelere dönüşüp karanlık ormanın içinde ışık hızında kayboldular.

 

“Swiissh!”

 

Lin Dong ileri atıldığı an, hemen arkasından havayı delen soğuk bir ses işitti. Dönüp arkasına baktığında, sanki sayısız buz parçacıklarından oluşuyormuş gibi görünen uzun bir kılıç ve kılıcın üstündeyse ayakta duran Lin Ke-er’i gördü. Uzun kılıç, gecenin karanlığında hafifçe parıldarken Lin Dong bu eşsiz kılıçtan yayılan aura sebebiyle kendisini heyecandan titriyormuş gibi hissediyordu.

 

“Ne tür bir kılıç bu… Nasıl bu kadar güçlü olabiliyor?” Lin Dong içten içe hafif şok olmuştu. Lin Dong tek bir bakışta, Lin Ke-er’in sahip olduğu bu Parçalı Buz Kılıcın hiç de sıradan olmadığını anlayabilmişti. Karşılaştırılacak olursa, Gizemli Buz Kılıçları ile alev alev yanan kılıcı bunun yanında çöp gibi kalırdı.

 

“Bu bir Ruh Hazinesi. Evlat, kör kütük cahilsin resmen. Küçücük bir kasabada tıkılıp kaldığından biliyor olman mucize olurdu zaten…” Lin Dong şaşakalmış bir şekilde düşüncelerde boğulurken, birden zihninde aşina olduğu o küçük sansarın sesini işitiverdi.

 

“Ruh Hazinesi mi? O nedir?” Bu kelimeyi duyar duymaz Lin Dong’un şaşkınlığı bir kat daha artmıştı.

 

“Çok basit; kendi ruhuna sahip olan bir eşyaya, Ruh Hazinesi denir. Bu tür eşyalar, sadece Ruh Sembol Ustası tarafından yapılabilir. Bu sebeple, Büyük Yan İmparatorluğundan bile bu tür eşyalar ve nesneler oldukça nadir ve değerlidir.” Küçük sansar sıradan bir şekilde cevap verdi.

 

“Demek sadece Ruh Sembol Ustası tarafından yapılabiliyor…” Şok, Lin Dong’un bedenine dalga dalga yayılıyordu. Bu, Büyük Usta Yan’ın bile bu bahsi edilen Ruh Hazinesini yapabilecek kapasitede olmadığı anlamına geliyordu. Yan Şehrinde bu zamana dek neden bu tür bir şeyi duymadığına şaşırmıyordu.

 

“Büyük klanlardan da bu beklenirdi…” Lin Dong, Lin Ke-er’in ayaklarının altında havada süzülen Parçalı Buz Kılıca hafif kıskanmış bir şekilde bakıyordu. Bu, büyük klandan olmanın en büyük avantajıydı. Klan üyesi olarak isimlerini daha önce duymasan bile klanın sayesinde elde edebiliyordun. Gecenin zifiri karanlığında Lin Ke-er’in kılıcı, zarif parlaklıklar yayarak ileriye doğru yol alıyordu.

 

“Nerde olduklarını biliyorsun, değil mi?” Lin Ke-er kıkırdayarak konuştu.

 

“Evet, bugün onları takip ederken, bıçaklarına birer Zihinsel Enerji işareti bıraktım.” Lin Dong başıyla onaylayarak konuştu. Ardından Lin Ke-er’in kalkan kaşlarını görmesi üzerine garip bir şekilde sormadan edemedi: “Yoksa sen de mi bıraktın?”

 

“Daha önceden de dedim; kadınlar en intikamcı varlıklardır.” Lin Ke-er konuşurken dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.

 

Lin Dong ise sadece gözlerini devirdi. Bunun gibi kadınlar, kendilerine hata eden kimselere karşı her zaman hazırlıklıymış gibi görünüyorlardı. Vakur1 ve güzel görünüşlerinin altında, böyle vahşi ve yırtıcı bir hava sakladıklarını kimse söyleyemezdi.

 

Bakışlarını Parçalı Buz Kılıcının üzerinden çeken Lin Dong avucunu uzattı ve Alev Topu’nun yelesini okşamasıyla Alev Topu’nun hızı inanılmaz bir şekilde arttı. Uçan bir kızıl peri gölgesi gibi birkaç adımda karanlık ormanlık alanda birden gözden kayboldu. Arkada Lin Ke-er ise mesafeyi koruyarak takip ediyordu. Dış görünüşüne bakarak, Parçalı Buz Kılıcı kontrol edebilmesi için çok fazla Zihinsel Enerji harcamasına gerek yokmuş gibiydi.

 

İki insan ve bir canavar, karanlık ve sık ormanın içinde süratle yol alıyorlardı. Aşağı yukarı on dakika sonra, hızları yavaş yavaş azalmaya başladı. Her ikisinin de Zihinsel Enerjileri güçlü olduğundan çevrelerinde ne oluyor ne bitiyor fark edebiliyorlardı. Daha doğrusu neredeyse her ikisi de aynı anda, hemen ilerideki savaş seslerini ve Yuan Gücü dalgalanmalarını hissetmeye başlamıştı.

 

“Çoktan başlamışlar…”

 

Savaşın seslerini işitmeleri üzerine, Lin Dong’un göz bebekleri sinirden titremeye başlamıştı.

 

 

Şu an, dağ vadisinin ortasında kamp ateşinin çevresinde neredeyse yüzlerce kişi tam bir kaosun ortasında çarpışıyordu. Çarpışan kılıç sesleri alanı doldururken, koyu kan kokusu da etrafa yayılıyordu. Kanın, gecenin karanlığını delen keskin bir kokusu vardı.

 

“Song Dao, Bin Altın Derneğimin Katliam Kılıç Çetesiyle hiçbir husumeti yok. Ne diye Kanlı Kurt Klanıyla bir olup bizim işimizi zorlaştırıyorsun?!”

 

Xia Wanjin’in ifadesi oldukça karanlıktı. Avucunu kullanarak kendisine doğru amansızca saldıran Kanlı Kurt Klanı üyesini geriye doğru fırlattı ve ardından gözlerini savaş meydanının ortasında dövüşen heybetli adama çevirdi. O adam, Lin Dong’un tüm gün takip ettiği kişi Song Dao idi.

 

“Kanlı Kurt Klanının teklifini kabul ettiğimden onlara yardım etmek zorundayım. Eminim ne demek istediğimi anlamışsındır, Başkan Xia!” Xia Wanjin’in sözlerini işitmesi üzerine Song Dao ise gülmekten kendini alamazken elini uzatmasıyla kılıcı ileriye doğru fırladı ve ardında kan izleri oluştu. Sonrasında yüzüne bulaşan kanı yalamış ve cevap vermişti.

 

“Kanlı Kurt Klanı sana ne kadar ödüyorsa, Bin Altın Derneğim sana iki katını verecek!” Xia Wanjin’in sesi derinden yankı buluyordu.

 

“Haha, Xia Wanjin. Benim, klan liderimin Song Dao’ya verdiği teklif; Bin Altın Derneğini yok ettikten sonra ortaya çıkan hazinenizin yarısını kendileriyle paylaşmak. Siz de bunu önerebilir misiniz?” Xia Wanjin’in çaresiz sözlerini işitmesi üzerine Yue Shan kahkahalar atarak kendinden geçmişti.

DN(Düzenleyen): Hep yarısını verirler zaten o halde neden kendilerine eşit güç tutmuyorlar. Bunlar gerizekalı valla bak mal bunlar

 

“Madem Bin Altın Derneğimi yok etmeye niyetiniz var o zaman hepinizi teker teker geberteceğim!” Xia Wanjin ağzından tükürükler saçarak buz gibi bir sesle konuştu.

 

“Bunun için endişelenmene gerek kalmayacak. Hepsini öldürün!” Yue Shan adamlarına el işareti yaparken şeytani bir şekilde gülümsüyordu. Birden birçok Kanlı Kurt Klanından uzman kişiler tıpkı kurt ve kaplan gibi ileriye atılarak gözlerini kan kırmızısı şekilde delice yakınlarındaki Bin Altın Derneği üyelerine saldırmaya başladı.

 

Kanlı Kurt Klanı ve Katliam Kılıç Çetesi tüm gücünü kullanmaya başlamasıyla, Bin Altın Derneği birden büyük bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Zaman geçtikçe, her iki taraftan da büyük kayıplar veriliyor ve yere düşen cansız bedenlerin sayısı gittikçe artıyordu.

 

“Xuan Su, Zhilan’ı kanatların altına al ve kaçın. Ben sizi korurum.” Bin Altın Derneğinin giderek büyük kayıplar verdiğini görmesi üzerine Xia Wanjin konuşurken gözleri kan çanağına dönmüştü.

 

Hemen arkasındaki Xuan Su’nun ise güzel yüzü değişmiş ve gözlerini umutsuz bir ifade doldurmuştu. Mevcut duruma göz atacak olsalar, şu anki durum Bin Altın Derneğinin çok büyük aleyhineydi. İki Kusursuz Yuan Dan Seviyesinde rakibi olduğundan Bin Altın Derneği adına tek başlarına varlık gösteremeyeceklerinden, Bin Altın Derneğinin burada yok olması büyük olasıydı. Bu yüzden eğer şimdi ayrılmazsalar, muhtemelen karşılaşacakları tek şey; kendi ölümleri olacaktı.

 

“Gidin! Eğer bu adamlar tarafından yakalanırsanız, ölmekten bile daha büyük acılar çekersiniz!” Xuan Su’ tereddüt ettiğini gören Xia Wanjin bir kez daha öfkeyle bağırdı.

 

Xuan Su kırmızı dudaklarını ısırırken başını sallayarak onayladı. Ardından dönüp Zhilan’ı kucakladığı gibi kalabalığı yarmak için dövüşmeye başladı.

 

“Ayrılmak mı istiyorsun? Haha Yönetici Su, Katliam Kılıç Çetemin adamları ne zamandır senin o güzel vücudunu arzuluyordu. Nasıl böyle bir güzelliğin kaçmasına izin verebiliriz ki?”

 

Xuan Su’nun kaçmaya çalıştığını gören Song Dao ise sanki bu anı bekliyormuş gibi birden yüksek kahkahalar atarak konuştu. Ardından koca elini havaya kaldırarak: “Katliam Kılıç Çetesindeki kardeşlerim, gidin ve onu yakalayın!”

 

“Haha!”

 

Song Dao’un kahkahasını işiten Katliam Kılıç Çetesi üyelerin gözlerini birdenbire şehvet bürümüştü. Ağızlarından salyalar aka aka anında ileriye fırladılar ve Xuan Su ile Zhilan’ın olduğu yöne doğru akın etmeye başladılar.

 

Büyük bir kalabalığın kendilerine doğru geldiğini gören Xuan Su’nun yüz ifadesi değişti. Ardından elini Zhilan’ın sırtına yerleştirdi ve onu nazikçe ileriye doğru itti: “Zhilan, koş!”

 

“Piç kuruları!”

 

Duruma şahit olan Xia Wanjin ise sinirden köpürmeye başlamıştı. Bedenindeki tüm Yuan Dan gücünü serbest bıraktı. Ancak tam hareket etmek üzereydi ki, Yue Shan’ın figürü önüne geçerek ona engel oldu.

 

“Haha Xia Wanjin, bugün; Bin Altın Derneğinin yok oluş günü olacak!”

 

Yue Shan’ın Xia Wanjin’ı engellediğini gören Song Dao’un keyfine diyecek yoktu. Yüzündeki hayvani sırıtışıyla birlikte, ani bir hareketle Xuan Su ve diğerlerinin önünde belirdi. Hemen önünde, mücadelenin heyecanıyla çırpınan kadının alımlı ve çekici bedenine bakarken gözlerini şehvani duygular bürümüştü.

 

Song Dao’un bizzat yaklaştığını gören Xuan Su’nun yüzünde kemik donduran bir ifade belirdi. Aynı zamanda da kalbini ümitsizlik ve çaresizlik kaplamıştı.

 

“Yönetici Su, Bin Altın Derneği için yapılacak daha fazla bir şey kalmadı. Neden Katliam Kılıç Çeteme katılmıyorsun? Ben, Song Dao, seni bizzat hoş bir şekilde karşılayacağım!” Song Dao, Xuan Su’ya bakarken gülümsüyordu.

 

Xuan Su’nun yüzünde ise sadece soğuk ve sinirli bir ifade vardı. İnci beyazı yumruğunu sıkmasıyla elinde uzun bir kılıç belirdi.

 

Xuan Su’nun hareketlerini gören Song Dao çaresizce elini uzattı ve emretti: “Kızı yakalayın, ama sakın onun güzelliğine zarar vermeyin!”

 

“Evet, efendim!”

 

Song Dao’un emrini duymaları üzerine Katliam Kılıç Çetesindeki adamlar bağırarak onaylamadan önce gözleri şehvet dalgaları yükselmişti.

 

“Saldırın!”

 

Öndeki adamlar birinin bağırmasıyla Katliam Kılıç Çetesindeki herkes neredeyse aynı anda harekete geçtiler. Aynı zamanda etrafa çok yoğun Yuan Gücü dalgaları yayılmaya başlamıştı.

 

“Geberin!”

 

Buna şahit olan Xuan Su ise dişlerini gıcırdatarak soğuk bir şekilde bağırdı. Durum bu noktaya geldiğinden, ölümüne dövüşmekten başka çaresi yoktu.

 

“*Kükreme*”

 

Ancak Xuan Su tam ölümüne dövüşmek üzere hamle yapacaktı ki, ormanlık alanın içinden birden uzaklardan bir kükreme sesi duyuldu. Ansızın ortaya kızıl bir figür çıktı. Kızıl kuyruğu havada dalgalanıyorken, birden ileriye fırladı ve yakınlardaki tüm Katliam Kılıç Çete üyelerini tahtalı köye postaladı.

 

Bu ani gelişen olay, Katliam Kılıç Çetesinde paniğe yol açarken Song Dao’un da gözlerinde soğuk bir ifadeye neden olmuştu. Bakışları birden ortaya çıkan Ateş Piton Kaplanına bakarken birden onun üstünde oturan figüre kaymıştı. “Demek sensin!!”

 

“Lin Dong?!”

 

Xuan Su da aynı şekilde bir anda beliren kişiyi görünce afallamıştı. Dalgalı gözleri kaplanın sırtında oturan gençle buluşunca, ipeksi yüzüne birden sevinç ve mutluluk hakim olmuştu.

 

Ancak bu mutluluk, Lin Dong’un tek başına olduğunu anlayınca kaybolmuş yerini inanılmaz bir tedirginliğe bırakmıştı. Ne de olsa, Lin Dong şu anki gücüyle buraya tek başına gelerek sadece ölümü bekleyebilirdi.

 

Sonuçta Song Dao bir Kusursuz Yuan Dan Seviyesinde bir uzmandı ve Yue Shan bile onunla mücadele edemezdi!

 

 

 

 

Kelime haznesi gelişimi: Vakur: Ağır başlı, onurlu.

Deuce Not: Arkadaşlar şu aralar mutlu ve yoğun bir süreçteyim. Bu sebeple bölüm hızı düşebilir fakat gelmeye devam edecek. Herkese keyifli okumalar :)

Düzenleyen Not: Arkadaşlar Deuce Bana attıkça size atıyorum aksatmadan. Tüm Suç onun yani :D

Bu arada Düzenleyici not yazdığım zaman deuce anlaşılacak diye tırsmıyor değilim.



















Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr